kitap ve film ilişkisini şöyle özetleyebilirim;
store.donanimhaber.com

kesinlikle okumalısın. kitaplarda çok daha fazlası var.

anlatım dili konusunda emin olamadım. ama ilk kitap kadar çocuksu kalmıyor bence.

kitaplar her türlü tokatlar filmlerini. Kitaptaki detayları filmlere aktaramazlar. Çünkü ne zaman ne de maddi limit buna yetmez. Kitapları okuduğunda ne demek istediğimi anlayacaksın.

dili biraz gelişse de, sonuçta çocuk kitabı, o nedenle çok bir değişim olduğunu söyleyemeyeceğim.

ancak kitapları türkçeye çevrilir çevrilmez okumuş (her kitabı 1den fazla, sonra orjinal dilinde de) ve 5. filmden sonrasını sadece meraktan 1 kez zorla izleyebilmiş biri olarak, kitaplar ile filmler arasında bence dünya kadar fark var. sadece atlanan olaylar, çıkarılan karakterler ve diğer karakterlerin üstlendiği rollerin değişmesi açısından değil, filmler kitapların verdiği hissi ve o dünyayı 3. filmden sonra yansıtmaktan çok uzak bence. bu nedenle bir şans verebilirsiniz.

ancak kafa dağıtmalık başka kitap isterseniz neil gaiman kitaplarını öneririm. özellikle terry pratchett ile birlikte yazdıkları "good omens"i. mini dizisi de çekiliyormuş, ocak sonunda yayınlanacak sanırım. bence kafa dağıtmak için oldukça güzel.

Çocuk kitabı demek çok ayıp olur. İlk kitaptan sonra gayet karanlık bir havaya bürünüyor. Kesinlikle okumalısın. Eksik birçok kısmı totosundan uydurmuş filmler.

depresyondan kurtulmak için Harry Potter okuyan insanlar var.

Kitaplar güzel. İngilizce daha güzel.

Fİlmlerden daha fazlasını veriyor tabii ki..

kitapta konular daha detaylı anlatılıyor tabi ki ama filmler görsel olarak bir şölen ve benim tahmin ettiğimden daha fazlasıydı kitap betimleme açısından bir tık zayıf. önce film izlenmeli sonra kitaplar okunmalı derim. kitabı ilk okuyunca sonra film yavan geliyor beğenmiyorsun.

3.filme kadar kitapla paralel gidiyor, güzel aktarılmış. 3.film'de bozulma başlıyor denilebilir ancak sonrası yokuş aşağı, kitaplarla neredeyse alakası yok.

şöyle söyleyeyim, okurların çoğunun en sevdiği kitap 4. kitap olan ateş kadehi. (bence 5. kitap en güzeli) yine imdb puanı en düşük harry potter filmi de 4. film olan ateş kadehi. aradaki farkı sadece bu bilgiden çıkarmak mümkün.

www.youtube.com
yeri gelmişken şunu da bırakayım.

kitaplar ve film arasında böyle farklılıklar da var.

hermonie mesela. kitaplarda insanı canından bezdirir bazen. ama filmlerde genelde melek gibidir.

en sevdiğim kitap da film de azkaban tutsağı. 3. bu kitap da dahil genelde film ve kitap paralel. ateş kadehini hatırlamıyorum pek çünkü seride en sevmediğim kitap/film o. sonrasında zaten film ve kitapların arası iyice açılıyor.

Özellikle 3.kitapla beraber "çocuk kitabı" olmaktan çıkıyor ki zaten tam olarak çocuk kitabı diye tanımlamak doğru mu bilemiyorum. Kitaplarda yeni baştan ve çok ayrıntılı bir şekilde tasarlanan bir dünya var. Filmler ise benim için çok büyük hayal kırıklığı. Harry'nin meşhur yeşil gözleri maviye, kuzgun rengi dağınık saçları düz ve kahverengiye dönüyor. Bu bile benim için filmleri izlememek için sebep ancak merakımdan yıllar sonra izledim ve çok çok yetersiz geldi. Yukarıda da dendiği gibi filmler kitapları karşılamıyor, tabii ki yüzde yüz karşılaması beklenemez ama eksik, çok eksik. Bu sebeple ve kitapları defalarca okuyan biri olarak filmlerle yetinmemenizi okumanızı öneririm. Yeni baskıların kağıt kalitesi konusunda bir fikrim yok ama kapakları çok basitleştirilmiş olduğundan zaten sevmemiştim eski baskıları nadirkitap'ta satılıyordur, bakabilirsiniz. İngilizce okuyun muhakkak demeyeceğim tabii ki orjinal dilde okumak çok hoş ama Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu işini çok iyi yapmış iki dilde de okumuş biri olarak Türkçe halini de çok iyi bulduğumu söylemek isterim. Şimdiden iyi okumalar.

bariz fark yok kitabın özüyle filmlerin arasında. fandom için elbet farklı ama sen bir hastası olmayarak kitabı okurken filmlerdekinden daha sürükleyici, daha twist'li bir olay örgüsü bulmayacaksın. kitabın vakit kısıtı olmadığı için seni daha içine çeken bir atmosfer yaratıyor. insanların -özellikle küçük yaştan başlayarak- bu kadar hayran olmasının sebebi de bu zaten; okuması keyifli ve hayal gücünü gıdıklıyor, kendini karakterlerin yanında buluyorsun.

aynı zamanda gerçekçi bir tarafı var, bunun en büyük kanıtı da serinin neredeyse hiçbir hastasının en favori karakterinin harry potter olmaması. normalde olayın kahramanı yücedir, dünyayı kurtarır, popidir, sevilir, kötü yanları pek gösterilmez. harry potter ise o güzelim dünyanın ayakta kalmasını sağlayacak bir aracı sadece; en fazla emekleri için teşekkür eder serinin koyu hastaları. tıpkı frodo gibi, boyundan büyük baskıyla mücadele eden gariban bir veledin bu ağırlık altında ezilmek üzereyken etrafının yardımıyla ayakta kalması ve doğru kararlar verebilecek cesareti göstermesini konu ediyor. bu tarz karakter analizlerini kitabı okudukça rahat yapabiliyorsun mesela, bu açıdan kesinlikle filmlerden fazlasına sahip.

ama bence şimdiki hp fanlarının yarısından fazlası o kitapları 20'sinden sonra okumaya başlasaydı seriye bu kadar tutulmazlardı. bu durum kitabı kötü yapmıyor ama kitabın asıl dokunduğu nokta insanın içindeki çocuksu masumluk. senin de hayalgücün bir çocuk kadar önyargısız ve cesursa, gerçek dünyanın kötülüğü kalbini karartmamışsa oku, seversin; yaştan bağımsız böyle kalabilmiş insanlar yok değil. ama karamsar, hayal kurmayı sevmeyen, genel olarak fantastik dünyalara ilgi duymayan biriysen okuma, filmdekilerden ötesini göremezsin.

bizim firmanın ik sı da böyle yapıyor.
onlar yaptığına göre vardır bir bildikleri
ya da evden çalışabilirsiniz diyorlar.

biz de hep böyle yaptık.

işçinin rızası olmadan yıllık izin kullandırılamaz. form doldurmaz, teslim etmezsen yıllık izinden düşemezler yani. sorarsan "ücret kesilmesin diye" diyecekler, "kesilsin sorun yok, yıllık iznim gitmesin" dersen mazaret izin formu doldurturlar muhtemelen.

Bizimkiler de öyle yapıyor. Kendilerini garantiye almak için de herkese "kendi rızamla yıllık izin kullandım" gibi bir beyan imzalatıyorlar.

ay bizde de öyle :(

keşke bizde de böyle yapsalar. içerde 30-35 gün izin hakkım var ama çalıştığım sektör dolayısıyla bu şekilde izin kullanamıyorum. Oysa arkadaşlarla ne güzel planımız var...

oh be bizde yok öyle bir şey :)
biz yılbaşı gecesi de çalışıyoruz.

keşke bizde olsa, biz o gün çalışıyoruz. 1 Ocak'ta çalışmayız herhalde..

yapsalar suç yapmasalar suç. ne güzel işte 4 gün izin oluyor.

kovancı sen misin ?

1749 lira diyorum ben.

ne kadar olmalı dersek en az 3.500 derim. kaç olacak dersen; 1.850 tahminim.

1875

iyi ihtimalle %10 ,1700'ün biraz üstü.

1841,40 TL

2113 tl

1900 kusur

1680. 170 de agi olur, toplam 1850.

1950

1800

Gönlümden gecen en az 2000 ama verirler mi ?

Enflasyonu dikkate alırsak en az yüzde 20 olmalı, o da 2023 lira oluyor. Yalnız o kadar zam gelirse işverenler kazan kaldırır. İki ucu boklu değnek.

1750. kulağa dolu dolu geliyor.

1845 diyorum.

biri 7bin diğeri 8bin300 ise değer.
1060 6gb'ın 1080p'de yüksek detayda oynatamayacağı oyun yok. 1050 ti'da ayar kısman gerekir ama yine oynatır. ssd için de o fark büyük dosyalarla uğraşmıyorsan çok fark etmez. ama harcanan genel paraya göre oranı azsa 1300'ün, verilir.

1050ti 1060'ın yanında çok dandik.

Kesinlikle değer, verilir.

Değer, 1060 farklı bi dünya, 950 960 farkı gibi değil

terimden öte, kısa bir tür olan haiku var, o geldi aklıma, olabilir mi?

basit ve aykırı gibi gözüküp derin anlam taşıyan tasavvuf şiirlerine "şathiye" deniyor. Zorlama fakat bir ihtimal.

Haiku olabilir mi?

Ekleme: Ilk cevapta soylenmis, gormemistim. Nazim sekli "rubai" var, dili kolay ve anlasilir. Terim olarak sehl-i mümteni var, ancak Divan Edebiyati notu dusulmedigi icin, bu da olamaz?

şathiye ve haiku değil arkadaşlar. onları biliyorum. :(

demek istediğim şiir türü değildi.

edit: buf-e kür allah razı olsun. sehl-i mümteni imiş hatırlamadığım bu terim. divan edebiyatı içerikli olduğunu da hatırlamıyordum. sağ ol. :)

(bkz: sehl-i mümteni)

kvkk yürülüğe girdikten sonra şirketle alakalı tüm muvafakatname ve diğer evrakları şirket avukatı hazırlayıp ya da hazırlatıp göndermişti, çalıştığınız bir avukat varsa ona sorun bence; en azından yol gösterir.

şayet bir şirketiniz vs var ise hukuki destek almanızı şiddetle öneririm. size proje bazında bir kvkk uyum hizmeti sağlayabilirler. çünkü çevrilen metin yüksek ihtimal ile GDPR yani AB mevzuatı uyarınca oluşturulan bir politika. Çeviriden öte Türk hukukuna uygunluğun da sağlanması gerekiyor. Daha ayrıntılı bilgi için özelden yazabilrsiniz.

şirket avukatlarımıza bizim web sitelerine eklenmesi için ayrı, veri girilen tüm evraklara ayrı olmak üzere bir kaç metin hazırlatmıştım. belgelere hem kvkk açıklama metnini hem de bu bilgileri anlayıp,onayladıklarına dair bir açık rıza metni eklettik. web sitesini ziyaret eden kullanıcıların bulundukları şehirleri,gezdikleri sayfaları görüp, bu bilgiler üzerinden müşteri profili vs oluşturduğumuz için bunun da bilgilendirmesini yaptık. yani sizin faaliyet alanınıza, verileri kullanım şeklinize göre şirket avukatınız sade bir metin hazırlayabilir.

arada akşam yemeği yemek için midpoint'e gidiyorum.50-100 papel gibi bir şey tutuyor.

arada midpointe tatlı ve yemek için giderim. big chefs'e de yemek için gidiyorum çok nadir. iki kişi 100-150 arası tutuyor.
big chefs gereksiz pahalı evet, porsiyonlar da küçük. çok lezzetli de olmuyor yemekler.
midpoint'te yediğim bir kaç tatlı var ama, beğeniyorum, değiyor bence.

Ben seceneklerim arasinda midpoint varsa hep midpoint’i seciyorum. Hizmet kalitesi ortalamanin uzerinde oldugundan genelde surprizle karsilasmiyorsun. Malzeme kalitesine gore de normal bence fiyatlar.

hiçbirine gitmem, bazen ablamın iş çıkışında kırıntı'ya gidiyoruzo istediği için, ben isteyerek gitmiyorum. gereksiz fiyata lezzetsiz, parasını hak etmeyen şeyler sunuyorlar. aynı paraya(hatta daha ucuza) gayet lezzetli şeyler yenebilecek restoranlar var.

ama neden iş yaptıklarını anlayabiliyorum, hem fiyattan dolayı herkes giremediği için "izole" bir ortam sunuyor hem de insanlar nerede ne yenir telaşıyla uğraşmak istemiyorlar. yine de; damağına iyi davranmaya özen gösteren insanların tercih edeceği yerler değiller.

erkek toka solda

Soldan sağa. Kadın.

Erkek toka solda.

toka solda.

e

Toka sağda. Solak kadın.

toka solda

k

Toka solda. Erkek.

toka sağda. solak erkek.

erkek toka solda olur benim bildiğim

Elime nasil gelirse hic dikat etmem. Erkek cinsiyetine sahibim

toka sol , erkek

bunu daha önce hiç düşünmemiştim, hep toka sağda takıyorum. sola takabileceğimin bile farkında değildim, soruyu görünce "sola da takılıyor muymuş ki" dedim. fiziki olarak mümkün olamayacağını düşünecek kadar uçuk bir fikirdi soruyu görene kadar.

toka sol, sağlak erkek

Kadınım, toka yönünü değiştirerek kullanıyorum, çünkü bir süre sonra deri deforme olmaya başlıyor.

soldan sağa, kadın.

muhtemelen finale filan giriyordum. tez savunmam bile doğum günüme denk gelmişti. hocalar arasında popüler bir tarih demek ki.

Askerdeydim, kalp seklinde pasta aldim 4e kesip ev arkadaslariyla gomduk. Kendime ilk arabami almistim hediye olarak.

Su ankinden 10 numara daha mutluydum.

Doğum günün kutlu olsun. 26dan küçüğüm, inşallah uzmanlık sınavını istediğim şehirde kazanmış, mutlu bir evlilik sahibi, kendimin ve sevdiklerimin sağlığı sıhhati yerinde, mesleğimde adım adım yükselen bir insan olurum 26. doğum günümde.

Askerdeydim. Doğumgünüme nöbet yazmışlar. 24 saat nöbet tuttum nizamiyede.

Zaten kutlamam doğum günlerimi. Bi şey fark etmedi. Özellikle bi yerde olmak istemezdim.

Ben de 06:30'da kalkıp işyerine gitmiştim. Sonra ablam çiçek göndermiştir, erkek arkadaşım yoktu o zaman. Öğleden sonra da pasta kesmişizdir ofiste.

Tam olarak 3 gün önceydi. İstediğim hayatla alakası yok şu an hayatımın.

Doğum günün kutlu olsun bu arada.

Doğum günün kutlu olsun!

Sabah okula gidip yüksek lisans dersinde sunum yapıp oradan işe geçmiştim. Sağolsun arkadaşlar pasta söylemişti, lab'da kutlamıştık.
Aslında 23.-31. arası bütün doğum günlerimde, doğum günüm olmayan günlerde olduğu gibi, sabah 6:30'da uyanıp işe gittim.

2010 yılıydı.
O dönem nispeten dandik bir işte insanlık için küçük ama benim için büyük bir adım atarak terfi almıştım. Şirketin bünyesinde ilk defa bir Türk terfi alıyordu, o yüzden güzel bir deneyimdi. Eski eşimle sevgiliydik, izne çıkmıştım da birlikte tatile gitmiştik.

Şimdi o zamana ışınlanacaksın istediğin an deseler koşarak kaçarım. Otuzların hiçbir senesini yirmili yaşlara değişmem. (yoksa yirmileri otuzlara değişmem mi demek gerekir, bu cümle nasıl kurulur bilmiyorum. Kısaca otuzlar daha iyi.)

Doğum gününüz kutlu olsun ayrıca.

ne hayal etmiştin ki, baş ucunda hindistan cevizi sütüyle seyşellerde uyanmayı mı?

yaşamak istediğimiz hayat yapmak zorunda olduğumuz ve büyük ölçüde değiştiremeyeceğimiz şeylerle çatışmak zorunda değil. hatta gerçekçi ve sağlıklı bir hayat tecrübesi için "çatışmamalı" denebilir. sabah 6'da uyanıp işe gittiğin bir günü 26 yaşına layık bir şekilde geçirme ihtimalin var, akşam iş çıkışı sevdiklerinle beraber güzel vakit geçirebilirsin örneğin.

benimki çarşamba gününe denk gelmiş, ben de kalkıp işe gitmiştim. benim için doğum günü hunharca çikolatalı pasta yemek demek, bu açıdan mutlu edici geçmişti; daha fazlasını da istemiyordum zaten.

mutlu yıllar.

az buçuk duyurularından seni tanıdığım kadarıyla, senin şu an ibiza'da olman lazım.

Askerdeydim. Hastaneye sevk edilmiştim. "Ohh istirahat alır nöbetten yırtarım" planları yaparken birliğe döner dönmez nöbete gönderilmiştim. Dümdüz bir gündü.

bir buçuk ay kaldı 26. doğum günüme. senden çok farklı değilim tek farkım ben sabah 7:30 da kalkıp işe gidiyorum. bu yaşıma kadar yapmak istediklerimi tan olarak yapamadım aslında ama birkaç sene gecikmeyle de olsa emim adımlarla ilerliyorum hedeflerime.
doğum günün kutlu olsun bu arada yeni yaşın ve devamında daha mutlu olman dileğiye

doğum günün kutlu olsun öncelikle.

Bende 25 yaşındayım şuan da. İstediğim bölümü okudum ancak ne işim istediğim bir iş ne de beni sevecek bir insan bulabildim.

Mutlu sağlıklı ve keyifli yıllar dilerim.
Bundan yıllar yıllar önce, 26. Yaş günümde evdeydim (doğum günlerinde şirket bir gün izin veriyor) ama normal şartlarda elbette sabahın kör karanlığında ise gitmek zorundaydım.

Hayallere dalınca işin sonu yok ama onlar hayal. Gerçeklikle kıyasla hale gelirseniz sürekli elbette moral bozucu olur. Birbirinden iyi ayırmak lazım.
Neyse, kısaca şunu diyebilirim, sevdiğim işi yapıyor bir süredir ve gerçekten insanın başına gelebilecek en güzel şeylerden biri. Ömrünüzün büyük bir çoğunluğunu alan şeyden zevk alıyor olmak olumlu yönde çok etkiliyor.
Sorunlar asla bitmez, bitmiyor. Algıyı ve yaklaşımı, tutumu değiştirmek en yapılabilecek şey.
Tekrar mutlu yıllar.
Son şey, gerçekten ne güzel yaşlar o yaşlar. Kıskanıyorum.

doğum günün kutlu olsun! seni iyi hissettirecek ise senden daha kötü bir doğum günü geçirmiştim. :)

kısa dönem yapar geçerim dediğim askerlikte istemememe rağmen uzun dönem çıkmıştı. yedek subay eğitiminden sonra kurada 5 batı 1 doğu ili arasından çeke çeke Siirt'i çekmiştim. yetmezmiş gibi oradaki tugaya da değil, dış bir birliğe, korunaksız, terörist mahallesi ile sırt sırta bir kışlaya düşmüştüm. henüz acemi sayıldığım için nöbeti bana kilitlemişlerdi ve ortama daha doğru dürüst ayak uyduramamıştım.

nöbetçi kulelerini kontrol ederken 1-2 ay önce roket yiyen, derme çatma ve hendek operasyonları zamanından balkonlarında silah deliği olan evlere 20 metre mesafedeki 7 numaralı kuleye geldim. nöbet kuleleri, merdiveni açıktan çıkılan bir konumda, yerden 4-5 metre kadar yukarıda bulunan açık hedef şeklindeydi.

her bir basamağı tek tek hafif eğilmiş vaziyette "mermiyi şimdi kafama yiyeceğim", "mermiyi şimdi kafama yiyeceğim" diye diye çıktığımı hatırlıyorum. kafamdan doğumgünümde şehit olsam haberlere çıkarırlar mı, ajitasyon içeren haberler yaparlar mı acaba diye düşünceler de geçiyordu.

bir şey olmadı çok şükür, zamanla da alıştık o ortama koşa koşa, güle güle, nöbetçi asker kardeşlerime takıla takıla çıkmaya başladım merdivenleri. alışılmayacak şey yok. sıkma canını. hayata bakışımı değiştiren günlerden biridir 26 yaş doğumgünüm. hayatta doğumgünü, kötü patron, kötü iş gibi şeylerin ne kadar önemsiz olduğunu fark ettiğim bir gündü. :)

26. doğumgünümde evlenmeme 2 ay vardı, sevgilimle aynı evde yaşıyor gibiydim. Bir ay sonra 33. doğumgünüm var, boşandım, hiç arkadaşım olmadığını fark ettim, alkolün depresyonun dibine vurdum. işe gitmek yine iyi yani :)

bomboktu o doğumgünü. iş, aşk mevzularında dibe vurmuştum. aile arasında basit bir kutlama yapılmıştı ama ruh gibiydim.. tek derdin işe gitmek olsun.. o doğumgünümde ölü gibiydim. işe gidip kafamı dağıtma şansım bile yoktu.

işten ayrılalı birkaç ay olmuştu, işsizdim. sevdiğim kişiyle iletişimimiz kopmuştu. doğum günümü kutlamasını bekledim içten içe, kutlamadı. sonra antalya'ya gittim, eski evime. hayvan hayvan içtim, kalan son eşyalarımı toplayıp memlekete döndüm. pek bi şey değişmedi hala. yok lan, hiçbi şey değişmemiş.

doğum günün kutlu olsun!

bayağı kötü başlayıp güzel sayılabilecek biçimde bitmişti. o zamanki işkolik ötesi sevgilimle (düşününce sevgilim demeye bin şahit istermiş) maalesef telefonda bir konuda tartışarak güne başlamıştık, doğum günümü hatırlamaması tuz biber olmuştu.

o gün sevdiklerimle de olmak istemedim üzüntümü anlarlar diye, bir blues bardaki etkinliğe gidip bir sürü güzel insanla tanıştım, şahane bir şekilde enerjimi yükselttiler. sık telefon gelince söylemek durumunda kaldım ve gecenin geri kalanı pub crawl'a döndü, hala görüşürüz :)

26. yaşımda hiçbir şey yaparak geçirmedim sadece çalıştım. tüm ömrüm böyle geçecek galiba. çalışmamak veya daha az çalışmak gibi bir lükse sahip değilim.

mezun olmuş, bir yandan çalışırken bir yandan da sınava hazırlanıyordum. 3 aylık evliydim. gece gündüz iti gibi çalıştığım, ancak eve misafir gelirse mecburen dinlendiğim zamanlardı.

bugün 33. 26.'yı hatırlamıyorum da sanırsam zatürre olduğum kıştı. karışık durumlar içinde, çalıştığım saatler dışında sürekli içtiğim zamanlar olabilir. tam olarak ne yaşamam, neresinde olmam gerektiğini idrak etmiş değilim, o yüzden hala pozisyon alamıyorum. doğum günün kutlu olsun.

Kesinlikle kendi seçimlerimle yaşıyordum, istediğim yerde ve istediğim kişilerleydim. Yine de zor zamanlardı, sağlık sorunlarım çok artmıştı ve üniversitede can cekişiyordum.

Tek bir güne odaklanmak ve büyük beklentiler içine girmek beni çok yoruyor, çok plan yapan ve takıntılı bir insanım çünkü. Sen de öyleysen, bunu değiştirmeye bak 26. yaşında, çok daha az canın sıkılacak böylece.

askerdeydim. hayat bana güzeldi.

26'yı dert etme. daha çok seneler var hayatında. değiştirmek istediğin bir şey varsa hiç vakit kaybetmeden başla. Yoksa ikinci 26. senede yine aynı duyuruyu açarsın. aha da buraya yazdım.

şayomi.

ikisinin de hem tasarımı hem de fiyatı çok güzelmiş. ihtiyacım olmamasına rağmen alasım geldi.
Emie daha hafif olduğu ve renkli olduğu için ben olsam onu seçerdim.

benim cahilliğimden olabilir ama ilk linkteki markayı bilmiyorum. 2. ürünü ise black friday indirimlerinde amazon'dan 80 liraya almıştım. gayet güzel. ekstrem bir şekilde kullanmıyorsan 10000mah ve xiaomi yetecektir.

arkadaşın hepsiburdadan aldığı xiaomi sahte çıkmıştı. sahte satıyorlar demiyorum ama tedarikçisi bişeyler yapmış gibi görünüyor. alırsanız kontrol edin. internette kontrol için çeşitli adımlar var.

Şayomi tabii ki

soruya tam cevap değil aslında ama, xiaomi 20000 2c aldım, memnunum.
"kırk lira farkla büyük boy olsun ister misiniz?"

Xiaomi 10000 mAh v2 olanı var memnunum. Sanırım powerbank piyasasında da lider.

Ttec marka almada

xiami olan var bende 4 yıldır kullanıyorum tık demedi

Sorun depolama ise Windowsu küçüktmenin yolları var, Ubuntu falan uğraşmaktan daha kolay olur.

Ubuntu’yu şimdi kur, saat 23:55. Yarın da 8:00’de işin veya dersin olsun. Sabah 4’e kadar ayakta kalıp geri windows 10 kurarsın.

Sorduğum soru bu değil kardeşler. Kasar mı? Gerisini sallayın zaten raspbian falan kullanıyorum, usb boot dan cırmalıyorum. 2-3 eski çerezlik oyun dışında oyun oynamıyorum.

SSD ile iyi çalışmadığından yakınanlar olmuş sözlükte, kimisi de uçuyor hiç kasmıyor falan demiş. Hangisi doğru bunların?

ubuntu'ya sıfırdan girişecekseniz, zamanınız bol olması gerek. zira windows'ta iki tık ile yapabildiğiniz kimi ayarlar için konsolda paragraf döşemek gerekebiliyor. ben zamanında tüm bunları yapmama rağmen sonunda yine windowsa döndüm. linux dağıtımlarında harfler windows'taki gibi keskin değil. render sorunu mudur bilmiyorum, zamanında denemediğim linux kalmamıştı, internet sayfalarında fontlar bir değişik oluyor, uygulamalarda harflerde çok az da olsa bir bulanıklık oluyor. onun dışında gayet güzel diyebilirim. belki yeni dağıtımlarda bu bahsettiğim sıkıntılar çözülmüştür.

ubuntu kasmaz bence ama kasma düşüncen varsa daha hafif dağıtımlar mevcut.

Kasmadan kastım mesela açtım 16 20 tane sekme Chrome'da, başlıyor ağlamaya eski nesil i5 Laptop. Hele hele bazıları 720p ve üstü video ise tam ağlıyor Windows'ta. Açıp bakıyorum arka planda Windows 10 zibilyar tane servis açık, ramin ırzına geçiyor.

Linux tabanlılarda böyle değildir diye umuyorum. Yamuluyor muyum?

Vakit tamam harcamak gerekiyor da zaten her sorun bir tecrübe demek, öğreniyor insan, gocunmam pek.

Komut yazılan yere terminal deniliyor. Ubuntu ya geçebilirsin . Hız olarak Windows dan hızlı. Artık terminal den komut yazarak kurulum yapmak çok nadir olarak kullanılan bir şey. Yazılım deposunda istediğin her şey var zaten. ben xubuntu kullanıyorum. Farkı ne dersen grafikler cincon lu geçişler yok sistemin harcayacağı enerjiyi işe yönlendiriyor. Son kullanıcı için Ubuntu biçilmiş kaftan.

Özellikle windows ile çalışan bir program kullanmıyor ya da oyun oynamıyorsan. İnternete gireyim, ofis programları çalışsın, medyaları kullanayım diyorsan sadece hemen geç.

Zaten kurulumda tarayıcısı vs bir sürü ihtiyacı hazır geliyor, başka şeylere de ihtiyacın olursa yazılımların olduğu mağaza var. Aynı google play yada App Store gibi.

Uzun yıllar kullandım, sabah pc açıp sadece firefoxda internet ihtiyacımı görüp office programları ile nadir iş yapan adamdım. Hiç bir zorluğunu görmedim Ubuntunun, ne zaman ki windows isteyen bir prograla çalışmam gerekti o zaman iki OS kullanmaya başladım.

En sonda bir o bir bu sıkıldım sildim ubuntuyu.

linux bos beles bi ugras.

tabi ki 6000 Ankara

eğer borç/harç var ise 8k ve doğu (birikim) hayat kalitesi/standartlar yüksek ise 6k merkezi yerler

6000 eskişehir.

8500 mardin de fena fikir değil gerçi.

6000 tl maaş Eskişehir diyorum.

8500 mardin.

8,5 la çok biriktirip çok gezerdim.

Düşündüm de baya iyi gezerdim ya. Mardinde 8.5 luk iş var mı?

6000 Eskişehir için çok iyi bir maaş.

tanıdığınız kimse yoksa bu şehirlerde 8.5 olan

8.500,00 muş

6 ankara

Dogma büyüme ankarali ve 8,5k maaşı olan ve Mus'ta calisan biri olarak yazayım. 6. yıldayım. Düzeni kurdum, etin, sütun, yoğurdun tazesini doğalını gömüyorum. Yemekler dışarıda restaurantlarda da çok iyi ve porsiyon büyük. Burada yemek yiyen biri ankara'da en kral steak yese bile beğenmez. Onun dışında kendi halinde, çevreni kurarsan eglenirsin. Benim çalıştığım kurumda batılı arkadaşlar bayağı kafa dengi. Puanım iyice yukselene kadar burada kalabilirim. Tabi ömrünün sonuna değin burada yaşanmaz. Problem uzaklık, havaalanı var istanbul-ankara-bursa-izmir direkt uçuşları var. Ilginçtir kış mevsiminden cok çektim 4 yıl, ben böyle kış görmedim, kar yağdı mi apartmanlarin evlerin ilk katlari kayboluyor arabaları yutuyor kar. -30lar da cabasiydi fakat 2 yıldır mikro klima gibi şeyler oldu galiba yağmur yağıyor sürekli, hava ankara'dan daha iyi. Sosyal hayat yok tani, kendi çevrende takılırsın.

Tabiki 6k maas

ankara'daki 6 bin maaşın yapamadığı neyi yapacak ki muş'taki 8500? ücret farkı yaşam kalitesi farkını karşılamıyor, 2 katı olsa neyse.

ilk tercih 8500 Mardin
ikinci tercih 6000 Eskisehir

yaşam tarzınıza bağlı tabii ki. mardin, muş, siirt vb. yerlerde sadece para için (üstelik bu kadar az fark varken) çalışmayı düşünüyorsanız pişman olacağınızı düşünüyorum. eğer bekarsanız en iyi seçenek 6000 Ankara olur. para biriktirmek isterseniz ona uygun bir hayat kurup para biriktirebilirsiniz. eğlenmek isterseniz onu da yapabilirsiniz (istediğiniz türde eğlenebilirsiniz). aldığınız paranın her anlamda bir karşılığı olacaktır. aradaki 2500 lira ile bu imkanları satın almış olursunuz.

8500 olup ömür boyu ikamet ise 6000i seçerdim.
bir süreliğine 8500 ise katlanabilirim bir süre...

6000 ankara. 5 veya 4 olsa da değişmez cevabım. doğu "kötü" diye demiyorum. şahsen ankara'yı ve büyük şehirde olmayı seviyorum. bunun tek istisnası istanbul denen bk çukuru. ankara dururken mardin ya da siirt'te çalışmam için 4-5 katı para teklif etmeleri ve 1-2 yıl sonra ankara'ya dönmemi sağlayacaklarının sözünü vermeleri lazım.

6000, Ankara, olmazsa Eskişehir.

Mardin de hiç fena seçenek değil, Siirt ile Mardin arasında çok fark var be abi.

Hayır, çünkü minimalizm.

özellikle kaldığım otellerin olmak üzere kibrit koleksiyonu yapıyorum.

klasik olacak ama bir kere başlayınca gerisi geliyor. magnet.
yurtdışı 2 pano 3.ye geçeceğim. yurtiçi 1 pano.

saat

Gittiğim yerlerden magnet (bende değil, annemin buzdolabında)
Kartpostal (babamın koleksiyonuyla benimkileri birleştirdim, 500'den fazla var)
Anahtarlık, silgi, küçüklükten kalma peçete

islemci toplamaya 10 sene once basladim, eski intel/AMD basta olmak uzere bircok islemci var, sample/prototip pesinde kosuyorum su aralar

bir de antika sayilabilecek kurek madalyalari topluyorum, cogu 1950 ve oncesi tarihli.

(bkz: anlayamazsiniz) :P

Yabancı para (Büyük meblağlar değil, ufak bozukluklar)
Magnet
Atkı ve şal
Kalem

valla internet üzerinden olunca koleksiyona girer mi bilmiyorum ama tüm kıtalardaki ülkelerin meşhur yerlerinin, fotolarını biriktiriyorum.

Para koleksiyonu yapıyorum. Belli bir seviyeden sonra bazı nadir paraları almaya para yetmiyor o ayrı :)

Madeni para, kartpostal, bardak altlığı, kaset, plak, deniz kabuğu, anahtarlık.

Saat, plak ve diecast koleksiyonu yapıyorum.

anahtarlık koleksiyonu yapıyorum ben de. Hatta magnete göre çok daha pahalı olduğu için arada keşke magnetle başlasaymışım demiyor değilim ama evde bayaa bi anahtarlığım var gittiğim yerlerden ve arkadaşlarımın gittiği ülkelerden. Arada açıp açıp inceliyorum hem nostalji oluyor gittiğim yerlere dair hem de yeni gezi hayalleri kuruyorum.

minimalizm +1. sıfır koleksiyonum var. aynı şeyden iki tane olması bile rahatsız ediyor.

yep, pahalı kulaklıklar koleksiyonu yapıyorum

var metal maketlerim var
birkaç örnek:
m-tr.gearbest.com
m-tr.gearbest.com
m-tr.gearbest.com

Çakmak , ayraç

Ufak tefek koleksiyonlar yapıyorum.

Model araba,
çakmak ama öyle markalı değil şekli güzel olanlar,
para koleksiyonu vardı şimdi sürmüyor malum,
milli piyango yılbaşı bileti koleksiyonum var :D millenyumdan itibaren.

Çok şeyler var ama eksik çoğu, bazısı da saçma :/

Plak koleksiyonu yapıyorum.

dip koçanlı sinema bileti koleksiyonu yapıyordum, cinemaximum ile beraber yayılan termal kağıt çıktı benim olay bitti. eski usul sinemalara gidince saklamaya çalışıyorum yine, elimdekiler duruyor öyle; ileride veletlere hava atıcam "ben yüzüklerin efendisini sinemada izledim la bebeler, alın bu da kanıtı" diye. şimdilerde sinemada star wars izlemiş amcalar teyzeler gibi taşaklı olucam.

Pul niye sayılmıyor karşim?
Yaprak koleksiyonum da var.
Kopya koleksiyonum da var. Çektiğim kopyalar evet.

Magnet en ciddi koleksiyonum.
Bunun dışında
Dolmakalem
Kartpostal
Pul
Peçete
Bardak Altlığı
Efemera

Ufak bir designer parfüm koleksiyonum var. Her ay 1 tane daha alıp koleksiyonu genişletmeye çalışıyorum. İlerleyen zamanlarda dolar düşerse niş parfümlerden de bir koleksiyon yapmayı düşünüyorum.

Gittiğim her yerden magnet alıyorum. Bir de tiyatro biletlerini saklıyorum son 5-6 yıldır. Keşke daha önce başlasaymışım.

Otel kalemi koleksiyonu yapıyorum.

film dvdleri ve müzik cd'leri topluyorum. totalde 200'e yakın var elimde.
+ magnet.

bardak alti, magnet, ayrac
cocukluktan kalma pecete, para, pul
atamadigim icin kinder oyuncaklari, kalemler

ama keske minimalizm :(

minimalizm koleksiyonu yapıyorum diyip artistik paradox yaratmak istiyorum....

yarattım...

Fazla vurmayınız.

Dark
Peaky Blinders

Ünsere Mütter Ünsere Vater (Son üç sene değil ama gönlümüzde yeri ayrı)

The leftovers

Dark
The Protector
Dogs of Berlin

billions

mindhunter

yukarıdakilerin çoğu, artı bunlar bence.
(bkz: penny dreadful)
(bkz: taboo)

Edit: bir floransa aşığı ve medici ailesi takdircisi olarak medici dizisinin gelmiş geçmiş en kötü tarih dizisi olduğunu iddia etmek zorundayım. Aşağıda görünce belirtmeden geçemedim, çok üzgünüm.

stranger things
westworld
mr robot
silicon valley

Stranger Things.

Bir de Breaking Bad'i izlediyseniz Better Call Saul'u öneririm.

Narcos

sevilla, granada, madrid.

madrid görüldüyse; 20-21 sevilla geziş, 22-23 granada geziş. endülüs turu yapıp elhamra görmeden olmaz, o yüzden granada'ya illa ki gidilecek. oraya 1 malaga'ya 1 yaparsanız bir şey anlamazsınız ikisinden de.
madrid görülmediyse ikisinden birinden 1 gün azaltıp madrid'e eklenebilir. sevilla granada arası ulaşım sorun olmaz ama granada'dan madrid'e gidiş vakit alacaktır, o vakti düşünerek plan yapın.

Sevilla ve granada endülüs un olmazsa olmazlari bence. Cordoba da camii dışında cok fazla vakit ayirmaniza gerek olduğunu düşünmüyorum. 2 3 saat yeterli olacaktır. Granada da ise hemen hemen 1 gun el hamra icin harcanıyor. Yarim gun veya 1 gun de şehir gezilebilir. Malaga ya gitmedim onun için yorum yapamayacagim ama 2 sevilla 2 granada olabilir. Bununla birlikte endülüs ten sonra madrid cok sönük ve ekstrası olmayan bir sehir bana sorarsan. (Prado müzesi icin özel bir ilgin varsa ekstra zaman ayırmak gerekebilir onu bilemiyorum). Ama el hamra yi mutlaka görmeye çalış.

sevilla'da bir gün muhakkak geçir.
granada'da en az bir gün.
cordoba'da da en az bir gün. ama cordoba diğerlerinden biraz daha sakin, kendi halinde bir şehir.

malaga diğerlerinin yanında daha zayıf halka.

19 Dec 21:10 Porto - Sevilla
21 Dec 12:40 Sevilla - Cordoba
21 Dec 19:00 Cordoba - Granada
22 Dec 18:30 Granada - Madrid
23 Dec 23:00 Madrid - Porto

ben olsam cordobayi ve malagayi cikarirdim. araba kiralayip gezecekseniz nispeten kolay ama tren vs. isine girecekseniz zor (ve pahali) bir rota.

benim tur planim soyle olurdu:

19u gece ve 20si gunduz sevilla'da takilip aksamina ronda'ya gecer, geceyi ronda'da gecirip ertesi gun de ronda ve ona cok yakin olan setenil de las bodegas'i gezip (bu ikisini ekledigine pisman olmayacaksin) oradan aksamustu gibi granada'ya gecerdim. 21i gece granada'da kaldiktan sonra ertesi gun alhamra'yi gezerdim. granada'da alhamra disinda neredeyse bir sey yok alhamra ile granada'yi 1 tam gunde bitirebilirsin. alhamra sonrasi yola cikip madrid'e giderdim. yol bir tek bu noktada uzun suruyor digerleri yaklasik 2-2.5 saatlik mesafeler hep. madrid'e gidis biraz uzun surecek muhtemelen. gece gibi madrid'e varip madrid'de geceyi (22si oluyor) gecirdikten sonra 23u ve 24u madrid'de gecirir ve donerdim. (madrid'e onceden gittiyseniz o fazladan gunu sevilla'ya eklerdim tabii.)

cordoba'da cami disinda hicbir sey yok (turkiye'de her yer cami bi esprisi yok :)) malaga'da kale disinda hicbir sey yok. bu ikisini bu yuzden cikardim. bir de az daha vakit olsa tarifa'yi mutlaka eklerdim ama sendeki zaman planina gore araya sıkıştırılamayacak kadar uzak maalesef.

tekrar soyluyorum bu plana ronda ve setenil'i ekledigine kesinlikle pisman olmazsin :)

eklemeyi unutmusum ben endulus'te araba kiralayip gezdim, benim rota tren--otobus vs. gibi ulasim araclarina uygun olmayabilir konu hakkinda hicbir fikrim yok.

unutmadan bir de sunu ekleyeyim, alhamra'ya onceden rezervasyon yapmadan girmekte sikıntı yasayabilirsiniz, biletinizi onceden almanizi tavsiye ederim.

4 gunde endulus cok cok zor. ben malagayi cikartarak, araba kiralayip 10 gunde tamamladim. (thy malagaya direk ucuyor, daha sonra sadece malaga icin geliriz dedik).

@kolaygelsin +1. endulus sonrasi madrid cok bos geliyor. ancak ilginizi cekecek birseyler kesinlikle bulursunuz. ben olmsam az vakit planlarim madrid icin.

bu listeden malaga ve cordoba cikarilabilir duruyor. cordobada en ilgi cekici yer cami ve gercekten muthis. bunun disinda roman bridge de efsane. ama diger bolgeler dusunulunce cordobadan vazgecilebilir.

sevilla ve granada kesinlikle listede kalmali. ozellikle sevillaya daha fazla vakit ayirin. diger bolgelere gore gorulecek cok fazla yer var. granada el hamra sarayi ve cevresi 1 tam gununuzu alir ve kesinlikle deger.
ayrica @in vino veritas +1. ronda kucuk ama cok guzel bir yer. sirf o manzarayi yasamak icin bile gidilmeli.

aile hariçse bir kişi var

aile hariçse hayır.

aile dahilse yine hayır.

hariçler hariçse kljgslsdkjsd +1

Yok

Mudurum var.
Ayrilcam diye 3.5 atiyor

Sadece annem

Annem öyle görünmeye çalışıyor da o dahil kimsenin umrunda değilim. Kimse de benim umrumda değil.

sadece anne ve baba.

anne hariç kimse

Var. Dostum. Ne şanslıyım. Bir kere daha düşündüm.

Kimsenin umurunda değilim, herkes lafta var, onun dışında kimseden bir şey görmedim.

zor duruma düşsem el açacak, yüzüme kapı kapatmayacak, bunu da ben iyi olana kadar yapacak ailem hariç bi 6-7 kişi var sanırım. en kötü bu 6-7'den 2.

Aynı durumdayım sabahın 5'inden beri uyuyamdım.
İnternette biraz araştırma yaptım.
Tavuk suyu çorba iyi geliyormuş aldım bir kase içtim, limonlu ve karabiberli.
Bol bol su içmek gerekiyormuş koca şişeyi yanıma aldım başlıyorum içmeye.
Bir de bal iyi gelirmiş, bal da aldım birazdan ona da bakacağım. Annem yerken limon da sık daha iyi gelir dedi, böyle yapacağım.
Bir de dondurmanın iyi geldiğini okudum bilgin olsun.

Ben adım adım hepsini deneyeceğim.

Şimdilik hafif yumuşama oldu ve yutkunmam daha kolay.

Geçmiş olsun.

Benim kişisel çözümüm steril hale getirdiğim bir çatal ya da kaşığın sapını limona batırmak ve sonra boğazın yan taraflarına hafif bastırmak suretiyle sürmek. Kendin yapman zor olabilir, biri varsa ondan rica edebilirsin. Ne kadar sağlıklıdır bilemem, riski sende, ben işimi hep böyle çözüyorum; 2-3 tekrardan sonra anında rahatlıyor. O olmazsa limon, biraz sıcak su, karabiber ve tuz ile gargara.

Daha tıbbi çözüm ise majezik sprey.

rakı ile gargara, boğma rakı varsa daha iyi.

Strefen pastil. Pahalı 30 TL ama kesin çözüm - en azından bende öyle oluyor-

kesin çözüm bir anda olmuyor maalesef. yani hokus pokusluk tek yöntem boğazınızı aldırmanız :)
çocukluğumda bademciklerim alıncı ve en ufacık bir üşütmede farenjite dönüyor boğazım.
annemin bulduğu çözüm çaya bir tane karanfil atmak. boğazı rahatlatıyor. sigara içiyorsanız bu süreçte kesinlikle içmeyin. ve çayı çorbayı çok sıcak içmeyin.

adaçayı

bir takım oyuncusu olacaksan, yani mesela 10 kişi ve altındaki bir ekibin içinde yer alacaksan o testler takım içinde ne tip karakterin yerini dolduracağına karar vermeye sağlıyor. herkesin "lider ruhlu" olduğu bir ekip efektif çalışamaz. o ekibe organizasyon yönü kuvvetli adam da lazım yaratıcı adam da, ekibi gaza getirici adam da lazım, sağ duyulu da. ekibin geneline göre ihtiyaç duyulan karakteri bulmak açısından işe yarayabiliyor.

tabii bu testler eleme sürecinde inanılmaz ağırlığa sahip değil. elle tutulur ihtiyaçları giderebilen bir aday sırf bu testte ihtiyaç duyulan karaktere sahip değil diye gözardı edilmez genelde. biraz da yöneticiyle de ilgili tabii, buna çok takanlar da olabiliyor ama kişisel görüşüm "bir fikir vermesi açısından önemli ama elzem değil" yönünde.

Doğum günün kutlu olsun abi.

happy börtdey bruce

Bruce olmak isterdim

dogum gunun kutlu olsun bruce!

bana kuru kandil mesajindan baska bir sey gonderdikleri yok. kiskandim seni.

@Leonardo~Da~Vinci, ben de şahit olmadım daha önce böyle bir şeye. öyle önemli bi kişi falan da değilim, ne alaka ben? hani akp'li olmayanlara gönderiyorlar desem, insan biraz araştırır da değil bir çiçekle kandırmak, kew gardens'ı üstüme yapsalar yine de oy vermeyeceğimi anlar.
herkese teşekkür ederim bu arada.
@acemi, bunca tantanaya değmiyor, boşver hiç heves etme.

bi de yol gösteren çıkarsa çok güzel bir doğum günü yaşayacağım, teşkür.

Unfoğçunıtli. Hiçbir şey yapamazsın.

Başını belaya sokarsın, fişlenirsin, saf olma. Hülo diyip geçecen aga.

bos gezenin bos ustasi +1.

Başına iş alma. Hüloğ de geç.

chemistry unkle'cısıyım ama bunu da severim. önerilerde çıkıyor ama yine de koyalım, buradan devam edebilirsin.
www.youtube.com

mark lanegan olmasa dinlenmez

güzelmiş, eyvallah.

kağıt kalemle yazmaya alışmış insanı etkileyebilir ama bunun tek sebebi alışkanlık; keramet kalemde değil ya da suç dijitalde değil.

ben dijitalde yazmaya alıştım mesela, elle yazmaya çalışınca cümle bile tamamlayamıyorum. alışamayan kalemle yazsın, o yazar eski kafalılık etmiş.

sanırım neil gaiman dolma kalem kullanıyordu bu sebepten. cümleyi yazarken hızlı yazamıyorum bu da düşünmemi sağlıyor falan diyordu. ama ben çok mantıklı bir açıklama olarak görmüyorum.

Dostoyevski Kumarbaz romanını kendisi bile kaleme almadı katip tuttu... Nice yazar daktilo kullandı. Mark Twain bunlardan biri. Saçma.

ben katılıyorum buna. kalem tutmakla klavye kullanmanın çok farklı olduğunu düşünüyorum.

Teknoloji düşmanlığından tamamen. Yoksa alakası yok.

bunu ben de düşünmüştüm bikaç ay önce gündüz dışarda olma şansını yakalayıp. konuyla alakalı başlık da var. kim olduklarını bilmiyorum.

(bkz: mesai saatlerinde dışarıda dolaşan kalabalık)

"sanki herkes hobi olarak çalışıyor bir ben fakirim" bende de var bu

istanbul 20 milyonluk şehir. her türden insan var mekanları doldurmak için. insan var kaç yıl istanbul'da olduğu halde denizi görmemiş, insan var rahat para kazanan veya freelance çalışan, insan var gece gündüz çalışan. yani belli bir gruba bakarak genel profili tanımlamak istanbul'da mümkün değil.

Şehrin nüfusunu ve bulunduğun mekanın merkezi lokasyonunu, hizmetinin kalitesini vs. düşününce oldukça normal bence.

Kendi sorunu kendin cevaplamışsın aslında o yüzden. Evden çalışıyordur, yl/doktora öğrencisidir, anne/babadan zengindir (illa Ferrarisi olması gerekmiyor ayda birkaç bin tl ateşleseler yine orada boş boş oturabilir), izinli günündedir, şehre günübirlik vs. dışarıdan gelen kişilerdendir.

şehir dışından gelmiş olabilir işleri vardır
o gün izin günü olabilir
hakikaten çalışmıyor olabilir

15 milyonluk şehirde sokakta gördüğün birkaç bin kişiyle kimse çalışmıyor mu demek sağlıklı bir yaklaşım değil.

Şehir çok kalabalık.
Çok fazla işsiz var.
Yani çalışan olsa bile o güne izinli olabilecek insan sayısı bile çok fazla olabiliyor.

Ben bu durumu günün gayet normal bir saatinde (işe/okula gidiş/dönüş saati olmayan) toplu taşımaya bindiğimde kalabalığa denk gelince düşünüyorum.
Bu insanlar günün bu saatinde ne yapmaya gidiyorlar acaba diye :)

benim. çalışıyorum ulen.

Ben de bunu hep düşünüyorum. Alışveriş merkezleri de dolu. Kimse çalışmıyor, ekonomik kriz yaşıyoruz ama ayni zamanda da herkeste para var gibi garip bir görüntü

Son cümlende ozetlemissin aslında olayı. O vakit arasında müsait olabilir işsiz, izinli veya işe yeni başlayacak olabilir. Örnekler çoğaltılabilir.

Freelancerlar gittikçe artıyor, starbucks da onların mabedlerinden; çalışmak için ya da takılmak için. Ben de bir ara freelancer'dım, sırf evde tıkılı kalmayayım diye öylesine çıkıp bir-iki kahve içip dönerdim.

Ama hiçbir işi olmayıp bomboş takılan zengin insan sayısı da çok İstanbul'da, özellikle nezih semtlerde.

Ben yaklasik 1 sene issiz gezdim oralarda

Bazı işlerin ilginç takvimleri olabiliyor. Mesela ben önümüzdeki haftadan itibaren Christmas tatilinde olacağım bir süre, yani herkes mesai saatindeyken o kahveci senin, bu kahveci benim gezme, çalışma ihtimalim olacak.

Yıllık izin, sömestr tatili, dönemsel başka tatiller, günlük ve haftalık izinler, kafa izinleri, hastalık sonrası nekahat, işsizlik, iş arası geçişler, eşi/partneri çalıştığı için çalışma ihtiyacı duymayanlar, freelance çalışanlar, kendi işinin patronu olanlar, eğitime, toplantıya vs gittiğinden ofiste olması gerekmeyenler, yazarlar...
Ama evet, katılıyorum. Dün Ikea'ya gitmem gerekti ve dünyanın herhangi bir yerinde o saatler arasında gardrop alması gereken bu kadar çok insan olması beni de hayrete düşürdü mesela. Bir de aslında bir nevi fundamental attribution error bu sanki, bizim başımıza gelince mantıklı bir açıklaması olduğunu düşünüyoruz da başkasına gelince öyle değilmiş gibi... falan filan.

ben tez çalışmamı starbucksta yapıyorum mesela. Ortam güzel, bir içecek al kurul filan.

hafta içi izinli olduğumda ben de çok yaşıyorum bu hissi.

ihtimaller şöyle:

-lisans, yüksek lisans, master öğrencileri. part time işle, bursla, harçlıkla vs geçinenler
-proje bazlı çalışanlar, freelance çalışanlar
-full-time çalışan, senin benim gibi nadiren hafta içi boş kalanlar
-işsizler
-çalışıyor gibi görünen, yarı işsiz, baba parası yiyenler (en sevdiğim tayfa)

istanbul'un nüfusunu da hesaba katmak gerek. %1'lik azınlık bile 200.00 kişi yapıyor, öyle leş bir şehirdeyiz.

o kadar çok insan var ki
o kadar da çok ihtimal var

orada oturan insanlar, orada oturma potansiyeli olan ama imkan bulamayan insanların belki de %1'i. böyle düşünün.

Kira yardımıyla geçinen bir kitle varmış, ekşi sözlükte okumuştum.

işsizler.

Kadıköy ve Beşiktaş gibi km2'ye binlerce insanın düştüğü iki ilçede ortalama mekanların bile tenha kalabilmesi mümkün değil. Pek çok ülkeden bile fazla nüfusları.

+20 milyonluk şehir
+freelance çalışıp evde kombi yakmamak için gelen tipler.

İlk izlediğimde daha fazla etkilendiğim filmler olsa da uzun vadeli düşüncede Interstellar öne çıkıyor hep.

Requiem for a Dream
Back to the Future

Schindler's List

Dangal, Amir Khan, kesin..

Bizim İçin Şampiyon (Bold Pilot)

Interstellar
Lobster

Mizacım gereği beğenilerim arasında "en" seçimi yapamıyorum ama izledikten sonra "wow bu farklıydı" dediğim kynodontas ve leviafan var. Çok çok beğeniyorum ikisini de tabii...

Birkaç film var beni çok etkileyen:

- Son imparator (Bertolucci)
- Güneş İmparatorluğu (Spielberg)
- Ölü Ozanlar derneği (Peter Weir)
- Ahh Belinda (Atıf Yılmaz)
- Bekçi (Murtaza) - (Ali Özgentürk)

İlk iki film hem görsellikleri hem de verdikleri dramı çok iyi yansıtmalarıyla yerleri apayrıdır. Keza Ölü Ozanlar derneği kendimizi o çocuklarla özdeşleştirebildiğimiz için, bu hissi bize verdiği için benim için önemli. Sonraki -öğrencilik- hayatımızda hep bir "captain, captain!" aradık. Hayaller ÖOD gerçekler... Maalesef oldu tabii.

Son iki Türk filmi için ayrıca yazmak istedim. Bu iki film de bende filmin ortasında salondan koşar adım kaçma isteği uyandırdı. İnsanların çaresizlikleri o kadar gerçekçiydi ki. Üstelik de bizdendi. Çok çok beğenme tanımı budur bence.

The Dark Knight
Forrest Gump
Blood Diamond
The Depardet

The Fly

Yakın dönem için konuşacak olursam yabancı film olarak Jim Jarmusch - Only Lovers Left Alive, yerli sinema için NBC - Ahlat ağacı diyebilirim.

Godfather

*mecburiyetten yönetmen yapilan bir adam, batik bir yapimci sirket, elde tecrubesiz kadro ile o donem boyle bir is yapmak gercekten diz çökülesi.

Oyuncularin hepsi harika, cekimler harika, isik kullanimi harika, goruntu yonetmenligi harika. Michael’in sollozzo ve mccluskey ile yemek yedigi sahnenin gerginligi, yine ayni sahnedeki harika bir ses yonetmenligi falan var muazzam ya. Hastane sahnesinin cekimleri.. Filmin basindaki cenazeci ile babanin konusmasi ve oradaki isik kullanimi.. meshur vaftiz sahnesi.. Michael’in gecirdigi o degisimin cok guzel anlatilmasi..

Valla ben filmlerde ve oyunlarda benim hayatimi degistirmesine, aglatmasina, senaryo yazimina falan bakmiyorum. Atmosfere ve cekim kalitesine bakiyorum. O yuzden ben bu filme saygi duyuyorum ya. Hatta saygim sevgimden daha agir basiyor.

Aksam tekrar ilk filmi ve ikinciyi izleyecegim :)

ben de kredi/banka kartı kaybediyorum böyle. market alışverişi sonrası o poşete koyma, birilerini bekletmeme gerginliğinde kasiyerin verdiğini o an neresi uygunsa oraya tıkıştırıyorum. poşete atıp sonra poşeti boşalttıktan sonra çöpe atarken fark ettiğim de oluyor, fark etmeden attığım da. ya da yine o telaşla kartı orama burama tıkıştırıyorum, düşebiliyor; hele ki o gün dalgınsam.

bu yüzden bu tarz kaybolma ihtimali olan şeylerim için sistematik belirledim. akbili okuttuktan sonra telefonumun olduğu cebe koyuyorum mesela, telefonu zırt pırt kontrol ettiğin için çok geçmeden akbili fark ediyorsun ve daha güvenli bölgeye koyabiliyorsun. alışveriş sonrası için de sol pantolon cebimi belirledim, orası aynı zamanda cüzdanımın durduğu yer. cüzdanı çıkaracağım zaman genelde karta da ihtiyacımın olacağı zaman oluyor ve sorun yaşamıyorum. nakit ödeyeceksem bile kartın dışarıda olduğunu görüyorum, sonra cüzdana koyuyorum.

sen de bu tarz "kurallar" geliştirebilirsin. akbili okuttuktan sonra sağ arka cebine koymaya alıştır kendini mesela, oturunca fark edersin ve çıkarıp çantana atarsın. ya da şu kış aylarında montunun iç cebi varsa oraya koy. ama bir yer belirle ve hep oraya koymaya çalış, gerekirse insanları kapıda beklet 2 saniye ama yap. buna alıştırınca otomatik olarak oraya koyuyorsun.

böyle anlatınca embesil gibi durdu, okuyanlar muhtemelen "bunları da programsız beceremiyorsan öl" diyecekler ama cidden unutma/kaybetme konusunda çok sıkıntı yaşadım; mecburum böyle yapmaya. daha bunun anahtar, nakit para boyutu var bi de...

@Bruce :( beni bu konuda birinin bu kadar iyi anlayacağını dusunmemistim. Yeni akbilimi alinca deneyecegim dedigini bi sure. Aslinda ben de telefonumun arkasina koyuyordum ama kac kere istisna yaptiysam kaybettim.

Elindeki kumandayı aramak,elinde konuştuğu telefonu kaybettim diye telefonda konustugun kişiye telaşla söylemek karşıdakinin de elinde ya telefon demeyi akıl edememesi. Bu kategoride birazcık.
Her gittiğin yerden ayrılırken say (işten çıkarken , evden çıkarken vb. ) cüzdan , telefon, anahtarlar, akbil. Kaybetmek istemediğin her zaman yanında bulunan eşyalarını listeye ekle.

hangisi senin nabzını daha çok yükseltiyorsa ve hangisini yapmak daha az sıkıcı geliyorsa o uygundur. nabzını arttırdığı sürece ne yaptığının pek önemi yok, ip de atlasan araba da çeksen seks de yapsan kardiyo kardiyodur genel itibariyle. o yüzden hangisini yapmayı seviyorsun ya da hangisi daha kolay geliyorsa onu yap. kendini hıza veya yoğunluğa endeksleme, egzersiz esnasında nabzını ölç ve nabız aralığına göre hangi hız veya yoğunluk uygun geliyorsa onu yap.

çok kilolu bir insan için koşu daha efor sarf ettirir çünkü ağır vücudu kaldırmak zorunda kalırsın. bisiklette tüm ağırlık bacaklara binmez, aşırı kalın bacakların yoksa daha az efor sarf ettirir. ama bacak kasları gelişmemiş biri için bisiklet de hayli efor sarf ettirici olabilir.

amacın kalori yakmaksa en iyisi hiit antrenmanı uygulamak. internet'te ayrıntılı bilgi edinebilirsin ama özet olarak biraz aşırı tempolu, biraz yavaş şeklinde gidiyorsun. yani 1 dakika 9'da, 2 dakika 6'da, 1 dakika 9'da, 2 dakika 6,5'da falan gibi. artık ciğerin ne kadarını kaldırıyorsa. en fazla kaloriyi bu şekilde yakarsın.

bisiklet mi koşu bandı mı konusuna gelince, ben bisikletten yanayım. personal trainerım hep "koşu bandı amatör eğlendirir" derdi :)

Ozellikle kilolularda, ya da bacak kaslari zayif olanlarda diyelim, kosarken dizlere cok yuk binmesi yuzunden kosu bandi pek onerilmiyor. O acidan bisiklet ya da eliptik daha saglikli.

Kalori kisminda @bruce ve @hitokiri +1

Bu spor-yağ yakımı konusu birbiriyle direkt bağlantılı bir konu değil, kilo vermenin birinci koşulu diyet yapmak, hatta tek koşu diyet yapmak. Şimdi ben sana koşunca ya da spor yaparken enerji metabolizması nasıl işliyor kısaca anlatayım.

Öncelikle yağ yakmak için koşan kimse, koşuyor diye kilo veremez. Bak git spor salonlarına en çok dombililer koşar ve bunlar hep dombili olarak kalır. Neden? Çünkü koşmak kısmı olarak anaerobik bir sistemde enerji metabolizmasına neden olur. Yani koştuğunda hani soluk soluğa kalıyorsun dalağın şişiyor falan gibi hissediyorsun ya, işte orada aslında dokulara oksijen gitmiyor. Dokulara oksijen gitmediğinde oksijenli solunum yapamazsın, oksijenli solunum olmazsa yağ oksidasyonu olmaz, yani yağdan ATP üretemez vücut, o zaman da kaslardaki şekeri ATP'ye çevirir, yani yağ yakamazsın, sadece glikojen depoların boşalır o kadar. Ha bu durumda kalori harcamaz mısın? Sağlam bir koşu seansında 1000 kalori bile harcarsın ama bunun %90'ı karbonhidrat kaynaklı olur, sonra yemek yediğinde bu depolar tekrar dolar. Kazanç? Kazanç yok.

Ağırlık çalışması: Ağırlık bir anaerobik çalışmadır. Yani çalışırken kasılan kaslar, kaslardaki karbonhidrattan enerji üretir, zira patlamalı bir çalışmadır bu, patlamalı tüm çalışmalarda sistem en kolay enerji kaynağına gider, en kolay enerji kaynağı şekerdir, hatta duruma göre alanin aminoasidi. Misal squat yapıyorsun, sırtında 150 kilo var, çömelip kalkarken quadlarındaki hamstringdeki sırtındaki omuzlarındaki kalflarındaki kaslar aktive olur, yani kaslarını kasarsın, bu kas kasılma aktivitesi için kaslardaki karbonhidratlar ATP'ye çevrilir, yine yağ yakamazsın. Fakat ağırlık çalışırken testosteron growth glukagon gibi hormonlar salgılarsın ki bunlar yağ yakımını uyarır. Yani ağırlık çalışmak enerji tüketimi için dolaylı olarak yağ yakımını destekler ama birincil amacı yağ yakmak değildir.

Peki yağı nasıl yakarsın?

Dediğim gibi, yağı diyetle yakarsın. Zira vücut ancak "Rahat" olduğu dönemde enerjiyi yağdan karşılar, çünkü yağ oksidasyonu zordur. Misal eskiden kışın benzinli araç ne kadar kolay çalışırsa dizeller o kadar zor çalışırdı ama dizel daha güçlüdür, bu da aynı mantık. Şeker kolay enerjidir her türlü zor koşulda anında enerji olur; yağın çevrimi zordur, zaman alır. O nedenle ancak rahatken yağ yakarsın. Yani diyette kalori düşürüp hiçbir şey yapmadığında, günlük enerji yağdan gelir. İkincisi, 4,5-5-5,5 km gibi nispeten düşük hızlarda yapılan yürüyüşler de yine vücut yağdan enerji harcar.

Hiit yüksek yoğunluklu bir disiplindir, çoğunlukla anaerobik seviyelere çıkar, o nedenle egzersizin kendisi yüksek kalori harcatır ama çoğunlukla şeker harcatır, hiit'in yağ yakımı egzersizden birkaç saat sonra, EPOC anında başlar. Yani yüksek yoğunluklu egzersiz anında yıpranan vücut kendini toparlamaya çalışırken yoğun miktarda oksijen tüketir, bu esnada yağ yakımı gerçekleşir.

Yüksek yoğunluklu uzun koşular, yani nabzı yükselten koşular hangi aralıkta yağ yakar hangi aralıkta şeker yakar bilemezsin, çeşit çeşit referans aralıkları vardır ama bu referans aralıkları hep şablondur. Misal senin nabzın 140-150 arası yağ yakar benimki 110-130 bunlar boyuna kilona yaşına ve en önemlisi spor geçmişine göre değişkenlik gösterir, kendini biliyorsan bu aralıkları belirleyip ona göre bir nabız aralığında koşabilirsin ama onda da kesin yağ yakarsın diye bir şey yok.

Tekrar belirtmek isterim; yağ yakımı-kilo vermek ancak diyetle olur, spor yapmak bir kilo verme yöntemi değildir, spor yapmanın temelinde kilo vermek yoktur. Mesela ağırlık çalışırsın kas kütlen artar, fakat yağ oranını diyetin belirler; koşarsın kondisyonun artar oksijen seviyen yükselir, fakat yağ oranını diyetin belirler. Durum ne yazık ki böyleyken böyle.

ben çok tartışılan bu konuyu yaklaşık 100 gündür deniyorum.
maksimum nabzımın %60-65 bandını hiç geçmedim. yaşım itibariyle bu bende 130. 110-130 nabız arası sadece yürüyüş yaptım- koşu bandında genelde 6 ile yürüdüm- son zamanlarda antrenman başındaysam hız 6 eğim 5 ile falan anca 110 nabza gelebiliyorum ama sonra yorulunca 6 ile 110-115 civarı gidiyor. açıkçası dilim dışarıda olmasındansa 20 dk fazla yürümeyi tercih ediyorum. bu arada koşu bandından mümkün olduğunca uzak durun. ben kendimi sokağa attım. havalar müsait olduğu sürece de sokakta yürüyorum.

bende inanılmaz işe yaradı. 4xl tişörte sığmıyordum. şimdi xl, markasına göre l tişört giyebiliyorum.

elle çevirmeli ucuz değirmen al ama espresso için olsun

kahve uçucu yağlar içerdiğinden 1 kiloyu öğütürsen tadı kaçar

normal öğüttüğün kahvedeki yağlar da 30 dakikada uçmaya başlıyor

O kahveyi nerde aldiysaniz oraya gidin.

Istanbuldaysaniz kadikoydr var birkac yer.

bir kahve öğütücüsü alabilirsiniz ya da aktar vs dolaşarak kahve çekebilecek bir yer bulacaksınız. tchibo doğru cevap vermiş sonuçta ürün onların değilse neden böyle bir hizmet sunsunlar?
yani düşünüyorum da kahve dünyası, starbucks falan hep öğütücüye sahip. yani kahvecilere bir sorulabilir. biraz şirinlikle neler yapılır neler.
ikea'larda serbest kullanılabilen öğütücü vardı gıda marketi kısmında. gerçi hala duruyor mu uzun zamandır gitmedim.

bu mağazalarda şansınızı deneyin.

valla kurban bayramında kendi kestiğim hayvanı kasaba götürüp kilo başına üç beş bişey verip kıyma çektirebiliyorum. adam çekim parası alıp pek güzel kıymamı çekiyor. tiçibo da gram başına bişeyler alıp çekirdeği öğütebilir. nedir bu saçma tripler anlamıyorum.

sözen marka el değirmeni alın. kullanacağınız kadarını öğüte öğüte kullanın.

kuruyemişçiler var hem kahve çekiyorlar hem vakum yapıyorlar. eğer makinelerinin ayarı varsa türk kahvesi değil de espressoya göre çektir(ayarı senin bilmen lazım onlar anlamaz) sonra da vakum yaptır 5'e 10'a falan bölüp. el değirmeni falan kurtarmaz espressoyu.

not: ben bi kere şöyle bi şey yapmıştım. aynı bu durumda kalmıştım elimde de starbucks kahve paketi vardı, çekirdekleri doldurdum içine bunu almıştım da değirmenim bozulunca kaldı toptan çekebilir misiniz demiştim ve çekmişlerdi.

daha lokal yerlere sorarsanız çeken bulursunuz bence. bana yurt dışından gelmişti öyle çekirdek. gidip bi yere sordum çektiler. ordan alıyodum zaten hep belki aşinalıkları olduğu için yaptılar bilmiyorum. ama mesela tchibo'dan çekirdek alıp oraya gitsem çekmezlerdi herhalde.

çibodan aldığım çekirdek kahveyi ertesi gün aynı şubeye götürdüm çekmediler :)
evimin arkasındaki aktara gittim, makinelerindeki kahve bitince çekmek üzere bırakmıştım,
ama bence de en iyisi bi değirmen bulup kendiniz gerektikçe çekmeniz.

istanbul'da iseniz ve taksim'e yahut ikitelli'ye yakınsanız, ben çekerim beleşe...

Hepsini çektirecek yer bulsan bile 1 kg öğütülmüş kahve bayatlar, yazık olur. Madem 1 kg kahve alacak kadar seviyorsun ve tüketiyorsun, bi öğütücü al, bundan sonrasında da taze çekilmiş içersin mis gibi.

ankara’daysan ben beleşe çekerim.

İstanbul'daysan ve Kanyon yakınlarında ise Macro Center içerisinde kendin çekebilirsin.

mekan 2 "balkon" olabilir mi acaba??

yok degil. Balkon'u biliyorum. Balkon daha ziyade bar gibiydi. Oyle hatirliyorum, cok kalabalik, bira icin sira falan bekliyorduk. Yani bu tabii en son gittigim 8 sene once falandi :) Ama yok balkon degil. Bu dedigim yerde banklar var masalarda. Daha salas bir yer. Bar ama millet genelde iki tane izgara tavuk yiyeyim diye geliyordu. Ya da biz oyle gidiyorduk bilmiyorum.

İkincisi tavanarasi olabilir mi?

Buyuk londra otelin de terasi guzeldi ama alakasiz herhalde

mekan 1 bana da büyük londra otelinin üstü gibi geldi ama bar diyince pek karşılamıyor, salaş kısmı ise uygun bence.
www.google.com

Mekan 2 tavanarasi :) Onu bulduk. Cok tesekkurler.

Mekan 1 Buyuk Londra Oteli degil maalesef. Bahsettigim otel bu mekanla baglantisizdi galiba hatta. Asansor bir onceki kata kadar cikiyordu. Sonra merdivenden devam ediyorduk. Derme catma bir yerdi. Otel de dandik, ikinci bir sinif bir otele benziyordu. Ufacik bir resepsiyon falan vardi. 3-5 tane dandik New York, Paris, Londra falan saatlerinden ibaret bir dekorasyon duvarda.

Mekan 1 kerem room mate terasındaki mentha.

Edit: 2. Sınıf otel demişsin, mentha değil o zaman.

tavanarasının kurucuları koşuyolunda sarı zeybek diye keyifli bir meyhane açtı.

kapanmadı fakat arsen lupen olabilir mi

mekan 1 arsen lupen ve kerem room mate de degil maalesef.

anker olanını kullanıyorum. valla gayet memnunum hiç rahatsız hissetmedim. kulak içi olanlar sanki paso düşecekmiş gelior bana.

True wireless almayın. Normal bir kulaklık veya sıradan bluetooth kulaklıklarla boy ölçüşebilecek ses kalitesi, pil performansına gelebilmiş değiller henüz.

gün boyu kullanıma asıl anker uygun, öbürünü tak çıkar yaparsan sürekli, çok kolay kaybedersin.

bluetooth kulaklık kullandın mı daha önce bilmiyorum ama en can sıkıcı şeyler şarjın çabuk bitmesi ve bağlantının kopması. anker şarj konusunda resmi verilerine göre bile 3 kat daha uzun gidiyor. gürültü önlemeyi kapatırsan daha da uzar. ben de bu tarz "tasma" kulaklıklardan kullanıyorum ve bir kötülüğünü görmedim. be olsaydım anker alırdım.

Nusret tarzı derken?

Soytarılık mı yoksa et mi?

Meat and meet var

Et yemek istiyorum hocam:)

@ananiyimioguz
Abi saygi duyuyorum ama arap kulturune merakim yok cidden.

löp et mi, kebap mı?

arap kültürüyle alakası yok, kebap seversen hataylılar iyidir.

Löp hocam.

Florya'da Etçi Mehmet var.

medeniyet sofrasiyla nusret'i kafa kafaya vurasim geliyor.

ben feneryolu'nda otururken wyndham kalamis'in altinda ozgur chef vardi, gayet guzeldi. bi defa gidip mail listelerine uye olursan arada bir %50 indirim falan yapiyorlar 1 gunluk, yer bulursan guzel oluyor

by ulus steak house & burger

(bkz: baran et mangal)

- biget steakhouse
- günaydın steakhouse
- virginia angus steakhouse&hamburgerci

scarlet

Hikmet steakhouse var, Yeşilköy civarında. Tavsiye ederim.

Teşekkür veya muhatap olma durumunu beklemez vaziyette iyilik yapıyorum. Kapıyı tutuyosam yüzüne bile bakmıyorum. Yere bi şey düşürünce sanki 1 yaşındaki çocuk düşürmüş gibi sallmaz tavırda alıp uzatıp gidiyorum.

Ben de sizin gibiyim. Yardım etmeden pek duramıyorum. Böyle insanlara içimden "öküz" diyorum bazen, ne yapayım :)
Yine de çok aldırış etmemek ve bu durumu kabullenmek gerekiyor.

erkek misin?
bazı görgüsüz kadınlar böyle kibarlıkları asılma çabası olarak görüp duruma şüpheyle yaklaşıyorlar.

ama kadın olup buna maruz kalman da şaşırtıcı olmaz, genel olarak yabancılara önyargılı olma durumu var toplumda; özellikle son yıllarda. bir de teşekkür etmesini bilmiyoruz, özür dilemek gibi zor geliyor insanlara.

Ben bu tip insanları çok kafaya takardım. Ama artık takmıyorum. Herkese yardım da etmiyorum. Karşımdakinin tipi ve duruşu az çok fikir edinmemi sağlıyor. O an ki düşünceme göre yardım ediyorum veya etmiyorum.

İnsanın bazen aklı durabiliyor. Benim de başıma gelmiştir sonradan "niye teşekkür etmedim ki" dediğim. Belki de karşıdakinin kafasında ne tilki dolanıyor, bilemessin. Sonuç olarak iyilik yap at denize..

Erkeksen asıldın sanmıştır, ben de senin gibiyim, her şeye teşekkür ederim, beni de erkekler yanlış anlıyor:)) Millet olarak bence bize medeniyet fazla geliyor. İnsanlarda "acaba bir şey yapar mı" korkusu var.

Ben de teşekkür edilmeyince bozuluyorum ama bir şey de yapmıyorum ne yapılır ki?

Asıldığını düşündüğünü sanmıyorum, bazı insanlar böyle teşekkürü bilmiyorlar. Şimdiye kadar bir çok erkek kapıyı tuttu, bavulumu taşımaya yardım edenler oldu, kimsenin asıldığını düşünmedim.

kadınım arkadaşlar. ne desek mesela "rica ederim" deyip yüzüne mü vursak kabalığını?

Ben her seferinde hayretle izliyorum bu insanları. Biri bana ufacık bir iyilik yapsa asla teşekkür etmeden geçemem ama insanlar umursamaz demek ki.

Ben de geçenlerde hastane kantininden bir şeyler alırken yanımdaki kız nakit uzattı. Kantinde de kart geçiyordu sadece. Ben de benim kartımdan çekebileceklerini söyledim. Parayı almayı düşünmedim zaten ya da teşekkür de beklememiştim aslında ama kızın orda bana tek yaptığı şey "tamam" deyip daha sonra da birkaç kez kafasını çevirip ters ters bakmak oldu.

Hala aklıma geldikçe şaşırırım o gün aldığım bu saçma tepkiye.

Kimseye bahsettiğin tarzda iyilik yapmıyorum. Doğal olarak da kimseden incelik beklemiyorum.

Kibarlıktan vazgeçmemekte fayda var.
Kadın olarak bu tarz şeylere gülümseyip teşekkür ettiğimde takip edildiğim numaramın istendiği oluyor. Bokunu çıkartma diyorum direk.
İnan bu ülkede kadınlar çok tacize uğruyor.
Bugün hiçbir yerim gözükmeyen bir şekilde giyindim yine laf yedim. Ne diyorsun sen diyorum bana böyle giyinmeseydin diyor. Palto bot boğazlı kazak ve atkı var neremi görmüş olabilir de amını yiyim denmeyi hakkediyorum??!!!!!????
Emin olun kadın olarak bu ülkede yaşamak zor. Kaba olmaz zorunda bırakılıyoruz.

Ne tuhaf dertler bunlar yahu. Kabalık olsa keşke tek derdimiz. Kabalığa gelene kadar maalesef zorbalar var. Trafik magandaları var, daha ne olsun. Keşke bu insanlar nemrut kaba insanlar olsa sadece.

Valla ben dönüt alma beklentisiyle sanırım yardım etmedim hiç. Genelde denk geldikçe hep yardim ediyorum. Teşekkür edene tebessüm ederek rica ederim deyip geçiyorum. Niye teşekkür etmedi diye pek umursamıyorum açıkçası. Ha çaba sarfettiğim görece büyük bir iyilikse ve karşi taraf tepki vermiyorsa içimden mal değneği deyip geçiyorum. Nedense bu tarz kaba insanlara acıyorum kendi içimde. Garip:/

@fasulyek ben de kadınım, ortada herhangi bir asılma durumu en azından bu durum için söz konusu değil.
@farabi ne tuhaf dertler demişsiniz de kusura bakmayın ama bir derdin normal (!) dert olması için illa büyük bir şey olmasına gerek yok.

toplum olarak gülümseme ya da selamlaşma bile yok insanlarda, bu gündelik hayatın her aşamasına yansıyor.

bulunduğunuz şehirdeki insanların mutluluğu ile ilgili. berlin’de doğdum büyüdüm ve her gidip geldiğimde yaşıyorum. problemi olmayan ve kendisiyle barışık insanlar gülümsemekten, günaydın demekten ya da teşekkür etmekten çekinmez.

bu bahsettiğiniz doğrudan insanların yaşam kalitesi ve kalabalık şehir nüfusu ile ilgili.

böyle durumlarda kin tutuyorum ve fırsat bulursam öç almaya çalışıyorum. huyum kurusun. yoksa gece uyku tutmuyor.

asansörde günaydın demeyen, çıkarken iyi günler demeyen, yolda karşılaştığında gözlerini kaçıran bir millet haline geldik.

bu aralar yayan bir yerlere gidiyorum. yolda da insanların yüzüne bakmayı seviyorum ne yalan söyleyeyim. bazen medeni ülkelere gittiğimde orada aynı şeyi yaptığımda insanlar bana günaydın/iyi günler falan diyorlar hoşuma gidiyor.

burada bir kezbanımızın gözünün içine 1 sn baksan ne bakıyorsun öküz diyor ya da kafasını çeviriyor. genç erkekler hayırdır bilader bakışı atıyor. orta yaşlılar çok boş bakıyor zaten bilemiyorum. yaşı geçkinleri söylemiyorum bile onlar kendi halinde ne beni görüyor ne başkasını.

bir kız babası olarak empati yapmaya çalışıyorum çalışıyorum ama olmuyor.

sokakta tacizle sürekli yaşayan kadınımız bu konuda kendince önlem almış çok belli ama bu toplum olarak nezaketimizi de alıp götürdü.

öküz erkekler ve öküz kadınlarla çevrili bir dünyada yaşıyoruz. medeni limitlerde davranılan tek yer ofisler.. orada tacize uğramayacağını bilen karşı cins cilveye varan hareketler bile yapsa karşındakine güveniyor. ama dışarıda yine sırtlan kesiliyor.

zor durumlar mirim.

ama yine de oturduğum sitede asansördeki davranışlarını anlamıyorum. pizza dağıtıcısı değil kat sakini olduğum belliyken orada bile garip garip davranıyorlar. insanlar kabalaştı ne yazık ki.

geçen gün yerde birinin parası düşmüştü. cebime atıp gidebilirdim. arkasından seslendim korktu. parayı tutup gösterdim şok oldu. sizin mi dedim? cevap veremedi. parayı sizin galiba diyerek eline tutuşturdum. bir teşekkür bile etmeden şok içinde gitti. bir daha aynı şekilde para bulursam cebime atacağım mı demeliyim? ailem bu şekilde yetiştirmedi. yine gider bulurum sahibini.

Kim, ne olduğunu bilmeden iyilik/kibarlık yapmamak lazım. Ya yanlış anlaşılıyor ya anlaşılmıyor hiç, ya da başka bir tarafından anlaşılıyor.
İyi niyetli olmayan insanların arasında yaşıyoruz. Çok da şeyapmamak lazım.

aynı şey.
www.beachcamera.com

İki kişi veya kurum arasında atışma sürtüşme var fakat iki taraf da beti arttıran olmak istemiyor. Biri gelip katalizör olarak beti arttırıyor ve iki kişi/kurum birbirine hırçınlığını dolandırmadan net ve direkt bir şekilde kusuyor. Böylece rahatlıyorlar çünkü ya barışıyorlar ya da tamamen kopmaya/birbirlerini yok etmeye karar veriyorlar. Bu fasılın ardından da nihayet ortalık sakinleşiyor.

şeklinde algıladım. Yoruma açık.

Ceviri hatasi. Turkcede bazi fiilleri nesnesi olmadan kullanamayiz, ornegin "Ben bagdastiriyorum" diye bir cumle olamaz, nesnesi dolayli tumleci gerekli.

Bazı felaketler, öncesindeki kaos hallerini sükûnetli bir nihayete erdirebilir. Mesela, ölüm.

(bkz: greater good)

@traveler söyleyen kişi Türk. Günlük konuşmada kullandı, gramere söz dizimine çok dikkat etmemiş olması normal. Ben de kullandığı şekliyle paylaştım

12 Eylül olayına benzettim anlatılani durulması için daha çok insan öldürülmesini beklemek

@seyyar satıcı âlâ örnek.

Bence artık evlenelim de, ciddiye almazsa "valla la ciddi diyom" falan de. Yok mok derse, ki böyle düz yaklaştığında yok diyecekse kesin der. Tepkisine göre çıkart yüzüğü, elini iste tak. Al sana mis gibi az ve öz evlilik teklifi.

başbaşa bir yerde (bir parkta veya sahilde yahut çift için anlamlı bir noktada) yapılacak kısa bir konuşma, niyet mektubu tarzı olursa daha iyi olur, finalde benimle evlenir misin demek. yüzük olursa daha makbul, diz çökmeden aman diyim.

filmlerdeki gibi bir akşam güzel bir restorana götürün yemek esnasında teklif edin bence.

Restoran olmaz ya, hemen anlar teklifi, sürprizi kalmaz. Her zaman yaptığınız bir şeyi yaparken teklif etmelisin bence. Şaşırtıcı ve sade olur.

Sade ve baş başa olsun bence. Sizin için anlamı olan bir yerde.

scontent-vie1-1.xx.fbcdn.net

Filmlerin yerini dizi aldi. Bununla ilgili bircok hipotez var: modern yasamda kimsenim 2 saat film icin zaman ayiramamasi, odaklanma suresinin dusmesi... gibi oneriler var.

Yalnız değilsin. Görsellik uçuyor oyunculuk ve senaryo yerlerde her daim. Çarpıcılık da yok.

Çok uzun zamandır izlediğim iki iyi film var.

Biri Bohemian Rhapsody. Quenn hayranı olduğum için çok beğendim. Diğeri Arrival. Vasatın üstünde bir film.

Fazla da film izleyen biri değilim ama şu Superman v Batman, Avengers 1255, Spiderman Ultrasuper 12, Galaksinin koruyucuları bilmem kaç gibi başı sonu belli olan filmlerden acayip gına geldi. Orijinal senaryo neredeyse hiç yok uzun zamandır.

@traveller

o hipotezi kim ortaya atmışsa ağır saçmalamış.

Marvel denen çöp firma sektoru rahat birakana kadar boyle gidecek bu.

son zamanlar degil son 4-5 yildir iyi film yok (Arrival haric), zaten iyi film formulu buldular herkes onun benzerlerini uyguluyor, odullu iyi film denen seyler magdur gay, azinlik, gocmen uzerine; ozgunluk diye bir sey kalmadi

the lobster'ı beğendim. 2015 yılında vizyona girmiş.

tastedive.com buradan beğendiğin filmleri yazıp, ona benzeyen filmleri bulabilirsin. tabi the guilty gibi çok yeni olmayacak.

ben de aksiyon fantastik marvel benzeri çöp filmlerden sıkılarak araya araya kuzey avrupa filmlerini keşfettim. tavsiye ediyorum.

anaakım sinema işin "sanat" boyutundan uzaklaşıp gişe boyutuna odaklandığından beri iyi filmler bağımsız ya da alternatif yönetmenlerden çıkıyor. koskoca amerikan film endüstrisi bile kendi bağımsız film endüstrisini oluşturmaya başladı. evet bu da bir ironi ama boku çıkana kadar faydalanabiliriz bu durumdan.

yorgos lanthimos son yılların en önemli yönetmenlerinden bir tanesi. kynodontas gibi bir başyapıttan sonra amerikan bağımsız film endüstrisine "kapak atmak" için tarzını değiştirdi. yukarıda da bahsi geçen lobster filmi bu yönetmenin sinemaya temel bakışını yunan yeni dalgasından çıkartıp bağımsız amerikana dönüştürmesinin en net örneklerinden biri. film güzel, anlatmak istedikleri var ve bunu ünlü oyuncularla anlatmayı başarıyor. ama aynı yönetmenin amerika'ya açılmadan önce çektiği kynodontas ile yan yana koyunca işin "endüstri" boyutunu daha iyi anlıyorsun. yine de, dediğim gibi, lobster blockbuster filmlerin yanında bir "sanat eseri" kalıyor.

son zamanlardan iyi filmler izlemek istiyorsan filmekimi ve istanbul uluslararası bağımsız filmler festivalinin 5-6 yıllık seçkilerinden en çok beğenilen filmleri izleyebilirsin. nerede ve nasıl arayacağını bildikten sonra zorlanmazsın zira -ve bilakis- bağımsız filmler daha yaygınlaşmaya ve daha çeşitlenmeye başladı.

artık piyasa filmleri çekildiği için iyi film yapan pek kalmadı. iyiler de karınlarını doyurmak zorunda. bayağıdır iyi film izlemedim.

bir iki diziye sardım. güzel şeyler çıkıyor. deneyin.

www.imdb.com

izlemediyseniz tavsiye ederim.

nasıl film sevdiğinize bağlı.
gaspar noe, nuri bilge ceylan, micheal haneke, jean-luc godard, andrei zvyagintsev, asghar farhadi gibi yönetmenler yakın zamanda gayet sağlam filmler yaptılar.

Benim hala izlemediğim onlarca film olduğu içn ben zorlanmıyorum film bulmakta.

En güncel the ballad of buster scruggs öneririm

Cirkin gorunmuyor bunlar bence. Daha dogal gorunuyor aksine.

Dogallik +1

iki kelimeyle: iğrenç ve tiksinç
erkeğim

her şeyin ortası iyidir. ne 80'lerdeki gibi incecik ne de bu aralar olduğu gibi kalın.

bağyanım.

Bu kadınların doğal kaşları böyle. Doğal oldukları için sorun yok, ancak normalde kaşi az ve açık renk olan birinin inadina kocaman kalın kaş yapmasi kötü görünüyor.

ne cok ince ne cok kalin olsun. dogallik diye sahip oldugundan 1 parmak daha kalin kasla geziyor millet, cok cirkin bence.

K

Beğeneni çok ama ben iğrenç ve tiksinç buluyorum +1 Görünce ciddi anlamda rahatsız oluyorum.

Her zaman için inceye yakın orta kalınlıkta kaşı sevmişimdir. Tabii yüz yapısı da önemli kaş kalınlığı tercihinde ama orta kalınlık hemen herkese gidiyor.

çok çirkin ve itici
e

kesinlikle bi tık daha ince olmalıdır.
k

bence bunlarda sıkıntı yok. ama makyajla (?) aşırı kalın yapanlar hoş durmuyor.

e

erkeksi duruyor. özellikle ikinci fotoğraf.

Bayılıyorum. İnce kaş kadının suratını yapay ve ucuz gösteriyo. Tabii kişiden kişiye, yüzden yüze de değişir. Ama severim. Çok. Gözlerine inanamazsın

Bence görsellerdeki asıl sorun kaşlarını makyajla koyu renge boyuyor olmaları. Kaş dediğin bir parmak kalınlığında ve kapkahverengi olmaz. Boyamadan normal seyrekliğinde bıraksalar gayet hoş duruyor.

K

Kaşı kendiliğinden kalın olan kalın bıraksın, seviyorum. Ancak özellikle kalın olsun diye boyayan edenlerde yapay duruyor, sevmiyorum. Kısacası doğal hali nasılsa öyle kalsın. Kaşı doğuştan kalın olanlar sevinsin bu duruma, evet.

bunun yakıştığı tek insan cara delevingne.
siz de bir cara delevingne olmadığınıza göre kendinizi ziyan pozisyonlara sokmayınız.

himmet dayicim valla bana cekici geliyor kalin kasli kadinlar. tabii dogal olacak.

erkek

k. kaşa makyaj yapılmasından nefret ediyorum. çok yapay ve kötü görünüyor. ben kaşlarımı almıyorum ama bu fotograftakiler gibi şekilli değil. pek guzel gorundugunu soyleyemem kendi kaşlarımın. ama öbür türlüsü de yapay geliyor. dogal kas bu fotograftaki gibi şekilli ve kararında ise ne mutlu.

Incecik kaşı sevmediğim gibi kalın kaşı da sevmiyorum. Ortası en güzeli bence. Ne o öyle ibrahim tatlıses bıyığı gibi kaş.
E

filmi var ya bunun

www.imdb.com

bu tam da nostaljinin tanımı değil mi? 20 sene öncesine özlem duymak da nostalji, 200 sene öncesine özlem duymak da. bildiğim kadarıyla eskiden nostalji terimi psikolojide bir kişilik bozukluğunu işaret ediyormuş. sonradan nedense pozitif bir anlama kaymış.

@playing
şizofrenideki gibi değil tam olarak. yalnızca kendini kaptırıyor diyelim, ama şu an yaşadığı zaman diliminin gerçekliğinin farkında.

psikolojide bu durumun bir bozukluk olarak tanımlanması için bu sorunun günlük hayatını olumsuz etkilemesi lazım. geçmişte yaşama isteğinden ötürü evini tamamen antika ile döşediysen ve bu uğurda binlerce lira harcayıp fakir kaldıysan bu durum psikolojinin alanına girer. bu durumda geçmişte yaşama isteği bir sonuçtur, buna sebep olan durum/olay terapi ile tanılanır ve çözülmeye çalışılır.

şu haliyle bakınca bu durumun bir kaçış olduğunu düşünüyorum. geçmişe özlem duymanın sebebi şu andan nefret etmen, geleceği bilmediğin için neyle karşılaşacağını da bilemiyorsun; bildiğin ve kendince kurguladığın güvenli liman arıyorsun gibi duruyor. bunu çözmek için bugünün neden kaçılacak durumda olduğu üzerine düşünülür, çözüm aranır.

bu kaçış kimilerinde geçmişe değil de alternatif evrenlere ilgi şeklinde gerçekleşiyor. fantastik dünyaları seven, kendini oraya adayan, günümüzde "nerd, geek" diye adlandırılan, toplumda çok kabul görmemiş bu kişiler de benzer sebepli bu kaçışı gerçekleştiriyor. kendini bulunduğun ana, konuma, kişiye ait hissetmemek günümüz için görülmemiş bir durum değil ve dediğim gibi, günlük hayatını olumsuz etkilemediği sürece psikoloji bu durumu bir kalıba sokmaya çalışmaz.

Var da aliekspıreste var. Aynısı burda 190 lira

Hem 100 lira altında hem Bluetooth hem de verimli olacak... öylesini bulsam kulağıma takarım.

tamaam bütçeyi 150 yapalım...

mesela bu nasıldır?

urun.n11.com

100 tl altına tr'de çok zor +1
en eli yüzü düzgün bu var ama çok bişey beklememek lazım.
www.epttavm.com

ben olsam ya şunu alırdım.
urun.n11.com

ya da bunu
www.hepsiburada.com

edit: sorduğun kulaklık orijinal gibi gelmedi bana, kulaklığın çakması çok var; bana güven vermedi. kulaküstü bakıyorsan 200'ün üstüne çıkman gerek.

www.hepsiburada.com

geçen sene 60 liraya almıştım :)

gerçekten inanılmaz kaliteli ses veren bir kulaklık. çoookkk memnunum.

www.hepsiburada.com

green book tavsiye ederim. donem filmi ve gercek hayat hikayesi. ilgini cekerse kacirma

7 Aralık’ta vizyona girecekmiş. Güzel bir filme benziyor.
www.beyazperde.com

hindistan eskiyalari, amir khan, cok iyi film

climax, bohemian rhapsody, a star is born. ya da biraz bekleyip roma. bence hala kalkmamışken climax, kalkmışsa roma.

Climax cv'sinde hobi kısmına film izlemek yazan herkesin izlemesi gereken bir film; daha doğrusu bir film izleme tecrübesi. Sinemada izlenmesi çok önemli, yakalarsan kaçırma.

Green book

open.spotify.com

open.spotify.com

gelmiş geçmiş en iyi cover'lardan biri.
open.spotify.com

bu da orijinal olsun.
open.spotify.com

open.spotify.com

29 e
gereksiz yere trip atması ve durup dururken şımarması.
kendisinin vazgeçilmez olduğunu düşünmesi ve karşılıklı fedakarlık yapmaya hiç yanaşmaması.

Bana deger vermemesi ve sevdigini hissetmemem.

Bu olduktan sonra zaten baglasan durmaz normal insanlar.

ayrılık her aşkın kaderinde var dedim ve camdan atladım hıamına.

28e

aldatma potansiyeli çok yüksek biriydi, aldatmayı denemiş belki de yaptı o kadar emin değilim. güvenmediğim için,dengesiz derecede çok kıskanç olduğu için ve kötü alışkanlığı olduğu için ayrıldım.

Uzak mesafe - 6yıl uzak kalma sonucunda sevgi bitti.

31 E

mevcut durum: 2 senelik güzel bir ilişkim var

sondan başa doğru

1- Yaklaşık iki katım maaş almasına ilişkinin maddi tarafı benim üzerime yapışınca yeter bea dedim
2- Ayrılıp 1 ay sonra geri gelmesi, tekrar ayrılıp gelmesi sonucunda yeter demem
3- 3 aylık ilişki sonucunda evlenmek istemesi benim istemem beni terk etmesi
4- evlenmek istemesi benim istemem (yaşlar 23)

lise 2 - Okulun reisi seviyormuş kızı ayrılmaya zorlandım :P

Lise 3- Üniye gidince başkasını buldu

üni 1 ve 2 - götüm kalkmıştı bu dönemler türlü türlü başkasını bulup ayrılmalar, telefonu kapatıp başkalarıyla görüşmeler falan.

Üni 2 sonundan okul bitinceye kadar olan bir kız ise niye bilmiyorum okul bitince direk yol verdi.

okullardan bugüne kadar:
- Eski sevgilisine döndü.
- Sıkıldım
- Aşırı kıskançlık sonrası kavgalar
- başkasıyla konuştuğumu gördü
- sen bu gamsızlıkla çok yaşamazsın, senden bir bok olmaz dedi
- yaz tatilinde başkasını buldu