kas dokusu pasifken enerji ihtiyacı en az olan dokulardan biridir. bazam metabolizma yani. ha ama fazladan bi 8-10 kg kasın varsa anlamlı bir ekstra enerji ihtiyacı olabilir bilançoda.

namus ninjası 32 kiloyu alırken yağ oranım sadece %7 artarak %15 oldu. Aldığım kas kütlesi dediğiniz miktardan daha fazla olması lazım.

ben yağ ölçümleri yaptıran, bilinçli beslenme yöntemleri ile giden biri değilim. kuvvet odaklı çalışırım. kaslarımın kütlesi hacmi ne olmuş umursamam. o yüzden bilmiyorum tam ama mesela 60 kg olsan başlangıçta, %7 yağ düz hesap 4.2 kg yağ eder.
sonuçta 90 kg olsan, %15 yağ 13.5 kg yağ eder.
yani 9 kg yağ doku, 21 kg başka dokulardan mı ürettin demek oluyor bu?
2 yılda 21 kg kas kütlesi üretmek zor gibi yav.

namus ninjası Hocam maximum düzeyin 2 senede 16kg civarı olduğunu biliyorum. Ama kasların su tutumu vs hesaplarsak bile her türlü 16kiloyu geçiyor. Şöyle söyleyim. 12cm kol ölçüsü aldım ve üstünden tutup böyle yağ tabakası, deri falan çekilmiyor.

karbonhidrat yüklemesi diyorsun çok acıkıyorum diyorsun.

(bkz: allah allah kontesi kim sikti)

konu saptı tabii ama o hesap tutuyor gibi o zaman?
düşük yğunluklu spor aktivitesiyle 4 kg falan gibi bir yıllık kas kütlesi kazancı hesap ettim az önce online bi hesaplama tablosundan. ciddi spor elbet bunu arttıracaktır. yılda 6-8 olur.
mantıklı geldi.
yalnız, bu organların enerji bilançoları var, bir böbrek, karaciğer, beyin, asıl enerjiyi yoğun kullanan dokular bunlar. kalp mesela. cayır cayır yakıyor. ama hareket halinde olmayan kas dokusu, çok büyük eksikliğe yol açmıyor.
okuduğum bi makaleyi bulabilsem yollardım, genelde kas kütlesi artarsa kilo almanız zorlaşır gibi bir ön bilgiyle tanıtıyorlar fitness programlarını. bu psikolojik olarak yanlış bir söylem. ben kaslandım oh artık kilo da almam demek sporu bırakmada bahane olabilir. kas dokusu hızla genetik kodlardaki minimum hacme dönmeye çalışacaktır. bu konuda vücudu daha çok zorlamayla kandırmak ve kaslanmaya devam etmek tek yol.

ve evet tiroid hormonları oksijenli solunumdan sorumludur. tiroid bezinde anormal büyüme, hormon dengesizlikleri ve galiba tiroidde kanser gibi durumlarda bu tür aşırı hızlı metabolizma görülüyor.

animal, üstad sen daha iyi bilirsin tabi ki açıkleyıver kas su mu tutmuş ne etmiş? başladığımdan bu güne 2.5 yılda 32 kilo aldım ve yağ oranındaki artış %7 şu an 85 kilo %14-15 yağ oranı.

hepsi. cunku "spot training is a myth"

BÖLGESEL YAĞ YAKIMI YOK.
(bkz: hiit)
(bkz: ketojenik diyet)

Tdşekkür ettim..

arnold zaten söylenecekleri önceden söylüyor bana +1 demek düşüyor ama bir şeyi bir daha vurgulayayım.

Beslenmenizi düzene sokmadan karındaki yağlar gitmez. iki mekik çektim karın yağlarım eridi ile olsaydı bizim coğrafya hocası dünyanın en müthiş karnına sahip olmalıydı. adam günde 300 mekik çeken br obezdi.

Yapmaaaaa! Ama sadece göbekte fazlalığım var full zayıflayamam 50 kiloyum zaten :/

idari yargıda dava açacaksa süreyi geçirmesin. idarenin sözleşmeyi yenilemiyoruz işlemi kendisine tebliğ edildi mi? eğer edilmediyse idareye dilekçeyle başvursun.

maalesef sürüncemede bırakıyorlar durumu, hala olumlu/olumsuz bir cevap yok, sadece karamsar olmamıza sebep olan enstitünün "ilişiği kesilsin" görüşü mevcut.

okul odtü olmasa da (dememişsiniz, olabilir de) şuradan yardım bulabileceğinizi tahmin ediyorum:

www.facebook.com

Yönetmelikte doğrudan "süresi dolunca atılmak zorunda" diye bir madde olması gerekmiyor. Performans ile ilgili bir şeylere dayandırıp da sözleşme sonlanırılabiliyor. Zaten arkadaşının her sene yıllık faaliyet raporu vb. bir şey dolduruyor olması lazım.

Misal doktorada yasal süre 6 sene. 4 sen boyunca ffaliyet raporunuzu verdiniz ve ne bir yayın var ne bir bildiri ne de konferansa katılım. 4. yılın sonunda "performans" bahanelerini öne sürüp size yol verebilirler.

Maalesef bu iş türkiye'de yönetimle ilişkilere çok bağlı oldu.

Bu 50d ile ilgili de bir çok grup ve aktivist var. Onlarla iletişime geçmesi iyi olur arkadaşınızın. Bu şekilde işe iade edilenler oldu. Gerçi onlardan bir kısmı işe iade edildikten bir gün sonra başka sebeplerle çıkarıldı.

Dediğim gibi asistan dayanışması grubuyla bir iletişime geçsin arkadaşınız. Muhtemelen biz yıllardır eylem yaparken ne diye sessiz duruyordun, başın sıkışınca mı kafana dank etti, illa sana dokununca mı ses çıkaracaksın falan diyebilirler başta. Özünde "çoğu" iyi insandır. Onlar biraz bir azardan sonra gerekli yönlendirmeleri yaparlar.

Not: rica ediyorum kanserli hücre gibi yayılmasın duyurularınız. Bu konuda başka sorunuz olursa bu duyuruda yazın.

@godsparticle, evet ama enstitü müdürü, süreyi öne sürerek ilişiği kesilsin diyor, yazıyı görmüş arkadaş. moralini bozan durum hocanın sürekli yüzüne biz senin lehineyiz deyip yazıyı aleyhte yazmış oması..

akademik yayınları, tembelliği vs bahane edilerek ilişiği kesilsin değil de süreyi bahane etmesi çok garip..

diğer soruyu, söylediğim üzere sildim, kirlilik olmaması açısından.

herkese teşekkür ederim.

YÖK 2011'de çıkan torba yasaya bağlı olarak "Yüksek lisansta 3., doktorada 6. yılını doluran araştırma görevlilerinin ilişiği kesilir" görüş yazısını yayımladı. Bu yönetmelikte değil, çünkü Danıştay'a açılan davalar sonucu kanunlaşması engellendi. Bu nedenle sadece görüş yazısı olarak kaldı ve bazı rektörler bu görüş yazısına dayanarak "YÖK böyle dedi, benim elim kolum bağlı" diye bahane ederek asistanları çıkarabiliyor. Bunu çok yaşayan arkadaşlarım oldu. Doktorasını erken bitiren de geç bitiren de YÖK'ün belli görüş yazılarına bağlı kalarak atıldılar ama bunun hukuki dayanağı yok. Bu arkadaşlardan bazıları sendikaya başvurup dava açtı, bazıları bireysel dava açtı ve hepsi kazanıldı. Şu an gerekli performans şartlarını sağlayan herkes 33a'da.

Arkadaşın dava açabilir, yalnız açılabilecek iki tür dava var. Bunların özellikleri de birbirinden farklı. Bunun için bir hukuki danışmanlık alması gerek.

Şuradaki basın açıklaması daha anlaşılır durumda.
ituasistandayanismasi.blogspot.com.tr

@ sen olmayan cocuk benim

Süreyi bahane etmesi de bir performans. 3 senede yüksek lisansı bitiremiyorsa başarısızdır diye kendilerini savunabilirler ki türkiye'de araşatrıma görevlileri için ortalama süreye bakarlar misal 3 seneden az. demek ki başarısız diyebilirler.

Neyin performansa dahil olup olmayacağı çok subjektif. Dediğim gibi burada yöneticilerle ilişkiler işin içine giriyor.

50/d'den atılıp sonra 33/d'ye geri dönen çok kişi var fakat şunu gözardı etmemekte fayda var. Ortada çok fazla bilgi kirliliği var.

Davayı kazanıp göreve iade edilenlerin durumu şu.

Bu adamlar 50/d'li idi. Süresi bittiği zaman ilişikleri kesilecekti (sözleşme yenilenmeyecek yani). Süreleri dolmadan dekanlıkları rektörlüğe bu insanların 33/d'ye geçişini onayladığını belirten yazıyı yolladı. BU arada her fakültede 33/d ile 50/d'nin ne olacağı belli. Dolayısıyla bu insanların fakültelerinde 33/d için boş kontenjan yoksa zaten böyle bir şey mümkün değil.

Neyse dekanlığın 33/d'ye geçirme isteğine rağmen rektörlük bunları reddetti. Açılan davayı da bu şekilde kazandılar. BU adamların 33/d'ye geçmesi için dekanlık zaten başvurmuştu, rektörlüğün neye dayanarak reddettiği belli değildi.

Dediğim gibi bir kısmı girdikten bir iki gün sonra işten atıldı tekrar. Bir kısmı hala çatır çatır çalışıyor hiç sorun yaşamadılar.

Fakat ortamda 50/d'li olup süre yüzünden herkes işe geri iade ediliyor gibi bir hava oluşmasını istemedim. Onun için bu ayrıntıyı paylaştım.

bölüm başkanlığının da etkisi var. bağlı olduğu bölüm başkanı isterse, ens. müdürü isterse rektörlük uzatabilir. yani birilerinin isteklerine bağlı.

Yüksek lisansta 3., doktorada 6. yılını doluran araştırma görevlilerinin ilişiği kesilir.
Arkadaşınız yükseği bitirip, doktoraya başlarsa kadrosu doktora sonuna kadar devam eder. Daha sonra da 33/a kadrosuna geçmek istiyorum diye bölüm başkanlığına dilekçe verir. Bölüm kurul kararı ve dekanlık oluru ile beraber yazısı rektörlüğe gider. Rektörlük de kabul ederse Yök onayı ile kadrosu 33/a'ya geçirilir.

satmak gibi bir amacin yoksa at kutuyu. karton kutu iste bi numarasi yok.

Genellikle kutulu olsa da sorun çıkmaz ama riske atmamak adına kutudan çıkarıp getirirler. Kutuyla getiren tanıyorum. Hem de 2 kutu aynı anda. Bir sorun olmadı.

bavula koyup getirme, kesinlikle kabin bagajına koy. çalınıyor. evet görevliler tarafından. kutusunu check-in bagajına tıkarsın.

mesgul ve huzursuz +1

Kesinlikle çalınır diye bir şey yok. Dünyada işini düzgün yapan insanlar da var elbette ama içinde değerli eşya olduğunu görünce aa sizin bavul banttan çıkmadı diye bir olayla karşılaşabilirsiniz.

Kutulu ürün konusunda da yanında getiren çok arkadaşım oldu. Bavulu kaybolan da oldu. Fakat kutulu ürünü yakalnıp el koyulan falan olmadı. Zaten öyle bir şey var mı bilmiyorum bile.

siyah.

ilk insanların afrika kıtasında oluştuğu geyiği popüler bu aralar. dolayısıyla siyah olabilir.

beyaz.

siyah , afrika

sebepleriyle birlikte siyah ya da beyaz derseniz seviniriz

siyah beyaz en büyük beşiktaş.

şaka bi tarafa ben de siyah diye biliyorum.

ilk insanlar derken homo sapiens mi kastediyorsunuz?

eğer öyle değilse çok daha eski tarihlerle ilgili tahminlerde beyaz tenli oldukları düşünülüyor.

en.wikipedia.org

buradan inceleyebilirsiniz

beyaz olup sonradan kararması mı daha mantıklı, siyah olup sonradan beyazlaması mı?
bana ilki daha mantıklı geldi.

şöyle bişi de var. ilk insan aşırı kıllı olduğu için derisi hayvanlar gibi pembemsi bir renkteymiş. sonra kıllar azaldıkça siyahlaşmaya başlamış.

Şempanzelerle insanın ortak atalarının deri rengi beyazdı fakat üstü kıllarla kaplıydı, daha sonra evrimle birlikte türler ayrılmaya başladığında insan kolundaki canlıların kılları dökülmeye başladı fakat Afrika'nın kavurucu sıcağına beyaz tenliler dayanamayıp öldükleri için ortam siyah tenlilere kaldı. Siyah tenliler nasıl oldu dersen; ten rengi daha koyu olan insanlar ortama ve iklim şartlarına adapte olup koyulaştılar ve hayatta kaldılar. Haliyle insanlık da siyah renkliler üzerinden yürüdü. Tabii bu dediğim olay birkaç milyon yıllık bir süreç; üç günde beyazdan siyaha dönüşmediler.


Bir de henüz kimse "Adem'le Havva beyazdı ama" deyip ilk insanların beyaz olduğunu savunmamış.

peki o ilk ataları yani teni beyaz olanları insandan sayabilir miyiz? yoksa insanlık direk siyahtan mı başladı diyoruz?

Bugday ten tabiki ^ bilmiyorum son insan beyaz olur ama

ilk insan diye bir şey yok ki. her şey yavaş yavaş değişti. evrimleşme sürekli olan bir süreç.

yaratılışçı bakış açısına göre beyaz olabilir ya da kavruk tenli ama siyah/zenci değil.

sta; O bahsettiğimiz atalar şunlar: estaticos01.elmundo.es

Bunlar kıllarını dökünce beyaz tenli olanlar ortam şartlarına ayak uyduramayıp öldü; koyu tenli olanlar evrim geçire geçire hayatta kaldı. İlk insanlar beyazdır veya siyahtır demek çok da doğru değildir fakat dediğim gibi; insanlık evrim geçirip hayatta kalarak siyaha dönüşen koyu renkliler üstünden yürümüştür.

Evrime inanan ne çokmuş duyuruda. İlginç.

ilk insandan bahsetmek pek doğru değil , ama insanlık siyahtan devam ederek geldi , afrikadan yayılarak. bbc nin human planet belgeselinde vardı yanılmıyorsam

@comptrol seninle ateizm tartışmasına girmeyeceğim. tamam senin inancına göre maymundan yada balıktan gelmiş olabilirsin.fikirlerine saygı duyuyorum. Ben evrime inanmıyorum. bu kadar inanan olduğunu görünce şaşırdım.

death note
ghost rider

(bkz: Faces of death) belgeseli.

(bkz: palermo shooting)

dizi - dead like me
film - before I disappear (intiharla ilgili)

(bkz: six feet under)
(bkz: pushing daisies)

god on trial

(bkz: Stay)

www.imdb.com

(bkz: Martyrs)

The book of life

Fearless - Jeff bridges oynuyor

tabii ki var. kadıköy'de oturuyorum ben mesela. çok mutluyum. aöf sınavı için bile olsa başka semte gittiğimde rahatsız oluyorum.

evet öyle zaten. istanbulda semt değiştirince kültür değişiyor. 1den 10a kadar skalala verebilirim hepsine.

her semtte vardır böyle bir olay ama kurtuluş ayrı bir yerde sanırım. pangaltı, kurtuluş civarlarında en az 3-4 sene geçirmiş birisi her semte uyum sağlayabilir diye düşünüyorum. yani insan ilişkileri bakımından diyorum. yoksa atıyorum beylikdüzü'nde, kurtuluş'un pratikliğini bulamaz tabii.

eskidendi o dediğin şey. şimdi var diyen sallıyordur. internet yaygınlaştı, artık herkes aynı kültürü yaşıyor. aynı hayvanı beşiktaşta, kadıköyde, bağcılarda görebilirsin.

Tabii ki değişiyor. İnternette bakılan şey insanın eğitimi, çevresi ve kültürü tarafından belirlenen bir şey. Sınırsız kullanmıyoruz ki. İnternet'in sınırsız olduğuna inanıyoruz ama onun da sınırı bizim kafamız ve onun merak ettikleri kadar. Bağcıar'daki çoğu kişi ile Moda'daki çoğu kişi internette aynı şeyle zaman geçirmiyor ki. Biri arabesk rap dinleyip bu kültüre yönelik vakit geçirme içindeyken, diğeri Monteverdi dinleyip, ne bileyim, Bach'ı avam işi bulabiliyor (var böyle tanıdığım). Herkes kendi elementinde yaşayabilir. Bu iki grubun kesiştiği yerler vardır ama ikisinin İnternet'i aynı değil.

Geçen yıllarda Tarık Mengüç "Kuştepe'de büyüdüm. Artık orada yaşamıyorum, daha güzel bir semte taşındık ama her fırsatta yeniden Kuştepe'deyim" diyordu. Adam zenginleşmiş ve daha düzgün bir semte taşınmış. Rahatça yaşıyor, orada yaşadığı için mutlu da. Ama ki çevresini ve kültürünü oraya getirememiş. Özlüyor, dayanamıyor ve orada ortamını bulup rahatlıyor; sonra da güzel evine geri dönüyor. Rahmetli bir yakınımız "Benim de canım cennet istiyor da, günahlar koyvermiyor" derdi. Bu da onun gibi.

Bir arkadaşım Uydukent diye bir yerde oturuyor. Bana "Adı Uydukent olan bir yerden neler beklersin" dedi, "Adı sanki Silikon Vadisi'nin çakmasıymış gibi" demiştim. "Sen öyle san. Ezici çoğunluk muhafazakar" dedi. Oradaki insanlar hem güzel evlere hem de kendi ortamlarına karışmış, sonucunda da rahatlar.

Hadi bu kadar uçurum olmasın. Üsküdar'dan Beylikdüzü'ne taşındım. İkisinde de hemen hemen aynı ekonomik düzeyde insanların oturduğu semtlerde oturdum (ve oturuyorum); daha çok orta sınıf var diyelim. Politik eğilim de üç aşağı beş yukarı aynı. Ama semtlerin o halde bile kişiliği var. Üsküdar'da oturduğum semt bir eski İstanbul mahallesinin havasını buram buram veriyorken, burası mahalle mahalle kokmuyor. Ama sunduğu başka şeyler var, rahat bir yaşam vaat eden. Kişisine göre değişir ama bana biraz elma-armut gibi geliyorlar. İnsan profili açısından büyük bir fark olmamasına rağmen, Üsküdar'a günübirlik gidip gelişim bile kültür şokuna sokuyor beni.

ataköy-şirinevler-medeniyet köprüsü

anahtar kelimeleriniz bunlar. BU üç kelimeyi aratın googleda karşınıza bilgilenirici şeyler çıkar.

1 kabak, biraz mantar, 2 kırmızı biber, 3-4 yeşil biber, 1 havuç, isteğe göre 1 patates, 2 yemek kaşığı zeytinyağı, 3 diş ikiye bölünmüş sarımsak, halka halka kesilmiş 1 soğan, biraz pulbiber, kekik, karabiber, kimyon bunların hepsini harmanlayıp, fırında pişirince çok güzel oluyor. ilginç değil pek ama tadı çok güzel.

ya ben bu yemeği hiç yapmadım ama bir yerde yemiştim etin yanında garnitür olarak. haşlanmış havuc brokoli bruksel lahanası gibi sebzeleri, önceden sotelenmiş biberle birleştirip az yağda tavada çevirmişler baharatlayıp üstüne de parmesan ve kaşar rendelemişler biraz. çok lezzetliydi

Marketten tavuk göğüs eti alıyorsunuz istediğini kadar (bildiğiniz köy tavuğu satan varsa orası daha iyi olur). Bunu kuşbaşı doğratıyorsunuz.

Kabak, patlıcan, havuç, kırmızı biber, yeşil biber, soğan, sarmısak, kekik, pul biber, kimyon, kara biber, acı biber salçası (acı sevmezseniz tatlısını kullanırsınız) ihtiyacınız olanlar. Domates de ekleyebilirsiniz.

Bir de zeytinyağı (sızma).

Bir tavada soğanı salçayı kavurup üstüne sebzeleri ekleyip 10-12 dk kısık ateşte üstü kapalı (kapakla) pişiriyorsunuz. bu aşamadan sonra bütün baharatları ekleyip güzelce karıştırıp yine kısık ateşte kapağı kapatıp tavukla ilgilenmeye başlıyoruz.



tavuğunuzu başka bir tavada zeytinyağında önce 3-4 dakika yüksek ateşte sonra kısık ateşte 5-10 dakika pişiriyorsunuz. Tavuk etleri tamamen beyazlaşınca diğer tavadaki sebzeleri ekliyorsunuz.

Hepsi bu kadar. Bayağı bol sebzeli güzel doyurucu bir yemek. Dediğim gibi tavuk serbest gezen köy tavuğu olursa çok şükela.

(bkz: ratatouille)

kahvenin baş ağrıttığını ilk kez duyuyorum. kahveden değildir bence o. ayrıca çok çok fazla da değil.

yarım saat içinde 4 espresso ristretto içtim de bir şeye etkisi olmadı hocam. başka bir şeyden baş ağrısı.

üstelik kafein zaten baş ağrısına iyi gelen bir şey.

Üst üste içmek kalp ritim bozukluklarına yol açar diye uyarmıştı doktorum.

Kahvenin fazlası baş ağrıtabilir. bana olan bir şey. hem çarpıntı yapar hem sinir.
Eğer stresli bir dönemden geçiyorsan kahve bunu tetikliyor.

Finlandiya'da kişi başı yıllık tüketim 12 kgmış.Özel bir alerji ya da başka sağlık sorunu yoksa kahveden olmamalı.

Normal bence.

Aksaray metro ile yenikapıya gidin.

Yenikapıda Hacıosman yönüne giden metroya aktarma yapın.

Şişli mecidiyeköy durağında inin.

Şişli çıkışını takip edin. Cevahire ulaşırsınız.

Yukaridakinden daha pratik bir yolu yok.

Aksaray Mecidiyeköy otobüsü var; 75M. Onu kullanabilirsiniz.

69a var yenikapı mecidiyeköy. tek vesait

ilk cevap en kestirme.

haterz gonna hate ama özel okula gideceğime liseyi bidaha okurum daha iyi. hele ki yeni açılmış dandik bi üniye. özelleri burslu kazanmak da 'aslında zekiyim ama götü kalkıkların arasında olmak hoşuma gidiyor' demenin başka tarafı. adam gibi bidaha kassın da devlet üniversitesine gitsin. sorry.

buraya gelip bir bok bilmeden atıp tutanların laflarını dinleme öncelikle. Bildiğim kadarıyla fena değil gelişmekte olan gelecek vaad eden bir universite. kurulalı 8 sene olmus pek de yeni sayılmaz. sagda solda acılan sikko özel universitelerden biri değil yani merak ediyorsan. bilkent koc sabancı diil tabi, ama bir kaç tık altı işte.

özel sektör için konuşuyorum işe alımlarda kaliteli üniversiteler arasında kabul ediliyor. hatta bilgi, yeditepe,bahçeşehir, kadir has gibi üniversitelerden daha iyi konumda. tabi bi bilkent koç sabancı değil.

Eğer kazanılan üniversite iyi ise, bölüm de sağlamsa devlet üniversitesinde okumanın hiç bir anlamı yok. Şimdiki aklım üniversite tercih döneminde olsaydı kesinlikle devlete gitmezdim. (Boğaziçi, Hacettepe gibi üniversitelerin yüksek puanlı bölümleri hariç)

Özyeğin hakkında da olumlu şeyler duydum. Bence düşünülebilir.

ocak sonu itibariyle elektrik-elektronik mühendisliği bölümünden mezun oldum. kurumsal olarak bir facia fakat eğitimin kalitesi tartışılmaz.

yazları kendi okulumda açılmayan dersler sebebiyle itü'den 3 yaz okulu boyunca ders aldım. hocaların ilgisi/alakası/bilgisi kendi okulumdaki hocalarıma kıyasla vasattı. alanına çok hakim ve öğrenciye karşı çok ilgili hocalarla eğer öğrenci de ilgiliyse şov yapılıyor. böyle bir sürü arkadaşım da var.

Vakıf üniversitesi kolay olur algısını yerle bir edecek şekilde zordur. ülkedeki diğer kaliteli vakıf üniversiteleriyle(bilkent, koç, sabancı) aynı kategoride yer almak isteyen ve 8 yıldır bu amacından sapmamış bir okuldur. Kardeşinize bunu da belirtin.

Aklınıza takılan bir soru varsa cevaplayabilirim.

bilkent koç sabancı üçlüsüyle anılmak isteyen ama olamayan bir vakıf üniversitesi olduğunu düşünüyorum.

kardeşim hukuk okuyor 3. sınıfta. bildiğim kadarıyla fena değil.

Vallaha ise girdik. En cok odtulu var ama agirlikli bilkent, bogazici ve sabanci. Aralarinda 1 tane de ozyegin universiteli biri vardi ise yeni giren. Adamla konusurken universite muhabbetine konu gelince izyegin mezunuyum dedi. O ne ya? Demistim. Piyasada o kadar cok tabela unisi var ki herhalde onlardan birisidir dedim ama tabela unisinden adam almiyor calistigim yer.

Cocuk iyi bir cocuk. Zeki. Cok hirsli ve ogrenmeue ac ama bunlar egitimle degil kisisel olarak gelen ozellikler bence. Kotu bir egitim almamis. Ama cok metak ediyor, iyi ozellikler. Ama fazla calismayi sevmiyor. Mesai biter bitmez gidiyor. Herkes gidebilir ama buyuk ihtimalle 10 sene icinde hepimiz mudur olucaz. Ozveri bekleniyor bizden.

Ozyeginde okuyan adami elestirmem. Ancak cocugum olsa hayatta gondermem. Universite safeve egitim yeri degil. Kisilik ve kimlik olusturacak bir yer. Bu sebeple ulkede daima tercihim odtu ve bogazici olur. Ise alimda da, ileride cocugum olsa da. Bu adamlari elit kabul eder, onlara ayri yonelirim. Sadeve egitim degol, bakis acilari da onemli.

Yine de tek kisi uzerinden egitimi kotu bir uni izlenimi birakmadi bende. Ancak yabanci dil yetersi gibi duruyor.

Devletten şaşmayın bu kadar net olarak diyorum. Madde madde sıraladım ama özellerden uzak durun bunu diyeyim en son

türkiye'de; boğaziçi, itü, odtü falan değilsen devlet üniversitesinde okumayacaksın.

bilkent, sabancı, koç'u da ayrı bir kenara koyarsak diğerleri arasında özyeğin'in sıralaması gayet iyi. tabela üniversitesi değil kendisi.

Ben devlet okulu da özel de Görmüş biri olarak Şunları Söyleyeyim. ODTÜ, Boğaziçi gibi cidden iyi okullar gelmeyecekse be okutacak imkan varsa illa devlet diye diretmenin mantığı yok. Çok iyi özel okullar da var. Özyeğin de birçok devlet okulundan ve özel üniden iyi.

Özel okulları kötüleyenler genelde hiçbir fikri olmayan ama sırf "bobo porosoylo okoyorlor" demek için bilmeden konuşan tipler. Devletin iyisi kötüsü olduğu gibi evet özellerin de var. Sabancı, koç, bilgi, Bilkent, Işık, Özyeğin, yeditepe bunlar iyi okullar.

Ben ışık mezunuyum, Işık Üniversite'si elektronik, bilgisayar ve it bölümlerinden mezun olup iyi işler bulmayan arkadaşım yok öyle Söyleyeyim. En az maaş alan ilk yılında 4000 tl ile başladı, mühendis olarak. Tabi bu herkeste böyle olmayabilir kendi arkadaşlarımdan gördüklerimi söylüyorum, iyi firmalarda ortalamaya oranla gayet yüksek maaşlarla ile başladılar, kimse de özrl üniversiteliler dşye işe almamazlık falan etmedi. Kendi bölümüm şçin konuşursam, özel olduğu ıcın küçümseyerek başladığım Iki bölümde de resmen ağlayarak okudum. Iki üç tane klasik özel okul Öğrencisi tiplemesi dışında herkes hırslı, herkes ortalama yapayım derdinde. Hocalar hiç acımıyor, Geçme notu 70. Özel okullarda beleşe ders geçiliyor olayı yalan.

Benim erkek kardeşim Okan'dan mezun, %100 burslu inşaat. Kız kardeşim ODTÜ'de okuyor, inşaat. Ikisi arasında illa ki fark var çünkü öğrenciler çok farklı. Erkek kardeşim kız kardeşim kadar zorlanmadı çünkü evet Okan daha kolaydı ODTÜye göre.


Eğer tıp, hukuk gibi Bölümler değilse veya Boğaziçi, Hacettepe gidemiyorsa boşuna devlet okuluna göndermeyin imkanınız varsa. Atıyorum Ekonomi okuyacaksa yine atıyorum Çukurova yerine Özyeğin de okusun, ışıkta okusun. Bildiğim kadarı ile Özyeğin de birçok bağlantısı olan, iyi imkanlar ve hocalar sunan bir okul.

Telefondan Yazdığım ıcın yazım hataları için affedin.

Üniversitelerin içinden biri olarak görüşüm çok olumsuz.

Şu anda türkiye'nin en iyisi denen 10 üniversitede bile eğitim kalitesi berbat durumda.

Özyeğin gibi bir üniversiteye gitmek bana kalırsa hiç doğru bir tercih değil.

Burada tabii sabaha kadar türkiye'deki eğitim kalitesini de tartışırız o ayrı konu ama sadece "üniversite diplomam olsun" amacı ile gidilebilir. Rasyonel bir amaçla gitmek bence çok saçma.

Şantiye şefi

porno yıldızlarına karşı özel bi ilgileri oluyor.

kardeşim şehir plancısı (kurtarıyor mu?) öğretmenlere, banka çalışanlarına bakmıyor. Avukat, doktor vs bakıyor.

bana bakar mesela.

keramet meslekte değil böyle işlerde. eğer meslekte arıyorsa kerameti hanım kızımız, üzerler.

şehir bölge planlamacıya bakar

çevre müh. bakar değil bakmışlığı var hocam.

Böyle bir parametre yok, nerden çıkardın bunu, yalnış bir düşünce tarzı bu

mimar veya mimarlık okumuş bir kimse, hangi ülkede doğduğu, ailesinin kökeni, konuştuğu dil, yetiştiği sosyokültürel ortam, okuduğu üniversite, önceki deneyimleri, vücudundaki ben sayısı ve benzeri binlerce parametre göz önünde bulundurularak kimlere ilgi duyacağı konusunda akıl yürütülebilir. ki tüm bunların dışında tercihlerinde rasyonel davrandığını nasıl varsayabiliriz ki.

BUrada dalga geçenlere bakma kardeşim. Mimarlar odası 2015 başında yayınladığı bildiride mimarlık öğrencisi kızların sadece tıp fakültesi, mühendislik fakültelerinin bazı bölümleri (bilgisayar, elektrik, elektronik, uçak), hukuk fakültesi öğrencileri ve mezunlarına bakabileceğini yayınladı.

Fakat şöyle bir de istisna var.

Diğer bölümlerden veya meseleklerden olanlardan, aylık geliri 10bin tl'nin üzerinde olanlar (net) veya üniversite sınavında ilk 1000'e girmiş ama belirtilen bölümlerde okumayanlarda bölüm şartı aranmıyor.

itü taşkışladakiler bana bakıyorlar kanka.

Issiz mimar kiz da var ama.

itü taşkışladakiler kapıdan içeri giren her erkeke bakıyorlar.

itü taşkışladakiler bana bakmıyor lağn!?

@pro

erkek olduuna emin misin kanka?

Huhauahhauha. Su sinif ayrimi ne zaman bitecek veya azalacak acaba ulkede

tercümanlara.

Endüstri meslek lisesi mezunu biriyle evlenenu biliyorum.

bana bakmasın da kime bakarsa baksın. Ben mutluyum la yannız.

insanlık tarihini anlatan bir kitap okuyorum.adı insanın tarihi.james c. davis diye bir adamın.iş bankasından çıkan güzel bir tarih kitabı.
newton'un güneş merkezli evren sistemini açıklamasıyla birlikte avrupa'da bu sistemi anlatmak için değil de para kırmak için "hanımefendiler için newton'cılık" adlı bir kitap basıldığından bahsetmiş.
bundan hareketle ve bu sorunun verdiği ilhamla sanırım ben de "mimar kızlar için en iyi eş tercihleri" yazsam hiç fena olmaz :)
ortada böyle mimar kızları bir kategori içine koyup onların hoşlanabileceği ve hoşlanması mümkün olmayan meslekler olmalı demek ki :))

ulan ne alemsiniz ya :)

cevap veriyorum:
en düşük meteoroloji mühendisi
en yüksek kerhane işletmecisi

evet düşüklük yükseklik şeysinde biraz şaşkınca bir cevap oldu ama böyle soruya da doğru düzgün cevap beklemiyordunuz değil mi :)

çevremde gördüklerimin çoğunun, mimar, fotoğrafçı, arkeolog, bıdı bıdı entel hipster tuhaf insanlara ilgisi var(normal mimar, fotocu vs'leri tenzih ederim). genellemek istemezdim ama malesef böyle. gelir olarak değil de tarz olarak bakıyorlar. tabi bu 25-30 yaş arası tanıdıklarımda böyle. daha üstü bence kendileri gibi mimarlarla ilgileniyorlar daha çok.
not: mimarsporluyum yukarıdakilerle tamamen alakasız birine bakıyorum :D

zahahahahaah niye geç görmüşüm ben bunuuu

öle bişi yok yea, kalender insanlarız biz. sanatımızı çekemeyenlerin iftirası mimarlar ukela olur falan

"Mimar" diyorsun? "Mimarlar kimlere bakar?"
Buyur: www.arkitera.com

bana baktı. 1.5 yıl çıktık. sonra ayrıldım. hayatımın hatasıydı hala özlerim. bende sinema tv okurdum aynı ünideydik. ama mimarlığı da kafada çok büyütmemek lazım bence.

Ufuk uras kokeni dev yoldan olmakla birlikte sovyetlerin dagitilmasindan sonra kademe kademe neoliberal sol akimina kapilmisti.

Yani ne sosyalist ne sosyal demokrat ne liberal.

Hepsinden birer tik alarak ortaya eklektik bir sey gibi.

Ornegin seyit rizayi overek neyi amacladigini acikla desen aciklayamaz. Yani nesin kardesim sen? Feodalizmin yaninda misin? Kimin yanindasin?

Bu tip konulardaki kindar tavirlar yuzunden tutarli bir dunya gorusunu saglayamayip cogu zaman akp basta olmak uzere gericilerin ekmegine yag surdu.

Su an sirri sureyya ve ertugrul kurkcu de ayni sekilde...

Kendi bagimsiz politik tavirlarini korumak yerine yerine ve zamanina uygun davranmaya calisiyorlar. Oportunizm falan filan diye girmiycem simdi gerek yok.

Benim hatırladıklarım:

1) Referanduma evet kampanyası.

2) obama ziyaretinde takındığı omurgasız tavır. Üstelik ödpli gençler aynı zamanlarda abd protestosunda poisten dayak yemekteydi.

3) ödplilerin desteğini alıp bdp'ye 20. olurum lafları.

4) ayasa değişiklik paketinin anayasa mahkemesi'nin yapısını düzenleyen 17. maddesine kabul yönünde oy vermesi. kabul yönünde oy veren akp dışındaki tek parti (bdp) mensubu oldu.

5) Gezi sürecini kendisinin örgütlediğini iddia etmesi.

Liboşluktan ötürü

emek işçi ayağına 60 kg girdiği meclisten 90 kilo çıkması?

@godsparticle

teşekkur ederım de son madde için bi link var mı? çok komikmiş cidden dediği.

twitter.com

@godsparticle

ahahaha teşekkür ederim. link'i tıklayınca gordum kı ben de zamanında taşak gecmek ıcın rt etmişim.
asdghjskl

ben pkk lı olduğu için diye biliyorum.

muhtemelen hangi okulda olduğuna bağlı. kalabalık bir sınıfta kimse farkına varmaz. küçük sınıfsa hocaya sormak lazım.

Bu dediğiniz şeyi yıllarca fizik bölümü dersleri için yaptım. Kaçak göçek girdim başlarda. Sonra dönem başında hocanın odasına giderek izin alıp yaptım. sadece bilgisayar mühendisliği bölümünden bir hoca öss'de kaçıncı oldun sen anlayamazsın deyip almamıştı derse. Ama o hocanın egosuyla alakalı. Onun dışında geri çeviren kimse olmadı. Sizi de geri çevireceklerini sanmam

Olabiliyor, ben de sinema derslerine gireceğim. Hoca kendisi davet etti gelin biz dışarıdan öğrenci kabul ediyoruz diyerek.

hocaya sorman lazım (lise gibi geldi bana öğretmen felan deyince).
misal, benim derslerime dışarıdan katılmak isteyenler oluyor. gelip önden soruyorlar. alıyorum. diğerleri zaten not için alıyor. ayrıca dışarıdan derse katılım olması (katılanlar) daha çok hoşuma gidiyor. zorunlu olmamasına rağmen derse gelen birisi ne güzeldir.
kız/erkek arkadaşı için derse geleni bile biliyorum. onlara bile izin veriyorum. adamın/kızın kulağına ufaktan bir su kaçırabilmeyi bile önemserim ;)

1.hoca ile konuşmanız en doğru yol.sınıf ister büyük ister küçük olsun.bazı üniversiteler adını vermeyeyim (ege üniversitesi) dersleri sadece dinlemek için derse girme isteğimi kendi okulumdan izin almam şartına bağlamıştı.dersi veren hoca olur benim için sorun yok ama bölüm başkanına haber vermen gerek deyince böyle bir cevapla karşılaşmıştım.
(sınıf hınca hınç kalabalık olsa anlarım ama alan kişi sayısı belli dersin işlendiği sınıf belli)
bunun dışında almak istediğin ders açık ders olarak veriliyor olabilir.youtube ya da mocw sitelerinde aratabilirsin.

bizim okulda sorun çıkmıyor hocaya soyleyerek veya söylemeden giriliyor. hatta bir arkadaşım sürekli erkek arkadaşının derslerine giriyordu. dersleri sevmiş, bölüm değiştirdi...

Aynı işi ben de yapmıştım Ar. Gör. iken ve benzer şeyler geldi başıma.
1. Araştırma Görevlisinin yaptığı işlerin resmi bir tanımı yoktur. Yönetmelikte "Akademik ve idari işlere (ya da buna benzer bir madde) yardımcı olur" olarak geçiyor. Ders yardımcılıklarında ne yapıldığı bile resmi olarak tanımlı değildir. "Şunu yapar, şunu yapmaz" diye sınırları keskin değildir; her bölüm ve hatta her hoca kendine göre yorumlar.
2. Açmaz.
3. Hem sayılır, hem sayılmaz. Aslında mobbing de, bunu sallamayan birçok insan olduğu için ciddiye alınmayabilir.
4. Bölüm Kurulu'na durumu bildir (para için olduğunu söyleme, "Hocamızın uygun olduğu zaman oymuş" diyerek söyleyebilirsin), Bölüm Kurulu'nda tartışılsın. Alternatifleri oluştur (eğer oluşuyorsa, olabildiğince az kaydırma yaparak) ve bölümüne sun. "Ben elimden geleni yaptım" de ve çekil. Karar verici olma.
Ayrıca bölümün yapısına bağlı olarak, üst olan kimse onun isteği geçerli oluyor genelde. Buna özen göstermek iyidir.

1- arastirma görevlisi "uygun görülen" işleri yapmakla yükümlü.
2- açabilir. senin bölümündeki hocalara bağlı.
3- sayılmaz.
4- bölümde o işten resmi olarak sorumlu birisi vardir, en son imzayi atacak. onunla görüs.

alternatif yok malesef. hatta haftasonuna taşınan dersler bile var yer yokluğundan.

Ek olarak, ben olsam, bölüme gitmeden önce hocaya gider, özür diler, "Hocam, sizi istediğiniz saate almak istiyorum ama çıkar yol bulamadım. Bana yardım eder misiniz? Kimseyi sıkıntıya sokmak istemiyorum" derdim. Hoca her adım attıkça "Ama orada şu var. Ama bunu kaydırırsam şu 3 ders kayıyor" falan derdim. Muhtemelen o da durumu anlayıp "Eeeh, ne yaparsan yap" noktasına varacaktır ya da sana bir çözüm sunacaktır.

Bir dahakine programı yaparken en yüksekten en düşüğe doğru gelebilirsin. Örneğin, üstümdekiler dolayı benim sadece Pazartesi ve Cuma'ya ders koyma iznim var.O yüzden geçen dönem Pazartesi'leri 11 saat ders verdim. Bir karışıklık olursa da karışıklık yaratan hocanın ismini "Ama o saatte şu hocanın bu dersi ile çakışıyor" dersin, onlar kendi aralarında hallederler.

boşa kendini yıpratmışsın. bu işleri yapman lazım bu bir. adam başına bela açabilir. okula durumuna bağlı adamın (kim olduğu, yönetime yakın-uzaklığı vs). mobbing doğrudan bu olmaz. sistematik olması lazım. üstelik adam sana bir şey yapmamış.
ne yapmalısın? genel bir kural olarak, ateşe maşa ile müdahale et. bölüm başkanı, bu işlerin ana sorumlusudur. sen sadece ona yardımcı oluyorsun. bu durumda acilen bölüm başkanına yaşadığını anlatmalısın. o bir çözüm, bir yol önerecektir. ayrıca bilgisi olduğundan, bundan sonraki süreçte elin biraz daha güçlü olacaktır.
bir de fikir olması açısından, dışarıdan gelen hocaların derslerini öncelikle planlarsan daha az sorun yaşarsın. yoksa daha sonra bölüme dışarıdan ders verecek birini bulamayabilirsiniz.

araştırma görevlisinin iş tanımında bir zamanlar "bölümle ilgili verilen diğer işleri yapmak" gibi muğlak bir ifade vardı. Hala var mıdır bilmiyorum. Araştırma görevlisinin iş tanımı diye bir şey yok yani kısaca.

bu işleri yardımcı doçentlere yaptırırlar genelde nasıl size kalmış hayret.

Bölüm başkanına gidebilirsiniz. Derdinizi anlatırsınız. Bulduğunuz çözümlerin neden işe yaramadığını falan filan. SOnuçta işin çözümsüz kaldığını. Eğer o iş aslen başkasının işiyse size "sen ne diye bunlarla uğraşıyorsun ki" diyebilir ya da çözemediysen "şöyle yap" diyebilir. Bu durumda nihai karar bölüm başkanının kendisine ait olduğu için de gidip de kimse sana neden böyle yaptın diyemez.

1. araştırma gorevlisinin görev tanımı bölümce ve idarece kendine verilen işleri yapmaktır. dolayısıyla ne iş verilirse yapacaksın mecbur.

2. belayı nası tanımladıgına göre degişir. dışarıdan gelen biri olduğu için sonuçta senin ayağını kaydıracak bişey yapmazama okulda her karşılaştığınızda öf püf yapıp sinirini bozabilir. bi de bölüm başkanına ve diğer hocalara şikayet edebilir benim dersimi şu saate koymuş diye. bunun önlemi şimdiden gidip bölüm naşkanına hocanın saatten memnun olmadığını ama senin de bir çıkar yol bulamadığını söyleyip topu onalar atmak. haa onlar gene sana havale edecekler işi ve suç senin üstüne kalacak ama hiç değilse sen de ben bölüme söyledim diyerek yırtabilirsin.

3. daha mobbing görmemişsin.

4. bkz: 2.

ben de az çok farkındayım mobbing denmez ama mobbing dememin sebebi şu hani olur da bir sorun çıkarsa diye ona sığınmak.

benim de başımda var benzer bir iş, kim gelse "dekanlıkla görüşün lütfen" diye başımdan savıyorum, dekanlık da sahip çıkıyor neyse ki.

ikinci öğretim dersini 17'den önceye koymak kararını senin vereceğin bir şey değil. aychovsky'nin dediği gibi senin yapman gereken gidip koşullar şunlar şunlar, bu buraya yerleşmiyor ne yapabilirim demek. o prof da şerefsizin teki olmasa kalkıp bunun için sana gelmez bölüm başkanlığına dekanlığa gider zaten.

1- arş. gör'ün özel bir görev listesi yoktur. bölümde verilen 'makul' her işi yapması beklenir. tabii bu görevleri adil bir şekidle dağıtmak bölüm yöntecilerinin görevidir. ders programları da bu işler arasında başı çeker maalesef.
2- bu örnek çok çirkin bir örnek, ben inanamıyorum hocaların para için bu kadar alçalacağına hakkatten. bu gibi durumlarda senin üstün olan hoca ile koordineli çalışmanı tavsiye ederim. dekan yard, müdür yard, artık eğitim öğretim ile kim ilgileniyorsa. bu gibi sorunları, ya da hassas durumları birlikte yönetmeye çalış. her şey tecrübe, bunları iyi gözle, ileride aynı durumlara düşmezsin.
3. hayır.
4. canını sıkma.

(bkz: Kopi Luwak)

karamel makihato.

Chai tea latte. Kahve değil ama.

filtre kahve?

yok çay içmicem, kahve olsun.

edit: evet filtre kahvesini denemedim hiç, olabilir.

white chocolota mocha? tam mocha sayilmaz. uzerine karamel sos da koydurursan biraz daha yumusak olur.

misto al geç hocam

toffee nut da güzel ama çok şekerli

kahve içme chai tea latte iç : (

ristretto bianco <3

filtre kahve ic. hem diger iceceklere gore daha ucuz.

flat white

latte, vanilyalı latte

soya sütlü filtre kahve

saksıya dikerdim, yeşil soğanlarım olurdu. ürkecek birşey değil ki.

@rock n roll fısıldıyorlar

Biz onlari hep dikeriz.

Yeşil soğan olarak kullanırdım.

ben anormalim o zaman. cünkü kalbim falan hızlandı. ilk eve çıktığımda bulasıkları yıkamamıstım bi iki hafta. yıkayayım dedim hayatımda mantar görmemişim. lavaboda tabaklara bi baktım yeşil yeşil hayvan gibi şeyler var. sıçradım, altıma sızdırmıştım. bu tarz şeyler çok geriyor beni ya nedense.

neyse dokunmuyorum ben ev arkadaşım gelince çöpe mi atar, temaya mı bağışlar, saksıya mı diker ne bok yerse yesin ibine. zaten yemek yapacam diye alışveriş yapıyor çürütüyor herşeyi.

saksıya dikip taze taze yenir. bir ay dursa bile sıcak yeri buldu mu yeşillenir ...

gayet gürbüz yeşil soğanlar. tam saksılık. yanına da iki yumru patatis göm. nohut göm. iki haftada bu hale gelirler. aylık bi durum yok.

soğanı eline al incele, bildiğimiz yeşil soğan o korkulacak bişey değil. şimdi al eline fobini yenmiş olursun.

bahçem var gitmeden gömsem mi napsam kafama soktunuz. ama yağmur yağıyor, neyse haftaya gömsün ibine. bozulmazlar umarım.

laa benim mutfakta öyle bu ne ki patatesi bile yeşillendirdim ben.
o soğanlar tazecik mis gibi koparıp salataya koyuyorum ben onları taze taze.marketten aldığımdan daha sağlıklı çünkü gözümün önünde yetişiyor kimyasal yok ilaç yok.
ayrıva zamanla alakalı değil sıcaklık ve güneşlenmeyle alakalı ben peteğin üstüne file içinde cam önüne koyuyorum.
afiyetle yiyiniz

e yenir onlar, bir şey olmaz.

matrixteki
SPOYLER
en büyük mantık hatası makinelerin insanları kullanarak daimi enerji bulmuş gibi enerji üretmeleriydi.
SPOYLER
ama bu yeşil soğan filizlenmesi olayı, o film o kadar da mantıksız değil galiba dedirtiyor. sıfır nütrient, sıfır su, biraz ışık enerjisiyle o yeşillenme nasıl oluyor bilinmez.

bizim ev çok pis yeaa

onlar öyle olsun da ekeyim diye gözlerinin içine bakıyorum ben. ayrıca salata yapıcaksam bu yeşillenmişlerden varsa yeşillerini de koyarım. süper oluyor.

Ben de yesillenmis pattisten korkuyorum :) cok anlamsiz olsa da tuhaflik iste. Pattisi sogani serin yerde tutun

yeşil yerlerini al salataya doğra.. biz saksıya ektik bu kadar çıkmadı demek ki işin sırrı sepette bırakmakmış :)

şu yeşillenmiş soğandan korkan tek insan benim sanıyordum içim rahatladı. Lan ben de gideyim hanıma göstereyim şu duyruyu da dalga geçmesin benimle artık. Silmeyin lütfen bu duyuruyu :)

canim yaa, ne kadar sirin, buyumusler. yesil sogan iste, yenir yani

yeşillenmiş soğan güzeldir yenebilir yeşil yerleri. lakin yeşillenmiş patates yenmez zehirleyebilir de...

senin gibi düşünen var elbette, ama onlardan biri değilim.

Özenti ve kimliğin yavaş yavaş kaybolması... Her ne kadar bunlar "modern" ve "globalleşen" dünyanın getirileri de olsa, ben de doğru bulmuyorum

size hitap eden mekanlara gideceksiniz o zaman işte , shake shacker da var bu ülkede kardeşler kebap salonu da .
Berlinde çok lüks alman restorantları olduğu gibi kreuzberg iskenderciside var, her yerde olan durumlar bunlar bence şikayetiniz çok anlamsız.

Senin gibi düşünüyorum ve bunları çok saçma buluyorum. İngilizce bilip bilmemekle alakası da yok. İngilizcem gayet iyidir fakat bu tarz şeyler insanları yozlaştırıyor gibime geliyor. Fakat Starbucks'daki çoğu şeyi çeviremezsin onları ayrı tutuyorum.

hiç kafama takmadım bu durumu hatta sen yazana kadar düşünmemiştim bile. eğer gerçek adını yazıyorlarsa sıkıntı yok ama lahmacunu "türkiş pizza" diye yazıyorlarsa gülerim.

ayrıca neden starbucks'da stres oluyorsun. ben hiç tall olsun, venti olsun demedim bardak için adamlar orta, küçük, büyük dediğinde de anlıyor. vayt çaklıt moka demek beyaz çilokatalı moka demekten daha samimi geliyor en azından yarısa başka diğer yarısı başka yarabet bir konuşma olmuyor.

animal kardeş, onion'a falan ne diycen hani adamlar soğanın da patentini almamıştır ki. patentli ürünleri için eyvallah da kırk yıllık suvana bile onion dedirtmesinler müşterilerine bi zahmet. bunun sebebi burasının türkiye olması değil müşteri memnuniyeti olmalı bence.

edit: hah ya da advo'nun dediği daha mantıklı türkçe açıklama da olsun?

shake skack de hem türkçe hem ingilizce menü var. konu bu değil evet menülerin yeterince açıklayıcı olmaması bence daha kötü türkçe menü ama bi bok anlamıyorsun. adam şinitzel demiş geçmiş. yemek bir geliyor şinitzeli doritosa bulamış felan sikko sikko işler.

aslında bu işi çözecek şey dışarıda yemek yememek yoksa bir çözümü yok.

shake shack, starbucks uluslararası firmalar. bütün dünyada standardı olan firmalar. Yani sen venezuela'da starbucks'a gittiğinde ispanyolca sipariş vermek zorunda değilsin. Kahvenin adını söylüyorsun, boyunu söylüyorsun alıyorsun. Bir çinli de türkiye'ye geldiğinde starbucks'ta sipariş verebilmek için türkçe kursuna gitmek zorunda kalmıyor. Bu firmaların böyle yapmasının sebeplerinden biri bu.

Ha küresel olmayan bir türk firmasının menülerini ısrarla ingilizce yapması elbette saçma olurdu. Fakat tabii gözlemeyi falan ingilizce yazıyorsa saçma olurdu. Yoksa kahvenin adını moccha değil de türkçe yazacak hali yok. Moccha'yı sen başka yerde moccha diye görüp beğendiysen menüye baktığında sipariş verebilmen için yine moccha görmen lazım. Oraya moccha yerine abuzer yazarsa abuzer ne lan moccha bile yok dersin.

özel isim olmadığı sürece ben de çok aptalca olduğunu düşünüyorum. ingilizcem de gayet iyidir şükür. ama dili korumamız lazım. ingilizceyi de, türkçeyi de, almancayı da. ben bir dil öğrencisi olarak böyle düşünüyorum. türkiye'de, %90'ı türk müşterilere servis yapan bir işletmenin özel isim olmayan şeyleri ingilizce yazması bence özentilikten, mallıktan başka bir şey değil.

özel isim olsa neyse de roasted, creamed with gibi ifadelerin türkçede gayet sık kullanılan ve kimsenin yadırgamayacağı, rahatlıkla anlayacağı karşılıkları var. şekliniz, artistiğiniz kime yani. mal mal işler. ağzını yayarak creamed with diyen sikiklerin çoğu iki kelime ingilizce konuşmaktan acizdir eminim.

(bu tarz mekanlara gidenlere demiyorum sikik diye, bunu "cool" olduğunu düşünerek yapan tiplere diyorum. yoksa biz de börgır king'e gidip vupır yiyen adamız sonuçta)

senin gibi düşünen var elbette, ama onlardan biri değilim.

@ucan spagetticanavari
bu nasıl cevaptır yaw :D

latte, cappuccino, moccha daha sürer gider hepsi sütlü. ve hepsinin tadı farklı. alt tarafı sütlü kahve olmuyor o yüzden.

Senin gibi düşünüyorum.

Ben oturmuyorum, oturduysam da kalkıyorum. Ne satarsa satsın isterse dünyanın bir numarası olsun hiiç umurumda değil. Bana saygısı olmayana benim de saygım olmaz.

Bazı ürünler var ki bizim dilimizde söylense bir anlamı olmayacak, marka olmuş. O hoş görülebilir. Tüm menü benim bilmek zorunda olmadığım bir dilde olmamalı. Biliyorum, bilmiyorum ayrı konu.

Yahu bir de bu kadar okumuş etmiş adam neden bu saçmalığa prim veriyor anlamıyorum. Şu yabancı hayranlığını bi kıramadık yahu şu topraklarda. Yabancı deyince dibimiz düşüyor, ağzımızın suyu akıyor hala. Yetmedi mi, hala mı?

"Globalleşme gereğii" diyenler az kenara çekilsin, sakin bir yerde küreselleşme nedir ne değildir inceleyiversinler bi zahmet.

Ekleme: Saygı demişken menülerine görme ve işitme engelliler için de ek bölüm koyan firmalar varsa ayakta alkışlarım, sıkı müşterileri olurum, bedava reklamlarını bile yaparım.

Ahahah çok eğlenceli bir hal aldı tartışma.

Şöyle düşün. Mumbai'de türk tatlıcısı açıyorsun. Baklava, laz böreği, bülbül yuvası, vezir parmağı satacaksın. Adam menüyü eline bir alıyor bir sürü tatlı var. Bu nasıl iş lan diyor hepsi şerbetli tatlı bunların ben hepsini bilmek zorunda mıyım?Nasıl sipariş vereyim ben bunları?

Aynı bunun gibi. Adam capuccino yerine ne yazsın arkadaş? Moccha yerine ne yazsın? Kahve kelimesi bile başlı başına yabancı kelimenin yamultulmuşu. Biz daha içeceğin türüne bir isim uyduramamışız.

kürselleşme gereği değil ama starbucks'ın kürsel bir firma olmasının gereğidir türkçe isim koymaması. Dediğim gibi sen çin'de gidip sırf çince menüsü olan bir yerde ıkınır ıkınır sipariş veremezsin ama starbucks'a gittiğinde çok rahat sipariş verebilirsin. Starbucks'ı koruduğum ya da sevdiğim için demiyorum bunu. Bu bir gerçek olduğu için diyorum.

Hadi hayırlı traşlar.

ben menüde ne olduğunu bilmediğim bir şey olursa (sadece iyi derecede ingilizce biliyorum ama bir sürü fransız ve italyan yemeği var benim de adından ne olduğunu anlayamadığım ama menülerde hep o şekilde var olan) ya teknolojiyi kullanıp google'a soruyorum (restorandayken yemek foto.su çekip paylaşmaya yaramıyor sadece akıllı telefonlar) ya da garsona soruyorum. bilmemek ayıp değil ki.

shake shack'te ben ne sipariş vereyim diye düşünürken kaç defa sipariş alanlar siparişleri anlamadığım için düşündüğümü sanıp seçim yapmama yardımcı olmayı dahi teklif ettiler nazikçe.

ingiliz çaylarının adları da standart. starbucks'ın kahveleri de standart.

ürünlerin türkçe açıklamaları da yazar genellikle ürün adları yabancı dilde yazılmış olsa da.

evet, bence şikayet etmekte haklısınız, bence de herkes ingilizce bilmek zorunda değil ve menüde türkçe açıklamalara yer vermek de gerekir çünkü burası türkiye; ama starbucks gibi yerlerde sipariş verirken zorlanmak, tedirgin olmak, ateş üstünde oturuyor gibi hissetmek biraz abartılı değil mi? herkesin bu şekilde hissettiğini sanmıyorum.

@advocatusdiaboli, fransız bizim ülkeye gelince bile bildiği halde ingilizce konuşmuyor. resepsiyondaki adam fransızca bilmiyor diyelim, konuşmuyor adam. kendi dilini konuşuyor. "fransız müşteri aldıysan fransızca bilen adam koyacaksın oraya kardeşim" diyor. (kardeşim anlam için kullanıldı. o demiyor, kessen demez bize kardeşim)

@minik donut canavarı + @trumanshow + @palve + @der maister + @advocatusdiabol + @hayat aklini konusacak bir filozof uret: cidden ne demek istediğimi anladığınız için teşekkür ediyorum.


@anima + @m e l t e m + @godspartical: yahu, duyurada açıkça belirtemedim mi bilmiyorum ama neden ısrarla "mocha'ya adamlar mahmut mu desin?" tarzında yaklaşıyorsunuz ki? yerli karşılığı olmayan ürünleri istedikleri gibi satsınlar. asıl sorun, bunların yapılış şekillerini ve içeriklerini bile ingilizce yazmaları. "fırında pişmiş soğan/peynir", "x kremalı" demek yerine "roasted onion/cheese", "creamed with x" demelerine, "beyaz çikolatalı mocha" yerine "white chocolate mocha grande" demelerinden bahsediyorum. bunun kafası normal midir? "portakallı çay" yerine "orange flavored tea" demelerinin neresi doğru?
ayrıca "starbucks gibi yerler" dedim, salt starbucks'tan bahsetmiyorum.

not: ingilizce ile derdim yok benim. aynı şey italyanca olsa yine itiraz ederdim.

@m e b

Siz kendinize yandaş arıyorsanız sadece gönlünüz olsun diye "he yahu haklısın süper düşünmüşsün" diyeyim.

Ama yok istediğiniz şey fikir alışverişiyse 2 defa yazdım tekrar yazmak içimden gelmiyor açıkcası aynı şeyleri.


kilit kısım bence "ben neden starbucks gibi yerlerde sipariş verirken zorlanayım, tedirgin olayım, ateş üstünden oturuyor gibi hissedeyim ki?"

Bu cümle. Şimdi siz starbucks gibi yerlerden kastınız nedir bilemiyoruz tabii beyninizi okuyamadığımız için. Kusura bakmayın. Siz starbucks dediniz diye starbucks dedik.

Kaldı ki bir çok kere yazıldığı gibi starbucksta türkçe konuşanın ağzına kürekle vurma servisi görmedim. Çok gitmem starbucks'a ama muhtemelen hala yoktur.

Siz diyorsunuz ki "tamam ama orada da çay aromaları, içecekleri tamamen ingilizce yazılmıştı". Bu cümleden kastınız ne olabilir insan çok anlam veremiyor. Misal english breakfast tea mi yazmışlar? Bu onun evrensel adı. earl grey mi demişler? Bu da onun evrensel adı. Bunları değiştiremezler. moccha örneği de buna benzer örnekler çoğalsın diye ortada dolaştı.

Earl grey veya english breakfast gibi yazılar varsa neden ateş üstünde duruyorsunuz onu anlamadım. Sanırım bir aşağılı kompleksi falan var sizde. Garson da mı ingilizce konuşuyordu? Toefl ibt puanı mı istediler sipariş öncesi. Eğer öyleyse ayıp etmişler. Eğer öyle değilse soramadınız mı?


Hadi soramadınız diyelim ki menüde de tek kelime açıklama yok. bakın şimdi örnek menü.

Caffè mocha (çikolata espresso ve süt)
capuccino (espresso süt)
Caffè macchiato (espresso süt)


Kahve kültürünüz hiç yoksa size tarfini falan vermeliler ki kahveler arasındaki farkı menüden bakarak görün. Bu üç kahvenin üçü de birbirinden farklı. Yanına türkçe isimlerini de yazsanız açıklamasını da yazsanız bu bir şey ifade etmez.

Sizin için o içeceğin bir anlam ifade etmesi için ismini bilmeniz lazım. Macchiato mesela.


Aynı şeyi bir türk lokantasında tamamen türkçe bir menüyle de yaşayabilirsiniz.

Ben 10 tane tavuklu yemek ismi yazarım oraya. Hepsinin içinde tavuk var.

tuzda tavuk
çıtır tavuk
pane tavuk
ızgara tavuk
tava tavuk
barbekülü tavuk
körili tavuk

siz hayatınızda ilk defa tavuk eti yiyecekseniz yukarıdakiler size çince gelir.


Bu durumda da kal krizi geçirip terlemeye gerek yok.

Garsonu çağırırsınız. Yahu bu tavukların hiçbirini bilmiyorum ben nedir bunlar anlat dersiniz anlatır.

Onun dışında bir insanın neden sipariş verirken ateş üstünde oturuyor gibi olduğunu pek aklımda canlandıramıyorum açıkcası.

Öyle yerlere gitmeyebilirsin. Ben öyle yapıyorum.

eğer sizin dediğiniz gibi sadece duymak istediklerim için buraya yazsaydım benden farklı düşünenlere tik atmazdım.

ayrıca yazdığınız menü gibi olsa canım feda. ben kendi ülkesinde yaşayan bir TÜRK olarak neden menülerde "fried chicken with peas" gibi yemek ismi görmek zorundayım? neden "bezelyeli kızartılmış tavuk" şeklinde göremiyorum? bunun türkçe olarak kulağa hoş gelmediğini ama ingilizce olunca daha iyi olduğunu söyleyen bir şahıs mı "aşağılık kompleksi"ne yakalanmıştır, yoksa bunun kültürel yozlaşmaya yol açtığını, dilimize saygısızlık olduğunu düşünen biri mi?
ben bir türk olarak neden "bu ne içeriyor?" demek zorundayım ki?

bir not daha düşeyim: ingilizce konuşabiliyorum. bu öfkem için "ingilizciyi bilimiyir aşığıık kımpleksinin dışa vurumu bu" demek yersiz.

Suradaki podcast'larda bulabilirsin. Ama bir seyi unutma : bir soruya cevap ararken yeni sorumlar çikar karsina. Bu konular "kanitlanmaz" sadece "tersi kanitlanincaya kadar ciddiye alinan varsayimlar" vardir. Istersen bir ara epistemolojiye de takil. Kolay gelsin.
www.cieletespaceradio.fr

karadelikler var evet. kanıtlandı. sadece nasıl işlediğiyle ilgili kesin bilgi yok. singularity denilen olay hala insanı tırstırıyor.

solucan deliği ise sadece şu anki fizik yasalarına göre oluşması normal olan bir şey. fakat kanıtlanması için bi seyahat şart :)

uzayın boşluk olmadığını, yer çekiminin kütlenin oluşturduğu bir çekim değil uzayın kütleye doğru oluşturduğu bir kuvvet olduğunu biliyoruz. Kara delikleri çevredeki diğer cisimlerin ve çevredeki uzayın bükülmesi ile hesaplayabiliyoruz.

Solucan deligi diye bir sey kanitlanmis degil. Karadelikler de gorulmus degil ama varligi biliniyor.

Karadelik için "Kesin var" dememiz bilimsel olarak mümkün değil, zira varlığını ispat edecek bir keşfin yapılabilmesi mümkün değil mevcut teknoloji ile. Sadece etrafında oluştuğu var sayılan faaliyetler nedeniyle "Evet burada karadelik var" denilebiliyor ama kesin bilgi değil.

Solucan deliği olayına hepimiz inanıyoruz, "İlla ki vardır" diyoruz ama onunla ilgili herhangi bir ispat olmadığı gibi Karadelik olayında olduğu gibi var olabileceğini mümkün kılan herhangi bir fiziki kanıta da ulaşılabilmiş değil. Ama inanıyoruz.

Ekleme:
Solucan deligi icin varolduguna inaniyoruz diyemeyiz. Inan var inanmayan var bilim dunyasinda. Ornegin Stephen hawking gibi bir adam solucan deligi diye bir seyin kesinlikle olmadigini savunuyor. Zaten hicbir bulgu yok solucan deligi ile ilgili. Karadeliklerin varliginin etkileri gorulebildigi icin karadelik var denilebiliyor, ama solucan deligi icin ayni sey gecerli degil. Hicbir kanit ve solucan deliginin etkiledigi hicbir sey gozlemlenebilmis degil.

şu muhabbetleri iyi bilen birine sorsam da anlatsa ne güzel olur he. interstellar'ı bile sorarım.

Uyarı fizikçi değilim. Bu konuda eğitimim yok:

Kara delik işi einstein'ın genel görelilik kuramından yola çıkılmış bir kavram. 1915'te einstein, daha sonra einstein alan denklemleri diye adlandırılan bir takım diferansiyel denklemler yayınlamıştı. bu denklemlerin çözümleri için bir çok bilim adamları kafa patlattı. tek aşikar olmayan çözümü ise schwarzshild çözümü. Simetri gibi bazı sadeleştirmeler ile kesin çözümleri yapıldı. Bu sadeleştirmeler sayesinde bu kesin çözümler de dönen kara delikler, genişleyen evren gibi kavramların açıklanması için kullanıldı.

yanlış bilmiyorsam matematiksel olarak bir nötron yıldızın bir kara deliğe dönüşebileceğini gösteren kişi de Oppenheimer'dı. bu konuda emin değilim.

hawking ve penrose kara delik termodinamiğini formüle eden ilk kişler. Aynı zamanda kara delik oluşumunun jenerik bir olay olduğunu gösteren kişiler.



Solucan deliği lafını ben ilk ERP (Einstein-Rosen-Podolsky) köprüsü ile görmüştüm. Einstein'ın yaptığı çalışmaların einstein'ın bile farkedemediği matematiksel sonuçlarındna biri bu ERP köprüsüydü. SOnra bunun biraz bilim kurgu ile harmanlanıp solucan deliği haline getirildiğini sanıyorum.

idefix'te popüler bilim kitapları kısmında bu konularda düzünelerce kitap var. Hawking kitaplarından girip brian greene'lerden çıkabilirsiniz. Hepsinin çevirileri var.

eksisozluk.com

Çıkartır. Alma sakın.

öyle bir alınır ki, ben 3-5 ay 1.6 scoda rapid kullandım. kiralık araç olmasına rağmen en ufak bir sıkıntı yaşamadım.

volkswagen ürünü sonuçta, bir yamuk olacağını düşünmüyorum. hele 2013 ve sonrasında

ikinci el alma. sıfır alıyorsan garantisini uzattırarak al.

Alma.

eksisozluk.com

eksisozluk.com

eksisozluk.com

forum.donanimhaber.com

alma. kesinlikle.

Hiç sorun çıkartmama olasılığı da var. Ama o paraya araç alıyorsun, o riski göze alır mısın bilmiyorum. Zaten VW serisi de dünyanın en iyi araçlarını üretmiyor sonuçta.

Diğer araçların otomatikleri muhtemelen biraz daha fazla yakacaktır, ama en azından riski daha düşük.

kesinlikle alma. hatta valkswagen ile ilişkisi olan her şeyden uzak dur.

almaya niyet ettiğin arabaların düz vites fiyatlarına bakınca göreceksin ki, bu dsg için artı 8-10 bin lira ödüyorsun. hem de sorunlu dsg için. sence değer mi?

2.0 motorlu en donanımlı versiyonu alacaksan al. yoksa yanından bile geçme. hiç elini sürme, selam verme. go go go.

aldım ben. sen de al.2014 den sonra sorunlar çözülmüş

Mutlaka al büyük rahatlık.

O tam oyle degil. Biraz karisik bi mevzu ben de gece gece tam anlatamam ama ozetle iskur u bypass edecek tipteyse yasak. Degilse degil.

Bence saçmalık. çifte standart.

Oradaki konu hayata küsmüş birine yardım etmekle alakalı.. Bunu düşünemiyorsanız yapacak bişey yok..

Iş ilanı vermek yasak.. Bu kanunda var... Eğer siteye ceza gelirse cebimden öderim diyorsan.. Sedetle konuş..

dokuzonbeş, işsizlikten hayata küsmüş bir milyon kişi bulabilirim sana.

ben stajyer ilanı verdiğimde 2 dk içinde siliniyorsa, bu da silinmeli.

ya kuralları "hayata küsmüşseniz iş bulma ilanı açabilirsiniz" diye esnetirsiniz ya da kuralları herkese her duruma uygularsınız. kaldı ki bu kuralı kanundan geldiğini belirterek uyguluyorsunuz, keyfi bir kural değil.

Türkiye çok duygusal yer. Azıcık içinde hüzün varsa ortada kural falan kalmaz. Üstelik sen bunu sorgularsan da 20, 30 tane etiket yapıştırırlar. Çok düşünmemek gerek. Zamanla alışıyor insan.

bre kardeşim.... kanun yasaklamış.. sen kural koysan ne koymasan ne afedersin kim siker... site olarak kanun hükmünde kararname çıkarabiliyoruz benim mi haberim yok....

varsa hayata küsmüş eşin dostun yardımcı olabileceğimizi düşünüyorsan aç başlığı elimizden geleni yapalım..

uygulanacak ceza şu..

4904/20 20/ı Kurumdan izin belgesi almadan iş ve işçi bulmaya aracılık faaliyeti gösteren kişiler ile Kurumdan izin almadan yurt dışına işçi götürmek isteyen kişilere ait iş ve işçi bulma ilanını yayınlamak 6.163tl

Yayın kuruluşlarına fiilin her bir tekrarında uygulanır

www.fatihcavus.net.tr


aradaki farkı eğer anlamadıysan yazma lütfen..

Dokuzonbes, bundan tam olarak 1,5 sene once ben de hayata kusmus bir sekilde ne is yapabilirim diye bir duyuru acmistim, o da silindi. Daha baska onlarca duyuru biliyorum mutluluktan olecek durumda olmayan ve is arayan insanlarin actigi ve silindigi. Bence once sen bunu anla insanlara atarlanana kadar.

AKP turkiyesinde yasadiginizi unutmamaniz gerekiyor. En esitlikci ve adil oldugunu bekleyeceginiz platformlarda bile bu tarz ikili oyunlar ve kayirmacalar oldukca yaygin yasaniyor ulkemizde.

Douchebagin de dedigi gibi cifte standart. Issizlik zaten insanlarin psikolojisini bozan bir durum. Kurallari boyle esnetmeye basladiginiz an yeni turkiye kurallarini uyguluyorsunuz demektir.

Joy luck club, naptin yahu bunu da akp'yle seyettin. Akpli hayatta degilim.

vakit öldürmek için güzel bi film bence
çok büyük beklentilerim yoktu filmden

ben de sıkıldım, izleyemedim.

Baska bir seye kafan gitmistir bence. Filmin atmosferine girmek istememissin.

Film izlemeye baslamadan once kendinize "film bana gercek olarak neyi sunarsa onu gercek olarak kabul edecegim" telkininde bulunursaniz daha fazla zevk alacaginizi dusunuyorum.

Ki izlediginiz film gercek hayattan uyarlanmis bir film. Nash onemli matematikcilerdendir. Hikayenin de tamamina yakini gercektir.

o size yapmacık gelen şeyler gerçek hayattan alınma. (bkz: john nash) "tekrar okula dönmesi hatta sonradan ders bile vermesi, üstüne de nobel ödülünü alması çok zorlama" size zorlama gelen bu şeylerin hepsi gerçekten oldu. bu biyografik bir film.

edit: ben hayran kalmıştım filme. russell crowe da gerçekten iyi bir iş çıkarmıştı. bence gladitor'den daha çok oscar'ı hakettiği filmdir bu.

Eğer filmi yeni izlediyseniz değerlendirmeyi yanlış yapmamak için çekildiği zamanki durumuyla değerlendirmek lazım.

Bunun benzeri filmlerin ilk örneğidir. Theory of everything'e bakın. Bu filmin izlerini göreceksiniz. İleride başka benzer filmlerde de bu filmin izlerini göreceksiniz.

Russel crowe konusuna gelelim.

300 filmindeki kral leonidas gladiator'de russel crowe'un canlandırdığı maximus'un kopyasıdır.

aynı şekilde theory of everything'de de yine bu a beautiful mind'deki russel crowe'dan esintiler var.

Demem o ki russel crowe öncesi ve sonrası diye dönem yaratabilen ender oyunculardan.

microfiction gerekeni yazmış. bana da +1 demek düşer.

bir de meraktan soruyorum; mesela kim? ("Bunu yapabilecek, hatta daha iyi yapacak bir sürü oyuncu vardır.")

Film kurgu olsa dediklerinde hakli olabilirsin ancak filmdeki olaylar gercek zaten. Hatta nash daha da yasiyor diye biliyorum bir iki kez istanbul bilgi universitesine soylesiye bile geldi.

Bir de su var. Gercek hayattaki hikayeler bir cok kurgudan daha sasirtici "yok artik" dedirten olaylarla dolu.

biyografik filme "konu zorlama olmuş" demen komik olmuş :)

filmi izlediğim zaman hayran kalmıştım. hatta russel crowe'un bu film ile oscar almamış olmasının tek sebebi, çeşitli olaylar sonucu en iyi aktör/aktris oscarlarının o yıl (2002) hep zencilere verilmesiydi. (bkz: denzel washington) (bkz: halle berry) (bu biraz melez)

@meltem, Hollywood'taki birçok iyi oyuncu mesela. Tek tek isim vermeyeceğim.

Yorumlarınızın bir kısmına katılmak ile beraber filmin 'biyografik' olmasını sanki bizzat 'otobiyografik' çekilmiş gibi bahsetmeniz beni şaşırttı. Biyografik çekilmiş yüzlerce film vardır ama kaçı abartıya kaçmadan, değiştirilmeden çekilmiştir şüpheliyim. Neyse, herkese cevapları için teşekkür ederim.

@hamuş hocam iyi de adamın ve hikayenin kendisi abartı. yani abartı derken hikaye uç bir hikaye işte. nash efsane bir adam, ben kitabını da okudum ve inanın o biyografi kitabının 10 da 1 i filme aktarılmamış bile. dahiler hep uçuk oluyor. mesela bizde de var bir tane. oktay sinanoğlu, adam dahi ama kafa gidik.

@toujours pure, anlıyorum. Evet siz de söylediklerinizle haklısınız galiba. Ben bu adamı biraz daha araştırayım en iyisi.

russel'cım beyaz dar tişörtle ders anlatıp şişik kaslı kollarını sergilemeyeydi iyiydi.
öyle matematikçi mi olur be?
tabi o zamanlar cem yılmaz'la kanka olunmadığı için kolları çimdirip uyaracak biri de yok.

edward norton cok daha iyi olurdu o role.

eskiden haftada 7 gün saatlerce çapa sallarlardı. zararı olmaz ama kasların gelişmesi için dinlenmesi gerekiyor diye biliyorum. şişirme derdin yoksa zararı olmaz muhtemelen. yine de iyi bilenlere sormak lazım.

şınav çekecekseniz, önce iyice ısınmak gerekiyor. rotator cuff'ı falan ısıtmadan şınav çekmeyi tavsiye etmem. akla geldikçe çekmek yerine 3-4 günde bir, belirli bir program dahilinde yapmanızda fayda var.
şınav çekerken, ellerin durumunda gore farklı bölgeler çalışır. internette bir çok kaynak var. bir bakın isterseniz.

@marcelorios
3-4 gün beklemeye gerek var mı? göğüs veya kol çalıştıran başka egzersiz yapmıyorum.

hundred pushups diye bir şey var. Şınav programı.

Amaçsız aklınıza geldikçe yapmak yerine şu programı yapsanız büyük fayda görürsünüz. Ben gördüm.

www.hundredpushups.com

Hangi amaç ile yaptığın önemli.

Bi zararı olmaz. haftada 7 gün saatlerce çapa + marangoz örnekleri falan mevcut hep.

Yapabiliyorsan yap zararı olmaz. Kalkar kalkmaz 30 tane yapma yeter. Ve bir fayda falan da bekleme. Öylesine yapıyorsan yap ama zerre faydası olmaz.

Zararı olmaz, çok ekstra bir faydası olur mu dersen o da olmaz.

Hem ısınmadan yaptığınız, hem de çok sık yapıp kasların dinlenmesine imkan sağlamadığınız için zararlı. Isınma, program, dinlenme mevzularını gözönünde bulundurarak yaparsanız hem kaslarınız incinmez hem de faydasını görürsünüz.

sadece markaya göre düşünüyorsan samsung. servisi falan da daha iyidir.

ariston indesit grubudur. aralarında çok kalite farkı olmaz. içine "marka" olarak hangisi siniyosa onu al. ikisinde de problem riskin aynı bana kalırsa.

Samsungdan uzak dur. Samsung üstüne para verse alma. Servisini geçtim Samsung türkiye'e yüzsüzlük finansbank'ta bile yoktur. Ben uyarımı yapayım. Alıp almamak size kalmış. BUrada da sözlükte de Samsung'dan ağzı yanan, çok urğaşan çok var.

biz geçen gün 1000 tl'ye bimeksten Bosh buzdolabı aldık. 500lt hatta. Halen anlamış değilim nasıl oldu. Teşhir ürünü falan da değil. Onlara bir baksanız.

ariston buzdolabım var çok memnunum. tam olarak şu model sanırım: www.hepsiburada.com
motoru bozulan arçelikten sonra aldık. keşke daha önce alsaymışım dedim.

saç, makineyle sakal, yıkama vs. 25 tl ist/esentepe.

20tl, 2 ay once 15tl'ydi.

20 liraya saç+yıkama

Sac sakal 15

50tl saç+yıkama, ist/ulus

saç ve yıkama 20 lira, ümraniye.

berberin nasıl? beklentin ne? fiyat genelde değişken. benim daha önce yazdığım bir sorudan alıntı yapayım.

1. hijyen.. ya her müşterinin havlusu olmalı ya da tek kullanımlık havlulardan kullanmalı. elin bitli apaçisini kuruladığı havluyu kafama sürerse bir daha dükkanın önünden geçmem. makas - ustura sterilizasyonu konusuna girmiyorum bile.

2. muhabbet.. ben traş olurken çok konuşmayı sevmiyorum. ısrarla sorular soran, kısa kestiğimde hala uzatan berbere ayar oluyorum.

3. cilt bakım.. bazı berberler buhar makinası ile gözenekleri açıyor, traş sonrası sıcak havlu ile cildi topluyor. kil maskesi, canlandırıcı tonik vs. kullanıyor. sene oldu 2015. bunları kullanın arkadaşım. zaten bir çok erkek ayda 1 defa kendisine vakit ayırıp traşa geliyor. o 1 saatte keyif alsın :)

4. ortamdaki tipler.. siz traş olurken yan koltukta fön çektiren arizona kirpisi kılıklı ergenler ya da yan dükkandan gelip jöle süren esmer yavşak tip.. hani işyerinin bir ciddiyeti olsun. saydığım tiplerin takıldığı yerler bellidir. o yerlerden olmamalı.

5. randevu sistemi.. gitmeden ararsın, belli bir saati sana ayırır. aksi halde "abi şu önümdekini kaldırayım hemen seni oturtucam" muhabbeti hoş olmuyor.

6. fiyat.. tamam 5 tl olmasın ama 50 tl de çok pahalı. makul bir fiyat olmalı.

acıbadem 25 tl

saç sakal 25 tl, berberimde ligtv var. öyle bir yer.

Saç, sakal 35 tl veriyorum, Beşiktaş.

saç traşı + yıkama 15 tl merter

ankara çankayada 50 lira verdim erkek saç kesimine, gittiğim yerde hiç lüks bir yer değildi, avm falan olsa anlarımda, mahalle berberi benden 50 lira aldı.

elli lira.

50.

neyse bunu şikayet etsem bir yere, ceza alırlar mı bilmiyorum ama 50 lira ne ya. içinde traş falan kesinlikle yok, sadece ve sadece saç kesimi. bundan sonra fiyat sormadan oturmam o koltuğa. saç sakal 30 liradan fazla vermemek lazım.

Saç-sakala 17 TL.

Saç : 4
Sakal :2
Yıkama : 2
Ağda : 2

Ne kadar ekmek o kadar köfte. Ankara/Cebeci.

lan ankara tunalı'da bile 25 lira, istanbul için iyidir herhalde 25.

25 benimde.

Saç + Yıkama + Kıl tüy yün ense 15 Yeldeğirmeni Kadıköy

Kocaeli, Saç/Sakal+yıkama mutlaka. 20 TL fiks!
Gayet de iyi hizmet, kaliteli bir kuaför.

saç sakal sohbet 25

saç tıraşı + yıkama + burun bantları = 20 TL

ist/bahçelievler

taksim de çok kral bi berberim var 3 senedir gidiyorum. acayip memnunum 15 tl yıkama+saç

Saç tıraşı + yıkama = 10 TL İzmir..

15 tl izmir.

2-3 ayda bir giderim: yıkama+saç: 60 TL izmir

ulan benim sokak arası berber de 25 tl yapmış. vay amsına koyim.
küçükbakkalköy/ataşehir.

saç sakal yıkama yağlama 20 tl

ank

saç + yıkama 20 lira. bomonti palmia kuaför tavsiye ederim.

saç + yıkama 18 tl
2 ay önce 15 idi.

sadece saç kesimi 10 tl

yaşasın ankara.

İSt bahçelievler Pazartesi 20 tl'ye hallettim. Makasla Saç kesildi sadece.

35-40 tl
cevahir otel

Istanbul icin konusuyorum, berber ve kuaforler'in ucretleri meslek odasi tarafindan belirleniyor, bu fiyat berber ve kuaforleri uc sinifa ayirarak yapiorlar bu siniflandirma neye gore idi tam hatirlamiorum ama en pahalisi 50 lira olmasi lazim. Bunun disindaki fiyatlandirma yasal degil, bununla birlikte dusuk almalari da dogru degil (devamli musteri falan degilseniz eger tabii) rekabet acisindan.

Ben en aon sac kesim+yikamaya 20 mi ne vermistim. Berberin duvarinda fiyatlandirma ve sinif bilgisi asili olmak zorunda oradan kontrol edebilirsiniz.

Sac+sakal duzeltme+yikama, 20 lira mahalle berberinde 2/3 ay once idi

8 tl

ankara

@ankara tokatlamış:D

Ankara - Tunalı

saç + sakal + yanak ağda + yıkama = 35 tl

Sac, sakal, degdirme 22 tl.. Sac 15, sakal 7 tl ymis... Lokasyon mersin.

sakal 8 tl, saç yok emenike.

saç + yıkama = 30, Fulya

Ankara/Çankaya, saç+yıkama, 25 yetale

(Bkz: hatalı alanlarınız)

philiph roth - hayalet yazar fena değildi ama hangi türleri sevdiğinizi bilmeden de çok tavsiye veremedim.

Yusuf Atılgan'ın herhangi bir kitabı

@dokuz numara dört yıldız hatalarımla yüzleşmeye hazır değilim ama ilgi çekici bir şeye benziyor, bir bakayım :)

@godsparticle belirli bir tarzım yok aslında, moduma göre okuyorum ama son dönemlerde Milan Kundera, Stefan Zweig ve Haruki Murakami'den okudum mesela. Türklerden de Barış Bıçakçı, Ayfer Tunç gibi yazarlar.

@reavelyn anayurt otelini okudum, aylak adam da var ama o nedense çok sarmadı.

hayko bağdat'tan salyangoz okudum en son, türkiyede ermeni olmayı anlamak adına hoş bir kitap.

Hakan günday azil

azil'e +1 diyor ve ayrıca bulabilirsen daniel pennac'ın kitaplarını al derim. sıkı polisiyelerdir.

Orhan pamuk kafamda bir tuhaflık

kimse bu işi fetiş olarak görmüyor, olması gerekeni söylemenin neresi fetişizm? olayı ele alış açın baştan yanlış olduğu için geri kalan kısma cevap vermiyorum, olayı fazla dramatize etmişsin bence.

türkiyede yaşıyorsa türkçe bilmek zorunda. evinde istediği dili konuşsun ama türkçeyi zorla öğrenmek/bilmek zorunda.

siz çok kurmuşsunuz bence, sonra oha çok iyi yerden yakaladım demişsiniz. ama olmamış. soruya cevap: bulmuyorum.

@baba jo "olması gereken" düşüncesi tabiatı gereği faşist olduğu için, gerisine cevap vermediğiniz bir bakıma iyi olmuş. Başınıza gelmeyen her zulmün size romantik gelmesini ise gayet normal karşılıyorum.

@kavuniçi balık. kurduğum bir şey yok. yaşadığınız toplumun realitesi bu, doğup büyüdüğünüz alanın dışına hiç çıkmadınız muhtemelen.

@sta türkiye türklerindir diye nutuk çekin bir de lütfen tam olsun.

bir dilin düzgün konusulmasi gerekliligine inaniyorum. ama burada bir iki nokta var.

1- bazi diller/dilsel yapilar/anlamsal yapilar empoze edilir, hadi bazi demeyelim, her dil bir ceberrutluk çabasıdır ve dil bizi rape eder. sylvia plath öyle diyor mesela. bu durumda dili yapi bozuma ugratmak bir nevi isyan hareketidir ve desteklenmesi gerekir. burada biraz bakhtin, stuart hall, john fiske okuyalim. dili bozacak her hamle, bir tür gerilla hareketidir ve ecnebinin noise dedigi iletisim bozukluguna yol açacak paraziti üretir - bu noise u gürültü diye ceviriyorlar ya, o cok ayip bişe.

2- bilincli bir karsi cikis, yapibozum, cöküntü yaratici bir gerillacilik söz konusu degilse, yani birey dili yanliş kullandigini fark etmiyorsa, fark ettigi halde aldirmiyorsa, o zaman o malın önde gidenidir. her şekilde uyarilsa haktir. zira dil demek düsünce demektir, dil hapishanedir ama büyük üstat le guin'in söyledigi gibi bir hapishane inşa ediyorsaniz, kim iceride kim dışarida orasi biraz karışmaktadir. yani dil hapishanedir, ama özgürlestirir de ve yaratici kilar sizi. bu sebeple dili düzgün kullanmak, zengin kullanmak, dil ile bogusmak, küsüşmek, tekrar barışmak, bir çay ismarlayip karsilikli bir tavla atmak gerektir. dil önemlidir.

@fucking machine in my head,
dl.dropboxusercontent.com

ben facebook'daki bazı ülkücü sayfalarda (ya türkçe ya hiç diyenlerden bahsediyorum) hata yapılınca çok sinir oluyorum. yani o sayfayı beğenenler türkçe türkçe diye diye benim ve dedelerimin-ninelerimin beynini s.kti yıllardır. sonuç olarak biz s.ke s.ke öğrendik. öss, kpss, ales vb tüm sınavlara girdik. üniversiteyi kazanacak, yüksek lisansa başlayacak ve meslek memuru olacak kadar türkçe neti çıkardık. ama onlar "Atatürk'çülük" yazıyor mesela. ben en çok bu gruba öfkeleniyorum. üstlerine kusmak istiyorum. "lan daha kendin ana dilini konuşamıyor/yazamıyorsun. bana artistlik yapıyorsun" demek ve ağızlarını burunlarını kırmak istiyorum.
(sorunun soruluş gereği cevabım bu yönde oldu. ama ilkokul hocam 'herkez' yazdığında da çıldırıyorum. bir de 'oda', 'yannız' gibi çok daha vahim hataları yapanlarla yazışmaktan hoşlanmıyorum.)

soru eklerini ayıramayan, de da konusunda "ya autocorrect:/" diyen, herkes'e herkez diyen bir insanla konuşacak pek bir şeyim yoktur.

1. faşistçe bulmuyorum. gerekli buluyorum
2. gözümde türklük türkçeyle başlar. almanya'da son araştırmalara göre alman kabul edilmenin temel şartı almanca bilmek imiş.
3. ben ingiltere'de yaşıyor olsam ingiliz olmadığım için dilin ağzına sıçma hakkım olmayacaktı. türkiye'de yaşayan da bir zahmet yazdığına okuduğuna dikkat etsin.
4. öz türkçe diye bir kavramdır ortalarda geziyor. eski türkçenin ya da osmanlıcanın öz türkçe olarak adlandırıldığına tanık oluyorum. şaşırıyorum.

benim için öz türkçe yabancı sözcüklerden arındırılmış türkçedir. gerekli midir, bence gereksizdir. ama her sözcüğe öztürkçe bir karşılık bulma çabasını olumlu buluyorum. dilimizin zenginleşmesi açısından örneğin "lazım" sözcüğüne karşılık olarak "gerek" sözcüğü bulunması güzel bir şey. ya da "sıfat" sözü yerine "önad" denmesi. bence bunlar iyi şeyler.

kendi dilinden kendi kültüründen nefret derecesinde rahatsız olan başka bir millet var mıdır bilemiyorum.

mesela proletarier erkek, bana steam'den "napsyn" yazarsa oyuna girer vote ile atarım onu oyundan, ne o öyle liseli heyecanlı kız gibi? -_'

Ocak dışısın doyçland über alles. netim olsa sarhoş dotaya girer cyka cyka der rage quit atardım da neyse..

bulmuyoruz faşistçe, daha bugün iş yerinde beyaz yaka mavi yaka faşizmine maruz kaldım, hassasım -_-

krem peynir bana faşist demiş de dediğimin nesi faşistçe bi açıklayıversin

sözlükte belki ama duyuruda veya günlük hayatta bariz bir hata yapılmadığı sürece o kadar kasmak gerekmediğine inanıyorum.

bunun vatandaş türkçe konuşla ilgisi yok. öyle göstermeye çalışanlar olsa da yok.
sadece bir iki basit kuraldan bahsediyoruz, ilkokulda öğretiliyor aslında, öyle liseye falan da gerek yok. büyük bir zeka veya çaba gerektirmiyor. ama uygulanmadığında anlamayı zorlaştırıyor, karşıdaki insanı yoruyor, en basitinden okuyana saygısızlık.
insan hata yapabilir, hepimiz yapıyoruz, ama hatada ısrar etmek, üstelik bir de eleştirenlere çemkirmek kabul edilir bir durum değil.

çünkü ülkeyi bölmeye çalıştıkları için olmasın?

:D mağdur Edebiyatı. Yüz metreden belirgin bir beyaz Türküm. Bunu ifade etmek durumunda olmak bile içler acısı.

neyse minik donut canavarının dediklerine tamamen katılmakla birlikte daha fazla bu konuda yorum yapmıcam çok sinirleniyorum çünkü bu saçmasapan yorumlara.

bulmuyorum. ikinci paragrafta yazdıklarının konuyla alakası yok.

Aynen katılıyorum. bu bağlı faşist kadar kurallarına dil bilgisi. "olması gereken" yok şey bir diye.

Gençler çok haklısınız da. İngiltere'de ingilizceyi eksik bildiğinizden dilin içine etme hakkınız olmadığından bahsetmişsiniz. Ingilterenin kırsalında, eğitim seviyesi düştükçe nasıl hatalı yazım, konuşmalara şahit olabileceğinize inanamazsınız. Evet İngilize İngiltere'de İngilizce öğrettiğim, düzelttiğim çok oldu. Dili öğrenmek istememek buna direnmek başka bir şey, fırsatı olmadığı için dili iyi öğrenememek başka bir şey.

Me reckon, yo aynt fuckin logic man. That's me saying man.

"Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz: Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Müslümanlık, Hristiyanlık, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Aydınlı, Konyalı, Bursalı, Ahmetler, Mehmetler, Yakup Kadriler, Türklerin, Türklüğün, Türkleşmekte, Türkçenin, Müslümanlıkta, Hollandalıdan, Hristiyanlıktan, Atatürkçülüğün."

:)

yok ama benim de kafam karışıyor bu kuralda.

neyse, herkes anadilini düzgün kullanmaya özen göstermeli bence. ayrıca içerisinde bulunduğu ülkenin dilini de öğrenmeye çaba göstermeli. ha buna zorlayacak halim yok ancak kendi iyiliği için, kendisinin daha rahat yaşaması için kişinin dil öğrenmesi önemli sonuçta. bir insanın anadilinde eğitim alması gerektiğini de savunuyorum fakat yanında türkçeyi de öğrenmelidir kanımca. ben almanya'ya gittiğimde nasıl almanca öğrenmem gerektiğini düşünüyorsam aynı şey türkiye için de geçerli. hem yeni dil öğrenmek iyidir, türkçe de hoş bir dil bence. türkçeyi öğrenen, atıyorum, koreceyi de, finceyi de rahatlıkla çözer hem bak, bir taşla birkaç kuş. hatta bence karşılıklı, birbirimize dil öğretsek. bana kürtçe öğretse biri, ben ona türkçe öğretsem, diğeri gelse ermenice öğretse, ben ona yeni öğrendiğim kürtçeyi öğretsem. gerçi kürtçe de kendi içerisinde baya farklılık gösteriyormuş sanırım ama olsun. dil iyidir ya anadilim dışında şöyle 9-10 dil bilmek isterdim.

30 tane cevap gelmiş gelin görün ki, ne demek istediğim pek az anlaşılmış. Demek iletişim gerçekten dil bilgisiyle kurulmuyor. Zira, soru ve cevaplar arasındaki bağlamsızlık bunun net bir örneği olmuş. Bu noktada bir durup düşünmeli derim ben.

Hasîlı, toparlamak elzem. Zıddiyetler üzerinden alan hakimiyeti kurmak tipik bir türk politikasıdır, konu faşizm olunca eh, şaşmamak gerek doğrusu. Kürtler ülkeyi bölüyordan girer, 1071 malazgirt' meydan muhaberesinden çıkarız bu kafayla. Şaşmamak gerek gerçekten de, örneğin ben böyle yamuk tarih okuması ve siyasi ahlaka sahip insanlara nefes tüketemem. 6 yaşından 20 yaşına bifiil devlet ağzıyla zehirlenmiş bir nesil kendine acımıyorsa, döktüğüm dile ben acırım.

Neden şunu anlamak pek zor? Neden bu ülkede dilin ve o diller ile neler konuşulabileceğine karar veren mekanizmanın, dili her devirde nasıl faşist bir baskı unsuru olarak kullandığını, yasakladığını, sansürlediğini görmezden gelip -e ama onlarda türkçe öğrensin, şimdi herkese ayrı ayrı kendi dilini mi öğreteceğiz yahu? gibi sığ savlarla dil üzerine kurduğu denetim ve otokontrolü matah bir şey bulmasını anlamıyorum. Anlamayacağım. Gerizekalıyım çünkü. "Bu ülkede" "dil bilgisi" edebiyatı yapmayı gerzekçe buluyorum. Şahsım adına, sırf o heriflere benzeyeceğim korkusundan utanır da, dilim lâl kesilir.

@advocat bilal'e anlatır gibi mi anlatayım ne yapayım ben anlamadım? basit bir şeyden bahsediyorum. Birbirinizi düzeltmeyin demiyorum. Kişiye kelimenin doğrusunu gösterme demiyorum. Kişiyi uyarma demiyorum. "FETİŞ" bak orada bir kalıp olarak kullanılmadı. 'de yi ayıramayan insanı görünce kendimi sikesim geliyor insanlarına sesleniyorum. Ayıramıyor amınakoyduğumun "de'sini. adam belki gerizekalı, belki sonradan öğrenmiş türkçeyi. biliyor muyuz burada yazan ayşe'nin, ahmet'in türkçe'yi nerede nasıl öğrendiğini? Biliyor muyuz, evinde ne'ce konuşup, burada meramını ne ce anlatmaya çalıştığını? Gelip burada kıçını DE LERİ AYIĞĞĞRAMIYOOOR yapmak terbiyesizliktir, küstahlıktır. Bu coğrafyada bunu yapmak faşizmdir. Geçeyim mi üstünden bir daha?

gevşe biraz yahu. evet haklısın, karşısındakinin anadili türkçe mi, nedir ne değildir bilmeden müdahale etmemek lazım, doğru. ama sakin de olmak lazım sanki. ben gerildim burada yazdıklarını okurken.

Noktalama işaretleri ve anlam üzerine lisede dersler aldıysam da bunları o kadar da sallamadan geçtiğimi söyleyebilirim. Yine de anlatımın akıcı olması için, en azından "bir tartışmada muhatap alabilmeniz için" düzgün bir Türkçe kullanılması bana da oldukça gerekli geliyor. Daha -de ve -da eklerini ayrı yazamayan, gerektiği yerde ayırmayıp en gerekmediği yerde ayıranların 40 fırın ekmek yemesi gerektiğini düşünüyorum, çünkü bu çok basit bir kural. Bir insan üniversite 3. sınıfta olup da "illaha ki böyle olacak" yazıyorsa onu okutan hocadan şüphe ederim arkadaş.

Bunu yabancı, göçmen, gurbetçi, dili sonradan öğrenen veya zorla öğretilen yaptığında ise gıkım çıkmaz, orası ayrı. O kadar grammar nazi'liğin anlamı yok.

@soso haklısın gerildim. Ki bunun da gayet normal olduğunu düşünüyorum. Bu her gün ve allahın her günü, ve allahın her günü, maruz kaldığım, benim maruz kalmasam da, maruz bırakan insanlarla bir arada aynı toplumda yaşıyor olduğumun öfkesinden gelir. Burada bunun faşizm olduğunu soru olarak sunduğum vakit, neredeyse kürt milliyetçiliği yaptığım algısına kapılan insanlara duyduğum öfkeden gelir. Ve söylediklerimin bağlamdan kopmaması için, "beyaz türk" olduğumu söylemek "durumunda" kalmamdan gelir. Bağlam kuramayanlar, yakın siyasi tarihimizden bihaber insanlara da alınmasınlar diye "sığ" diyememden gelir.

yine ziddiyet üzerinden yürüyoruz. abi sen git fransaya ben geliyorum.

"Zorla... Zorla... Zorla..." derken ülkelerde resmi dil kavramı olduğunu unutmayalım lütfen. Anadilde konuşamamak ile resmi dilde eğitim görme arasındaki farkı anlamak lazım. Yani nasıl yazdığınız kadar ne yazdığınız da önemli. Sonra komik duruma düşebiliyorsunuz. Bir ülkenin resmi dili elbette "zorla" öğretilmeli ya da öğrenilmelidir. O ülkede yaşamanın ön şartı odur. Tabii "bunca yıldır Almanya'dayım, tek kelime almanca öğrenmedim" diyerek övünen kafa yapısını doğru buluyorsanız başka.

Konuya dönecek olursak, insanların konuştuğu dilin ırzına geçilmesinden rahatsız olması gayet doğal. Asıl bunu fetiş ya da faşizm ile bağdaştırmakta pek bir mantık yok.

"Öz Türkçe'ye sahip çıkın" da bir o kadar mantıksız. Dil canlı bir varlık. Bu da geliştiği ve genişlediği anlamına gelir. Dil gelişirken elbette başka dillerden kelimeler alacak, kendi içinde kelimeler üretecektir. Bunda da yanlış bir şey yok. Yanlış olan "moralim bozuldu" yerine "down oldum" demek gibi şeyler.

Yani bu kadar basit bir akıl yürütmenin olması ayrı bir sosyolojik mesele bence. İngilizler ingiltere'de zorla ingilizce öğretiyor da, almanlarda almanya'da zorla almanca öğretiyor, bu yüzden türkiye'de de türklerin zorla türkçe öğretmesi faşistçe olamaz yani öyle mi? mantık bu yani? Arkadaşım toparlayalım. "zorla" ile kurmaya başladığın cümleyi "ama faşizm değil" diye bitiremezsin. mantık böyle buyurur. Avrupa medeniyetlerini kabul gören mantık da başlı başına problem var bence asıl mantık yok kısmı burada.

konu ile ilgili diye ekliyorum buraya

www.youtube.com

ağırlık kaldırmadın.

Yoğurda aban. Sebebini bilmiyorum ama bel çevresinde ciddi farkettiriyor 1 haftada sonuç alırsın

edt: başkasının yaptığı yoruma laf sokmadan yorum yapabildiğiniz gün, gerçekten modern insan olacaksınız. bu halinizle ergen irisine benziyorsunuz.

göbek en zor eriyen yer diyorlar, gerçekten öyle. çok uğraştırıyor. moralini bozma göbek gidecek mutlaka.

istersen bebekliğinde yoğurt kazanına düşmüş ol, estetik bir vücuda ağırlık kaldırmadan bokumu sahip olursun.

aga göbeğe eyvallahım var da bende meme var onu nasıl çözücez ya?

hayır ben bu gidişe 3-4 ay sonra 75leri bulacağım , skinny fat olmak istemiyorum, gayette sağlıklı besleniyorum

@namus ninjası

abi tamam sana özel ağırlık kaldıracağım ama ona zamanım yok, şu yaza dümdüz kalem gibi girmek istiyorum, hani herkeste ağırlık kaldırmıyor bildiğin dümdüz amele gibi olmak istiyorum, yazdan sonra zaten body'e başlayacağım

bir kötü haber daha, yağ dokusunu oluşturan hücreler, zayıfladığında yok olmuyorlar.

bölgesel zayıflama diye bir şey yok ki.

Şimdi bunu düşünce deneyiyle açıklayacağım.

Öncül bilgi.

Göbek ve bel çevresinde depolanan yağ miktarı, yüzünüzdeki, bacağınızdaki, kolunuzdaki yağ miktarından fazla.


Şimdi örneğimize gelelim.


Bir kız bir erkek düşünelim. Kızın saçı 145 cm olsun erkeğin saçı 4 cm.

Erkek olan saçından 3.5 cm kız olan da 23 cm kestirsin.

Siz hangisini gördüğünüzde saçını kestirdiğini daha çabuk anlayabilirsiniz? muhtemelen erkek olanı.


Göbek meselesi de böyle aslında. Oradaki yağ miktarı fazla olduğu için oradaki değişimin farkedilmesi için çok daha fazla kilo verilmesi gerekiyor.

vücut nereden zayıflayacağına kendi karar verir. ama genel geçer kural olarak: en eski yağlar en son erir.
proteini arttır, karbonhidratı düşür. kaliteli yağ ye. bol su iç.
ağırlık çalışmasını da hayatına dahil etmeye başla ufaktan +1

Vücut besinlerden aldığı karbonhidratı glukoz olarak depolarken 1 gram glukoz başına 3 gram da su depolar. Yani ödem oluşur. Diyete grip spor yapmaya başladığınızda da ilk önce bu depoladığı suları gider vücuttan. Yani sizin o kilo verdiğim dediğiniz 6 kilonun büyük bir kısmı su ne yazık ki. O yüzden götünüz göbeğiniz hala yerinde duruyor.

Çözüm ne peki? Çözüm vücudu bir strese sokmak, biraz zorlamak. 1 ay yeterince yürümüşsünüz, kondisyon yüklemişsiniz, kalbiniz falan da hazırdır artık. Çıkın koşun. HIIT yapın. Ancak böyle verimli bir şekilde yağ yakarsınız. Onun dışında ağırlık çalışın. İnternette vücut ağırlığınız yapacağınız pek çok çalışma var, onlara yüklenin.

Yüksek insülin merkez bölgede yağ depolatmaya meyillidir. Karbonhidrat kaynaklarından uzak dur.

fitness ile ilgili haşır neşir olmamın 8. ayındayım şu an, 109 kilo ile başladığım yolda şu an 78-80 kilo arasındayım, %45 yağ oranımı %18-20 civarına çektim ve bilinçli olarak yaptığım için vücudumda en ufak bir sarkma yok, son derece düzgün ve kas yapısına sahip olarak yoluma devam ediyorum.
vücudunuz için önemli bir nokta sadece cardio yaparak kilo verebilirsiniz fakat bu yağ mı olur, vücuttan su atılması ve kas kaybı mı olur bunu siz aynada göreceksiniz. %90 olarak su ve kas kaybı yaşarsınız.
en fazla 15-20 gün cardio yaptım bu 8 ay boyunca.
şöyle daha kolay bir yol var, kas kütlenizi artırın ve kasların enerji ihtiyaçlarını da yağlardan elde etmesini sağlıyoruz ve böylelikle yağ yakım hızımızı artırıyoruz.
ama ne kadar ağırlık çalışsanız da temiz makro gıdalardan almadığınız sürece sonuç alamazsınız.

Micmac*

Tenacius D - pick of destiny

Delicatessen (1991) - Bunu tavsiye ederim. Çoğu izlettiğim kişi sevmese de ben ayrı bi zevk almıştım.

Melancholia (2011): O distopikliği damarlarında hissediyosun. Müzikler olsun kurgu olsun çok hoşuma gitmişti. Bilmiyorum belki abartıyorum ama aksiyondan çok dünyanın sonunu yaşayan insanların ilişkileri ve psikolojisi işlenmiş.

The guest. Filme bayildim. Millet de bu filmi linc etmeye bayiliyor. Kesin izle. 2014 yapimi.

@oddyseus Delicatessen birkaç sene önce izlemiştim ve çok sevmiştim.
O tarz filmlerin değişik bir tınısı oluyor. İsmini unutmuştum, hatırlatman iyi oldu.

Melancholia diyecek laf. O da günlerce üzerinde düşündüren zaman zaman sorgulatmaya yönelik.

Önerdiğin iki filmide zamanında izledim ve beğendim. Varsa bir öneri daha alayım yoksa da teşekkürler.

a fantastic fear of everything
this is spinal tap
napoleon dynamite

hobo with a shotgun

@konusma ben konusuyorum daha filmlere tek tek bakıyorum. İzlemek için sanırım sıralama yapmam lazım (: farklı tarzlar olması daha iyi. Teşekkürler.

@sadakatsiz festen'ı seyretmedim. Ekledim listeye. Teşekkür ederim. Diğer filmleri seyretmiştim. Den brysomme mannen herkes sevmez ama ben sevdim denilen türden.

(bkz: the words)
www.imdb.com

az önce izledim never let me go izle dostum kaybetmezsin kazanırsın o kadar diyim. romantik gibi göründüğüne bakma öyle değil işin içinde başka işler var.

the book thief : www.imdb.com

Las Acacias: www.imdb.com
The Fifth Season: www.imdb.com
Harvest Time: www.imdb.com
Le quattro volte: www.imdb.com
Morgen: www.imdb.com
Roads to Koktobel: www.imdb.com

ondskan

Rabbit proof sence.

Harika.

Vargtimmen - Ingmar Bergman

İçim şişmişti izlerken, mazoşistçe bi' zevk almıştım.

the words
cassandra's dream

gridlock'd

fringe.

Coherence (film)
The.Fountain. (tam paralel evrenle ilgili sayılmaz ama güzel)
Another Earth
Melancholia (izlemedim ama konusunun öyle olduğunu duydum. tam emin değilim)

coherence

fringe 2. sezondan itibaren.

film: mr nobody, donnie darko.

Fringe, tabi ki izlendi nickimden belli değil mi :)
the fountain izlendi evet paralel evren sayılmaz.
Melancholia izlendi o da paralel evren değil.
Coherence ve Another Earth imdbleri açıktı diğer tablarda şimdi. Coherence gerilim temalı olduğundan şüphe etmiştim ama indiriyorum hadi bakalım.
Teşekkürler.

coherence çok fazla gerilim olduğu söylenemez. o şartla izlersen gerilebilirsin.

danzel washington'un bir filmi vardı deja vu diye belki o sayılabilir buradaki diğer filmlere ek olarak.

Sinemada verdiğim paraya acımıştım gerçi filmden çıkınca. Belki bedava izlenilse o kadar kusturmaz.

Donnie Darko

Donnie Darko izlendi.
The One'ı dün izledim gerçekten berbat.
Deja Vu'yu izleyip çok sevmiştim. Evde izlediğimden midir acaba :)

Fringe gibi işlesin istiyorum paralel evreni, o yüzden wristcutters: a love story aradığım tarzda değil, izledim de hem.

öncelikle fringe gibisini bulsam ben de izleyeceğim.

film olarak sliding doors , lola rennt var.

dizi olarak aslında awake diye bir dizi vardı , sanırım nbc'nin dizisiydi. 13 bölümlük ilk sezonunun ardından iptal ettiler ama izlenebilir. öyle kafada soru işareti bırakır bir sezon finali yapmamışlar.

butterfly effect'i sevdiysen frequency'i de seversin.

Sliding Doors'u izledim çok güzeldi. Lola'yı da izledim sanıyorum ama çok da emin olamadım şimdi.
Frequency'ı da indiriyorum şimdi.

the thirteenth floor izledim.
source code izledim.

o zaman bunu izleyen bunları da izledi kontenjanından ben önerilerimi sayayım ; konularına bakar ona göre indirirsin.

przypadek ; lola rennt , sliding doors gibi konseptlerin babası. ama paralel evren konsepti günümüzde çok ilerlediği için sevmeyebilirsin.

donggam ; frequency'i izleyip seversen izleme listende bulunabilir. biraz daha romantik bir kore filmi.

looper da fena film değildi , izlenebilir.

bir de los cronocrimenes ile triangle izlenebilir.

olur da bir gün birisi primer diye bir film önerirse filmi 2 kere izleyip , üstüne internette onun zaman cizelgesine çalışıp tekrar 2 defa daha izlemek gerekiyor. bilgin olsun.

steins gate diyorum.

Looper fena değildi bence de ama paralel evrenden ziyade zaman yolculuğuydu.
Diğer filmleri bunlardan sonra değerlendireyim önerinize uyup.
Steins Gate sanırım anime, ben anime izleyicisi değilim.

Leyla ile Mecnun 52. bölüm :) sevdiğim bir bölümdür.

Bir de Frequency var.

Mr Nobody izledim.
Another Earth de iniyor.
Steins Gate için iyi bir paralel evren anlatımı var diyorsanız, anime izleyicisi olabilirim.

Bence anlaşılamadığın nuansların tamamını Source Code izlerken bulursun.Zaman yolculuğu da,paralel evren de mevcut içerisinde.Dene bence.
www.imdb.com

Source Code'u vizyondayken izledim.
Ama aradığım film o değil, ben istiyorum ki paralel evrene gitsin karakter ve kendisinin başka bir versiyonuyla karşılaşsın, bunu karşılayan tek öneri The One'dı sanırım şimdiye kadar ve o da boktan bir film maalesef.

The One with the Embryos en eğlenceli friends bölümlerinden biridir, 4. Sezon.

şimdi oralar karışık, sadece birkaç bölüm de atlasanız yetebilir, örneğin 3x18 the one with the hypnosis tape'e geçin, oralar bi geyik gider, 3x19u atlayın duygusala bağlar, 3x20 baya geyik, 3x21, 3x23 bunlar izlenebilir.

4. sezonda chandlerın bir hazin aşk hikayeleri oluyor.

5. sezon chandler&monica sezonu, buradaki goygoy bölümler dee, 5x8, 5x9, 5x13, 5x19, 5x21 olabilir.

the one where rachel smokes
the one with unagi
the one with ross' sandwich
the one where phoebe runs
the one with ross' teeth
the one with the apothecary table

friends izleyesim geldi yeni baştan.

5. sezon sonrası denmiş pardon... 6. sezon sonlarını izlememelisin o zaman.
6x7 6x8 olabilir

7x6

5×14. düşünür düşünür gülerim.

5x14 e katılıyorum, en güldüğüm bölümlerden biridir ama biraz aşk meşk var onda.

10x14 "The One Where Joey Speaks French"

9x2 "The One Where Emma Cries" (özellikle Ross'un yumruk kısmı falan efsaneydi)

6x17 "The One with Unagi" bu da efsanedir benim için

Tesekkurler gencler. Chandlerin monicaya evlenme teklifi ettigi sahnede yine o donem bende derinn yaralar birakn bir adet ayrilik yasadigim biraz da aldigim overdoze alkolun etkisiyle gecenin bi yarisi sabaha karsi okuz gibi aglamis adamim. O yuzden ne kaa az ask o kaa cok goygoy tandansli bolumler lazim

8.sezondan devam et.
telefona not bile almıştım bozukken 8.sezonu aç izle diye.
sesli güldürür.

5.sezon 14.bölüm. İzlediğim en komik friends bölümü ilan ediyorum.

@avifa 8deki muhabbetler neydi