logitechin en ucuz setini kullandım, hatta bimden almıştım :) çok başarılıydı, ucuzu bile pil tüketimi ergonomi, bide üst modelleri kimbilir nasıldır.

bim'de satılan logitech mouse'ı (m185) ben de hala kullanıyorum pili çok uzun gidiyor aynen. 3-4 sene önce almıştım. zamanında 19 liraya aldığım bu mouse'ın usb alıcısı kayboldu mail attım, adamlar teeey nerelerden kargoladılar ücretsiz olarak. bundan sonra çöp torbası üretse logitech'ten alırım.

şu anda o bim'den alınmış logitech setini kullanıyorum. bir iki seneden sonra mouse'un sağ tık cortladı ama yine de memnunum.

urun.n11.com

10 parmak kullanıyorsan tavsiye ederim ben kullanıyorum.

hocam ne alırsın bilmiyorum ama rica ediyorumartık ömrünü tamamlayan setin usb receiver'ını bana gönder:) bendeki bozuldu, klavye ve mouse kutuda öyle atıl duruyor:/

Klavye mouse işinde Logitech'ten başkasına bakma. 8 senedir aynı mouse'u kullanıyorum, bana mısın demedi.

çekim açısından sıkıntı yok, hatta kadıköy ve fenerbahçe'de turkcell'le çekim sorunu yaşıyordum, vodafone'da hiçbir sıkıntı yaşamadım. red tarifedeyim, turkcell'in platinum'una göre hem daha ekonomik, hem de sunduğu fırsatlar beni biraz daha fazla tatmin ediyor turkcell'e göre. telefonla aradığınızda müşteri hizmetleri bir felaket vodafone'un yalnız, hiçbir bilgileri yok hemen hemen. o yüzden ciddi sorunlarda maille ulaşıyorum, birkaç güne çözüyorlar, daha çözemedikleri ve beni memnun etmedikleri olmadı.

Eskiden Turkcell'deydim şimdi Vodafone kullanıyorum; çekim gücü olarak ikisi şehir merkezinde aynı bence. Yalnız Vodafone'un bazen şehirlerarası yolda ya da nispeten ücra yerlerde 3G'den 2G'ye düştüğünü gördüm. Bazen de internet kısa bir süreliğine de olsa kesiliyor (1 dakika kadar)

4G performansları ikisinin de nasıldır bilmiyorum, hep 3G'de kullanıyorum.

vodafone ucuz, kampanyası bol , müşteri hizmetleri kötü , mobil uygulamaları vs hepsi çok kötü , çekim gücü de şehir merkezinde iyi ama ücra yerlerde kötü
turkcell pahalı, kampanya az, bunun dışında her şeyi perfect.

son 1 yıldır vodafone kullanıyorm pişmanım. Taahhütüm bitiyor turkcelle geçeceğim tekrar.

ben vodafone kullanıyorum ve pek memnun değilim çekim gücünden.
istanbulda iyiydi, hoştu ama başka bir yere taşındım şimdi resmen zulüm. telefonla konuşabilmek için sağa sola koşuyorum saçma sapan. değiştiricem ben bunu.

mümkün

Kırışır, yanına sağlam karton falan koyman gerek.

j r r tolkien hayrani'nin dediği gibi; poşet/şeffaf dosya ile gönderim yaptığımda hiçbir sıkıntı yaşamadım. Yakın zamanda gönderdim hem şehir içi hem şehirler arası, evraklarda bir sorun olmadan ulaşmıştı.

kırışmama ihtimali çok düşük.
bir mukavva ile birlikte koyarsan belki o zaman kırışmadan ulaşır.

En garanti, önlü arkalı sert karton arasına kağıdı koyup onu da balonlu zarfa koymak

kargo ile fatura geliyor poşet doysa içinde sürekli. kırışma falan olmuyor. mektup denemedim ama ikiye katlama ihtimalleri falan var. en güzeli bükülmeyecek şekilde bir kabın içinde göndermek olabilir. kırtasiyelerde var.

taksim istiklalde odakulenin oralarda bir kırtasiye var, hediyelik eşya da satıyor. orada tüylü mürekkepli kalemler var. şahane...

lamy dolmakalem al renkli. hoşuna gider.

Büyükten küçüğe, ucuzdan pahalıya 17 dolma kalemim ve sayısız tükenmez kalemim var; uzman benim.

Öncelikle ucuz ya da pahalı dolma kalem almayın. Günümüzde çoğu insan tükenmez kalem kullandığından dolma kalem kullanmayı bilmez ve dolma kalemle bir bakıma yazmayı yeniden öğrenmek gerekir. Farklı mekanizmalar, malzemeler ve uç gibi faktörler var ki uç dolma kalemin en önemli parçasıdır, denemeden alacağınız (Türkiye'de çok az yer dolma kalem denemenize izin verir) pahalı bir dolma kalem çok kötü yazabilir. Alacaksa gidip kendisi alsın.

Roller kalemler mürekkep olarak dolma kaleme benzer ama aynı his elbette olmaz. Yazarken kağıda takılırlar. Bunu da geç.

En iyisi tükenmez kalem. Herkes tükenmez kalem kullanıyor dedim ama doğruya doğru, günlük kullanımda daha pratiği yok. Tükenmez diye burun kıvırmayın, bir sürü kaliteli tükenmez kalem var.

Bence Lamy Safari ya da Al-star almayın. Tamam, bunların bir sürü rengi var, sevimli şeyler ama tutma kısmı -sözde doğru tutuşu sağladığı için- üçgen şeklindedir ve kimisi bunu çok severken ben dahil kimisi de buradan tutarken kalemi parmaklar arasında sıkıştırır. Bence rahat degil. 50-50 yani. Benim ilk aldığım kalemlerdendi, bundan dolayı çekmeceye attım. Lamy'nin bir dizayn dili vardır ama herkese hitap etmeyebilir. Nispeten sade modellerinden Linea ve Logo'ya bakabilirsiniz. 2000 modeli efsanedir, 50 senedir üretiyorlar, kullandıkça aşınan ve "yıllanan" bir fiberglas malzemesinden yapılıyor ama puro modeli (iki uçta dar, ortada kalınlaşan) bir kalem olduğundan tutuşu rahat gelmeyebilir.

Klasik hediye kalemi olarak Cross Century var ama hem çok eski bir dizayn hem de Cross'un eski kalitesi yok.

Caran d'Ache 849 modeline bakabilirsiniz. İsviçre malı, metal gövdeli ama bundan dolayı biraz ağır ve gövdesi altıgen şeklinde olduğundan bunun da tutuşu biraz rahatsız. Yedek bulması da nispeten daha zor. Ama kaliteli kalem, bir ömür gider.

Geleyim benim önerim ve en sevdiğim tükenmez kaleme: Parker Jotter. 1954'ten beri üretiliyor. Hatta 50li, 60lı yıllarda geçen dönem film, dizilerine hep koyarlar. Tasarımı sade, mekanizması basit ve sağlam, bir sürü rengi var ya da metal gövdeli modelleri var, fiyatı da ucuz. (20-30 lira) İnce yapısı olduğundan kadınlarınki gibi küçük ellere daha uygun ve bence en önemlisi Parker'ın Quinkflow yedekleri piyasadaki en yumuşak ve dolgun yazan yedekler ve bulunması da kolay. Ben dolma kalemle uzun bir şey yazmayacaksam elim hep Jotter'a gidiyor.

Kalemkutusu bildiğim kadarıyla isim de yazıyor, daha kişisel bir hediye olabilir

Genelde fatura tarihini baz aliyorlar.faturanizi kaybetmeyin

elle yazılmışsa, daha önce satılmış olabilir gibi geldi bana.

Aynı şekilde yazmışlar mıdır bilmiyorum ama telefonumdaki Sony Eurasia garantisi elle değil, yazıcıyla yazılmıştı ve sizdeki gibi almamdan 2 ay öncesi tarihliydi. Servis için gittiğimde fatura tarihine baktılar, garanti değil. Faturada da yazar, garanti malın teslim tarihinden (yani fatura tarihi) itibaren başlar diye. Sorun olmaz

Benim aldığım bütün cihazlarda garanti belgesinin üzerindeki tarih alakasız oluyor. 1 yıl öncesinin tarihi de var. Servisler fatura tarihini baz alıyor. Daha önce satılmış gib bir durum yoktur.

gratislerde gözlük temizleme mendilleri var onunla temizliyorum. ben gözlüğü arada sırada takıyorum 2 ayda bir falan onun dışında lens.

atasundan verdikleri fısfıs vardı arada bulursan ondan sıkıyorum gözlük bezine yoksa direk tişörtle hallediyorum.

Haftada bir şampuanla yıkıyorum. Onun dışında penye bir kumaşa siliyorum. Plastik gözlük :)

Normal gözlük bezi ile siliyorum, arada yıkıyorum. Kemik gözlük, o burna değen şeffaf malzemeden yok.

Kemik gözlük. Sabah evden çıkarken bulaşık deterjanıyla yıkayıp peçete mendille kuruluyorum. Gün içinde parmaklamışsam veya sabah vaktim olmamışsa ıslak gözlük silme mendilleriyle siliyorum.

Bazen fısfıs ve bez bazen de köpüklü bulaşık deterjanı ve süngerle yıkama. Dışarı çıkarken lens kullanıyorum evde gözlük. Bundan önce kemik çerçeve vardı burnumu tahriş ettiği için diğer modellerden alacaktım. Gözlükçüm bi çerçeve tavsiye etti, görünümü kemik gibi ama farklı bi malzeme.çok hafif. Ayrıca burun kısmında da o plastik şeylerden var. Normalde kemik modellerde o yok bir tek bu marka üretmiş çok da ucuz bişey. Niye diğer markalar yapmamış anlamadım. Şimdilik rahatım ama alerjik dönemlerimde burnum yine yara oluyor.zaten sorun çerçevede değil bende sanırım.

kemik gözlük , tişörte siliyorum

bazen musluk altında suya tutuyorum. suya tutma imkanı yoksa bol miktarda fısfıs ile yüzeyindeki tozların gitmesini sağlıyorum. böylece tozların yüzeyde kalıp bezle sildiğimde camı çizmesini önlüyorum. sonra özel beziyle (gözlükçünün verdiği bez) siliyorum. burnun oraya gelen parçaları gözlükçü ücretsiz değiştirmişti cam değiştirdiğimde.

Tek kullanımlık gözlük temizleme mendilleri var. Watsons, Gratis, Rossmann tarzı yerlerde satılıyor. Ben onlarla siliyorum. Hep aynı bez ile silmeyi pek hijyenik bulmadığım için kullan at ürünleri tercih ediyorum.

Kemik gözlük. Az bulaşık deterjanıyla ılık suda yıkıyorum. Kuruyunca kalan su lekelerini watsons'da satılan Kruidvat gözlük temizleme mendiliyle silip onun da lifi, tüyü filan kaldıysa bir hava üfleme pompası var (tansiyon aleti pompası gibi, ucunda ince bi plastik boru var) onunla üflüyorum. Bu son adım biraz obsesiflik ama aynı üflemeyi ağzınla yapınca bazen tükürük sıçrayor, sonra başa al.

klasik çerçeveli gözlük. hohluyorum genelde, üzerimde ne varsa onunla siliyorum.

yarım çerçeve kullanıyorum. ben de atlet-tişört-bilimum kıyafetle silenlerdenim. ama bunlar hemen çiziyor camı. ben çizilmez kaliteli bi cam almıştım 1 yıldır iyi idare ediyor

Cambridge'in IELTS kitaplarını indirip çözüyorsun, bu kadar.

her bir kitapta 4 sınav var, birebir IELTS kopyası. ses kayıtlarını da listening için dinliyorsun.

baska bir şeye ihtiyacın yok.

Listening belirleyici olacaktır diye düşünüyorum. Ben dinlemeden 6, okuma ve yazmadan 6,5 konuşmadan da 7 aldım. En zor kısmı dinlemeydi, tek şansın var çünkü.

Bir de kompozisyonda ve konuşmada "First of all, secondly, last but not least" gibi kalıpları kullanmanı bekliyorlar. "do, get, good, bad, I like, I don't like" gibi kalıpları kullanmak yerine farklı fiiller, farklı sözcükler seçmelisin ki kelime dağarcığının geniş olduğunu gösterebilesin.

1-2 deneme sınavı çözsen, hatta onları da yarım yarım çözsen yeter bence. Maksat formatı kavramak oldun ki ben çözdüğümde deneme sınavlarından daha düşük not almıştım, gerçek sınavımın notu iyiydi.

Konuşma da beklediğiniz gibi zor değil; öyle felsefi münazaralara girmiyorsun. Benimkinde en sevdiğim yemeği sordular; pilav üstü kuru anlatarak 9 aldım.

eee armut dibine düşermiş.

fizik ,ruh değil de
anne-kız ilişkisinin sağlıklı olduğu bir anne kız için, görgü, edep, yetiştirme tarzı olayı olarak görüyorum ben bunu.
görgülü kuşlar, gördüğünü işler diye bir laf var, bence daha güzeli bu laf.

Evladı yetiştirene bakacaksın. Doğru.

evet ama sadece anasına değil. otu çek,köküne bak. adanalılar böyle der. hem annesini hem babasını, tüm aileyi birlikte tanıyıp değerlendirmek doğru olur.

nişanlımdan ayrıldıgımızın haftasında tesadüf ciya lokantasına gitmiştim; aşçı ''analı kızlı yeni çıktı abi,ister misin'' demişti..'yok abii aman abii istemem tövbe' demiştim..

Degil. Benim annem cok dakik ve cok caliskan bir kadindir, ben hic degilim. Insanlarin goruslerini cok onemser, ben hic takmam. Asiri zit karakterleriz. Tek ortak noktamiz merhamet.

genel fizik benziyor ya, tabi genelleme bu dediğim, yoksa apayrı insan tipleride oluyor

Kız güzelse anası da güzeldir. Ana güzelse kızı güzel olmayabilir.

Karakter olarak değil ama fiziksel olarak bence geçerli bir genelleme. Kilolu annenin zayıf kızını görmedim (zayıfsa da annesi yaşına gelince kilo alıyorlar) ya da zayıf annenin kilolu kızını.

etki +1

şizofrenide annelerden kızlarına kalıtsal yolla geçme olasılığı yüksekmiş.

güzel. analı babalı büymesini nasip etsin rabbim

Yapmayın :(

Arnavut bir şarkıcı var. Balkan müziği hayranı olduğumdan Balkanlarda özellikle Arnavutluk'ta yaygın olarak kullanıldığını söyleyebilirim. Bence çok iyi değil. Fonetik olarak sonu -sel ile biten isimleri sevmiyorum. Türkçe çok daha güzel isimler var.

Hatta şarkıyı da paylaşayım: www.youtube.com

Kot pantolonlu ve gömlekli olan çocuk.

Çoh kötü be.

Şaka. Bizimkiler bana isim ararken babam önermiş ama annem "Manyak mısın burası Türkiye, o isim verilir mi" diye vazgeçirmiş. 1 ay isimsiz kalmışım lan. Annemin tereddütünü de düşünün ama.

sevmedim.

elit kesimin çocuklara koyduğu sikimsonik isimler gibi biraz.

markus daha iyi :)

kötü.

Marsık der gibi

@angelus a katiliyorum. Yanimda biri cocugunu marsel diye cagirsa ana baba da buram bura anadolu ise yani ecnebilik yoksa nerden buluyorlar boyle sikimsonik isimler diye dusunurum.

ya tatlı rüyalar romanındaki,

turhal mekaniza piyade komutanlığı kıdemli topçu başçavus hector berlioz tekmilini getiriyor insanın aklına:) buna benzer bir kısım vardı romanda.

tabii ki çok kötü.

ilk turda elenmeye mahkum bir isim olur.

Cok kotu. Arsel in cakmasi gibi Arsel ismini de sevmem.

DHL

uçak kargo

Ups ile 1 günde gitti, çok acil belge yollamam lazımdı. Fiyat 177 tl idi. Ups'i arayın şehrinizi ve oranın posta kodunu isteyip hesaplıyorlar.

DHL, UPS, TNT gibi parsel firmaları. DHL'in dağıtım hub'ı Frankfurt'ta diye hatırlıyorum; bugün ver yarın teslim. Fiyat uçuk ama.

Kurumsal, büyük bir şirkette tanıdığınız varsa ona sorun, genelde bu firmaların birinde kurumsal hesapları vardır. Tanıdığınıza verin daha ucuza gitsin.

viski (single malt), konyak-sicak cikolata, konyak-kahve, sicak sarap.

Viski buzsuz bir şeye benzemez diyene bakma, içine birkaç damla su konulmuş yumuşak icimli bir single malt (ilk akla gelen glenfiddich) mükemmel gider.

Sıcak şarap, kırmızı şarap, likör, viski, buzsuz cin kokteylleri.

yüksek alkollüleri soğuk içmeyecekseniz para vermenize gerek yok. ispirto da aynı işi görüyor. ayrıca boğazlar hassasken soğuk içmek şişi azaltır, ağrıyı dindirir. bademciği alınan çocukları dondurmayla şekerli yoğurtla besliyorlar dikkat ederseniz belli bir süre. ev ortamında takılıp üşütmeyecekseniz soğuk sallayın bence.

Sıcak sarap veya baileys ile yapılan güzel bir sıcak cikolata tarifi vardı severseniz

Sıcak şarap

Arabanızı arada çalıştırıp tekrar soğumaya bırakmanızın bir işe yarayacağını sanmıyorum. Eğer arabanızı gerçekten kullanacaksanız tabiki öncelikle üzerini temizlemekte fayda var.

Çalıştırmanız faydalı olacaktır. En azından akü kendini toparlar. 15 dakika çalışması yeterli.

Eger kullanmayacaksan hic elleme degme.bosu bosuna motoru isitip sogutmaya gerek yok.mumkun oldugunca kendisinin cozupmesi daha iyidir.

Aku soguk havalarda bosalır, bi 15 dk calismasi iyi olacaktir bnde yarin inip calistiricam, 2 sene once 3 gun calistirmadim ve aku bosaldi sonra ara dur elektrikci

aku icin ben de calistirilmasi gerektigini duydum. peki bu her arabada oluyor mu yoksa genc arabalarda olmaz diyebilir miyiz

Eski transporterde hiçbir işe yaramadı, akü bitti en sonunda, takviye attık, bimde o kablolar 15 lira ve şu sıra satışta olmalı, yoksa edinin.

Akü boşalmasın diye çalıştıracaksanız gerek yok. Arabanın rölantiden ve soğukta kısa bir süre çalışması da zararlı, silindirlerde tam yağlama olmaz. İlla çalıştıracaksanız biraz sürün.

Temizlik gerekir. Geçen hafta yağan Ankara karında ilk yağdığında temizlemedim, ikinci yağışta ise ilk yağıştan altta kalan kar buz olmuştu, yarım saat araba kazıdım. Özellikle sileceklerin olduğu kısımdaki ızgaraları temizleyin. Buz oluşuyor, silecekler çalışmıyor, fıskiyeler su atmıyor. Kaporta üzerindeki kar sürdükçe düşer zaten.

Kar dursun da biraz ilgileneyim keratayla.

arabanın üstündeki ve lastiklerin etrafındaki karı temizleyin,
yerinden çıkarmak mümkün değilse rölantide yarım saat vs çalıştırılabilir ama dizelse ısınmaz yine.
sileceklerin altına bişeyler koyabilirsin, donup yapıştığında sileceği çalıştırınca yırtılabiliyorlar.

Ağustosa kadar okul bitsin stresiyle geçti. Okul biterken son kısımlar, geçtiğim sınavın açıklandığı yerler falan iyiydi.
Diplomayı aldım ve bok çukurunda buldum kendimi. Her şey kötüye gidiyor şuan. 2017'de en azından okul bitsin derdim olmayacak ama pek güzel giremicem yeni yıla malesef, enkaz halinde giriyorum.

Senenin ilk aylarında kötü giden ilişkimde Nisan sonu gibi bi ayrılık yaşadım, devamındaki 3-4 ayımı b*k etti. Tatiller dahi keyfimi yerine getiremedi. Sene başında okul işleri yoğun ama iyiydi, şu aralar hevesim azalmış durumda, bu da kötüye işaret. Geçen hafta iş yerinde 4 yıllık oda arkadaşım bana nefret kustu, son iki hafta kabus gibi geçti. Bunlar dışında önemli bi sağlık problemi falan olmadı çok şükür. Genel olarak fiziksel ve ruhsal bakımlardan yorucu bi seneydi ama. Para ve seyahat işleri fena değildi. Bi hobi buldum sayılır. İşte eyle..

çok büyük olmasa da birçok 'ilk'i yaşadım. hayata karşı tecrübe kazandığımı düşünüyorum.

Ya yil sonunda bakinca hicbi yili kotu anamiyorum ben. Bu yil kendi adima cok guzel seyler yaşadım mesela bunlari cok net hatirliyorum mesela ilk kez yurtdisina ciktim gibi, kotu yasadigim şeyler de vardir kesin ama su an aklima gelmiyolar acikcasi. Yani guzeldi ya bence..

of çok kötüydü ya. kötünün de kötüsü. saaaaaçmasapan. hatta 31 aralığı hatırlıyorum. kombi bozulmuştu ilk. yani daha başından belliydi. güzel şeyler de oldu ama güzel şeyleri düşünürken içinde gerçekleşen kötü şeyleri hatırlamam daha olası. bence unutalım.

2015 kadar kötü değil benim için ama en kötü birkaç yıldan biri diyebilirim.

Şuana kadar geçirdiğim en kötü seneydi açık ara.

Önceki yıllar için iyi kötü bir şekilde geçti diyebilirim, yıl ile bağdaştırdığım kötü bir olay yok. 2016 yılını kötü ve verimsiz bir yıl olarak hatırlayacağım.

Dolu dolu geçti ama iyi anlamda değil. Bence kötü.

Çok şey öğrendim, ders aldım ama genel olarak bokum gibiydi.

doğum günümden sonrası hatırlamaktan ürkeceğim anılarla dolu

@bushido+1

Şu an bir fırsat verseler 2016 hiç yaşanmamış olacak direkt 2015'den 2017'ye geçiş olacak diye, cümlenin bitmesini beklemeden kabul ederim.

hayatımın en kötü yılıydı.

rüzgar gibi geçti, ne oldu ne bitti anlayamadım. böyle devam ederse yaşlanacağım...

iyi başladı, çok iyi gitti, sonlara geldikçe bombok bir hal aldı.

2015 kadar iyi değildi. ama gayet mutluydum genel olarak.

Çok güzel günler de yaşadım fakat üç çocuğumdan ve hayatımın kadınından ayrı düştüm. Maddi anlamda büyük bir meblağın altında kaldım. Bundan başka anne ve babayla ilgili sonu gelmez problemler yaşadım. Kısacası hayatımın en kötü yılıydı.
Yine de bir belkinin hayaletini beklemek bile yaşamak için bir neden.

açıkçası kafam ne zaman rahatsa o zaman, belli bir zaman yok yani. stresliysem, "ne yapacağım ben?" diye kara düşüncelerdeysem, kafam rahat değilse okuduğumdan bir şey anlamıyorum.

Okumuyorum. Bana göre çağ değişti. Kitap okumak bir zevk haline geldi. Mesele okumak ise fark ettiysen şu an bile okuyorsun. Okuma sorunu pek yok.

Ha buradan edindiğin bilgi ne kadar doğru diye sorgulama meselesi var o apayrı bir konu. Bilinçli bir insansan onu da ayırt edebiliyorsun.

Alttaki arkadaşa: Prim yaptığım falan yok. Alanım ile alakalı milyon tane şeyi okumak zorundayım; ancak roman okumak gibi eylemler bu çağ için bir zevktir. Buna da bir söz etmedim. Aksine sen okumayana laf atarak kitap okumak üzerinden prim yapıyorsun. Bilgine...

yatmadan önce okuyorum genelde ama pek verimli olduğunu söyleyemem, gafa galdırmıyo onca saatten sonra.

Genelde akşam 8-10 veya 9-11 şeklinde 2 saatlik bloklarla okuyorum izleyeceğim maç vb. olmadıkça. Haftasonu evdeysem gün içinde yine 2 saat civarında okuyorum. Genelde akşamüstü gibi oluyor o da.

Bir de tren yolculuklarında, o da ayda yaklaşık 8 saate denk geliyor.

Hafta ici yorgun degilsem yatmadan once 1-2 saat okurum. Yorgunken okudugumu anlamiyorum. Hafta sonu daha cok vakit oluyor, aslinda isteyince vakit yaratiliyor bir sekilde. Ayda 2 kitap bitirmeye calisiyorum bu sekilde.

kendim zaman yaratmaya çalışıyorum. bilgisayarı kapatıp okumaya çabalıyorum. sen de her gün kısa da olsa düzenli olarak bunu yapmayı deneyebilirsin. yolda okumayı da küçümseme. o kadar vakit boşuna geçmemiş olur; şahane bir çözüm.

@fragile lady
yolda okumayı küçümsemiyorum. bence iyi bir şey zaten. sadece onu normal ve kolay bulduğum için o hariç diye sordum.

bilgisayar/tv/telefon karşısında kitap okunmuyor. okuduğum kitabı hep yanımda taşıyorum, evde elimden düşürmüyorum bitiyor bir şekilde.

Artık kimse kitap okumuyor. Okuyanların da çoğu ''okuyormuş taklidi'' yapıyor.Evet, genelleme yaptım olley

7" tablette aldiko kurulu, işe giderken mutlaka götürüyorum, sağa sola giderken yanımda gezdiriyorum. bir şeyler beklerken 5-10 sayfa okuyorum. evde de kindle var, lavaboya bile götürürüm onu. bi gün satayım dersem ve buralardan alıcı çıkarsa en özel anlarımda benimle birlikte olduğunu düşünerek fiyat versin. kıps.

her gün en az 100 sayfa okuyorum. işyerinde molalarda ve öğlen yemeğinde, akşam servisle eve giderken ve yatmadan önce. aklıma estiği zaman okuyorum.

İşte fırsat buldukça, onun dışında da her gün akşam yemeğinden sonra.

Millet 20:00-23:30 arası Elçin Sangü dizisi, Muhteşem Süleyman dizisi izlerken okuyorum.

otostopta bile iki taraf da birbirine güvensiz olup tetikte yolculuk ederken, durup dururken yanıma yanaşıp 'şş alıyim mi seni yavru' gibisinden bi teklif gelse, paralarım sanırım o sürücüyü de arabayı da.
yani, karikatürize etmeye çalışmama bakmayın, insanlar böyle bi teklifi iyi niyetli göremiyor böyle bir dünyada.

ya ben de bunu cok dusunurum. niye arabama kimseyi alamıyorum diye, hatta tam universitenin oldugu duraktan geciyorum ve yol guzergahım genclerin coguna uyacak biliyorum. fakat kadınım, biri zorlar, yanlış anlarlar diye odum kopuyor. bikaç defa backpackerları almıstım diye annem nasıl korkmustu(münevver zamanlarıydı sanırım).
cok kötü ya toplumsal guven hiç yok, büyük israf da bı yandan.

anladığım kadarıyla magandalar ve @bir nick var benden içeri'den kaynaklı kimse durup almıyor. insanlar da salak mı acaba? belki duran adam senin komşun. niye paralıyosunuz insanları? biri durağa gelip gideceğim istikamette uygun bi yere bıraksa ne kadar mutlu olabilirim halbuki. 45 dakika durakta bekledikten sonra otobüse binemeyince ağlayarak eve geri dönüp ayağımı ısıtmaya çalıştığım zamanları hatırlıyorum çünkü.

1- Otostop işareti yapan yok. O da sanırım bizim toplumda otostop çekmenin fakirlik/eziklik olarak algılanmasıyla alakalı. "Şimdi yabancının arabasına binecem, ezik gibi ne gerek var?" zihniyeti.

2- Toplum sözleşmesinde güven olgusu yok. Kadın erkeğin arabasına binse "Başka yöne gider mi? Sarkıntılık yapar mı?" gibi dertler. Erkek binse "Yollu galiba" zihniyeti ve bu karşılıklı şüpheleşmenin olayı baştan bitirmesi. Benim gördüğüm sistematik otostop, üniversite kampüsü gibi dışarıya daha kapalı alanlarda yaygın.

Bu vesile ile bir gün Ankara DSİ Genel Müdürlüğü önünde "Ya acaba buradan Armada'ya dolmuş geçiyor mu diye yola alık alık bakarken servisiyle yanıma yaklaşıp "Sen yabancısın galiba yeğenim. (16 senedir Ankara'dayım ya la) Ne tarafa gidiyon?" diyen emmiye de teşekkür ederim. Yolunun üzeri değilmiş ama düşünmesi yeter.

Bir arkadaşımın halası kendi eczanesinin yanındaki elektrikçi dükkanında çalışan çocuğu " gel seni de bırakiyim gideceğin yere" diyip arabasına aldı. 2 gün sonra 48 yerinden bıçaklanmış şekilde ormanda bulundu.

Duraktali adama guven yok diye algilamaya gerek yok ama toplumda kimsenin kimseye guveni yok. Ki haksiz sayilmazlar. Bu ulkrde otobuste tek kaldi diye bir kiza tecavuz edildi, malesef gercek cevre ile sozluk ortami pek uyusmuyor. Aklima gelse de sirf bu yuzden otostopcu almam arabama.

bazen akşamları iş arkadaşlarımı izmir'den manisaya bıraktığım oluyor şirket aracıyla. Giderken de dönerken de otostop çekenler oluyor.

Eskiden dönüşte alıyordum, zaten genelde öğrenciler oluyor ama sonradan düşündüm, kaza bela olursa hiç tanımadığım insanların sorumlulukları bana kalacak. O yüzden pas geçiyorum.

ben lütfen alalım diye rica ediyorum eşim almıyor. sorumluluk almak istemediğini söylüyor. yan tarafta benim olmam bile endişelendiriyormuş onu araba sürerken birde başkalarıyla uğraşamazmış. allah korusun kaza yaparım diye korkuyor. ailecek kaygı bozukluğu var bizde.

Bu toplumca yaşadığımız bir güvensizlik ama bunu sosyal medyayla, belki akıllı telefon uygulamalarıyla çözmek mümkün olabilir. Üzerinde kafa yormak lazım, neden olmasın ki? Facebook bile çok işe yarar bence. Ben de dağın tepesinde, merkezden 6 derece daha soğuk yerde ne gece otobüsten inip evime çıkabiliyorum ne de elime eşya alıp çıkabiliyorum. İlla araba kullanmam gerekiyor ama para yetişmiyor.

Cidden iyi bir çözüm bulunabilir bence.

Biri beni almayı teklif etmişti. Erkek halimle kabul etmedim. İti var kopuğu var. Ne binerim ne bindiririm.

burger lab vs.. türevleri ve bahsettiğin gibi pişirim yapan mekanları seviyorum. pişirim kadar mekanın görüşünü de beni çok etkiliyor. daha sakin ton renkler kullanan, duvarlarda güzel seçilmiş tablolar olan mekanları seviyorum. bir de müzik olayı önemli bu mekanlarda. bu konseptlere country veya folk müzikler çok iyi gidiyor.

Buraya sormustum istanbula gidiyorum nerde hamburger yiyeyim diyr virginia angus Eminönü demislerde gittim yedim bugün baya güzeldi tavsiye ediyorum

mekan adı vermeden, bir hamburgerciyi neden ikinci kez asla tercih etmediğimi yazayım madem ben de.
bir kere tek bi hamburgeri 30 tl'ye satılıp, kurabiye kadar olan hamburgerler out
eti de tenis topu gibi yapıp çiğ çiğ yediren mekanlar out :/
bir de patates çok önemli. patatesin yanına değişik ve bol çeşitte sos da çok önemli. sırf sosları güzel diye tercih ettiğim mekanlar var.
sonracığıma, hamburgerde çeşitlilik çok hoş, böyle mantarlı olsun rokforlu olsun değişik tatlar seçmek için bir sebep.

o değil de hamburger çekti canım :/

Kişiye özel kavramını anlamadım ama 4. Levent'teki Komşu Burger'de 4 sene önce yediğim cheeseburger uzun zamandır aradığım şeydi. Et, peynir, domates ve marul. Sadeydi ama lezzet mükemmeldi. Ekmek de çıtır çıtır. Patatesleri de dondurulmuş olsa da iyi kızartıyorlardı.

Sonra çoğu gibi, bunlar da bozdu. Porsiyon küçüldü, domates çıktı, minnacık marul. Patates de hamur gibi. Yine etleri lezzetli; kötü diyemem ama ilk yediğimde tadı apayrıydı.

Bir de eskiden (5-6 yıl önce) Gourmet Burger Kitchen vardı. Oranın pesto soslu, mozarellalı burgerini çok severdim.

www.youtube.com

@kaportaci mahmut

Kişinin damak tadına göre özenle hazırlanmış burger anlamında...


@jadle

Ben bu videoları aylardır izliyorum.
evde defalarca yaptım ama burger mekanlarının ambiyansı farklı oluyor. oralarda takılmak burger tecrübelerini tatmak, dinlemek, sohbet etmek apayrı bir olay !!

statik elektrik faktöründen dolayı denizcilik diyebilirim

ucak kontroloru sakin bir bolgede de olamaz mi?

bence lojistik.

borsa zimbirtilari da sayilabilir...

Hava trafik kontrolörü olmak istiyotdum. Zor mu ya :/ cerrahlık olabilir.

Bankacılık. Hayatta stress olması için 2 faktör vardır 1 para 2 insan. Bunun buluşma noktası ise bankacılıktır.

Doktorluk, özellikle cerrahi alanlar. Memlekette hastanın içinde çeyiz takımı unutan tipleri geçtim, basit operasyonlarda bile komplikasyon oluşma riski daima var.

Pilotluk. Uçak en güvenli ulaşım aracı ama arıza dışında pilotaj hatası onlarca cana mal olabiliyor.

Finans işleri. Kendimden biliyorum; gereksiz boş stres. Hayati bir riski yok ama görmediğin, sanal para için kendini yiyorsun. Çalışırken ettiğim küfür başına 1 lira alsam şimdiye Rothschild olmuştum.

Pilot, cerrah, denetciler bunlar bence.

İnsan hayatının konu olduğu her iş streslidır. İnsanların parasını kontrol ettiğin bir iş ondan cok daha streslidir özellikle Türkiye'de. Çünkü bizim insanlarimiz genelde türlü türlü sahtekarliklara denk geldiğinden parasının konu olduğu bi işte karsisindakine hayatı zindan eder.

0.01 bakiye farkı için bile hayatınızda yemeyeceginiz hakaretleri yiyebilirsiniz. Kısacasi bizim insanımızın parası canından kıymetlidir. O yüzden de 1 kurus için 100 kamyon laf eder surat yapar laf sokar trip atar yapar da yapar yani.

7 Aydir icinde bulunup gordugumden bankacilik arti 1
Yaslandim 7 ayda

partili cumhurbaşkanlığı

Askerlik, özellikle Piyade

Komplikasyon riskinin yuksek oldugu cerrahi branslar yani hepsi:) veya hastanin hayatini etkileyecek kararlar verilen bolumler -nukleer tip, radyoloji,patoloji, onkoloji gibi-.
Genel olarak insanla muhattap olunan tum isler zor aslinda, sadece saglik degil

en stresli 3 mesleğin pilotluk, doktorluk ve hava trafik kontrolörlüğü olduğunu duymuştum ben.

hava trafik kontrolörlüğü için geldim
kardeşim ATC -yani henüz olmadı ama bakıp göreceğiz sürecin sonunda ne olacak :) zaten havacılık mezunu.
kardeşten dolayı epey bir ATC var tanıyıp bildiğimiz, kimse stresten ölmüyor, kesin bilgi.
benim kendi çevrem ise ağırlıklı olarak tıpçı. onlar da stresten ölmüyor ama devlette çalışanlar halkla uğraşmaktan bıkmış yani stresten çok tükenmişlik desek daha doğru sanki.
cerrahlarda ben stresten yıpranmaktan çok bunu egoya vurmak tavrı görüyorum, adam zor bir iş yapıyor hakkıdır.
benim tek bir iş adayım yok bu konuda. stres daha çok patron, iş ortamı, insanın kendi stres yönetimi gibi faktörlerden etkileniyor. İlla bir meslek diyecek olsam ben mimarlık, tasarım vs. gibi insanlara sayısal, standart kuralları olmayan işler beğendirmek zorunda olan ve birebir insan zevkine hitap eden meslekleri derim- bu konular bende stres yarattığı için. Yoksa ATCnin cerrahın işinin kuralı katı ve kesin belli, bunlar benim gibilerde stres yaratmaz, mesela.

Bir yerde çevirmenliğin en stresli işler arasında olduğunu okumuştum. Gerçekten katılıyorum.

Kıbrıs'ı bilmem ama İngiltere'de sağdan direksiyonlu arabayı bir park edeyim dedim; elime yüzüme bulaştırdım. Trafiğe çıksan daha garip olur sanırım.

Zor olur diye biz hiç denemedik bile. Bırak araba kullanmayı karşıdan karşıya geçerken bile zorlandım ben. Taksi öneririm, şoförle anlaşınca uygun fiyata rehberlik hizmeti bile almıştık.

Trafikte refleksler ile yapilan hareketler vardir. Ani bir durumda bize gore dogru tarafa dogru hareket edersin refleksle ama orada tam tersi olur kazaya neden olursun. Yolda arac olmadigi durumlarda da alistigin seride gecebilirsin farkinda olmadan. Riske atmaya degmez

ben her gidişimde kiralıyorum sun rent a car'dan.
alışınca sorun olmuyor. otomatikse hele çok rahat. kavşaklarda dikkat et yeter.
zaten insanlar avrupalı gibi çok saygılılar trafikte.

Yansımamış, marlboro touch blue hala 11 lira.

bugün bir şey yok. winston light hala 10 lira

Orospu cocuu bakkal beni kazikladi anlasilan

Ben armani si kullaniyorum.kokusu cok cekici geliyor

erkeğim de, arkadaşlardan lancome la vie est belle, ysl black opium' u seviyorum baya. yeni keşfettiğim, yeni bir parfüm zadig & voltaire var, kendime erkek versiyonunu aldım, kız versiyonu da arkadaşa tavsiye ettim sevdi baya, ben de beğendim. this is her!

Tavsiye almak iyi ama ne olursa olsun gidip parfümü kendiniz deneyin. Herkesin koku algısı ve koku çağrışımı ayrı olur; tarif ettiğinize karşı gelen önerileri denediğinizde çok farklı çıkabilir. Mesela benim çok sevdiğim ve zor bulunan bir parfümü sorduğumda adam "O uzun zamandır gelmiyor ama benzer şu var" diyor; gösterdiği şeyin alakası yok. Ya da bir kere "Süper parfüm, sektörde mihenk taşı, böylesi 20-30 yılda bir çıkıyor" dedikleri şeyi denedim; "Eee bu mu yani?" dedim.

İmkanınız varsa decanter sipariş edin/deneyin. Denediğinizde parfüm üstünüzde bir süre dursun; notaları nasıl açılıyor onu görün. İlk notaları hoşunuza giden bir şey sonra çabucak sönebilir ya da teninize uymayabilir; paranıza yazık olur.

Bu kadar sözden sonra illa bir öneri istiyorsanız Hermes - Eau de Merveilles. Farklı modelleri varmış sanırım; bir arkadaşım onlardan bir tanesini kullanıyor. Uzun zamandır " İşte bir kadın böyle kokmalı" dememiştim; bunu koklayana kadar. Ama yine de tenle uyumu, benim koku algım...vs

One million

chloe - signature
thierry mugler - alien
dkny - apple
escada - hepsi güzel

my burberry.

şekerini meyvesini bilmem de hypnotic poison güzel bi koku

bana güven shiseido zen al. bayılacaksın

burnunda sorun var demektir.

acilen kilo vermeli. veya bir kbb ciye gidip baktırmalı burnuna. kemik veya doku şişmesi olabilir.

kısa vadede burun bantları kullanılarak geçici çözümler üretilebilir.

küçük dili aslında küçük değildir tedavi olsun. evlenince bunu fark etmen ilginç. evliydin di mi sen ahszhshd

sevgilim var gayfecim tekliflere de açığım :)
sonradan farkettiğim bir şey değil de hep birlikteyiz artık dolasıyla uyuyamıyorum.
kilo problemi yok aslında ve burun bantları da işe yaramıyor.

3m turuncu sünger kulaklık. Kim icat ettiyse allah razı olsun.

ondan erken uyu? bir zaman sonra alışılıyordur bence.

Alismak mi? Allaha sukur manita durumundan degil de babam yeri gogu inletiyor. Alismak mumkun degil. Tedavi sart

uyku hapi veya anti-depresan kullaniyor mu? onlar da bayagi tetikliyor cunku.

Ben alıştım. Babam uyurken aslanın kuyruğunu bacak arasına kısıp kaçtıracak seviyede kükrüyor; içtiği akşamlar ise tam bir kakofoni. Buna karşı bir teknik (annemin) bacağına tekme atmak. Öyle susuyormuş bizimki.

Basit bir operasyonla tedavi edilebiliyor. Nedenleri araştırılmalı önce tabi.

benim hatun horultum olmadan uyuyamadığını söylüyor. 6 yıldır birlikteyiz, 5.5 yıldır birlikte yaşıyoruz, 4 yıl da evliyiz. yani beni yemesi için epey uzun süre... bu arada cidden çok sağlam horlarım, son zamanda kilo alınca daha da arttı.

alışılmıyo ya bazen boğayım da kurtulayım diye cinnet anları geliyo gecenin bi yarısı. gecede 18 20 kere dürtükleyip yine de horlamaya devam ettiği oluyo. her zaman horlamaz ama horladığında da kükrüyo resmen evi inletiyo. tek çarem kaçıp diğer odalarda uyumak. kedi bile dayanamayıp pati atıyo bazen yüzüne. gamsız hayvanı bile çileden çıkarıyo. kulaklık, breathe right falan hiç bir işe yaramadı. ameliyat olması lazımmış ama onda da kesin düzelir diye garanti vermiyolar.

hele bazen horlarken nefesi kesilir gibi oluyo 3 4 saniye nefes almıyo aklım çıkıyo ölcek şimdi diye. sabaha kadar nefesini kontrol etmekten ben uyuyamıyorum bu sefer

Ben de bir ara sıkıntıdan neye saracağımı şaşırıp denedim. Sinir stres sahibi oldum, ikinci gün sildim.
Belki de sabrın sonu selamet ama bilemiyorum.

denedim memnun kalmadım alakası yok. sleeptimer'dı programın adı.

benim telefonun kendisinden var bu özelliği. bir iki sefer denedim memnun da kaldım ama uyku düzeni olmayan birisi olarak gereksiz geldi kullanmak kapattım sonra.

sleepcycle diye bişi denedim. bence gerçekten çok işe yarıyor ve acayip memnundum. ama gece yatarken uygulamayı açık tutman ve telefonunu da gece boyu şarjda bırakman lazım. bu da pilimin ömrünü yemeye başladı bi ay içinde. sırf bu yüzden de kullanmıyorum artık.

Yaramıyor. Bir de üstüne gece boyunca telefonun elektromanyetik alanını beyne maruz bırakmak var.

@istanbul ben de onu denedim cok onerilmis diye. Ama normal alarmdan farki olmadi. bir seyi yanlis mi yaptim bilemedim ki. Tam olarak nasil kullandiniz ve alarmdan once mi uyandirdi ?

@kaportaci mahmut ben de rahatsiz oldum o olaydan. Telefonu yataga birakmak hic hosuma gitmedi.

@aquarium nasıl yani, normal alarmdan farkı yok derken tam söylediğiniz saatte mi uyandırıyor? ayarlardan uyanma evresi'ni değiştirin? 30 dakika gayet yeterli oluyor. ben sabah 7 ye kuruyordum, 6.30 ile 7 arası bi saatte uyandırıyordu. bir de uyumadan hemen önce açın uygulamayı ve kapatmayın. telefonu söylediği gibi şarja koyun ve yatağın başucunda tutun. aklıma başka bişi gelmiyor.

öyle mucizeler beklemeyin tabi "günde iki saat uyuyacağım bütün gün dinç takılacağım" falan değil :) sadece uyanmayı kolaylaştırıyor.

@istanbul yok mucize beklemedim tabi de aynen ilk iki seferde tam alarm saatinde uyandirdi. Bu gun biraz onceydi sanirim ama uyanamadim erteledim surekli kalkmayi beceremedim yani :D sorun bende sanirim. Yani kolay uyanma olayini gerceklestiremedim bir turlu. Ayarlarina bakayim bi tesekkur ederim.

sineklerin tanrisi ve yabanci

mahir ünsal eriş'ten dünya bu kadar yerine olduğu kadar güzeldik kitabını seçebiliyorsan o

ikincisi de çavdar tarlasında çocuklar

sineklerin tanrısı +1

genç werther'in acıları diyorum ikincisine de.

Dönüşüm
Anayurt oteli

Satraç'ı Can dan al.

Diğer ikisi:
Dönüşüm
Yabancı

@freebird onu okudum

kitap listen gayet iyi. Hangi ikisini okuduğun çok önemli değil bence.
İllaki istersen de, dönüşüm ve yabancı derim.

yabancı ve genç werther'in acıları.

erje ayden - ayrılık acısı

yabancı ve aylak adam. satrancı bende can yayınlarından okumanı öneririm.

Dönüşüm - Ahmet Cemal çevirisi mutlaka

Emrah Serbes hariç hangisini alırsan al güzel olur bence. Bir sonrakine kalanlardan alırsın.

Bildiğim kadarıyla düşünce suçu yok. Fikrin icraate geçmediği sürece istediğini belirtrbiliyormuşsun. Başkana saydırmaktan, nazileri övmeye kadar. Avrupa'da bile yapamıyorsun bunu

nerde duymuştum tam hatırlamıyorum. bir film de olabilir başka bir yer de. birebir de hatırlamıyorum ancak anlam olarak şöyle bir şeydi. "amerika'da her şeyi eleştirebilirsin. hatta abd başkanını bile ancak onu değiştirmeye çalışırsan başın yanar."

avrupa'ya göre ifade özgürlüğü çok daha gelişmiş. hakaret de ifade özgürlüğü kapsamında ele alınır.

silah ve bazı uyuşturucular konusunda da özgürlükler var diye biliyorum, o durum nasıl?

bi söz vardı ben de kaynağını hatırlamıyorum ama paylaşayım. yaklaşık türkçe çevirisiyle şöyleydi:

"Olimpiyatlarda altın alıp abd marşını söyeyen amerikalı bir sporcudan daha amerikanvari olan tek şey o sporcunun marşı söylememe özgürlüğüdür."

aslinda dusunulen kadar ozgur bir memleket degil. ben de gelmeden once oyle dusunuyordum, ozgur bir ulkeye gidiyorum diye ama degilmis. tabi benim kastim dusunce ozgurlugu degil. ayni turkiye gibi her turlu adam kayirma, ihaleye fesat karistirma var bu ulkede. bazi yerlerde hristiyan cemaatler cok etkin. adamlar ayni bizim cemaat gibi disaridan kimseyi ise almiyor. hem ozgur olsa ne yazar, deli gibi homeless var burada. bir laf vardi adaletim olacak ki ekmegimin pesinde kosayim derler. aq mun ulkesinde adalet bile dogru duzgun islemezken adamlar bir de evsiz.

bir üniversite kampüsünde öğrencilere gerekmediği halde biber gazı sıkan polisler yüzünden milyon dolar tazminat almışlardı.

nah bu kadar özgür.

edit: link; t24.com.tr

bende hiç özgür olduğunu düşünmüyorum

en apolitik kılıklı şarkıcıların bile çıkıp
www.azlyrics.com
böyle sözleri olan bir şarkı yazıp, sağda solda bangır bangır çalabildiği, söyleyebildiği bir yer işte.
Bi tık daha özgür bizden

Bireyin ne kadar parası varsa o kadar özgür.

amerikanın en büyük özgürlüğü kısıtlamalarıdır (kanunlar).

kanunlara uyduğun sürece problem yaşamazsın. kanunlara uymaz isen sıçarsın. vatandaşlarındaki bu güven onları özgür kılıyor.

not: her sistemin kendi içinde bugları var maalesef.

Hepimizin elde etmek istediği bir şey, ulaşmak istediği bir yer var. Onunkinin ne olduğunu biliyorsan onu sun ya da ucundan göstermeye bak. İnsan zihni bu gibi durumlarda en küçük umut tohmmunu çabucak filizlendirir.

bu işler kolay işler değil. sen ben gibi bilgisiz insanlar iyilik yaptığımızı sanarken genelde durumdan muzdarip kişileri daha kötü hale sokuyoruz.

profesyonel yardım alsın. yardım aldığı kişiyle sen de görüşebilirsin ona karşı tutumunun nasıl olması gerektiği ile alakalı.

valla nasıl yaklaşılır bilmiyorum ama nasıl yaklaşılmaz onu biliyorum. önceden planladığın konuşmaları yapma. hatta hiç konuşma yapma. ondan çok daha zeki değilsindir, o da sevmeye çalışmıştır hayatı mazoşist değilse. bence onun en hoşuna giden şey onu anlaman, benzer acıları yaşadığını/yaşıyor olduğunu göstermen olur

editleyemedim, son dediğimi gerçekten yaşadıysan yap. samimiyetsiz tavır çok daha kötü hissettirebilir

Sevmek/sevilmek bunun ilacı. Onun varlığından dolayı mutlu olduğunuzu gösterin.
Çok üstüne gitme +1
Zor +1

ne güzel insanın çevresinde onu mutlu etmek için uğraşan birirlerinin olması :) üstelik muhtemelen o insan mutsuz olmayı "tercih" etmesine rağmen.

ama eğer sabır taşı değilsen bir noktadan sonra "eeeh yeter be! sanki bi senin derdin var amk. sabah kalkıyorsun depresif akşam yatıyorsun gene depresif. valla allah başına öyle bir dert verir ki bu günlerini ararsın. git duş al silkelen ve kendine gel adamı hasta etme" cümlelerini sarf edebilirsin.

şanslıysan, karşındaki kişi bu güne kadar senden "tatlım üzülme bak hayat ne güzel çiçekler böcekler falan, hadi gel sahilde bir yürüyüşe çıkalım istemez misin? hı?" cümlelerini duyup kulak asmamaya alışmışken, bu şiddet içerikli sözlerle mini bir şok geçirip kendine gelebilir.

arkadaşın sorunu gerçekten çok ciddiyse beni kaale alma tabi.

kolaylıklar.

bireysel çabalar genelde işe yaramaz, bunun çok normal bir ve günlük bir şey olduğuna ikna ederek (ki gerçekten öyle!) profesyonel yardım almasına ön ayak olun.

Peace

ffs

all we need is coffee

ismini barcode ya da karekod halinde yazdırabilirsin.

previews.123rf.com şöyle kırmızı ojeyle "war" yazıp üzerine beyaz(ortasına) çizgi çekebilirsin.

sarı ojeyle elektronik şeyleri seversen onu yazabilirsin.

tabanına yakın olacak biçimde düz bir çizgi çekerdim enlemesine, tüm bardağı saran.

böyle de aman efendim minimalist, aman efendim cihangir elitiyim işte.

yalnız oje o bardaktan illaki çıkacak, haberin olsun. uzun süre kullanma niyetindeysen seramik üzerine yazmaya yarayan kalıcı markerlar falan oluyor, onları inceleyebilirsin. hatta bir kırtasiyeye gidip bardağın üzerine yazacak mı diye deneme amaçlı işini halledip çıkabilirsin de.

ulan altı satır önce kurduğum elitist illüzyon gözlerimin önünde yıkıldı.

Over worked under paid

yazi olmasi sart mi?
ben olsam söyle bi desem yapardim (her ne kadar beyaz kupa üzerinde daha hos dursa da):
www.youtube.com

buraya çöp dökmek yasaktır sevgilerle

balpolen

Kappa

Yes

Harry potter sevicisi iseniz ölüm yadigarları sembolü olabilir.

BP logosu yaptır. sarı yeşil

Bu çirkinliği yapmak için kendimi feda ediyorum

(bkz: u can't touch this)

za xd yazardım ben olsam

kupanin sapina ip dola.

SATILIK

evet! her seyden ucer beser takim var en az. annem tam bir istifci. gecen cocugu su an ilkokula giden birinin kina gecesinde verilen cerezi buldum evde.

hem de ne. valide pes etti,devrilip yatıyor. 3 senedir hem evi toplamaya çalışıyorum hem de valideye düzenli olmaya teşvikle. evdeki çoğu şey gereksiz ve gereksiz eşyalar da birer değil beşer onar tane etrafta saçılı.

Kesinlikle evet. boyle olmamak icin evimde hic fazla esya tutmam.

abartmıyorum annemin evinde kapılar açılmıyor kıvrıla kıvrıla dans ederek geçiş yapıyorum odalar arasında, kapıların arkası da dolu olduğu için.

banyodaki deterjan, sabun ve diğer temizlik malzemeleri bile bana en az bir yıl yeter mesela.

Annelerin ortak özelliği sanırım. Gerçi ben ne yazık ki ziyarete gittiğimde değil sürekli maruz kalıyorum ona çünkü birlikte yaşıyoruz. Bir de yetmiyor gibi benim odama da eşya dolduruyor, dolabın üzerine hurçlar, yatağın altına kutular v.s. v.s...

hayır. kendi evimde annemdekinden daha fazla eşya var.

Hemi de nasıl.

Bizimkilerin iki evi var. Bir tanesi sürekli yaşadıkları ev, diğeri de benim eğitimim icin başka şehre gidince alınan ev. Buna ayda bir filan geliyorlar; yarı depo gibi olmasına rağmen içi eşya dolu. Bitmiyor arkadaş, her dolaptan ayrı bir şey çıkıyor.

Sürekli oturdukları eve geçen gittiğimde annem bir dolaptan diğerine büyüklü küçüklü tahminimce toplam 40 kavanoz reçel, salça, pekmez vs koydu. İki kişi kalınan hanedeki miktar bu. Bir de benim eve ziyarete geldiğinde getirdiği abuk subuk şeyler.

Üç kişilik çekirdek aileyiz; üç eve zor sığıyoruz. İşin daha da kötüsü küçük eşyalar daima ev değiştiriyor. Bırak odayı, bazen üç evin içinde eşya arıyorum.

Hayalim, oraya buraya takılmadan süpürebileceğim bir evde yaşamak

Kullanmadım ama herhalde diğerlerine kıyasla sağlam olan Case Logic, Thule

Para varsa Tumi

caselogic 1 senede pert oldu. 8 yıllık targus çantam var en ufak bir sorunu yok. taş gibi.

Yaklaşık 4 senedir case logic'in şu çantasını kullanıyorum. (git: www.caselogic.com)

Bir defa fermuar kenarından ufak bir iplik sarktığı için garantiye göndermiştim de yenisini göndermişlerdi. 25 sene fermuar garantisi olarak geçiyor ama hemen her hasarda yenisini gönderiyorlar. İçerisindeki bölmeler tamamen çıkartılabilir ve kullanım amacına göre opsiyonel takılabilir.

Ben İstanbul'da Marmara Forum'daki mağazasından almıştım fakat sonradan kapandı. İthalatçı firmasıyla iletişime geçip getirtilebilir. d&r'da birkaç farklı modeli daha var. Ayrıca söylenenler gibi Thule de gayet kaliteli bir markadır ama kişisel tercihim normal seviye bir kullanım için case logic.

geçenlerde şunu aldım bence çok iyi ve kullanışlı.
www.dr.com.tr
(D&R'larda oluyor genelde git gözünle gör, sonra internetten al çünkü şubede 300 lirayken internette 257tl)

kendi sitesinden daha detaylı fotolarına bakabilirsin:
www.caselogic.com

not: Önceki Caselogic çantamı 5 yıl kullandığım için bunu tercih ettim. Bir arkadaşımınki denilen gibi 1 yılda gitti ama çok giriş modeli ucuz-dayanıksız bişeydi. Üst modelleri iyi diye düşünüyorum ve ellediğimde gördüğümde kaliteli geldi bana.

Parfümde dikkat edilmesi gereken tek şey son kullanma tarihi zaten. Raf ömrü bitmeye yaklaşan parfümlerin kokularında muazzam bir bozulma oluyor.

Dikkat ediyorum ben. Bir parfümü bitirmem aşağı yukarı 1-1.5 senemi alıyor, o yüzden bakarım hep. Yarısına geldikten sonra kokusu değişsin, kalıcılığı azalsın falan istemem yani.

Bence iade edilmeli.

parfümde son kullanma tarihi olduğunu bile bilmiyordum.

Parfümün raf ömrü dediğiniz, kapağı açılmış krem kutusu sembolü içindeki ay sayısı ise o raf ömrü değil; açıldıktan sonraki önerilen kullanım süresidir. Mesela iki sene önce üretilmiş, uygun şekilde saklanmış/depolanmış ve hiç açılmamış parfümü ilk kullandığınızda o süre işlemeye başlar. Şişenin içine kullanılan parfüm yerine hava dolduğundan, oksijen parfümün kimyasallarıyla etkileşime geçip yavaş yavaş formülünü bozar. Kaliteli malzeme kullanılan parfümler de doğru saklandığı sürece (güneş ışığından uzak, banyo gibi nem ve ısının sık değiştiği, buzdolabı gibi nemli olmayan ortamlarda) senelerce kokusunu kaybetmeden kullanılabilir. Bazen internette 60lardan kalma şişeler bile satılıyor.

Hayır, dikkat etmiyorum. Bende bayağı eski parfümler var. Hala ilk günkü gibi kokuyorlar, herhangi bir bozulma yok. Gerçi tenime sıkmıyorum ben parfümü, yalnızca kıyafetlerime sıkıyorum. Cilde değince problem yaratabilir belki.

parfümün son kullanma tarihi olmaz. o skt zorunluluktan konur.

parfüm oda sıcaklığında, çekmecede 10 sene de durabilir hiç sıkıntı olmaz. şişelemesi zarar görmemelielbette.

parfümün kalıcığı ile skt si arasında 0 korelasyon var. tekrar yazayım 0- yazı ile sıfır.

@cesario
200 ml olanlar ile 50-100 etc ml arasında hiç ama hiç fark yoktur. sıfır fark var arada. özelden ayrı yazacağım zaten. fiyatlandırmada gariplik yok. 200 ml alan zaten hiç bir zaman 4 tane 50 ml almayacak, ucuz olmasına ya da fiyat performansına dikkat eden adamlar, bunlar ayrı pazar, 50 ml alan adam farklı markaları da alıp farklı farklı kullanıyordur, bundan dolayı o adam belki sonraki parfümü 1 sene sonra alacak olabildiğince kar etmen lazım o adamdan o ayrı pazardır.

esansı değişiyor geyiklerine gülüyorum. parfüm denen nane pahalı bir ürün değil. şişeleme masrafı içindeki sıvının kaç katı.

hele tester lar farklı ürün, esansı çok, kalıcılığı fazla diyenler uyduruyor, zira fabrikalarda hepsi sırayla şişelenir, sallıyorum sırasıyla 1, 2, 5, 20, 30, 50, 75, 100, 200 ml gibi. genelde böyledir 1, 2, 5 ml ler testerdir. aynı yerden doldurulur. sallıyorum lojistik zincire bağlı önce 20 sonra 200, önce 100 sonra 50 ml üretilebilir. genelde arka arkaya üretilir ama.

yani raf ömrü bitmeye yakın parfümün kokusu, kalıcılığı etcsi değişmez. kötü saklanan, güneş gören, şişesi zarar görmüşse ancak koku değişir.

cildin temas eden bir kimyasaldan söz ediyoruz. skt zorunluluktan konur diyenlere kulak asma. cildim çok hassas ve bir çok şeyin son kullanma tarihinden sonra cildimde alerji yaptığını cildimi kızarttığını gördüm. tabi bu direk son kullanma tarihinde değil de genelde bir 6 ay sonrasında baş gösteriyor. 9 ay diyosa rahat bir seneden fazla kullanırsın. cildin hassas değilse de kullanırsın. ama cildin hassassa dikkatli ol.

Ateş ediyor.

Güzel.

cepler hariç iyi.

Mont iyi de gac para???

@japon
İnanmayacaksın ama 500 tele:)

bende bunun çok ama çok benzeri var. 200 lira gibi bir şeydi. üstümde iyi duruyor. güzel bir mont gerçekten.

vasat
500 lira vermem

son zamanlarda moda fakat 500 verilmez.

öncelikle fotoğrafı çok iyi, bunu belirtmek lazım.
bu deseni ben sevmiyorum, düz olsa düşünebilirdim ama güzel sayılır böyle de. 7/10

çok sıkıcı

basit ve güzel

fena değil ama giyene göre değişen bir duruşu var. bende olmaz mesela bu. ayrıca 500 verilmez.

Apaçi işi

Altına kısa paçalı pantolonla yüksek tabanlı parlak ayakkabı çektin mi tamamsın kanka

offff çok kötü ya. uzun süredir gördüğüm en berbat mont. yastık hurcu gibi görünüyor.

çok seçenek var. CX 300-II bir ara klasik upgrade modeliydi ama ben denediğimde bana bass fazla gelmişti. bir de çabuk bozuluyor diye hatırlıyorum.

kafa üstü hiç kullanmadım. görünüş olarak komik geliyor ve büyük, kaba. kulaç içi daha portatif ama biraz sanırım daha narinlerdir. bir de ucundaki plastiklerle deneme yapıp, kulağa en iyi oturanı bulmak lazım.

tavsiye edebilirsem, ben amazon ingiltere'den şunu almıştım. www.amazon.co.uk 1.5 senedir kullanıyorum. sesi de oturdu, genel kanı fiyatına göre süper ses verdiği zaten. kasası metalden, kablo bağlantıları sağlam. üstüne türkiye'ye de ingiltere kdv'sini düşüp yolladılar. gümrükte de takılmadı.

kafa ustu kulaklik uzun sureli kullanimda terletiyor (45 dk dan fazla cikarmadan kullaninca)

playing star again +1

Mesele canlı organizma diye tanımlanan yapının kendi türünü devam ettirmek istemesinden çıkıyor. Niye bu güdü var bilmiyorum. Kadın-erkek ilişkisinin, hangi seviyede olursa olsun, çekirdeğinde "çiftleşip, soyu devam ettirme" misyonu var. Zihinsel olarak bunun tersini uygulamk, insanı irademiz, bilincimizle mümkün. Fakat organik olarak baktığında, taraflarda bir rahatsızlık yoksa, çiftleşmeme gibi bir seçenek yok.

Bu işin basit ve tüm organizmalarda geçerli olan tarafı. Homo sapiens sapiens gibi en gelişmiş organizmayı denkleme koyunca partner ihtiyacının sebepleri ve ihtiyacın karşılanmasının yöntemleri de dallanıp budaklanıp karmaşık bir sisteme dönüşüyor. Bu sistem de hem genetik olarak atalarımızdan bize geçiyor hem de yaşadığımız dönemde çevremizde kendini bize maruz bırakarak etkisini sürdürmeye devam ediyor.

Partnersiz, kendini mastürbasyona vererek yaşarsın elbette. Ama dediğim gibi, yukarıdaki sistem, insanoğlunun bu çağında artık organizmanın bir parçası haline gelmiş. Ondan dolayı teklere uzaylı muamelesi yapılıyor.

"illa" gerekmiyor ki nereden çıkardın onu? ihtiyaç duyulsa da o ihtiyacı neden duyduğunu sorgulayıp aslında ihtiyaç olmadığı sonucuna bile varabilirsin.

insanlar yalnızlıktan korkuyorlar. bence derinlere inince en büyük nedeni bu. yalnızlığı sevmek, korkmamak lazım. en değerli şey günümüzde. sosyal medya çağında bu biraz zor tabi. hayatta sevmeye değer bir şeyi bir amacı bulamamak. bu yüzden de sevmeye değer birini aramak. belli bir yaştan sonra da tabi toplum baskısı aile baskısı. bana sorarsan hiç gerek yok böyle şeylere. isteyen istediği şekil yaşar, yaşıyor da zaten. yaşayamayan birey kendi kişisel istekleri yerine toplumsal isteklerin beklentilerin normların dışına çıkamıyor.

Kızılları beğenmeyen nadir insanlardan biriyim. Kadını erkeği hiçbir şekilde çekici gelmiyor bana.

çil sahibi kadın erkek çok hediyeliler sanki bu dünyadan değiller

genel olarak nötrüm ama gerçek ve çilli kızıl kadın ve erkekleri alıcı gözüyle pek çekici bulmuyorum.

Erkeği çirkin de kadını güzel oluyor.

ırkçılıktan ziyade tercih diyelim. "kızıllar güzel, diğerleri çirkin" diyorsan ırkçılık söylemine daha yakın.

bence de farklı ve nadir olduklarından dolayı dikkat çekiyorlar/hoşlar ama bazılarının çilleri zıvanadan çıkıyor, (mesela verdiğin linktekiler) sanki önemli bir cilt hastalığı varmış gibi duruyorlar. benim de bir tanıdık var, onunki daha da garip, yüzünün sol tarafında yoğun çilliyken sağ tarafında ufak tefek vardı. two-face gibi geziyordu.

ha asıl ırkçı olabilecek bir genelleme size: değişik bir kokuları var. ekşi biraz. sorry gençler, burnum hassastır.

@kaportacı, yok, diğerleri çirkin demiyorum, bi kızıllar bi melezler, esmer ve kıvırcıklar çok güzel, diğerleri aynı gibi, diyorum.
- o dediğiniz gibi 2-faced gibi olanlar da var linkte.
çilli koklamadım :) enteresanmış.

@dalgacı, esmer çilli? Saç olarak koyu renk diyorsunuz herhal. Buğday ötesi koyulukta çil olur mu ki?

Kızıllar özel ve güzeldir. Kadın erkek farketmez, sempati duyarım. İlla saç değil, azıcık çil ya da ne biliim sakalda hafif kızıllık bile olsa yeter. Kızıl değilim maalesef ama güneşe maruz kalınca saçımın üst kısmı hafiften kızarıyor, çog seviyorum ^^

Kizil :kalp: :kalp:

çilli kimseyi beğenmedim bugüne dek. yüzde deformasyon varmış gibi geliyor bana. temiz, pürüzsüz, makyajsız bir beyaz cilt hepsinden iyi.

kızıllara karşı özel bir sevgim yok. yeşil gözü seviyorum.

i-d.vice.com

kızıl severler için dergi çıkmış :)

Kesinlikle hayır.. Sadece başlangıç için ön hazırlık için olabilir, ama yinede yerine java ile başlanmalıdır.

* İçinde bulunduğun şartları gözardı ederekten yazdım ne bilim x okuldasındır bunu öğretiyorlardır yapacak birşeyin yok ise yine öğrenmeye bak sonra başka dile geçebilirsin kolaylıkla..

Yarar tabii lan manyak mısın? İşte bunu tek bilen benim (uzman değilim, işime yarayacak kadar) ve millet Excel'de bir şey yapmak için kıvranırken ben arkada, yüzüme pis bir sırıtışla kahve hazırlıyorum. Sonra "Abi sen biliyorsun, şuna bi baksana" lar...

Geçen bir yazı okumuştum, 10-20 yıl sonra iş tanımlarında "şu kadar programlama dili bilmeli" kistası olacak artık diye. Bilmediğin zaman yandaki "Ya kaportaci şuna bi baksana" diyen Ahmet Abi oluyorsun. O herkese işini yaptıran, yavşak, bi halttan anlamayan, arkasından sövdüğün Ahmet Abi..

c# veya java ögrenmek daha fazla prim yapar bence.
bunları öğrenen vb'yi her türlü yapar.

belli olmuyorsa boş ver. bunu da kılıfsız kullanıyorsan zaten düşürecek/çizecek/kıracaksın. hem bir yerde aynı modellerle yan yana durursa kolay tanıman için iz olur.

Kozmetik değişimler garanti dışı diye biliyorum. Kısa bir süre içinde gerçekleştiği için müşteri memnuniyeti adına yardımcı olabilirler. Sana tavsiyem; öncelikle Apple Türkiye müşteri hizmetlerini ara, güzelce anlat durumunu, bu durumun hoşuna gitmediğinden bahset. Onlar sana genel manada yardımcı olurlar. Garanti olayına gelince, garanti bozulması diye bir şey yok. Türkiye'den aldığın ürünlerde 2 yıl, yurt dışından aldığın ürünlerde 1 yıl uluslararası garanti mevcut.

Dışlarından çok içlerine bakmak lazım, zaten dışlarının sırrı da çözülür diyorum.

Bence de 50 ye yakın prototip var, onun varyasyonları dönüyor. Bana da tuhaf geliyor. Hatta benim varyasyonlarım hangileri lan acaba diye geziniyorum:D

E başka bir şey satılmıyor ki! Kaç yıldır düz, siyah, boğazlı, ne dar ne bol, pamuk ya da yün (sentetik olmayan) kazak bulamıyorum. Aşırı basit, aşırı 'basic', aşırı temel bir giyecek. Şu, alt tarafı şu
encrypted-tbn2.gstatic.com
dfcdn.defacto.com.tr
Yok Allah, yok. Herkes aynı şeyleri satıyor ve o aynı şeylerin içinde klasik şeyler yok. O garip ya da bazen garip olmayan moda şeyler içinden en az garip olanını seçmeye çalışıyorum. Başkasına yakışabilir ama ben boyum kadar ve iki kişi girebileceğim kazağın altına tayt giyip dolaşmak istemiyorum ama başka seçenek de kalmıyor giysiler eskidikçe.

Birisi ayakkabılar için 'Neden tek tip' diye belirtmişti de, buradaki bir ayakkabı tasarımcısı 'Çünkü başka kalıp yok. O sene gelen kalıp belli ve o kalıba göre ayakkabı üretmek zorundayız' demişti.

Erkek kıyafetleri daha da sınırlı, ortada ne varsa onu giyecekler. Ne yapsınlar? Ya hipster, ya çakma Polat Alemdar ya tikky olacaklar. Başka şey olmaya çalıştıkça giyecek şey bulmak da zorlaşıyor.

Yüzler zaten kızgın, bezgin olmasın da, ne olsun. Herkes birbirinden nefret ediyor. İki haber duyuyorsun moralin bozuluyor, sokakta attığın adımda rahat değilsin, iki dışarı çıkıyorsun ve günün mü şenleniyor, Survivor'da mısın, anlaşılmıyor. Gerçekten şu 1950'li kadının şıklığında ve neşesinde olmak mümkün değil.
s-media-cache-ak0.pinimg.com

new balance almayın artık yeter.

tek tiplilik derken? farklı olmak adına kendini yırtan insanlardan, "farklı olun" mesajını pompalayan firmalardansa "tek tip" insanları tercih ederim. anadolu rock klibi falan mı çekiyoruz hayırdır, yüzler aynı kızgın bezgin vs... ne bekliyorsunuz yani palyaço maskesiyle mi gezsin insanlar? bir insanın kaç tane yüzü, kaç tane ruh hali olabilir ki?

Toplumdaki tep tiplilik üretimdeki tep tiplilikten ileri geliyor.

Kendi giyeceğimi diktirecek kadar zengin de olmadığım için zevkime en yakın olanını giyiyorum mesela ben.

birbirine benzer şeyleri izleyen (tv), haliyle hep aynı duyguları pompalayanlar yuzunden herkesin birbirine benzer triplere girmesi sasirtmamali sizi. giyim de boyle, bunu aslinda soyle algilayabilirsiniz. farkli olmak icin kendi tasarimini veya kombinini sekillendirebilir veya sizin "aaa cok degisikmis" dedikleriniz aslinda cesaret edemedikleriniz. sonra bu insanlar birinin uzerinde gordugu icin kendilerine cesaret geliyor ve cogunluk giymeye, almaya başlıyor.

bizim insanimiz ureten, dusunen bir beyine sahip degil. hatirlarsin degil mi bir ara ugg modası vardı. yakısan, yakismayan herkes giyiyordu. simdi belli bir sure tayt-çizme veya kot çizme böyle sürer. ozellikle de video klilpler etkiliyor bu durumu.

böyle moda diyorlarsa adına varsın batsın. araba vs. konular da bunların benzeri.

@der meister

farklı olmak için yırtınan insanları "farklı olun" diye pompalamak da zaten aynı tek tipliğin çıkardığı bir pazarlama takiği. tek tiplik olmasa satış yapmak için (ürün, insanların kendi kişiliğin, fikirler) farklı olun fikri tutmazdı.

mesela palyaço maskesi değil. o da prim yapan bir şey olsa, belki o da yaygınlaşırdı.

Şöyle sorayım: dünyada (hatta evrende) bilinci olmyan en küçük toz bile daima devinim halindeyken, bizim toplum niye bir yerde kalmayı mubah görüyor?

aychovsky+1
Türkiye'de dünya markalarının nerdeyse yarısı yok. olanlar da dandik modelleriyle buradalar.
daha geçen berlindeydim dünya başkenti nasıl olurmuş gördüm.
nüfusu istanbulun yarısı bile değil ama hayatımda ilk kez duyduğum global markaların mağazaları var.
e öyle oşunca da herkes istediği yerden alıp giyiniyo.
Bizdeki gibi h&m, zara, mango, nike, puma, adidas tan ibaret değil marka çeşitliliği.
ayrıca türkiye'de yaşıyosan "niye herkes mutsuz" diye sorman da abes bence.
görünürde demokrasi pratikte dikta yönetimi olan, sesini çıkaranın ezildiği dayak,işkence gibi şeylere maruz kaldığı hapse atıldığı bi ülkede gülmek için çok sebep yok.
(bkz: aslı erdoğan)

Mantikli, durdugun kabahat. Amazon'dan falan ucuza bulabilirsin.

abi sen niye takip ediyorsunki kac gb ram kullaniliyor, zarari yok ram'in son sinirinda kullanilmasinin. 3.5/4 yerine 3.5/8 olsa sana hic bir katkisi olmaz, anca sinir olmazsin :D
ram'e yatirim yapacagina ssd takabilirsin yoksa eger. onun disinda ihtiyacin yok gibi duruyor

Ssd yoksa önce onu ekle. Ram de çok ucuz bir şey. Ben olsam onu da arttırırım.

Açılışta 1,8 kullanması sorun değil, sistem optimizasyon amacıyla yapıyor, mesela ram 2G olsaydı açılışta o kadar görmezdiniz. Öte yandan kullanımda sık sık sınıra dayanıyorsa yükseltmek mantıklı olabilir. Sebebi, sistem zaten ram'i %100'e kadar kullanmaktan kaçınır, sınıra yaklaştıkça az kullanılan verileri atarak, diske yüklenerek yer açar. Bu da size performans kaybı olarak yansır. Bence eğer hiç performans kaybı hissetmiyorsanız, herşey takılmadan çalışıyorsa gerek yok, aksi durumda yükseltin.

ssd +1

Dostlar SSD alalım da bi de alırken laptop'la uyumluluğunu filan nasıl ayarlayacağız, onu da söyleyin

laptop modeline göre hangi sata kullanıyor ona bakacağız, içinde boş slot var mı ona bakacağız. iyisi mi modele göre araştır. ya da buraya yaz bakalım.

girişini, boyutunu tutturduktan sonra uyum diye bir şey yok zaten.

Lenovo Yoga 500-14ISK

Bir şey ifade eder mi bilmiyorum ama bir yerde HDD'nin slim olduğu yazıyordu.

www.youtube.com

www.crucial.com

ben beğeniyorum
düşmanlığın sebebini bilmiyorum belkide GERÇEK mercedes kalitesinden uzakta olduğunu düşünüyordur insanlar.

gerçek yalan mercedes diye bir şey yok.

kalite üst düzey araçlarda pek değişmiyor, algı farklı. millet bunu alan o kadar zengin değil, ben alırsam bende zengin gözükmem, ama ben çok zenginim, o düzeyde değilim filan diyor.

her marka her segmente girmeye çalışıyor. kaliteleri açısından hiç ama hiç bir fark yok.

Gerçekten çok kötü bir otomobil diye düşünüyorum, dış tasarımı bas bas bağırıyor kalitesizim diye. Baya baya satılıyor çünkü tam bir tüccar mersedesi. Kalite de çok farklı, bir E serisi ile CLA'nın içine binince farkı görebiliyorsun çok rahat (hatta C ile CLA'da bile fark var).

Trafikte kullananlara da dikkat edersen çoğunun hanzo olduğunu fark edeceksin.

önden çekişli bir arabaya o parayı vermem.

Her aracı kendi içinde değerlendirmek gerekmez mi? Yani Başka bir marka olsaydı yine kötü ya da iyi diyebilecek miydik?

Bir Mercedes galerisine gidip E sinifi ve ustu modellerin (S, CLS, SL vb) icine bir oturun, mumkunse test surusu yapin. Ondan sonra CLA ile kiyaslayin. Aradaki farki goreceksiniz kendiniz.

CLA kotu bir araba degil, ama Mercedes'in ortalama alti bir modeli.

diger mercedes serileriyle kıyaslayanları anlamıyorum. biri 100 digeri 300 veya 500luk arabalar. o kadar bariz fark olmayacak olsa insanlar cl filan niye alsin?

cla de s-class da kullandım. 100k civari icin guzel bir araba. begeniyorsan al gec. tasariminda hicbir ucuzluk filan yok. goren de ortalik sls tasarimli 100k lik araba kayniyor sanir. golf ve passat bu fiyata geldi simdi.

Marka algısıyla ilgili.

Evet, Mercedes dünyada prestijli marka ama Türkiye'de ek bir prestiji var.

Eskiden parası olanın, müteahhitin, mafyanın arabası algısı vardı. Fabrika işçi olan Alamancı'nın yazın köye Mercedes'le gelmesi başarı hikayesiydi. Ülkedeki en büyük siyasi skandallardan birinde bu marka vardı. Sarı Mercedes diye filmi var be.

Şimdi böyle bir algı varken passat'la aynı fiyata araba satarsan bu müşteri tabanından ve hayranlarından tepki çeker. Bence Mercedes'in bir sürü gereksiz modeli var, bütün alfabeyi kullandılar ve CLA da o gereksiz modellerinden. Senin C, E ve S gibi klasikleşmiş, artık dizayn dilini oluşturan modellerin varken CLA,B, bir sürü ayrı SUV gibi hangi sınıfa konulacağı belli olmayan modeller yaparsan, müşteri kitlen büyür evet, ama bir yandan da marka algını yıkarsın.

CLA da o ne idugu belirsiz modellerden olduğundan dışarıda nasıl bilmem ama Türkiye'deki marka algısını olumsuz etkiliyor.

Ha bir de ben Mercedes olsam "Olum arabada Renault motoru varmış" geyiğini sindiremem.

kurutmalı makine kullanmadım ama bana göre en saçma özelliği 9 kilo yıkayıp 3-4 kilo kurutabilmesi. böyle bir cinslikleri var aklınızda olsun. marka olarak bosch siemens önericem.

Kurutmalı çamaşır makinesi kullanmayın. Her ne kadar çoğu tekstil ürününün üzerinde kurutmaya uygundur dese de tüylenme ve beden küçülmesi gibi durumlar oluyor. Kumaşı erken yıprattığı da malum.

inception ve the prestige derim.

hayalgücü, oyunculuklar, çekimler harika.

yedekte,
the dark knight,
interstellar,
6. his,
the man from earth,
usual suspects,
shawshank redemption,
the pianist,
i am sam,
cloud atlas,
black hawk down,
layer cake,
lord of war,
misery,
hayat güzeldir,
the devils wears prada,
se7en,
law abiding citizen,
wag the dog,
body of lies,
argo,
crimson tide,

Harry Potter ve Sırlar Odası

interstellar

cesuryürek

Beni en çok etkileyen film diyeyim. (bkz: )www.imdb.com

Cinema paradiso
Amelie
once upon a time in America
Godfather I

the matrix. net.

3 Idiots - Drama, Comedy
Persepolis - Animation, Drama
Relatos salvajes - Drama, Thriller

la haine cok guzel de... boyle de soru sorulmaz ki...

"En güzel" için tek bir film söylemeyi beceremedim ama Cinema Paradiso'nun çok özel yeri vardır gönlümde.

The Truman Show

Cok film izlemis biri degilim. Inception, Saving private Ryan, Interstellar, the dark knight aklima gelenler.

esaretin bedeli

dram

En cok izledigim film yuzuklerin efendisidir tahminimce. Ama beni en cok etkileyen film dogville. Insana olan bakis acimi degistirdi.

2001: A Space Odyssey - bilim kurgu

İlk izlediğimde ağzım açık kaldı; hipnotize oldum. Sonraki her izleyişimde de fark ettiğim detaylar, nüanslarla felsefem değişiyor. Dahice bir film değil, kendisi dahi.

zor soru yav.

yerlisi var, yabancısı var, aksiyonu var, tarihi filmi var, bilim kurgusu var, gerilimi var...

yine de ne yalan söyleyeyim, soruyu görünce aklıma üç tane film geldi: schindler'in listesi, matrix ve çöpçüler kralı.

"ilk ikisi tamam da, sonuncu ne alaka?" diyebilirsiniz. şöyle diyeyim: 1977 yapımı ya bu film. o dönemin gerçeklerini ve insanların yaşantısını o kadar iyi yansıtıyor ki, hâlâ arada açar izlerim. cidden en sevdiğim türk filmi olabilir. müzikleri de harika. arzu film şimdi hepsini youtube'a hd yükledi ya, izleyip duruyorum arada.

her film sorusuna yazdığım cevabı buraya da yazacağım: leviathan. 2014 yapımı olan, zvyagintsev'inki. izlediğim en "iyi" film mi? değil. oyunculuğuyla, senaryosuyla ve diğer yönleriyle bundan çok daha iyi filmler olduğunu biliyorum. benim izlediklerimin de bazıları leviathan'ın önüne geçecektir. benim en sevdiğim leviathan oldu ama. o filmden aldığım tadı çooook az şeyden alabilirim diye tahmin ediyorum. her şeyiyle çok çok güzeldi benim için. muhtemelen çocukluğumdan beri sibirya diye kudurduğum için. film sibirya'da da değil de murmansk taraflarında geçiyor ama olsun aynı bokun laciverdi hehe

Dört büyük özel banka (akbank, garanti, iş, ykb) arasında sermaye yeterlilik oranı en yüksek olan akbank'tı. Ha bu dördünün hepsi de güvenlidir ama rasyolar üzerinden bakarsan en güvenilir olanı akbank

biz yapı krediyi tercih ettik

bunlar güvenilirdir. ama garanti gibi bir şirket kazanacağına koç filan kazansın bence.
akbank da sabancı öyle düşün. işte seç gitsin, faiz oranlarına filan bak hangisi daha yüksekse ona git ama garanti hariç.

tüm bankalar devlet güvencesi altındadır. bddk kurulduğundan beri bu böyle. biz battık para yok diyemez asla. hangisi fazla faiz veriyorsa ona yatır. pazarlık yap hatta.

kaç yıldır enpara kullanıyorum.
diğer tüm bankalarla bağımı dahi koparmama vesile oldu.

samimi, düzgün bankacılık.
tüm mevduatım enpara'da alım-satımı oradan yapıyorum hiç sıkıntı yaşamadım.

madem güvenmiyorsun, yapman gereken parayı bölmek.

şöyle ki, kanunlara göre her bir bankadaki bireysel hesabındaki bakiye 100.000 TL'ye kadar devlet güvencesi altındadır. banka batsa bile paranı devlet sana verir. tmsf temel olarak bu işi yapıyor.

fakat, kural her banka için 100.000 tl ile limitli. dolayısıyla tamamen güvenli bölgede kalmak istiyorsan 8 farklı bankada hesap açıp 100'er bin tl yatırman en güvenlisi.

ha, devlete de güvenmiyorum diyorsan zaten yapacak bişey yok.

İş bankasını ziyaret edin. Özel bankacılık hizmeti sunuyorlar. www.isbank.com.tr Size özel müşteri temsilciniz oluyor. Uygun yatırım araçlarını önerip size teklifler sunuyorlar.
Diğer bankaların da var özel bankacılık hizmetleri. internetten arayıp bulabilirsiniz. Yine de tavsiyem İş Bankasıdır.
Hizmet noktaları: www.isbank.com.tr

muhsin bey,
arabesk,
vesikalı yarim,
selamsız bandosu,
zübük

yeşilçam'dan aklıma gelenler. bir de 90'lar sonrası underground filmler var ki asıl cevher orada.

kişisel fikrim türk sinema tarihini muhsin beyden önce ve sonra diye ayırabileceğimiz. tabutta rövaşata ve otobüs diğer tavsiye edebileceğim filmler. birde nuri bilge nin kış uykusu ve 3 maymun isimli filmleri güzeldi. sözü diğer arkadaşlara bırakıyorum.

(bkz: tabutta rövaşata)
(bkz: gemide)
(bkz: ağır roman)
(bkz: 9)
(bkz: sevmek zamanı)

Susuz Yaz.

yilmaz guney'dir.

ben bu konuda kötüyüm en başta söyleyeyim türk filmleri konusunda iddiam yoktur.

eskilerden

milyarder
tosun paşa
süt kardeşler


yenilerden

eşkıya
arog
yahşi batı
av mevsimi
kabadayı

hayallerim aşkım ve sen
Neredesin Firuze

Ah Güzel İstanbul - Sadri Alışık

Çok güzel filmdi.

ağır roman ve eşkiya tabiki.

(bkz: Baba bizi eversene ) barış manço'nun oynadığı bir filmdir tavsiye ederim.
devekuşu kabare serisini de izlemelisiniz.

edit: anlat istanbul

Benim en sevdiğim film züğürt ağa. Sultan'ı da severim.

Aslında şener şen'li bütün filmleri cok seviyorum galiba.

Istanbul 79
Alin yazisi
Gaddar
Ekmek kavgasi
Donus
Ilk aklima gelenler

Ağır roman

gölge oyunu

çoğu yazılmış. eklemek isteğim şeyler var sadece.

aaahh belinda
düş gezginleri
uçurtmayı vurmasınlar
her şey çok güzel olacak
vavien
büyük adam küçük aşk

anayurt oteli
semih kaplanoğlu: bal, süt, yumurta
nuri bilge ceylan filmografisi (7 uzun, 1 kısa film)
zeki demirkubuz: kader, yazgı, yeraltı
bizim büyük çaresizliğimiz

@kanter'e katılarak, son yıllardan kronolojik olarak sonbahar, cogunluk ve sarmaşık'ı eklerim bu listeye.

kimse de (bkz: reha erdem) dememiş.

Bir Zamanlar Anadolu'da, Nuri Bilge Ceylan
Yılanların Öcü, Şerif Gören
Berlin in Berlin, Sinan Çetin
Tabutta Rövaşata, Derviş Zaim
Gölge Oyunu, Yavuz Turgul
Duvara Karşı, Fatih Akın
Otobüs, Tunç Okan
Fidan, Erdoğan Tokatlı
Uçurtmayı Vurmasınlar, Tunç Başaran
Kalandar Soğuğu
Yol, Yılmaz Güney
Milyarder, Kartal Tibet
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, Ahmet Uluçay
Reis Bey, Mesut Uçakan
Dondurmam Gaymak, Yüksel Aksu
Ulak, Çağan Irmak
Beş Vakit, Reha Erdem
Berdel, Atıf Yılmaz

yamazaki nin bazı serileri bu fiyata bulunabiliyor bildiğim kadarıyla.

Lagavulin ama 450 filandı galiba

İsli ada viskileri sevmiyor. Talisker lagavulin vs sevmez yani. Green label bulsam alsam mı acaba diyorum da nerden bulcam.

jw alacaksan blue al green alma

Isli viskileri sevmiyorsa Islay olmaz. Diğer bolgelerin bence çok belirleyici farkları yok çünkü her damıthanenin ayrı stili var ama yumuşak olsun dersen Lowlands viskilerine (Glenkinchie gibi) bak bence. Standart 12 yıllık değil de 15, belki 18 yıllık alabilirsin bütçene uygun.

Bir de Green Label bulursan kesin al. Vaktinde ucuzken bunu içmeyip de mal gibi Blue Label içtiğime yanarım

Aptallik degildir ama lezzetli bir yemek yerine hamburger kola yemekten farksizdir.

Yapmadım.
Her yapana aptal demek istesem de bu tercihin sebebini öğrenmeden diyemem sanırım.

Hiç yapmadım. Aptallık değil. Gerçek kadınlara ulaşmak için güzel bir seçenek. Normal şartlarda karşılaşamayacağın bir Rusla birlikte olmanı sağlıyor.

eğer tüm çabalarına rağmen sevgilin olmuyorsa sen de cinselliği yaşamayı takıntı yaptıysan yolda çiftler görünce sinirin bozuluyorsa değildir ama seni nazsız kaprissiz seven bir kadın varsa bence öyledir tabi kişinin kendi tercihidir kimseye laf etmek düşmez.

yapmadım. hiç bir zaman yapmayacağım da...

bence insanları buna yönlendirmek hem tecavüz oranını azaltır hem emekçi kadınlara gelir sağlar.

Yapmadım ben hiç ama aptallık olduğunu düşünmüyorum. Çok istiyorsan, buna ayıracak paran varsa, sağlık konusunda da rahatsan (kadının raporu falan varsa) yapılabilir bence.

yapmadım.

Ama gerekli sartlar olsa yapardım.

Niye salaklık olsun ki.

yapmadım yapmayı da düşünmüyorum isteyen yapabilir ama @bohr atom modeli tecavüz oranıyla ilgisi olduğunu düşünmüyorum zaten tecavüzcülerin çoğu evli çocuklu filan çıkıyor yani düzenli seks hayatı olan, bakir/bakire, seks hayatı olmayıp bu yüzden tecavüz eden görmedim yani tecavüzün sebebi sekssizlik değil
Diğer emekçi kadın meselesinde tam tersi böyle bir talep olduğu için bu kadınlar onları pazarlayan heriflerin eline düşüp bedenlerini satmak zorunda kalıyorlar, hiçbir kadın böyle bir hayatı yaşamak istemez, normalde garsonluk, temizlik vs. gibi bir işte emeğini satabilecekken bedenini satmak istemez. Yani bu hayatında göremeyeceği kadınlarla seks yapmak isteyen erkeklerin yararına olabilir ama kadınların değil.

Aptal degil de empati duzeyi dusuk, kendi ihtiyaclarini her zaman on planda tutan insanlar olabilir.

mide bulandirici geliyor. bildigim kadariyla hicbir sevgilim yapmamisti. erkek degilim.

yapmadım, yapmamamın sebebi ise hastalık kapma korkusu. aptallık değildir. hasta olmayan ve düzenli sevişecek birini bulsam bu şekilde yaşardım

Yapmadım, aptallık değildir, ama kısmen acizliktir, yetersizliktir, beceriksizliktir.

Seks zevk için ve fiziksel ihtiyaçları gidermek için yapılan bir eylemdir. Seksi balık tutmak gibi düşünelim. Ben balık tutmasını bilmiyorum ve buna ayıracak vaktim yok. Ama balık yemek istiyorum, bundan öte karnımı doyurmak istiyorum. Bunun için balık tutmaya çalışmaktansa parasını verip balık pazarından alıyorum. Balık tutmak eminim ki balığı pazardan almaktan daha zevkli bir eylemdir.

Burada balık diye metalaştırdığım kadın değil, seks. Feminaziler saldırmasın hemen.

Bunları parayla seks yapmamış ve bunu savunmayan, anlamsız bulan biri olarak söylüyorum.

erkeğim.
hiç yapmadım.
aptallık değildir.
bir kadınla sırf sevişmek için milyon tane yalan söylemek ve plan kurmaktan daha etiktir.