bilgisayarın wi-fi hardware'inde, driver'da ya da sistemde bir sıkıntı olabilir.

vpn var mı bilgisayarda? varsa kaldırıp deneyin bir.

flushdns yaparsan bi nebze düzelebilir.

başlat-çalıştır- CMD.EXE ipconfig /flushdns

vpn var da kapalı hep. ihtiyaç hâsıl olunca açıyorum.

önerileri deneyeyim bakalım düzelecek mi.

sorunları gider ya da onar dediğin zaman zaten flush dns yapıyor ip tazeliyor.
geçici olarak vpn'i sil bence. ya da senin bilmediğin bir eklenti arkada çalışıyor olabilir.

kaldırdım touch vpn'i gitti.

Bulaşık makinesinin montajını yapan servis kurabilir.

servisin gelip kurması lazım onu o anda garantisi de başlatılıyor.

malum ses hava ile iletilir. hoparlor kabinindeki o hava kanalları, sesi olumsuz etkileyecek gereksiz salinim , basinç ve titresimlerin önüne geçiyor. arabalardaki amortisörler gibi düsün

daha cok bas frekansli seslerde kendisini daha iyi hissettirir bu kanallar.

yüksek titreşimden dolayı kabin içerisindeki hacim değişiyor. hoparlör ileri gidince hacim büyüyor, geri gelirse daralıyor. subwooferlarda normal hoparlörlerden çok daha büyük olduğundan bir anda hava basıncı oluşuyor.

havanın serbestçe çıkıp girebilmesi hoparlör kağıdının hareketini kısıtlamasın diye. böylece bozulmalar en aza iniyor.

bas seslerin artmasına etkisi var ancak ses kalitesi açısından kötü etkliyor.
ilk olarak bir hacim içine sıkışmayan hoparlör diyaframı daha serbest hareket ediyor.
sesin gittiği yolun uzunluğuna bağlı olarak bir bölgede bas sesleri arttırıyor.


ancak kalite hoparlöler, stüdyo monitörleri mesela hep tam kapalı kabinlerdir.

en.wikipedia.org

bizde bir tane sharp müzik seti var. çocukluğumdaki en eğlenceli şeylerden biri, bu müzik setinin sesini iyice açıp hoparlörün hava kanalının önüne yatmaktı. oluşturduğu 'rüzgar' yüzüme çarptıkça eğleniyordum.

sonuç olarak; yukarıda bahsedildiği gibi içeride oluşan hava akımı dışarı atılarak diyaframın rahat hareket etmesini sağlıyor. kanımca ömrünü de artırıyordur.

'ancak kalite hoparlöler, stüdyo monitörleri mesela hep tam kapalı kabinlerdir.'

böyle bir şey yok, şöyle bir şey var: medias.audiofanzine.com

bas seslerin artmasıyla değil, bozulmadan çıkmasıyla ilgilidir.

'ancak ses kalitesi açısından kötü etkliyor.' bu da saçmalık.

bu da başka: www.audioheritage.org

Vahiylerin harfiyen yazıya geçirildiği kabul edilir. Zaten o yüzden "bozulmamış, değiştirilmemiş" denir. Çevirinin yanında, ek bilgiler de paylaşılarak anlamına açıklama yapılmasına tefsir denir ve zibilyonlarca tefsir kitabı vardır ama açıklanan ana metin (Kuran) sabittir.

iste diyorum ki vahiylerin harfe dokulmesindeki araci bir insan ve peygamber olan hz.muhammed miydi? yani atiyorum bakara 191'deki anlam aslinda 'etkisiz hale getirin' anlamindaydi ve hz.muhammed tarafindan mi kelimeye dokuldu? yoksa direkt öldürme kelimesi mi soylendi melek araciligiyla?

yani arapca dilinde tam olarak o anlami karsilayan bir kelime olmadigi durumlarda en yakin kelime mi kullanildi?

Cebrail kendisine "aa bb cc" diye iletiyor, kendisi okuma yazma bilmiyor, bunu yazmayı bilen kişilere "aa bb cc" diye okuyor, onlar da "aa bb cc" diye yazıya geçiriyorlar.

Cebrail, kulakla duyulabilecek bir sesle mi söyledi, rüyasında mı gördü, içine mi doğdu, orasını bilemem.

Kelimelere döken, üslubu belirleyen, gramere uyduran Hz. Muhammed değil. Kendisi, ona iletildiği kelimelerle yazdırıyor.

Yine de sayısız tartışma var biliyorsun ki "filan yerde o kelime şu anlamdadır", "hayır efendim o dönem şöyle şöyle alışkanlıklar vardı, bunları ifade etmek için kullanılmıştır", "o kelimenin bir de şöyle başka bir anlamı vardır" diye. İşin içine insanın yorumu girince işler iyiden iyiye sarpa sarıyor.

@ucan fil

yok kur'an kesinlikle donemsel olamaz, benim bahsettigim o degil. insan yorumu ama, ayni zamanda peygamber yorumu. yorum da degil, arapca'nin kisitlamalarindan bahsediyorun ben. ama tam anlatamadim sanirim.

bu konuda çok farklı tartışmalar var hakikaten.
benim bildiğim allah'ın söylediği aynen cebrail tarafından muhammed'e aktarılıyor, muhammed de bunu 1e1 yazıya geçirtiyor. inanışa göre bu şekilde gerçekleşmiş ve bu yüzden kuran "değiştirilmemiş ve bozulmamış" olarak tasvir ediliyor.

ancak tercüme konusunda sorunlar var sanırım, yani cebrail'in "oku!" demesi, aslında "aç kitabı şu yazıları oku" manasında değil de "anla, idrak et" manasında söylenmiştir muhammed'e diyen bir görüş de var.

ses formatında mı iniyordu vahiyler?

yoksa beyne metin formatında mı?

@temhar

soru da temelde bu zaten, ama bunu kimsey hz. muhammed'e dogrudan sormadiysa biz de idrak edemeyiz sanirim sonradan.

"yok kur'an kesinlikle donemsel olamaz"

emin misin? hani allah var/yok tartışmasından uzak duracaktık? Ahzab 50-55 ayetlerini okudun mu hiç? www.kuran.gen.tr

Soruna cevap verecek olursak, evet kelime kelime inmiştir, anlam olarak değil. kuran'da çeşitli yerlerde "kuran'ı biz yazdırdık" ya da "kuran'ı açık bir kitap olarak indirdik" türü açıklamalar geçer. "biz anlattık, o anladığını yazdı" veya "kendi kafasından uydurdu" denmesin diye.

eğer allah anlattı muhammed anladığını yazdı olsaydı "kuran'ı açık bir kitap olarak indirdik" demezdi. "kitap" halihazırda yazılı anlamındadır.

Yunus-37 ayetinde "allah'tan başkası kuran'ı yazmış olamaz" der. Eğer allah anlattı muhammed yazdı olsaydı böyle demezdi.

Zümer-41'de de "Biz sana Kitap'ı insanlar için, hak olarak indirdik" der. Eğer sözlü bir bilgi olsaydı "kitap indirdik" olmazdı.

yine bu formatlarla alakalı olarak da üç değişik yöntem var sanırım:
1-doğrudan seslenme şeklinde, muhammed ile cebrailin birbirlerini görüp sesli olarak iletişimi.
2-içine doğma şeklinde: vahiyler muhammed'in içine doğuyor.
3-muhammed ortamlar arası seyahat ederek doğrudan cebrail'in yanına gidiyor ve orada vahiyleri alıyor. hatta bu sonuncuyla ilgili bir hikaye vardı: bir dost meclisinde muhammed'in anlık olarak uykuya dalıp geri gelmesi üzerine çevresindekiler "ne oldu?" diye soruyor, muhammed de saatlerce süren bir yolculuğa gittiğini, cebrail'i gördüğünü ve vahiyleri dinlediğini söylüyor.

sorularlaislamiyet.com

Bu arada günümüzdeki özellikle batılı bilim adamlarında muhammedin epilepsi hastası olduğuna dair bir görüş var. Vahiylerin inmesinin aslında epilepsi nöbeti olduğunu öne sürüyolar. İnternette baya kaynak var araştırınca bakabilirsiniz.

(bkz: kuran-ı kerim değiştirildi mi)


buradaki sıkıntı hiçbir şeyi bilmiyoruz çünkü kanıtlayamayız. tamamen rivayetlerden ibaret.

www.dinimizislam.com

@nundu
tarihte hangi topluluk epilepsi hastası birine inanıp bu derece büyük fetihlerin kazanilmasinin önünü acmis? kendilerince degersiz gösterme çabası..
o (batili) kaynaklari biraz daha incelersen bizim inanişımıza göre peygamber olan hz. İsa aleyhisselamın, gercekten gecmiste var olup olmadigini sorgulayan düşüncelere de rastlarsın. tuhaf olan,epilepsi nöbetleri sonucu inen bir kitabın dengi ya da üstünde yüzyillardır onun yerine konulabilecek başka bir kitapta yok. yok simdi epilepsi nöbetine tutulan, böyle kitabin olusmasina zemin hazirlayabiliyorsa, fikren ve sihhaten hiç bir sorunu olmayan (oxford dahil 3-4 yuniversiti bitiren) birinin çok daha farkli, insanların ilgi odagi olabilecek bir kitap ortaya koyması gerekmiyor mu?.
batidaki insanlardaki inanç boşlugunu İslam doldurmasin diye ya böyle bilimsel(!) aciklamalar ya da yine batinin önemli noktalarinda terör ve canlı bomba saldiriları yapiliyor. farkında olmak lazım..

Eh bi tanrının gelip vahiy vermesindense epilepsi nöbeti daha olası bilimsel olarak, bunun aşağılamakla bi alakası olduğunu sanmıyorum.

güzel ve verimli bir uyku çekin, uyuduğunuz ortam sağlıklı olsun.
Sabah kahvaltısına önem verin, sigara kullanıyorsanız mutlaka azaltın.

ben de geçmişte bir dergide çalışıyordum ve az çok anlayabiliyorum iş yoğunluğunu, özellikle matbaa veya yayın zamanları. yukarıdaki adımları izleyerek bir nebze olsun daha sağlıklı çalışma fırsatı bulmuştum.

mesele kafa boşaltmak değil aksine dağarcık meselesi. o yüzden ne yaparsanız yapın 3 kişilik işi tek başınıza yaparken tükeneceksiniz.

yaratıcılık gerektiren işlerde en önemli şeylerden biri değişik bakış açılarını buluşturup beyin fırtınası yaratabilmektir. esas 1 kişilik işi 3-5 kişi fikirleriyle zenginleştiremediği sürece de yapabileceğiniz çok bir şey yok.

Yoga ve meditasyon yapmayı deneyin.

Ben de iki yıldan fazladır bir web sitesinde editör olarak çalışıyorum ve bahsettiğiniz duruma 'içerik zehirlenmesi' diyorum :) Kafa allak bullak oluyor gerçekten de. Ben haftada en az iki gün yoga derslerine katılıyorum, bunun dışında da gün içinde kendime 10-15 dakika ayırıp meditasyon yapıyorum, yani aslında sadece nefes alıyorum. Sessiz ve rahat bir şekilde oturup, vücudu mümkün olduğunca gevşetip bir süre nefesi izlemek, vücuttaki lüzumsuz gerginlikleri fark etmeyi sağlıyor. Omuzlar, yüz kasları ve fark etmediğimiz diğer kaslar gevşeyince beyin 'her şey yolunda' mesajı alıp rahatlıyor ve stres hormonları doğal olarak azalmaya başlıyor.

Daha önce hiç meditasyon yapmadıysanız birçok stüdyoda ücretsiz meditasyon saatleri yapılıyor. Ona da vakit yoksa, youtube'daki bazı meditasyon videolarından ya da mobil uygulamalardan faydalanabilirsiniz. Kafa ve beden rahatlayınca, zihindeki o birbirine geçmiş fikirleri, içerikleri, bilgileri de hali yoluna koymak kolaylaşıyor. %100 güvenli ve çalışıyor yani :)

zihnini şöyle boşalt böyle boşalt diyen tüm arkadaşlara buradan öncelikle koca bir hadi len çekmek istiyorum.

frankie kardeşim, sana gelince, yazıyorsun, okuyorum, ama eli bıçaklı düşmanım bile olsa, insan neslinin bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum. yapma kardeşim. yazma. çalıştığın şirketin adı -ks ile bitiyorsa özel mesaj at, ben sana o şirketin ne kadar boktan olduğunu ve nasıl kurtulabileceğini anlatayım.

yapma, insansın sen. 3 kişilik işi tek başına yapma. yetiştirme işleri. bir tane ver adam gibi ver. seve seve eleman alacaklardır. bu bahsettiğin ruh halini yıllar boyu yaşadım. ajansların tümü aynı mantıkta. eğer işi becerebiliyorsan onlar da seni beceriyor. yıllar boyu işi beceren tarafta da yer aldım, işi becerenleri beceren tarafta da yer aldım. masanın iki yanını biliyorum. gerçekten yapma. ömründen gidiyor. sen yapabildikçe sistem değişmez. daha fazla iş yükün olur.

İşleri bir sıraya koyun ve birini bitirmeden diğerine başlamayın, ancak bu şekilde yapabileceğinizi, diğer türlü mümkün olmadığını da yönetime anlatın.

Kısa dönemli stajyler alabilirsiniz ufak tefek işler için. Stajyere ücret verin tabii...

Mümkünse evde ve hafta sonu çalışmayın ya da en fazla 1 saat vaktinizi ayırın, yine maillerinize iş dışı bakmayın. Varolan vaktinizi elinize geldiğindce fokus ve verimli kullanmaya bakın, yine olmuyorsa limitleriniz konusunda görüşün. kolay gelsin

senelerdir bu tempodayim :) bazi asiri yogun donemlerde anti-depresan kullandim cunku insan kendini isleri yetistiremeyince acayip yetersiz goruyor. beni daha cok uykudan vurmustu. gun boyu kafein oranimi minimumda tutsam bile gece hep baykus gibiydim. stres.

sana tavsiyem calisirken bol bol ara ver. biliyorum kulaga tuhaf geliyor ama 15dk bir ara ver ve isini ofis disi bi yere tasima. erken git, biraz gec cik ama isini ofisinde yap. o zaman az cok toparliyor insan kafayi. yani en azindan en optimum yol olarak bunu buldum ben :)

rexx'in yakınlarında pilavcılar var.

www.zomato.com

Basta ya git gitmedinse

pidesun

çiya

Fornello'da pizza ye daha önce gitmediysen. Hem ucuz, hem lezzetli.

Sugar daddy olabilirsin :)

Ekran kartı, oyun, tablet, laptop.

www.hepsiburada.com

Sony FDR X3000 4k aksiyon kamerası: fotografium.com

inceleme: www.youtube.com

ya da oyun oynuyorsan ps4 pro (ileride de VR alırsın iyi olur)

ps4

27 inch 4k monitör veya dji phantom 3 drone

sony a6000 fotoğraf makinesi ya da gopro hero5

gopro hero 5

1100 tl ps4,

800 32" led tv daha ne olsun..

ps4 oyunları çok pahalı arkadaşlar.

ps 4 al dostum. Dijital oyun takas var. Neredeyse bedavaya geliyor oyunlar.

ipad'in yoksa ipad mini olabilir.

bose quietcomfort 35.
kindle paperwhite 3.

önceden yaptığın kahveden kalan tortu vs.dir.

@tepedeki sayko bu demlikle hiç kahve yapmadım önceden. dün yine su kaynatmıştım, sonra yıkadım, akşam çıkarken tekrar su koydum içine ve çıktım :(

bunu koyduğun ısıtıcının üzerinde kahve de koyduğun yer yok mu? ordan bişeyler gelmiştir belki o zaman.

Kireç olabilir. Çeşme suyunu dondurup erittiginizde de buna benzer bir sey oluyor.

@tepedeki sayko işte bunun ağzı kapalı. yani üstten birşey gelme gibi bir durum olacağına ihtimal vermiyorum bu yüzden.

@westblack sırma su, yani dandik olduğunu biliyordum da bu kadar dandirik midir ya :(

gittim yıkadım o pipildekleri attım .(

diatom kahverengi alg diye bir alg türü var akvaryumlarda olan, onlara benziyor o görüntü.

su yavaş yavaş ısınınca uygun ortam bulup hızlı şekilde çoğalmış olabilirler, uzman değilim ama görüntü bana böyle bir canlıyı hatırlattı. kahveyi iyice kaynatmadan içmeyin :)

@kaichi evet baktım şimdi benziyor onlara :( suyu kaynatamıyormuş zaten bu kahve makinası. onu denemiştim ben de. sabaha kadar belki kaynar dedim ama kaynamıyor, aşağı yukarı 70 derecede sabit kalıyormuş.

bence demliğin dibinde daha önceden kalan, kurumuş kahve tabakası. demlik temiz gibi görünür ama dipteki kıvrımlarda biriktiği için farketmemiş olabilirsin. üzerine sıcak sıcak su gelince yumuşamış, demliğin dibinden ayrılmış. eyyorlamam bu kadar.

pas veya kir olabilir. eğer içinde bazı parçaların altına erişemiyorsanız oralara toz veya pas girmiş olabilir.

tünel sağlam kalsa bile elektrik falan gideceği için tünelde mahsur kalırız ondan sonra da içe doğru sıçmaya başlarız.
@dissendium abi zeka fışkırıyon yeminle. jeneratörü hiç düşünemedim.

Ne elektrik gitmesi arkadaş. İnşaat mühendislerini gerçekten bu kadar geri zekalı mı zannediyorsunuz? O kadar tünel yapan adam içine jeneratör koymayacak mı yani? Bu mu bakış açısı?

www.marmaray.gov.tr

Tünel zaten yerin de altında. Suyun içinde değil ki. Bu da daha sağlam bir zeminde yer aldığı anlamına geliyor. Metro zaten hızlı giden bir araç. Tünel çökene kadar karşıya çoktan geçmiş olur. Yapboz gibi çökecek bir şey değil tüneller. Arkalarında ciddi mühendislik hesapları var.

yani bildiğim kadarıyla yabancı firma yaptı onu; sanırım istanbul'un deprem açısından riskli olması gibi önemli bir konuyu göz önünde tutmuşlardır diye düşünüyorum o kadar insan toplandıklarında.

Yeni mezun bir inşaat mühendisi olarak (çok tecrübem olmamakla beraber) okulda bize öğretilen; bu tarz büyük depremler olduğunda yapının en azından "Can Güvenliği" yani, insanların içerisinden güvenli bir şekilde çıkmasına dayanması beklenir.

o zaman böyle bir durumda yeryüzünde olmaktansa, tünelde olmanın daha güvenli olduğu dahi söylenebilir... öyle mi?

Marmaray'da çalışan Japon firma "Böyle acele yapılmaz, şunlar şunlar eksik" demiş, "kardeşim sen yap, paranı vericez, eksik yap sen, böyle yap, seçime kadar bitecek bu" demişler, Japonlar istifa etmiş,acele bitiririz diyenler devralmis diye bişey duymuştum?

evet, ben de erken açıldığını hatırlıyorum. haberlerde vermişlerdi böyle böyle diye.

Istanbulda depreme yakalanacaksam marmaray ya da metroda yakalanmak icin dua ederim sanirim dar bir sokakta yakalanmaktansa.

Cok buyuk projeler, bina dikmek gibi degil. Marmarayi zaten japonlar yapti, metro da kalabalik bir grupla yapilmisti diye hatirliyorum.

Bu tarz projeler depreme dayanikli yapilir (yapilmaya calisir). Dolayisiyla bir deprem aninda Marmaray'daki esas risk zemin sivilasmasi. Bunun onlemi olabilecegini sanmiyorum. Deprem ya da baska bir faciada olasi bir baska risk de su basmasi. Dolayisiyla bu risk basladiginda Marmaray'dan tunel icindeki bir yolcu olarak guvenle tahliye edilmeyi degil, daha buyuk faciayi engelleyecek sekilde kapaklarin uzerinize kapatilmasini bekleyin derim.

şu ülkede yaşayıp da "bu asla böyle yapılmaz, yok öyleyse açılmaz, hiçbi firma bu riski almaz" diyebilmek ne güzel bi inanç, ne güzel bi rahatlık ya.
ben de böyle düşünenlere şuursuz, beyinsiz ve ahmak diyebilirdim (çünkü sonuç olarak total yaşananları görüp çıkarım yapamayan bi beyinden bahsediyor olabiliriz benim görüşüme göre) ama demiyorum. İnanç her şeyi makbul hale getirir tabii.
"Böyle bişey duymuştum" diye ilettim zaten bilgiyi, gidip ölçüm yaptım böyle, şurda okudum, kesin böyle filan demedim. Ayrıca orada yaptığınız çok gerekli çıkarımınız doğru değil maalesef, o gazeteleri filan okumuyorum.

@ne nicki be(2), dediklerin genel olarak mantıklı. fakat vatandaşın bu güvensiz tavrının nedeninin gazetelerden ya da vatandaşın ahmaklığından kaynaklanmadığını da söylemem gerek. güvenmememiz için pek çok neden var.

@kuehles blondes, istanbul'a gidip geliyorum sıkça ve marmaray'ı kullanıyorum. her seferinde aynı korku fakat haklısın sanırım bir bina içinde ya da dar bir sokakta olmaktansa... belki bir ihtimal...

@dunal, kapaklar üzerimize kapatıldı? ya sonrası?

arkadaşlar herkese teşekkür ederim ayrıca verdiğiniz bilgilerden ötürü :)

benim aklıma ilk gelen deprem sırasında sarsıntı nedeniyle hareket halindeki trenin raylardan fırlaması ihtimali.

İstanbulda büyük bir elektrik kesintisi olmuştu. Hatırlayan vardır. O sırada Marmaray durdu. Bahsedilen 2 dev jeneratör çalışmadı. Yıkılmaz ama ortada kalır bence. Normal vakitte çalışmayan jeneratör olağanüstü bir halde inşallah çalışır.

tamir ettirmeye değer bir çello değilse yenisini alsan daha iyi olabilir.

değerli diyorsan www.varolmuzik.com 'a bir danış. geçmiş olsun.

edit: her yaparım diyene de güvenmeyin, biraz araştırın bakın. kırılan akustik enstrüman onarmak çok da basit bir işlem değil. doğru yapılmazsa boşa para harcamış olacaksınız.

konservatuvarlarda çalgı yapımı bölümü oluyor. onarımını da yaparlar. burdan sonuç çıkmazsa gidip konuşursan yardımcı olurlar.

kadikoy barlar sokaginda ismail var, ona sordun mu?

Çalgı yapım +1 ama bölüm hocasına gideceksin. Öğrencilere vermek filan sakın ha düşünme. Hoca sana birilerini tavsiye eder öğrencinin halinden anlar.

aga once bi hayatta ne olmak istedigine karar ver. pazardan domates alir gibi meslek mi secilir?

aga ben pazardan domatesi aldım okeye dönüyorum. ayrıca meslek seçmiyorum. bölüm seçmek istiyorum ki arada büyük fark var.

ygs1 ygs 2 ile muhendislik okunmuyor zaten. onlar lys puaniyla aliyor. gerci vakıfların bazilari bazi muhendislikleri ygs ile aldığını görmüştüm tabi o var yani.

Lysye gireceksen diş eczacılık gelebilir belki. O sıralama ile kötü bir mühendislik de okumazsın.

@Euxinos007 eczacılık fena değil aslında:)

bolumu meslek olsun diye degil, hobi olarak mi okuyacaksiniz? ne istedigini daha ayrintili yazarsan insanlar daha mantikli cevaplar verir. yoksa atiyorum biri dis hekimligi der digeri ziraat mühendisligi der, bir digeri gazetecilik oku der. cunku kimse sizin nelerden hoslandiginizi bilemez.

eczacılık oku.

eczacılık okuyabilecekken bilgisayar mühendisi oldum. mesleğimi çok sevsem de eczacı arkadaşlarımın rahatlığını gördükçe içimde bir burukluk oluşmuyor değil.

yok eczacılık rahat yok öteki kolay diye düşünmeyin. bu kişiden kişiye değişir. işin içi başka dışı başkadır.

hiçbir işe kolay diye bakmayın. eğer 'çok mantıklı' karar vermek istiyorsanız: aileniz ve çevreniz sizi hangi alanda destekleyebilirse ona göre seçin. iyi yerlere gelmek için de uzun saatler çalışmayı göze alın.

sanat tarihi

Eczacılık kesinlikle okumayın. Artık eczane açmak için sıra mı ne varmış. Okuyan arkadaşlarım memnun değil. Mezun olunca köle gibi başkasının yanında çalışacaksınız.

Yerinizde olsam bilgisayar mühendisliği okurum. İyi bir yerden mezun olup kendinizi geliştirirseniz iyi kazanırsınız hatta şu an yurtdışında en kolay iş bulabilenler bilgisayar mühendisleri.

aynı ghz olsa da mimarisi farklı olabilir. genelde işlemcinin fiyatını güncelliği belirliyor.

www.quora.com

Mimari, nesil, çekirdek sayısı vb. Performans karşılaştırması yapan siteler var. İ5 6500 vs i5 7500 yazsan misal bi sürü site çıkacaktır. İşlemcinin performansını oyun vb işlemlerdeki başarısını görürsün hem

ghz dedigimiz sey arabalardaki devir gibi. veya motosikletlerdeki. mesela tek silindir motosikletler 10.000 devir cevirir, ama 2 kisiyi anca tasir. arabalar 6.000 devir cevirir daha hizli gider. traktorler 3.000 devir cevirir ama ne koyarsan koy tasiyabilir.

velhasil, evet ghz tek kriter degil. cekirdek sayisi, islemci mimarisi, uretim teknolojisi, kac nm oldugu hep diger kriterler.

Şehir?

Istanbul

şöyle hafta bir falan iş dışında kalan saatlerde birkaç saat çalıştırabilirim istersen ve tabi uzak bir yerde değilsen.

internetten araştırın language exchange siteleri vardır. siz bildiğiniz dili öğretirsiniz, karşılığında da fransızca öğrenirsiniz.

onun dışında 'dil öğrenmek de metalaşmış' diye bir şey yok. dil öğrenmek bedava, öğreten kimsenin harcadığı emek, zaman, materyalin ücreti var. buna karşılık da maddi bir beklentisi olacak herhalde. eğer aksini düşünüyorsanız öğrendiğiniz dili ücretsiz olarak sağda solda öğretin de diğerlerine örnek olun.

bir diğer seçenek yurt dışına yerleşmek.

edit: öyle soruya böyle cevap. işinize gelmiyorsa siz bilirsiniz. 'su isi gönüllü yapan yok mu' çok samimi ve içten bir soru. ayrıca siz öğrendikten sonra gönüllü öğretmeye başlayın mutlaka. hiç değilse kendinize samimiyetinizi ispatlarsınız.

Anadolu yakasindaysan saati 50 tl isini gorur mu?

Tesekkurler mesaj attim size,

Idexo siz de cok yardimci oldunuz yarin yurtdisina yerleseyim en iyisi ben, ukala cevaplar eksik olmuyor hala surdan

ilk defa duyuyorum. e sigara çok fazla susatıyor belki su içerken şişeden falan içiyorsan hava yutuyor olabilirsin.

hava yutuyorsundur.

bence de hava yutuyorsundur. daha küçük, kontrollü nefesler...

öncelikle kumpiri ve dürümü bırakıp sağlıklı beslen. glisemik indeksi düşük yiyecekler tüket. dengeli ve yeterli beslen, spor yap. bütün hayatında beslenme ve spor bakımından bilinçlenmekte büyük fayda var. internet, youtube her yer bilgi ve öneriyle dolu. araştır, oku, takip et.

vücudunu tanımak da çok önemli. her tavsiye herkes için uygun değil.

insan 1 ay önce iştahının çok açılmış olmasından dem vurup, 1 ay sonra da iştahının çok kapanmış olmasından bahsediyorsa, burada çayı şekerli içmenin çözemeyeceği bir fiziksel veya psikolojik bir sorun vardır. bence.

evet o ara her aksam spor yapiyodum biraktigim an mi oldu ne oldu anlamadim.

tahmin yürüteyim. ektomorf vücut tipi. depresyona girdiğinde iştahı kapanır. depresyondan çıkmak ve iştahını açmak için spora başlar. başlarda iyi gider ama sürekliliği sağlayacak motivasyondan yoksundur çünkü kurtulmak istediği depresif hal, süreklilik sağlayacak motivasyonu yaratmasına da engel olur. sporu bırakır. tekrar öğürmeli öğünlere geri döner. eğer durum buysa azcık zaman bırak düzelir.

bence sakalla git. zaten soylerler bi durum olursa ama takim elbise kalktigina gore sakal da kalkmistir diye umuyorum.

GT'ye gidiyorsan eger sakalini kes. O konuda katilar.

sakala bağlı.

kendine sakal yakıştığını düşünen erkeklerin %99'una sakal hiç ama hiç yakışmıyor. işidci gibi ya da çakma kurtar vadisi elemanlarına benziyorlar.

Ortadoguluyu andiriyosan kes, akdenizliyi andiriyosan ya da iste çok esmer degilsen sakalla da gidilebilir.

kesmiyorsan da düzelt.

Sakaldan bıktık ülkecek. Sakalsız biri daha çarpıcı durabilir. Kesmem diyorsanız ciddi güzel bir sakal bakımı düzeltmesi filan yapıp öyle gitmenizi öneririm.

sanırım mükemmel bir site yok. internetten çeşitli forumlara ve incelemelere bakıp ve hatta mümkünse deneyerek almakta fayda var.

(bkz: aşağılık kompleksi)

en asil kan benim damarlarımda. benim telefonum en iyisi. benim arabam en kalitelisi. en uzağa ben işerim. benim babam döver...

edit: otonomo milliyetçiliği çok güzel anladı :) otonomo insan davranışlarının psikolojik motivasyonlarından bahsediyor ve bu cevapta pozitif/negatif ayrımı yapmıyor. ayrıca otonomo insan davranışları üzerine düşünürken atatürk'ün veya bir başkasının davranışlarını referans almaz :) otonomo herkesi her zaman iyi hissettirmekle ilgilenmez :(

öncelikle @otonomo milliyetçiliği anlamamış.

milliyetçi ile fanboy arasında mutlaka farklar vardır. ama benim değinmek istediğim esas sıkıntı yukarıdaki gibi bu kelimelerin herkes tarafından aynı manalarda anlaşılamaması. herkes, malesef her kelimeye kendince yeniden bir anlam atfediyor. doğal olarak bir ortak algı yok.

kimine göre milliyetçilik = ırkçılık ya da milliyetçilik = kafatasçılık mesela... bunlar başka başka anlamlara gelmekle beraber birbirinden keskin çizgilerle ayrılmış değildir. çünkü hayat iç içe geçmiş olgulardan meydana gelir.

bir duygu atfedip algımızı duygusallaştırmadan önce anlamamız gereken şudur: milliyetçilik de çağına ve mekanına göre tarihte önemli durum veya olaylarla birlikte ortaya çıkmış diğer bazı kavramlar gibi bir kavramdır. bir olguyu açıklar

bence milliyetçilik yerine göre dejenerasyonun önüne geçmek için gereklidir. ama bunun sınırı nedir? bu tartışılabilir. milliyetçi olmayan toplumlar tarihte ve günümüzde hızla dejenerasyona uğramış, uğramaktadır. bu tarz ortak duygular ve kavramlar bireylerin toplumlaşmasını sağlayan bir tutkal gibidir.

fakat bazı insanlar milliyet kelimesini direk negatif anlamlarla algıladıklarından zannediyorlar ki milliyetçi olmak diğer herkesin ölmesini kendi milliyetinin hayatta kalmasını istemektir. öyle basit bir şey yok. türkiye'nin temeli de milliyetçilikle atılmıştır ve bu rastgele değildir. bir imparatorluk yıkılıyor ve dört bir yandan işgal altında bir vatan var. bu vatan nasıl bir tutkalla bir arada tutulabilir? kim bu vatanı korumak için ölüme yürüyebilir? hangi cephaneyle? hangi duyguyla? işte birinci dünya savaşında atatürk duruma bakmış ve 'cephaneniz yoksa süngünüz var ben size ölmeyi emrediyorum, ya istiklal ya ölüm!' demiş. demekle kalmamış milyonlara da ilham vermiştir, dedirtmiştir. bugün bu sayede bir yurdumuz, dilimiz, okullarımız var.

atatürk'ün yunan bayrağını çiğnemediği, yerden kaldırdığı/kaldırttığı hakkında bazı anekdotlar okumuş ya da duymuşsunuzdur. şimdi size 'gerçek milliyetçilik budur' demeyecem tabi ama. tarihte böyle milliyetçi de vardır.

buna göre neden negatif bir milliyetçilik algısı var? aslında böyle bir algı sadece milliyetçi olmayan bir kesimde var. bu algı milliyetçilerin azımsanmayacak bir kısmının 'hırt' olmasından kaynaklı olabilir. bu sefer milliyetçiliği 'temsil eden' bu bireyleri görüp boku milliyetçiliğe atmamak gerek. nasıl müslüman vardır ekmeğini paylaşır, müslüman vardır hırsızlık yapar... bu da öyle bir durum.

bugün sözümona komünistlerin, devrimcilerin sigortasız işçi çalıştırdığı bir ülkede yaşıyoruz. 'milliyetçilik tü kaka ama solculuk çoh süper' gibi bir algısı olanların meselenin insanın bizzat kendisiyle, 'decent human being' olma meselesiyle ilgili olduğunu anlaması gerek. hiçbir sistem içerisinde de (ister cumhuriyet ister oligarşi ister diktatörlük, demokrasi, anarşi ne olursa olsun...) yozlaşmış, yolsuzlaşmış insanlarca 'adil, güzel...' bir işleyiş kurulamayacağını artık kabul etmek zorundayız.

ne yaptığını bilen, herkesin/ülkenin/çoğunluğun iyiliğini isteyen bir atatürke diktatörlük verirsin adam eder, birikim yapar, demokrasiyi getirir. öte yandan zalim birine iktidar verirsin. ülkeyi mahfeder (bkz: saddam hüseyin)

bunlar tarihte ilk değil bu gidişle son da olmaz. boşuna tarih tekerrürden ibarettir dememişler.

sonuçta fanboy meselesine gelirsek bu kelime anlam itibariyle milliyetçilikten biraz daha basittir. fanboyluk, milliyetçilik kadar kapsayıcı ve duygulandırıcı olmayabilir. zira bir anlamda basit bir beğeni meselesi devreye giriyor. milliyetçilik, fanboyluk kadar 'hafif ve yeni' bir kavram değildir. milliyetçilik evrimsel bir öneme sahiptir ve yeri gelince koca toplumu ayağa kaldırır.

edit: milliyetçiliği doğru dürüst anlayabilmek için atatürk'ü anlamak lazım. bunun için de nutuk bulunmaz bir kaynak. ona buna bok atmakla milliyetçilik aynı şey değil. bunu dinciler de yapar, solcular da yapar, herhangi bir kıskanç kimse de yapar. bu boklama meselesi 'decent' olmakla çok ilgili (decent için bir anlamda 'efendi' olmak diyebiliriz.) o ya da bu markayı boklayan fanboylar da 'decent' olmayabilir.

edit2: iyi de bu kavram bu kadar basite indirgenemeyecek, gayet kompleks, tarihsel olaylar sonucunda ortaya atılmış bir kavram. üzerinde bu kadar tartışmalar, görüş ve algı farklılıkları varken, bütün bunları görmezden gelip bu kadar indirgeyebilmek için pozitif/negatif bir ayrım yapmak zorundayız. kaldı ki herhalde aşağılık kompleksi pozitif bir karakter özelliği olarak görülmez... bu tanımın gerçekten bir negatif ajandası yoksa düpedüz cahillik.

öte yandan milliyetçiliği anlamak için herhalde dağdan taştan referans alacak halimiz yok. nasıl paleolitik çağı anlarken aletleri referans alıyorsak burada da milliyetçileri referans almak zorundayız.

millet mecburiyettir, içine doğarsınız. (en basitinden dil...) fanboy ise onlarca farklı seçenekten birini tercih edebilir. ikisi aynı değil.

tarihin görmediği ölçüde büyük ölüme yol açacak nükleer savaşlar yaşanmadığı sürece insanlar farklı dillerde konuşacak, farklı kültürlere sâhip olacak, farklı siyasî birimlerde (devletlerde) yaşayacak (asimilasyon her zaman var ama tüm dünyayı tek millet veya "milletsiz" yapacak kadar geniş olması imkânsız). sihirli değnekle tek dünya devleti kursan üç gün sonra iç savaş çıkar yine topluluklar ayrışır, bölünür. kısaca milletlerin varlığı değiştirilemez bir gerçektir ve bunların arasındaki rekâbet de öyledir. bu rekâbetin içinde olmak çok doğal bir durum. bu rekâbette hitler gibi de olabilirsin tam tersi de. bu senin düşüncene, tabiî sâhip olduğun güce ve kaynaklara da bağlı. milliyetçilik "dünya geneli bir yaklaşım"a sâhip olmayı engellemez. meselâ sabahattin ali (eksisozluk.com).

Milliyetçiye ırkçı, liberale liboş, sosyal demokrata cihangir solcusu. siyaset terminoloijisinden bağımsız herkes kendine göre yorumluyor zaten kavramları. Modern Türkiye'nin temeli atan, Abdül Nasır'ı yükselten, Cezayir'de FLN'i kuran, güya Bahçeliye bugün oy kazandıran da milliyetçilik. sanki etki tepkiyi doğuruyor gibi gözüküyor. Arap milliyetçiliği, Türk milliyetçisi, karşısına oradan Kürt milliyetçisi çıkıyor. Avrupa'da mülteci sorunu ötesinde aşırı-sağ yükseliyor. sen de burada ama benim milliyetçiliğim ne onların milliyetçiliğiyle aynı, ne "aşağılık kompleksi" ne de "fanboyluk" sadece vatanseverlik deyip laf anlatmaya çalışıyorsun. aynı anda milliyetçi-batıcı, milliyetçi-sosyalist, milliyetçi-demokrat olamazsın cahil kafaya göre.

Reddit gayet güzel blr ortam.

Aslında zor. Yazmak için yine fazlaca kaynak var. Mesela forumlarda falan takılıp, özellikle de hobin varsa, oralarda insanlarla fikir alışverişinde bulunabilirsin. Konuşma işi ise karışık. Tandem ve Hello Talk gibi uygulamalar üzerinden (Ki bunları yazışmak için de kullanabilirsin) partnerler bulup onlarla konuşabilirsin. Ancak handikapı şu ki hem anadili İngilizce olup Türkçe öğrenmek isteyen insan sayısı az hem de düzenli pratik bulmak çok zor. Açıkçası ben de bir süre uğraşıp denedikten sonra italki kullanmaya başladım. Burada da "language exchange" imkanı var ama asıl olayı ücretli pratik. Parasını verip profesyonel öğretmenlerle ya da öğretmen olmasa da ana dili senin pratik yapmaya çalıştığın dil olan insanlarla sohbet ediyorsun. Dolar bazlı çalıştıkları için çok ucuza gelmiyor ancak önceden ayarladığın saatte, belirtilen süre kadar örneğin bir İngiliz ile sohbet ediyorsun. Ben çok memnun kaldım, tavsiye ederim.

reddit ve hfboards'ta yazıyorum. interlek üzerinden arada yazıştığım 2-3 arkadaşım var.

konuşma için de şu an bi arkadaşım var, ikimiz de yurtta kaldığımız için pek denkleşemiyoruz ama fırsat buldukça skype yapıyoruz. konuşamıyorsan bile dinlemeni tavsiye ederim. ben ilkokul 4'te başladım ingilizce eğitimine, lisede yabancı dil okudum. allah var kendi düzeyim için ingilizcem hep iyiydi ama istediğim kadar rahat değildim ve lise 4'teyken bile konuşulan şeyleri %80-90 oranında anlayamıyordum.

üniversitenin ilk iki senesinde sabah akşam dota maçı izledim. valla bak. hem konuşma hem anlama açısından yaptığım sıçrama nefisti o ara. aynı şey rusça için de geçerli. ben rusça'nın r'sini bilmezken bile kelime okuduğumda falan telaffuzumun çok düzgün olduğunu söylerlerdi. niye? çünkü 6 yaşımdan beri rus televizyonunda maç izliyom.

insanlarla tanisma seylerinden yabanci insan olanlisina girip hi desen gerisi gelir. en onemlisi konusmak. sesli veya goruntulu imkanin varsa daha da pratik olmus olur. internet guzel sey bazen.

Yabancı mektup arkadaşlarım var benim mesela iyi oluyor .

ilgi alanın her ne ise yabancı kaynaklardan yararlan. bu motor sporları olabilir ya da yemek içmek olabilir... ingilizce oku izle hatta bulabiliyorsan yerel ingilizce gruplar bulup aralarına girmeye çalış. baya turistlerin yerel insanlarla bir araya geldiği gruplar olabiliyor. araştır.

tek yolu kastıra kastıra da olsa yaparak öğreneceksin. konuşmadan konuşmayı, yazmadan yazmayı öğrenemezsin. yeterince ilgiliysen bir süre sonra hakimiyetin artar ve rahatlarsın.

Kutudan çıkar servis kaşığı, 400/500 ml.yeter.

ölçek protein tozu kutusunun içinden çıkar mutlaka. eğer açtığında gözükmüyorsa bir kaşıkla falan içini karıştır kutuyu salla çıkacaktır. markasına göre değişir ama genelde 250-350 ml arasında suyla karıştırılır toz.

öğün yerine protein tozu kullanamazsın. protein tozu besin desteğidir. normal günlük öğünlerine ek olarak fazladan protein almış olacaksın. bunun yanında çeşitli iyi kalite yağlar almayı ve yeterli karbohidratı doğru kaynaklardan(glisemik indeksi düşük) almayı unutma. eğer iyi sebze tüketemiyorsan vitamin mineral ihtiyaçlarını da multivitaminlerle destekleyebilirsin. bunlar da destektir. vitamin hapı atıp sebze yemesem olur diye düşünmek yanlıştır!

Optimum gold aldım. Yarın bakacağım ölçek var mı içinde.
Günde iki öğün yiyorum, makrolarımı alıyorum. Sebze - et - düşük GI karb kaynağı oluyor her zaman. Bu sadece akşam yemeği öncesine denk gelmeyen antrenmanlar için destek.

Mantık kur, atatürk zamanında seçimle başa geçilen kaç rejim var, bunların kaçı diktatörleşmeyle sonuçlanmış?

tamam atatürk ileri görüşlü biriydi ama vecizeleri de çok uzun zaman önce ''şeyh uçmaz müridleri uçurur'' düzeyine düşürülmüştü. sanmıyorum böyle bir sözü gerçekten söylediğini.

(bkz: türk şoförü en asil duygunun insanıdır)
(bkz: ismet saat kaç)

"Yarin birisi cikar" sence Ataturk'un kullanacagi bir ifade mi? Cok basit soylem, ustelik yakin zamanda dilimize girmis bir ifade. "Ay inanmiyorum sekil olmussun karsim" gibi bir laf bu.

Baştaki "efendiler" hitabı kesin paşama ait, cumhurreis de öyle olabilir lakin atam vekil değil mebus derdi gibi geliyor. İlk cümleden sonrası palavravari.

Ataturk'un, chpli teyze agziyla konustugunu hic sanmiyorum.

sanmıyorum

şöyle bir şey var: blog.milliyet.com.tr

kesin bir doktora görünün

nexium 40 mg sabahlari ac karnina 1 tane 1 hafta icin. bu hafta icinde yediklerinize de biraz dikkat edin.

en.wikipedia.org/wiki/Heavy_Metal_(magazine)

dergiyi biliyor musunuz?

www.canon.com.tr

Bu arada üstteki analog önerisi kesinlikle çok doğru. dijital kompakt sordun diye o linki paylaştım, yoksa aslında bence de analog :)

demek istediğinizi anlıyorum ama varsa dijital almak isterim. @primetime bu makinede 12 mb yazıyor, iphone 7'ler gibi mi çekiyor yani:)

Sevgili @dubara O linkteki makina işinizi fazlasıyla görür, ya da daha üst model "G Serisi" Canonlar. Ancak şunu belirteyim ki o fotoğraf 8Mp ile bile çekilebilir, yani o fotoğrafta sizi cezbeden megapiksel değil aslında.

photoshopla(veya benzeri bir foto manipülasyon programıyla) ışık ve renk ayarlamayı öğrenin. mümkünse RAW fotoğraflar çıkarabileceğiniz bir kamera alın.

Ben giyemiyorum, çok sağlıksız bence.

Kadınlar şık ve zarif olmak için her türlü sıkıntıya katlanır diye biliyordum ben.

Ben sormuştum bazılarına, arada giyiyorum demişlerdi. O yüzden sorun olmuyormuş.

ofis hayatını günlük yaşam sayarsanız, her gün 100 insan sayabilirim.
avm'lerde filan da bir dünya kadında görüyorum.

En yakın arkadaşım hemen hemen 10 yıldır her gün giyiyor, ayaklarının şeklini en son gördüğümde şoka girdim, çok sağlıksız, ayağının yan kısımlarındaki kemikler çıkık durumda ve tabii acı kısmı çok fena, yine de giyiyor ama.

Ben bir dönem topuksuz ayakkabı giyemiyordum. O kadar alışmış ve seviyordum. Şimdi yıllar oldu topuklu giymeyeyeli. 5 santim giysem 5 metre yürüyemem. Alışkanlıkla alakalı heralde.

bankacı avratların çoğu giyer. işe gidip gelirken başka ayakkabı giyerler, ofiste stiletto takılırlar.

Annem hatta evde de topuklunterlik giyer. Yaşla birlikte topukların boyu biraz azaldı ama çok değil.

Çok şükür ki gündelik hayatta stiletto giyecek kadar ayaklarıma düşman değilim. Hayatımın çoğunu topukluyla geçiriyorum ama stiletto gerçekten eziyet.

Çok güzeller; giyebilsem yatarken bile çıkarasım gelmez muhtemelen de, on adım bile atamıyorum. Topuklularım şu model genelde.
s-media-cache-ak0.pinimg.com
Taş çatlarsa şu
ae01.alicdn.com
Bir tane kalın uzun topuklu var. Yılda 5-10 gün falan giyiyorum. Rahat aslında da ayakta durduğum günler çok olabiliyor, onlarla sürprize yakalanmak yemiyor.

valla ben otururken bile düşebilirim stilettoyla. giymiyorum dolayısıyla.

rahatsızlığı ağırlıkla da doğru orantılıdır. ayaklarına 100 kilo basınç yapan vücut ile 50 kilo basınç yapan vücut bir değil. kilo, vücut tipi dışında yukarıda da bahsedildiği gibi yedek ayakkabı ile gezen giyiyor.

edit: sağlıksızlığı göreceli. dağcılık da eğer beceremezseniz sağlıksızdır.

Özel günler dışında giyemem sanırım. Çok şık ama valla çok rahatsız ya, canına okunuyor insanın bir süre sonra.

Ben giyemiyorum, iş arkadaşımsa düz ayakkabi giyemiyor. Düz ayakkabi ile rahat etmediğini iddia ediyor. Ama her yere araba ile gittiğinden rahat birazcik yürüse yoruluyor hemen. Fizik tedavi uzmanı olan biri var etrafimizda ona göre stiletto ile yürürken rahat etmek tam bir saçmalık.

cekilmis gayfe +1

Kişisel deneyimim. Öyle çok topuklu giymezdim. Bir ara topuğumda bursit çıktı. Tesadüfen gördüm ki topuklu ayakkabıda rahat ediyorum. Geçirdim ayağıma stilettoları, ohh benden rahatı yok.
Sonuç: tedavi oldum, topuktaki bursit geçti, ama topuklular o bursiti kalçaya taşımış, neredeyse 1 senedir ağrısı geçmiyor, geçmiyor...

Aman diyeyim yani...

Tabii ki tüm gün stilettoyla gezmiyoruz.
Rahat olanlar var. İnci'nin stilettoları epey rahat ve dengeli mesela. O yüzden ben de başka markanın stilettosunu almaya cesaret edemiyorum.

İşe ilk başladığımda bir hevesle giyiyordum ancak şu an ofiste skechers ile oturuyorum:D Çekilecek dert değil.
Ofiste dolabımda 2 çift bulunur, toplantı vs varsa çıkarır giyerim ancak.

Edit: ayak fetişi olanlar rahatsız hahsgdadgakfjk

Yıllardır ben

bu arada yonan gadınlar sizin giyemediğiniz ayakkaplarla halay çekiyor :)
www.youtube.com

ek bir cevap daha verim yukarda 'biz salak değiliz' demişler.

herkes her çeşit ayakkabıyı giyecek diye bir şey yok. çoğunluk bu ayakkabıları giyemiyor olabilir. 'ayağı taraklı' dediğimiz geniş ayaklı insanlara converse gibi dar tabanlı ayakkabı verince onlar da rahat edemiyor. bu converse modeli sağlıksız ya da rahatsız diye değil. alan kişinin bilinçsiz olmasıyla ilgili. çözüm de basit bu kişi kendi ayak tipine göre converse yaptıracak. aynı şekilde kendi ayağınıza özel kalıp çıkarttırıp işin ustasına stiletto yaptırırsanız böyle ağlamazsınız. çok pahalıya gelir ama ayağınız seri üretimlere uymuyorsa çözümü budur.

çoğu insan seri üretim ayakkabı alıyor, bunların büyük kısmı kaç numara dahi giydiğini, malzeme kalitesini, kalıbın uygunluğunu bilmiyor. 'moda' neyse mağazalarda o satılıyor, bu insanlar da ulaşabildiklerinin arasından beğeniyor. ayaklarımız sıvı değil bir kalıba sıkışınca rahatsız olur tabi. ama kendi kalıbında ayakkabı diktirirsen sorun kalmaz.

bu moda boku yüzünden bir taşlanmamış kot arıyorsun bulamıyorsun neredeyse hiçbir markada yok. ayda yılda bir sağda solda o da ihtiyacım olmadığında ancak denk geliyorum.

ben arada giyiyordum. stiletto ile koşma eylemini gerçekleştirdikten sonra bıraktım. işiniz %90 ofiste masa başında oturmayı içeriyorsa ve yolda başka ayakkabı giyiyorsanız neden olmasın?
bu arada @idexo kilo konusunda haklı. stiletto 52 kiloya kadar sorun çıkarmadı bende ama 53 ve sonrası ayaklarım ağrıyor ve şişiyordu.

1 gitarınızı temiz ve bakımlı tutarsanız fretler de daha duzun ömürlü olur.
2 gitardan anlamıyorsanız bilen birine götürün o yapsın
3 ucuz etin yahnisi yenmez

çalımda herhangi bir sorun olmadığı müddetçe -cızırtı bızlama v.s.- fretleri değiştirmenize lüzum yok. olmadı fretleri zımparalatabilirsiniz herhangi bir luthier'de.

öte yandan gitarın klavyesi en fazla ince işçilik isteyen bölüm. internetten baktığınız fretler elinize öyle her perde için ayrı ayrı 20 tane kesilmiş vaziyette gelmeyecek, uzun tek bir parça gelecek metalden kablo gibi. her bir perdeyi ölçüsüne göre kesmeniz, uygun yapıştırıcısını sürüp çakmanız, çakarken klavyeye zarar vermemeniz ancak tam anlamıyla oturtmanız, ardından taşan bölümleri tekrar kesmeniz, kesilen yerleri zımparalamanız v.s. v.s.

yine de şunu paylaşayim www.youtube.com

Şunu da şöyle yapsan kısmında tek eksik ağırlık çalışması maalesef. Ağırlık antrenmanını 15 dakikalık istasyon çalışması şeklinde kısaltabilirsin.

her gün kardiyo iyi gelmeyebilir. google'dan aratıp maratoncuların vücutlarına bakın. aradığınız öyle bir kondüsyon mu?

onun dışında beslenme çok önemli. özellikle fit kalmak için ve güçsüz düşmemek için.

kondisyondan kastim aslinda merdiven cikinca dilim disarda kalmasin, rahat hareket edeyim gibi bisey. cok aciklayamamisim onu. aslinda saglikli ve fit olmak istiyorum. yuzmek de iyi geliyor. hem fiziksel hem mental olarak. o yuzden 5 gune cikardim onu. zaten dedigim gibi genis genis sakin sakin yuzuyorum. ondan cok vazgecmek istemiyorum acikcasi. onun disinda 3 gunu de kardio ve kisa bir agirlik antrenmani ile tamamlamayi dusunuyorum. hangi acidan iyi gelmeyebilir?

tellerin gerginliğinin sapa zarar verip vermeyeceğini öğrenmeniz lazım. bu işte gerçekten usta birisini bulup danışmanızda fayda var. orada burada sorarak öğrenmeniz zor. teknik bir konu.

bunları istikrarlı yaparsan baya baya verirsin gibi

beslenme için de spor programı için de kendini iyice eğitirsen sıkıntı yaşamazsın.

aynı şeyleri tekrar tekrar yemek yerine çeşitli gıdaları al.

işlenmiş yerine mümkünse pazardan, kasaptan al.

yağ ve karbohidratlar vücut için gerekli. O yüzden iyi zeytinyağı, kaliteli diğer yağları tüket. Ekmek için de çavdarlı, kepekli ekmeğe yönel. Şeker almasan iyi ama kompleks karbohidratları tüketmelisin. Bunun için glisemik indeksi düşük yiyecekleri araştır.

Bu olaya da kilo vermek yerine fit olmak, kondüsyonu artırmak olarak bak. Kilo vermek ya da almak bunun bir sonucu. Bu anlamda vücudunun kompozisyonu da önemli. Aynı kiloda %20 yağlı olmak var %50 yağlı olmak var.

Son olarak da kendini sınırlarına kadar zorlama. Çünkü bu işi bir yaşam biçimi gibi görmen lazım. 1 günde 1 ayda istediğin kondüsyona gelmek için aç kalarak kendine zarar verme. Kendine zaman tanı.

şu adamın vidyolarını izlemeni tavsiye ediyorum: www.youtube.com

ingilizce biliyorsan bunları da izlemeni tavsiye ediyorum: www.youtube.com

bütün yiyeceklerin kalori miktarını doğrudan google'dan öğrenebilirsin.
örnek muzun kalorisi: www.google.com.tr

kolay gelsin.

Programlar belirli amaçlar için uygulanan, kabul görmüş yöntemlerdir. Programsız hedefsiz de olur, kollar belirginleşir, öncesinde sakatlık yaşamazsan omuzları bile genişletebilirsin. Bel çevren daralır. Ama detayda bazı şeyleri de kaçırabilirsin.
Mesela herkes bench press ya da şınav yapar spor hayatının bir kısmında ama sadece ufak bir kesim row ve barfiks türevleriyle dengeli bir kas gelişimi ve düzgün postür hedefli çalışır ek olarak. Bunlardan haberdarsan zaten sorun yok ama salona girince kim ne yapıyorsa onu hafızaya atıp tekrar gelişinde aklında kaldığı kadarıyla uygulayanlardansan o iş biraz eksik.
Azalttığın ya da sıfırladığın k.hidratları sayıyorsun, güzel, yemeğin içindeki patatesi soğanı da say, şeker ve nişasta bunlarda da var, tabldot çorbalarına basılan unu kaçırma.. yarım tabak daha fazla pilav ile ekmek tüketimini dengelemiyorsan sonuç alacağın garanti ama fark etmeden diyet disiplininden fire veriyor olabilirsin. Lisede yeterince biyoloji gördüysen işin kolay zaten.

Verirsin. Bir yandan spora devam ederken, sürekli araştırma yap.

www.youtube.com

@idexo

Parça parça videolar verimli olmuyor ne yazık ki...

sen yine de takip et. bu iş zaten 1 günde, 1 ayda, 1 programla olacak iş değil. bu iş bakış açısı meselesidir. kimsenin vücudu, metabolizması bir standart olmadığından kendine ya bu işlerden anlayan bir uzman tutup onla çalışman lazım ya da kendini bu alanda eğitmen lazım ki amaçlarına etkili bir şekilde ulaşabilesin.

bu anlamda bilinçlenmek için bence o kanal iyi bir kaynak. yine de sen bilirsin.

Bir program hazırlayayım, bununla uçayım. Yok öyle birşey.

Her konuda olduğu gibi iyice araştırman gerek öncelikle. Antrenman, beslenme, dinlenme.

Hareketlerin hangi kas grubunu çalıştırdığı, beslenme ihtiyacının ne olduğu gibi sorulara cevapları farklı kişilerden dinle. Bir süre sonra bu iş meleke haline geliyor ve kolaylıkla uygulayabiliyorsun.

www.bodybuilding.com
Kaynaklarından biri olabilir, kendi programını zaman içinde ortaya çıkarmak ve dönüştürmek için buradaki çeşitli programlarıinceleyip kafana yatan birşeyler çıkartabilirsin diye düşünüyorum. Türkçe eli yüzü düzgün kaynak olarak aklıma ilk gelen çeviri kitap olan nitelikli kuvvet antrenmanı.
Ek: alternatif plan hazırlamana yardımcı olabilir customworkoutplanner.com

bodyforumtr eski üyeler iyiydi forumlarında.

StrongLifts ile başla squat, deadlift formun oturduysa.

söz konusu hayvan ''insan'' olunca alfa beta diye ayırmak yanlış değil fakat yetersiz denebilir belki. sosyal evrimimiz çok alengirli bir hale geldi eskisine göre diye düşünüyorum. hayvan bilimci değilim fakat hayvanlar aleminde bu iki kategorili sınıflandırmanın yeterli sayılamayacağı, insan dışında da hayvan vardır diye düşünüyorum.

kısaca doğruluk payı var fakat ikiyle sınırlandırmak pek tutarlı bir iş değil sanırım.

egitimli, omurga yonetiminden olabildigince uzaklasmıs bir insan evladısınız. şansınıza karsı cinsle ilişkilerinizde de belli bir fikri seviyenin ustundeki insanlarla muhatab olmussunuz.

özet: hayat size güzel:)

@sweetness bu böyle bütün yunan alfabesi boyunca gidiyor herhalde asdfghj

Yok böyle şeyler. İnsan yaşamı alfa veya beta olunamayacak kadar karmaşıktır. O yüzden böyle genelleyemezsin. Hayvan sürüsünde yaşıyosan o ayrı. Sürüde olur o. Yani kimin alfa kimin beta veya başka bi şey olduğunu tespit edebilmek için komple dağa taşınıp ilk insan gibi yaşamamız lazım. Bu da mümkün değil.

Öyle bikaç özelliğini beğenip, grupta falan öne çıktı diye alfa erkeği olarak gösterilen erkeklere sakso çektirecek çok adam var dünyada. Kendini kandırmasın kimse. Günümüzde lider olarak gösterilen adamlar da çevresinin medeniyeti, hoşgörüsü nedeniyle bu kadar sivrilmiş, manipülasyon ustalarıdır.

Yok böyle bi şey yani. Yüzlerce yıl öncesinde kaldı bunlar.

alfa erkek'in en kanlı canlı örneği rte'dir. (sad but true)


* yandaşlar için not: alfa erkek iyi birşey, evimden aldırmayın beni please.

Bunlar çok kabaca ayrımlar. Vücut tiplerinin halkın anlayacağı basitlikte mezo, endo vs. gibi ayrılmasına benziyor. Bu işlerin uzmanları için çok daha detaylı kişilik tipi analizleri mevcuttur muhtemelen.

Alfa demek sürü lideri demektir. Yani kendini kabul ettirmiş, diğerlerine psikolojik ya da fizyolojik üstünlük kurmuş demektir. Alfa olmak bilinçli veya içgüdüsel bir seçimdir. Beta olmak seçim değildir. Alfa değilsen takipçisindir, betasındır.

Beta olmak mutlaka kötü bir şey değildir. Yalnız toplumda alfalar daha çok saygı görürler, daha çok sevilirler, ön plana çıkarlar.

Her ne kadar insan hayvana göre kompleks bir hiyerarşide yaşıyormuş gibi görünse de hayvanlardan farkımız teferruattır.

Alfa olmanın çoğu zaman boyla posla alakası yoktur. Özgüvenle alakası vardır. Özgüven dediğin duygu toplumda her an teste tabidir. Alfa olmak cesaret ister çünkü diğer alfalarla mücadele etmek zorundasındır. Gerçek bir alfa değilsen alt edilmen çok sürmez. Çünkü özgüvenli rolü yapamazsın. Bir duruma denk gelirsin anında foyan ortaya çıkar. O yüzden ya özgüvenlisindir ya değilsindir.

Nasıl herkesin zengin olduğu bir toplum mümkün değilse herkesin alfa olabileceği bir toplum da olamaz.
Herkes zengin olmasa da toplumun geneli refah içinde yaşayabilir. Çoğu insan da buna razıdır.

EK: Ayrıca alfa olmak sağa sola küfür etmek, gücünün yettiğini dövmek demek değildir. Yakın tarihte ultimate alfa Atatürk'tür. Bir orduya, bir millete liderlik edip bağımsızlığını kazanmasına ön ayak olmuştur. Öyle ki düşman komutanlar savaştan sonra onu övmüş, saygı duymuşlardır. Milyarlarca insan dünyaya gelip geçmişken bu kalibrede bir alfa tarihte çok azdır. Kimseye eyvallah etmemiş ama karşısında savaşan komutanların dahi saygısını kazanmış pek adam yoktur.

Emin olmamakla birlikte sanırım x kodlu bir tane 200 TL banknot olması gerekirken piyasada 10.000 tane olur ise kayıtlarda 200 TL fakat piyasada 2.000.000 TL. dolaşıyor olur bu örneği farklı seri no ve banknotlar ile genişletirsen al sana enflasyon. Bir nevi yasal kalpazanlık olur.
(Emin olmadığım sadece bir seri numarası sadece tek bir banknot üzerine mi basılıyor. Tahminimce uygulama böyle)

piyasada paranın çok bulunması paranın değerini düşürür.

aynı seri numarasında birden fazla para basmak piyasadaki fazla parayı saklamaya çalışmakla ilgilidir.

eğer aynı seri numarasında birden fazla para basıldığı tespit edilirse bu merkez bankasına olan güveni yok eder. TL iyice zarar görür.

Böyle olmak normal. Rasyonel bir sebep olmadan aramıyorsunuzdur. Ben de böyle insanları beğeniyorum mesela. İkide birde sebepsiz birileri beni arasa halimi hatırımı sorsa rahatsız olurum. İş aileye gelince haftada bir arayıp ne olup bittiğinden hallerinden haberdar olmakta fayda var.

Bu durumunuzdan kırılan ya da üzülen kimse olursa rasyonel sebep olmadan aramak istemediğinizi anlatın. Sizi bir şekilde kabullenecektir.

Kendine yetebiliyorsun.

Sizi tanıyan insanlar böyle düşünmez düşünse bile anlattığınızda anlar ve dediğiniz gibi hakkınızda kötü düşünmezler.
Ben daha yeni yeni atlattım sitemleri.
Alıştılar artık.
Aramayı bırak aradığımda bile mesele neyse apar topar ona giren ve öyle telefonda gereksiz muhabbetten hoşlanmayan biriyim.
Bence bu dert edilecek bir şey değil bu kadar düşünmeyin.
Yokluk hissetmemek, kendi kendine yetebilmek güzel şeydir.

Biz 6 aydır kullanıyoruz ve bayağı memnunuz, keşke daha önce alsaymışık diyorum. Suyun tadı, içimi gayet başarılı. Artık bana damacana suları, pet şişedeki sular kötü geliyor. Hem çevre için, hem sağlık için en iyisi olduğu düşündüğümden tavsiye ediyorum.

Markası gold line.

Ben tavsiye etmiyorum.

+1 @idexo

ben de etmiyorum. o tatlı tat zamanla git gide kötüleşiyor.

oturduğum yere yakın bir yerlerde orman ve çeşme var oradan dolduruyor bütün millet. zararlı zararsız içiyoruz valla tadı güzel. yoksa bir ev kirası kadar para vermek gerekiyor suya.

tadinin zamanla kotulesmesinin sebebi icindeki bir seyle ilgili (ne oldugunu bilmiyorum). o seyin de alti ayda bir degismesi lazim. arastiramadim su an. ben tavsiye ediyorum cunku saglikli ve tadi gercekten guzel. cevre icin de iyi. ayrica uzun vadede cok karli.

edit: o degisim olayini da aldiginiz yer yapiyor zamani geldiginde.

hopeless+1

Fitleri değişiyor belli aralıklarla. Bizim yeni ama annemler 2 senedir kullanıyorlar bir sıkıntı yok, ilk günkü gibi.

Bir de cihazdan cihaza çok değişiyor tabii, kimileri bayağı dandik, aldığınıza değimez. Sertifikalarını falan araştırın almadan önce.

tünelde varol müzik'ten de bir fiyat alın: www.varolmuzik.com

@idexo tekrar teşekkürler. ben revize diye götürdüm, tünel'deki yamyam tayfasının aksine kendisi kemana baktı ve revizyona gerek olmadan bir kaç ayarlamayla kemanı istediğim kıvama getirebileceğini söyledi, ve geri aldığımda kemanı tanıyamıyordum. bi dünya para harcamaya gerek kalmadan keman istediğim kıvama geldi ve inanılmaz memnunum şu anda, kendisini herkese önereceğim.

www.facebook.com
Düşler atölyesi beşiktaş ta düdüklenmezsin kesinlikle düzgün insanlar

yok demezler muhtemelen. 2 şer 2 şer iste. yalnız takipli kargoyla istemeyi unutma!

Spor ve düzenli beslenme.

Eğer kontrolsüzce ona buna saldırmazsan, gereksiz yere kilo almazsın. Spor da şart.

edit: Sporu salonda yapmak zorunda değilsin, ama beslenmeni kontrol etmezsen bu iş olmaz. Öyle bir mucize yok. Ne kadar çalışırsan o kadar sonuç alırsın.

Bilinçli olmak şart.

Aklındaki sorular yıllardır başkaları tarafından da milyonlarca kez tekrar tekrar sorulan sorular. Kısa yolu yok malesef.

selam, kendimden örnek vereceğim.

ben de sigarayı bıraktım 3 hafta oldu neredeyse, biraz önce fark ettim ki aklıma sigara gelmiyor artık, sonra inanılmaz mutlu olmadım, vuhuu süper de demedim, hiç bişi olmadı açıkçası. sigaraya verdiğim paranın üzerine binicem, vurucam kırbacı diye bağırdım sigara içerken de spor yapıyordum bırakınca salona yazılayım bari dedim. aynı zamanda tüm abur-cuburları, ekmek arası-sandviç vb. yiyecekleri, pizzaları, basit şekerli paketlenmiş gıdaları, her şeyi çıkardım hayatımdan.

derin bir nefes alıp işte budur! diyemiyorum neden böyle oldu bilmiyorum, oysa bu kadar güzel şeyin içimi ferahlatması gerekiyordu. psikoloijim mi bozuldu acaba.

bu kadar içini kararttıktan sonra güzel şeyler de söyleyeceğim tabi ki, şimdi önce şunu kabul et sigaradan ziyade senin canın zaten yemek çekiyormuş, sigara da bahane olunca önünü alamamışsın. yetişkin, ergin bir insansın sigaradan kurtulmuşsun ya hu, insanların ölümleri pahasına bırakamadığı şu şeyden kurtulmuşsun, iki lokma az yiyemeyecek misin yani? bunu yapabileceğini biliyorsun. canın çok tatlı, abur-cubur çekince bol bol su iç ya da muz gibi şekerli meyveleri abartmadan ye, üstesinden geleceksin. sigara için tebrik ediyorum seni!!

Karatay tipi beslen. Ağzının boş kalması rahatsız ediyorsa kuruyemiş falan yiyebilirsin. En azından sigaradan iyice uzaklaşıncaya kadar tolere edebilirsin.

düzenli mastürbasyon

çoğu spor salonu uğraşmak istemediği için hazır çalışma programlarını kayıt olanlara veriyor. sen ne anlatırsan anlat yine aynı programı vericek bu sana göre diye

bu iş saf formül değil.

bende 15 dakika kardiyo çok az 30 kg fazlası olana.

30-45 dk kardiyo yapın sonra 30 dk kas çalıştırın. ilk 2-3 ay böyle gidin ciddi kilo vereceksiniz.

ben bu durumda sizin yerinizde her gün giderdim spora. her gün kesin min 30 dk kardiyo yapardım gün aşırıda 30-45 dk kas.

1200 kalori alırsanız ama az gelir. kaloriden korkmayın spor yaparken. abanıp burger king yemeyin elbette. yani 1800 e çıkabilirsiniz bence. 1400 le 30 dk kardiyo olmaz.

yürüyüş/koşu önermem ben, ilk 1 ay kondüsyon bisikleti. 30 kg fazlası olana yürüyüş verilmez.

Hoca ne dediyse 2 katını yaptım ben hep, bazen yakalayıp kızdığı oldu ama he diyip geçtim.
Vücudunu sen daha iyi tanıyosun, sonuna kadar zorla kendini, nefesin bitene kadar terden ölene kadar yapacaksın başka yolu yok.
Şuan cardio yapman lazım daha çok. İnternetten de araştır ne kadar koşman gerektiğini vs.
Koşu bandını savsaklama çok önemli ama yokuş yukarı olacak şekilde yapsan daha iyi(bunun yüzünden hep laf yedim mesela ama dinlemedim)
Bi de koşup koşup çabucak tıkanmak yerine daha uzun süre yürüyebileceğim maksimum hızda yürüdüm. Bunda optimum değeri sen bulacaksın(öyle bi hız ki hem hızlısın hem de yorulmuyor gibisin sanki sonsuza kadar o hızda yürüyebilirmişsin gibi, yarım saat yap bunu) Sonra vücut alışınca koşmaya başladım.

Yaptığın hesabın mantıkla bağdaşan en ufak kısmı yok. Kilo fazlanı neye göre hesap ettin bilmiyorum ama 30 kg yağdan gidecekse, başlangıçta zaten düşüş hızlı olur, son beş kg belki bir yılda gidecek ama ilk beş kg kolay olacak.

Yağlar ve protein açısından kısıtlama yapma.
Zafiyet geçirme.
İştahını bol yeşil sebze ve bitkisel hayvansal her çeşit protein içeren yemeklerle dizginle.
Susam, badem, fıstık, alerjin yoksa bunlar süper yağ ve protein çeşitliliğine sahiptir.
Erkeksen de kadınsan da o kalori girdisiyle salona gitme, kan şekerin düşer mazallah, birkaç kg altında eziliverirsin.

kalori hesabı önemli ama her şey değil. 1 kilo vermen için 7000 kalori yakman gerekiyor.

15 dk yürüyüş az bana göre de. ne kadar yorulursan o kadar iyi. kendini daha iyi tanıyosun. 15 dk yürüyüşten sonra yorulmamış olursan boşuna yürümüş olursun.

1. kardiyo ile vermeyeceksin kiloyu. ağırlık çalışmanın sebebi kaslarını güçlendirmek, bu da gün içinde spor yapmadığın zaman da metabolizmanın hızlı olmasını sağlayacak. koşu bandında 15 dk koşsan bile 50-100 kalroi harcarsın. Kardiyo ile kilo verilseydi günlük 6 saat koşmak gerekirdi.

2. Daha iki gündür spora giden adamsın, 15 dk yürüyüş yeter. Daha senin kalbin poğaça gibidir. Kalp hemen güçlenmez, çok yüklenirsen gece çarpıntı yapar uyutmaz bile.

3. Sporda yaktığın kalori ile hesaplanmaz kilo verişin. Metabolizmanı ne kadar hızlandırdığına bağlıdır. Tüm kasları çalıştırırsan metabolizmanı hızlandırırsın. Sadece kardiyo yaparsan bacakları yorduğunla kalırsın.

4. Günde 1200 kalori alırsan vücut "kıtlık" moduna girer. Kasları defa eder, yağ depolar, metabolizmanı iyice yavaşlatır. Ayıların kış uykusuna yatmasıyla aynı sonucu alırsın.

Yapacağın şey şu:

- Günlük 2000 kalori beslenmek, ama tabi ki sağlıklı beslenmek.
- Basit şeker yememek, böylece insülün hormonu salgılatıp yağ depolamamak.
- Kardiyo yapmak, ama abartmamak. 15 dk yürüyüş veya bisiklet başlangıç için yeter. Bir ay sonra arttırmaya başlarsın. Dizlerini seviyorsan koşma yakın zamanda.
- Kas çalışmayı es geçmemek. Yoksa metabolizma hızlanmaz. Bacak kaslarını sakın es geçme, en büyük kaslar onlar.
- Hemen coşma. Her gün ağırlık arttırılmaz, her gün bir gün öncekinden daha hızlı yürünmez. Acele etme, hızlı koşan atın boku seyrek düşer derler.

30 kilo fazlan varsa 1200 kalori çok az. uzun süre bu kadar az yemeye dayanamazsın, imkansız. boyunu, cinsiyetini, yağ oranını bilmiyorum ama 1200 kaloriyle sadece yağ da vermezsin. vücudunu daha fit yapan kaslarını kaybedersin. bu yüzden kilo verince vücudun daha ince gözükür ama şimdi olduğundan daha salık olur. bunun dışında belli bir noktadan sonra vücut düşük kalori almaya alışıyor. daha da az kaloriyle beslenmek gerekiyor, 1200'den aşağısına inemezsin. 1200 son 5 kilon varken alacağın kalori miktarı olmalı.

durduğun yerde daha çok kalori yakmak da kilo vermenin anahtarı olduğundan kas çalışması önemli. 15 dk yürüyüş tamamen ısınma amaçlı olmuş. bence deneyin hareketleri tam yaparak ağırlık çalışın biraz faydasını göreceksiniz.
tabi eski bir spor salonu işletmecisi olarak kardiyodaki aşırı yığılmayı önlemek (çünkü koşu bandı sayısı kısıtlı) için genelde kardiyoyu 10-15 dk yı geçirmezler. 100 kg fazlası olana bile 60 dk kardiyo yazdıklarını göremezsiniz. o yüzden satır aralarını da okuyun derim ;) ağırlık kısmı boş zaten takılsın millet zaten kaç dakika meşgul edebilir böylece 30 dakikada da yorulur gider. zihniyet bu.
denemek için pik saatlerde ben programımı yaptım şimdi kalori harcamak için 1 saat koşu bandı ya da bisiklet yapıyorum diye hocanıza gidin ve suratının aldığı hali görün.
sizin iyiliğinizi isteyen biri eyvallah diyecektir çünkü kalori harcayarak daha hızlı kilo vereceksinizdir.

en akli basinda yazan harzem olmus diyorum.

Çekilin ben 90kg verdim.

Şimdi kendini araba gibi düşün.
Öncelikle şu an motorun küçük, ne demek bu, az kasın var, vucudun şu an atıyorum 1800 kalori harcıyor günde.
Kas arttırman lazım, kas arttırarak vucudunun günde 2000 ve daha fazla kalori yakması gerekiyor, kas nasıl artar? çalışıp, protein yedikçe artar.

Sistem nasıl işliyor şöyle;
Sen ağırlık kaldırınca, zorladıkça kasını, minik minik kopuyor kasın, zedeleniyor.
Protein alıyorsun, kasını o ağırlıkta kopmayacak, daha dayanıklı olarak tekrar inşaa ediyor, sen napıyorsun daha da ağır kaldırıyorsun, hop yine kopuyor.

Kas arttırman lazım bu 1

Asla tartıdaki ağırlığına göre zayıfladım, şişmanladım triplerine girme, adam gibi bir salon bul, diyetisyen bul neyse artık, analizli tartı bul.

O ay 5 kg yağ verdin, 6 kg kas aldın, +1 kg oldun mesela, sevin, çok sevin.
Şu an önceliğin YAĞ kilolarını azaltmak.

Bir de "karın çalışayım ki göbeğim gitsin" tribine girme.
Araba hep sola dönünce, benzin deposunun solundaki benzin bitmiyor, göbek, bacak, yanak, gıdık hepsi senin yağ depoların, vucut ihtiyaç duydukça, kendi içindeki sıraya göre oradan çağırıp yakıyor, sen neren ne kadar küçüldü büyüdü bakmadan spora devam et.

@corc Allahina gurban

o zaman bekle, sureyi doldurunca istifa et. boyle bir haklari olabilir.

Adam paranı verip gönderebilir.

Eline para geçer ama sgk'ndan olursun.

Bekle sonra istifa et.

bahsettiğiniz konu biraz yoruma açık bir konu.

bana göre siz ihbar sürenizi ve bu süre sonunda iş akdinizi feshedeceğiniz tarihi belirtiyorsunuz. bu durumda sizin iş akdinizi fesih tarihiniz belli. bu süre dolmaksızın işveren sizi işten çıkaramaz, çıkarırsa kıdem ve ihbar tazminatı ödemesi gerekir. ama dediğim gibi bu husus biraz yoruma açık.

bunun yerine benim size tavsiyem bekleyin, şayet maaşınızın daha yüksek olduğunu ispat araçlarınız varsa ( banka, mesleğinize bağlı maaş ortalaması ya da tanık gibi ) işi bırakmak istediğiniz gün, sigırta primlerinizin asgari ücret üzerinden yatırılması sebebiyle iş akdinizi haklı nedenle feshedebilirsiniz.

Kurumsal firmaları düşünerek:

Öncelikle iş görüşmesine ciddi ciddi o işe girmeyi düşünmeden gitmek bir hatadır ve herkes için zaman kaybıdır.

Sonra da evet şirketler elemanlara asla güvenmezler. Çünkü güven ekonomik bir intihardır. İş hayatında ve şirket idaresinde kim ona buna güvenirse büyük risk alır ve genelde de zarar eder.

Son olarak 1 elemanın gitmesiyle bütün iş durmaz bu yüzden herkes ama herkes ikame edilebilirdir. Eğer böyle değilse o şirket her halukarda batar. Bu yüzden birinin işten ayrılıp ayrılmaması şirketlerin çok umurunda değildir. Yeni eleman alırken de öyle.

Olmazsa olmaz elemanların pazarlık güçleri de yüksektir ve bu tarz kimseler pahalıya mal olurlar. Bu durum ekonomik düşünen şirketlerin işine gelmez. O yüzden işi paylaştırır ve rekabeti kızıştırırlar.

Yıl 2017, iş hayatında bu kadar naif sorular sorulacak zaman değil.

edit: Duruma göre bahane uydurup uydurmamak elinizde aslında. Bu tarz durumlar biraz da gereksiz. Haklarınızı bilin, ona göre hareket edin. İhbar süreniz var, iş aramak için izin hakkınız var vs. Karşınızdaki yasadan ve laftan anlamıyorsa zaten 3 gün daha çalışsanız ruhen ve bedenen ne kadar sağlıklı olacaksınız? ne kadar yıpranacaksınız?

Hastayım/doktor randevum var diyorum çoğu zaman gerçekten randevu alıyorum sabah görüşmeye öğleden sonra doktora gidiyorum mesela.
Hicbir iş yeri "nasıl izin aldınız ne söylediniz?" diye sormadı şimdiye kadar. Umurlarında olduğunu sanmıyorum.
Bir de: mutsuzum o yüzden yeni iş arıyorum demeyin, kendinizi bu yeni pozisyonda daha geliştirebileceğinizi, yeni şirketin ne kadar gelişmiş/teknolojik/global/kurumsal vs vs olduğunu ve bu oluşumda yer almak istediğinizi vs. anlatın. Doğru olup olmaması onemli değil.

1. Ucuz etin yahnisi pek olur derler. Evde öğrenmesi zordur. Zaten zaman harcayıp kendi kendinize çalışmak zorundasınız fakat iyi bir hocadan ders almazsanız iyi öğrenemezsiniz. Bu yüzden en azında 2-3 sene kadar bile olsa bir hocadan ders almanızda fayda var. Temel konular çok önemli.

2. Ucuz etin yahnisi pek olur derler. Bir enstruman alırken bilen birine danışmak çok faydalıdır. Özellikle ders alacağınız hocaya veya çevrenizde yıllardır keman çalan kişilere danışın. Kendi kendinize girişmeyin.

Bir kursa kayıt olmasanız bile. Gidip görüşmenizde fikir almanızda fayda var. Buraya soracağınıza hocaya direk sorun, tanışın. Durumunuzdan bahsedin. Belki alternatif dahi sunarlar.

üniversitelerin 2 yıllık bölümleri ön lisanstır.
lisans ise 4 yıllıktır.

kalfalık belgesini yökten almıyorsun. yüksek öğrenimle alakası yok. lise mezunu.

lise mezunu oluyorsunuz. kalfalık belgesi eğitim görüp sertifika almak tarzında diye biliyorum ben. ama ne önlisans ne de lisans derecesinde mezun kabul görmüyor.

Oncelikle hakkini savunmak zorundasin yoksa hakkini vermezler. ikincisi bir avukata bir seye danis.

bu durumda ev sahibi bunu yaptirmali. belli ki borular eski moda ve paslanip bozulmus.

evdeki demirbas ve altyapi ev sahibine aittir. sen bozdun diye bir sey yok. sen oraya zaten bu altyapilari kullanabilmek icin kira veriyorsun. ayrica eskiyip bozulan bir sey bu. adam sana sifir vermis de sen bozmussun gibi bir durum degil.

ev sahipleri depozitonun uzerine yatmayi adet edinmistir. once uygun evi bul, sonra 1 ay oncesinden bildir. ben onumuzdeki ay cikiyorum diye. oyle cik. depozitoyu da son kira olarak birakirsin.

bunlarin hep usulleri var. o usullere uyarsan ilerde ev sahibi sana dava acamaz, para talep edemez.

ne zamandır evde oturduğunuza, ne zamandır bu sorunu yaşadığınıza göre çözüm üretilebilir. en iyisini bir avukat bilir ama şahsi fikrim evdeki kusurların gizli olduğunu ve sonradan ortaya çıktığını belirten bir ihtarname ile kira sözleşmesini feshetmeniz ve depozitonuzu geri almanız mümkün olabilir. aksi takdirde kira dönemi sonuna kadar kira ödemeniz de gerekiyor çünkü.

olası bir uyuşmazlıkta kullanmak için de evin fotoğraflarını çekmeniz, hatta imkan varsa sulh hukuk mahkemesinden tespit istemeniz de yararınıza olacaktır.

evden çıkmadan önce de bir ihtarname ile evdeki kusurları gidermesini ve evde oluşan sizden kaynaklanmayan kusurların kiralananı kullanılabilir olmaktan çıkardığını, kiralananı kullanılabilir halde bulundurmanın da ev sahibinin yükümlülüğü olduğunu söyleyebilirsiniz. bu da olası bir çözüm sağlayabilir.

sizin boruları bozma ihtimaliniz yok. illa ben yaptırmam diyor ise, bu durumu yazılı olarak isteyin. eğer vermem derse ki der, siz yaptırın faturalarını alın kiradan da düşün. hiç uğraşamam derseniz de ev ayıplı duruma düşmüş olur evi bırakın çıkın. ancsk dediğim gibi ev sahibinizin yaptırmam dediğini bir şekilde ispatlayın, duvarın şu anki fotolarını çekin. www.hesapkurdu.com

madde 6 ya bakın.

www.enuygun.com

noter ile ev sahibine durumu bildirin evin oturulabiliriğinin kalmadığını ve tahliye edin.

ev tuttuğumuzda sıfırdı ama ilk taşındığımız yıl salondaki borular patlamış kombi yarım saatte basıncı sıfıra düşünce fark ettik, biraz yamandı edildi, 2 hafta boyunca salonu ve dolayısı ile mutfağı kullanamamıştık her yer her yerdeydi resmen. hele bu kez benim odamda olacak aynı rezillik, katlanmak istemiyorum.

sıkıntı şu, kontrat annemin üzerine, annem de devlet memuru, başıma iş açma diyor sürekli. sırf bu yüzden 2bin tl depozitodan olup bi de tekrar depozito/komisyon da vermek istemiyorum. ne yapacağımı şaşırdım.

lisanssız telsizler maksimum 500mw çıkış gücüne sahip olabilir ve PMR denilen (tüpçü, elektrkçi) bandı kullanabilir.

lisanslı telsizci lisansına göre A-B-C değişik güçlerde ve neredeyse tüm izin verilen bandlarda görüşme yapabilir ve cihaz sahibi olabilir.

lisansli telsiz dediginiz sey, telsizin degil o anda kullanan kisinin lisansli olmasi ya da diyelim ki "A" sinifi lisansli birinin gozetiminde kullanmasidir. Yani siz 10 tane telsiz alip lisanssiz kimselere dagitamazsiniz.

Ote yandan PMR denen telsizler ya da walkie talkie gibi telsizler icin lisans gerekmez. proje dediginiz nedir?

Aselsan Cobra al geç

Hey, uygulamalı olarak öğrenmeniz daha iyi açıkçası, codeacademy'den derslere başlayabilirsiniz.

html çok basittir, rahatça öğrenebilirsiniz. css görece biraz daha zordur ama rahatça öğrenirsiniz onu da. yalnız sadece okumak yetmez. okuduğunuz/izlediğiniz şeyin aynılarını daha da geliştirerek yapmaya çalışırsanız öğrenmemeniz için hiç bir sebep yok. ben kendi kendime öğrendim açıkçası. nette tonla kaynak var videolu anlatımlar vs. ben kitap almanıza gerek yok diyorum.

Uygulamalı +1

Codecademy'nin yanında W3Schools da çok iyi bir kaynaktır. Bol bol alıştırma yapın, takıldığınız yerde stackoverflow'a bakın, kesin sizin yaşadığınız sorunu yaşayan birileri olmuştur bu zamana kadar.

www.w3schools.com

html lego gibi parcalari alip uygun sekilde birlestiriyorsun. cok fazla okunacak birsey yok, sadece hangi html tag nerede kullanilir bilsen yeter.

css ise okunarak ogrenmek icin cok daha problemli. her bir css taniminin yaptigi is cok kucuk, o nedenele okunacak birsey yok. ornegin "color:red", yaziyi kirmizi yapiyor, o nedenle okuma gerektirecek cok birsey yok. Css daha cok uygulayarak ogrenilir cunku her bir css stilinin diger bir stile etkisi olabiliyor ve bu etki cok farkli olasiliklar doguruyor. bu nedenle okunarak degil deneyimlenerek ogrenilir.

codecademy+1
ders anlatımı, makaleler, ödevler de olsun diyorsanız: www.coursera.org

okuyarak mantığı öğrenilir. o da 2-3 sayfa sürer en fazla.

kalan hepsi pratiktir.

okuyarak öğrenilmez +1

www.r10.net
buradan bir takım kaynaklara bakmıştım ben de öğrendiğim dönemde. isterseniz önünüze örnekler koyun ve benzerlerini yapmaya çalışın. biraz bakındıktan sonra şöyle örnekler yapabilirsiniz: www.w3.org
takıldığınız yerde de how can diye başlayarak gogıla sorun zaten çok fazla kaynak çıkıyor.

uygulamali ogrenmek icin bir yandan lokal server kurmayi ogrenmeni tavsiye ederim.

www.maketecheasier.com

bu lokal serverda yazdigin sayfayi aninda deneyebilirsin.

pratik yaparken de kendince bir web sitesi projesi tasarla ve bunu gerceklestirmeye calis. Web sitesini tasarlarken interaktif bir brosur tasarliyormus gibi dusunsen yeter. Bunu kafadan tasarlamak zorunda degilsin orneklere bakabilirsin, youtube'dan arastirabilirsin, bu tasarimlari oldugu gibi tekrarlayabilirsin. Maksadin sadece aliskanlik kazanmak.

sunu kendim takip etmedim ama ornek olmasi acisindan paylasiyorum: www.youtube.com

cesitli baska tutorialler vardir.

Asil biri vardi ama adini hatirlayamadim. Esprili biriydi.

sikca yedek al.

edit: yedekten kastim ayni yere yedek dosyalari koymak demek degil. Calistigin dosyalar ayri olsun demek istedim. Yani herhangi bir kayipta geri donebilmek icin.

C surucusu , D surucusu ve one drive varsa. Bilgisayar bir kazaya kurban giderse, calinirsa, bozulursa, kullanilmaz olursa one drive isini son kayitli durumda kurtarmak icin kullanacagin surucu olacak. Bunun disinda ben sirket degilim fakat projelerimi soyle yapiyorum:

C'de uzerinde calistigim dosyalar, D'de(ikinci SSD ya da HDD) son degisiklikler. Ayrica bir harici diskte D'nin son kararli kopyasi.

Sen harici disk yerine onedrive kullanabilirsin. 3 disk yerine 2 diskte isini gorebilirsin. Maksat kaza durumunda butun calismayi kaybetmek yerine sadece son degisiklikleri kaybetmis olmak.

C anlik ve D gunluk, Harici disk de haftalik yedek gibi benim anlayisim. en onemlisi harici diskteki yedekler. Sonra D'deki yedekler sonra C'deki dosyalar...

kingcyrax'in dedigi gibi online calismak yerine gore biraz luks olabilir. ona gore yaninda internet baglantisi tasimak zorunda kalabilirsin...

onun disinda elindeki kaynagi da kullanmaktan cekinme. "D surucusu" bombos duruyorsa ya da onedrive varsa, yedegini oraya koy. yeter ki mantikli ya da guvenli bir yedekleme sistemi getir projelerine. Bunun disinda istikrar gerekli. 2 gun yedekleyip aman sonra yedeklerim diye 3. gun yedek almazsan olmaz. cunku ne zaman neyle karsilasacagin belli olmaz. her an hazirlikli degilsen, o anda da muhtemelen hazirliksiz yakalanirsin.

Benim bazi projelerimde D surucusunde 15-20 tane degisik versiyon yedekledigim oluyor. Ozellikle baslarda yaptigim isi sisteme oturtamadiysam cesitli yontemler denedikce onu ayri yedekliyorum.

yedek al derken? zaten onedrive'da olacak. bu arada yedek mantigina kafam basmiyor bi turlu.

alanim 1 tb ise. dosyalarim 500gb ise. 500gb calisacagim alan. 500 gb da yedekleri saklayacagim alan=1tbonun ayni yerde yedegini almak 1tb bunu yapmak alanimin dolmasi demek olmuyor mu?

pc calis
online calismak zor oluyor her yerde internet olmuyor
gunluk yedekle ( her gun 500 gb lık upload etme tabi sadece calistigin dosyaları upload et )

dropboxta eşitleme yapılan klasörde çalışırsın. yedek alma zahmeti ile uğraşmazsın.

bir de şöyle bir güzelliği var, diyelim çalışma yaptığın çalışma dosyası 5 gb. sen onun üzerinde oynayıp kaydettiğinde dropbox en baştan yeni halini upload yapmıyor. sadece yaptığın değişiklikleri 1-2 dk içerisinde buluttaki dosya ile aynı duruma getiriyor.

online çalışacağın bir durum yok. dosyalar zaten yerel diskindeki klasör içerisinde. sen çalışmaları kaydettiğinde dropbox arkaplanda sessiz sedasız eşitler.

oneDrive ın yazılımını kurarsan drive'daki dosyalar otomatik olarak bilgisayarınla eşleştirilecek. Ayrıca yedek almanı gerektiren bir durum yok. Yaşadığım tek sıkıntı kullanıcı girişini unutup sürekli kullanıcı adı/parola sorması.

akademi icin network de onemli. referansiniz olursa muhtemelen tercih edilirsiniz ya da isleriniz hizlanir.

MUDEK değil ama ABET kapsamında bir bölümden mezun olduysanız faydası olabilir.

yağlı boya mehmehmeh

eğer yoksa tuval standı alabilirsin. ben yağlı boya yapıyorum ve bana alsalar sevinirdim.

www.artboya.com

Minyatür model insan figürü. Eklemli. Agşap.

şövale biraz yer kaplayan bir edevat. Alışması da zaman alıyor. İyisi, kullanışlısı, beğenisine göresi... Bunun yerine kendi malzemelerini aldığı yerden bir hediye kartı verseniz belki daha uygun olur.

Hangi marka boya kullandığını biliyorsanız boya alın. Çünkü çok resim yapanlar için boya epey masraflı oluyor, özellikle de kaliteli olanlar.

Güzel fırçalardan alabilirsiniz. Bu işle biraz derinden uğraşan herkesin gözüne kestirdiği pahalı fırça takımı vardır.
Ben hep boya istemiştim bir dönem hediye :)

ya valla şu dünyada bir şeyi zararsız yap deseler ilk iş makarnayı yaparım sonra bir şey ile uğraşamam ölene kadar makarna yerim.

ama aklım, mantığım, bilgilerim diyor ki makarna yiyerek zayıflanmaz. hatta biraz daha ileri gideyim, buğday yiyerek sağlıklı da olmaz zayıflanmaz da.

yağsız olması hiç mühm değil. zeytinyağı, gerçek tereyağı zaten sağlıklı şeyler. sorun buğday. gözün kör olsun makarna. gözümde tütüyor.

Yanında protein olmadan olmaz. Makarna da tarhana da karbonhidrattır. Light ton balığı, yoğurt, salata da olursa ve makarna miktarı da çok olmazsa verebilirsin.

Kilo aldıran yağ değil karbonhidrat.

Senelerdir bu işin bilimiyle uğraşan kimseler özetle diyor ki: Dengeli beslenin. Tek yönlü değil çeşitli beslenin. Aldığınız besin mümkün olduğunca işlenmemiş ve doğal yetişmiş, genetiğiyle oynanmamış vs. olsun.

Buna göre ayarında yendiği zaman makarna yemekte de hiçbir bir problem yok. Ama yalnızca makarna ile beslenemezsiniz. Vücudunuz zayıf düşer.

Aldığınız besinlerin toplam kalorisini günlük harcadığınız kaloriden 300-400 kalori eksik olacak şekilde hesaplarsanız rahatça kilo verirsiniz; fakat kilo kaybederken aynı zamanda sağlıklı da kalmak/olmak istiyorsanız aldığınız kaloriyi sayarken, harcadığınız kaloriyi de spor yaparak artırmanız gerekli. Yani vücudunuzun enerji devir daim seviyesini diyelim ki spor yapmazken 2000 ise atıyorum ki 2300-2500'lere getirmeniz lazım. Böylece vücut önce bazı biriktirdiği fazla su ve ödemden kurtulacak. Sonra da yeni ve daha yüksek bir enerji seviyesinde yaşamaya başlayacaksınız. Spor yapmadığınız zaman bir yandan kalori miktarını azaltıp diyete girerseniz belki kilo verirsiniz fakat hareketsiz bir vücut hareketsiz bir araba motoru gibidir. Durduğu yerde daha hızlı paslanır, daha hızlı çöker.

Vücudunuzu tanıyın bilinçlenin. Sizin bu sorduğunuz soruyu da eminim internette bir milyon kişi çeşitli formatlarda sormuştur. Hani her sene sorulan 'sakız orucu bozar mı' farkındalığındaki bir soru gibi.

Mcdonalds ürünleriyle beslenerek de zayıflanır: www.businessinsider.com

Mesele sağlıklı olmak. O da bilinçle olur.

Kaynak aradım ama bulamadım, hatırladığım kadarıyla özetleyeyim.
Herşeyi angelustan beklememek lazım.

İnsülin peptit dallarının birleşmesinden oluşan bir hormon ve pankreastan salgılanıyor. Pankreasın iç salgısı. Görevi kan şekerinin artışıyla başlıyor, pankreas kana saldığı insülin ile kan şekerini düşürüyor, normal şartlarda hücre zarından geçmeye isteksiz glikoz molekülleri var, bunlar sayıca artarsa kan akışkanlığını kaybeder, sonuçları uzun vadede çok vahimdir. İnsülin hem dokulara ihtiyacı olan glikozu yetiştiriyor hem de kanda şekerin yüksek seviyeye çıkmasının emniyet valfi.

İnsülin maalesef glikoza aşırı hassas bir döngüye sahip ve maalesef yağ dokusu da insülinden en başarılı şekilde faydalanan doku. Bu iki durum şu demek, karbonhidratlar şekere dönüştükçe artan insülin şekeri yağ dokusuna hızla ileten bir vasıta.

İnsülin aminoasitlerden de etkileniyor, yağ asitleri ise insülin salgısında etkisiz. Yani nispeten düşük seyreden insülin düzeyi kan şekerinin daha dengeli dağılmasına, yağ hücrelerinin daha az ihtiyaç fazlası şekeri emmesine sebep oluyor.

Yağ zaten kıymetli bir yapı malzemesi, tek rolü enerji depo molekülü olması değil. Esansiyel yağ asitleri kafamızın verimli çalışması için bile gerekli. Yağ öcü değil. K.hidratlar da tabii.. Ama karanlık tarafa geçmek ihtimalleri daha yüksek.

Bir de, yağ hücrelerinin şeker sevmesi hayatta kalabilmemizin sebebi. Depo yağlar olmadan, uzun açlık ve kıtlıklara dayanamadan doğal seçilimden kurtulamayız. İstemediğimiz yağlar bizim sigortamız.

yağsızlığından ziyade makarnanın kepekli olması hem daha tok tutması hem düşük glisemik endeksi ile çok daha etkili olur.

klavyenin güzelliği önemli değil kullanılabilir olması önemli, o resimdeki klavyede adımı 10 dakkada zor yazarım

fancy.com

bu sitede bunun gibi bir sürü minimal ürün var

rakam yazmak o klavyede iskence
gecenlerde logitech k340 aldim. en ideali bence.
Pc kasalari basi ceker bence. lenovonun all in one tarzi pcleri iyi. Tabi performansi tartisilir toplama olanlara kiyasla

minimalist tasarım istiyorsak ya teknolojiyi kendi dilimizden anlar hale getiririz ya da fonksiyonlardan vazgeçmek zorunda kalırız. Yani telefon sadece telefon eder, fotoğraf makinesi sadece fotoğraf çeker... Buna göre fonksiyonlardan vazgeçmek istemiyorsak yaşadığımız çağda iphone için Siri, olabilecek en minimal arayüz gibi görünüyor..

Kompleks bir işi el yordamıyla yapmaya kalktığımız zaman mecburen minimalizmden uzaklaşıyoruz çünkü işi kolaylaştırmak için belli başlı tuşlardan fazlasına ihtiyacımız var. modifiye tuşları, ayar tuşları, hızlı erişim tuşları... Yani apple dahi bir yere kadar minimalist olabiliyor. Çünkü hitap ettiği kitle ancak bunu kaldırabilecek kadar umursamıyor. Günlük internete girip yazı yazan adam 'bu bana yetiyor' diye bakıyor. Ben mesela eski kafalıyımdır. Fiziksel tuş takımlarını severek kullanırım.

Öte yandan uçak uçuran bir adamın önünden bütün o tuşları göstergeleri şu çağın teknolojisinde kaldıramazsın mesela. Bir gün oraya varırız ama şu anda hala pilot kullanmak bilgisayar kullanmaktan daha güvenilir.

Fonksiyon ve Tasarım arasındaki dengeyi gözetirken dikkatli olmak gerek. Her şeyin minimali olur ama bu sefer kullanışlı olmayabilir.

tasarım ve işlevsellik birbirinden ayrılmaması gereken iki özellik.

ki teknoloji tarihi de çirkin ama işlevi yüksek cihazları bir şekilde yutuyor. çünkü kullanıcı bunlarla bağ kuramıyor. ki apple'ın kutu tasarımlarına bile ayrı önem verdiğini düşünürsek kullanıcıların apple ile bağ kurmasının sebebinin büyük oranının dostane tasarımalr olduğunu söylemek yanlış olmaz.

klavyenin daha büyük boyutları da varmış. www.instagram.com

minimal tasarımdan kastım aslında bir şeyleri koparıp atmaktan ziyade görünüş olarak bir minimallik. ha tabi gereksiz parçaları koparıp atmak de mutlaka gerekli minimalizme giden yolda. jonny ive'ın dieter rams'i kopyaladığını düşününce apple'ın yine müşterileriyle hastalık boyutundaki ilişkilerinin altında gereksiz olanı atıp 'less but better' felsefesini yerleştirmesi olduğunu düşünüyorum.

aslında bakınca yollar işlevsellik ve minimalizme çıkıyor. ama şu an işlevsel ve minimal olabilecekken hala eskide takılı kalan bir sürü şey var. bilgisayar klavyeleri de bunlardan biriydi bence. kullanışlı ve estetik olabilir ama olmuyor.

şöyle olabilecekken; img-aws.ehowcdn.com

assets.logitech.com - böyle bir şeyi tercih etmezdim doğrusu günlük kullanım için.