sözlükte başlık açmıştınız sanırım. binanın adresiyle beraber ekleyerek sesinizi duyurmaya çalışın ki insanlar o binadan ev almasın. ayrıca twitter'dan da duyurabilirsiniz.

Hangi bina sizinkisi, ben de manavkuyu’da oturuyorum da öğrenmek istedim. Çevrede ağır ve orta hasarlı binalar hep boşaltıldı ve doğramaları da sökülüyor yavaş yavaş. Hiç boşaltıldıktan sonra onarım için iskele kurulan olmamıştı. Muhtarlığa da başvurmayı denediniz mi, orta hasarlı olup da az hasarlı raporu tespiti için muhtarlığa gidenleri gördüm geçenlerde. Sanırım şikayetlerde ikinci kontroller yapılıyor. Bir de dediğiniz gibi belediyenin bir ihmali veya kötü niyeti varsa anında çarşaf çarşaf ortaya çıkar gibime geliyor, burası İzmir.

@phoarbix karşıyaka bahriye üçok'ta bulunuyor bahsettiğim bina. manavkuyu biraz daha göz önünde oldu herşey o yuüzden oradaki hasarları önceliklendirip yaraları sardık demek istiyorlar cunku bence depremde spot bölge orası oldu. tüm ışıklar oraya yönelmişken yapmamaları imkansız zaten. muhtarlığa başvurduk ıkıncı karotla alınmış raporumuzla itiraz için, mülk sahibinin gelmesi gerektiği söylendi. mülk sahibi de malum..

kimse yardımcı olmuyor. ekşide başlık da açtım evet, gerçekten engel olmak stiyorum çünkü başka insanların canı yanmasın. ama malesef sadece populer konularda duyarlı türk milleti. sadece televizyonda ne varsa gündemde ona ağlayıp ertesi gün unutuyoruz. yazık.

yazanlara çok teşekkür ederim.

Konuya hakim değilim, bir bilgim yok ama sesinizi duyurmak istiyorsanız izmir'de çevirme radar sayfasına yazın. Son haftalarda bu tür şikayetleri hep görüyorum instagram sayfasında.

Şimdi sorunu tam anlayamadım, bina gerçekten ağır hasarlı mı? Yoksa ağır hasarlı diyip kiracıları kandırıp, çıkarıp da tadilat ile daha yüksek fiyatlara kiralamayı düşünen bir çakal ev sahibi mi var?

Eğer bina gerçekten ağır hasarlıysa ve belediye buna göz yumuyorsa, İzmir belediyesi olduğu için konuyu iktidar destekçisi tweter hesaplarıyla paylaşmak işe yarayabilir.

Yok eğer bina gerçekten ağır hasarlı değil de sırf sizi çıkarmak için yalan söyledilerse şu an yapılan işlem pek de yasa dışı değil gibi. Ama sizi kandırarak evlerden çıkartmaları bir suç teşkil ediyor olabilir.

@John Bloor bina ağır hasarlı. buna rağmen belediyenin verdiği rapor az hasarlı.

mülk sahibi bunu fırsat bilip, kiracılarını kentsel dönüşüm diye kandırıp, bina değerini yükseltip süsleyerek şuan yeniden kiraya verdi tüm boş daireleri.

biz çıkan kiracıyız. mahalledeki herkes bunu izledi. üstelik atatürk'ün annesinin mezarının olduğu önemli bir muhitte yaşandı tüm bunlar ve herkes izliyor.

ekranı ikiye bölün, sol tarafa boş klasörü açın, sağ tarafa tüm dosyaların bulunduğu klasörü açın. sağ klasörün üst arama kısmında dosya uzantılarıyla arama yapın (*.mp3 gibi) sonra çıkan tüm dosyaları seçip soldaki klasöre sürükleyin. aynı şeyi diğer dosya uzantısı için de yapın.

Üste ek
*.* hepsini arar

Ya da dış penceresi açılır klasör ismine göre şöyle yazılır
Copy c:\iciceklasor\*.* c:\kopyalanacakyer\ /s
Copy yerine xcopy olabilir

Teşekkürler, basit ama güzel fikirmiş, ben 3.rd bir yazılım filan kullanırız diyordum.

ek yazılım olarak da böyle dosyalarla klasörlerle uğraşanlar hep total commanderdan bahseder. Aklınızın köşesinde olsun.

1. iletişim yayınları'ndan çıkıyor. şöyle bir örnek vereyim. martin eden eseri telifsiz yayınlanıyor. etiket fiyatları: iletişim 35 tl, can 24,50 tl, iş bankası 25 tl.
iletişim muadillerine göre çok pahalı bir yayınevi. özellikle okumayı istediğim çevirmeni orada değilse ya da kitap sadece oradan yayınlanmıyorsa asla tercih etmiyorum.

edit: e hadi iş bankası banka destekli olduğu için onu düşünmeyelim ama klasiklerde can yayınlarıyla da aralarında bariz bir fark var.

2. eser hala telifli. yanılmıyorsam bir otuz yıl daha bu telif hakkı korunacak. o zamana kadar iletişim yayınları tutarsa elinde fiyatta indirim olacağını düşünmüyorum. 4 sene önce etiket fiyatı 38 tl'ydi diye hatırlıyorum, hatta ekşi'de başlığı bile vardı. şu an baktım 56 tl :)

oğuz atay’a özgü bir pahalılık değil. yukarıda arkadaş da bahsetmiş, iletişim çok başarılı ama fiyatları yüksek bir yayınevi. böyle popüler yazarların telif payı da yüksektir, hayatta olması da şart değil vasileri var.

aynı yayınevinde tarık buğra’nın küçük ağa kitabı var, 477 sayfa ve liste fiyatı 49,5 TL. oğuz atay’ın tehlikeli oyunlar’ı 479 sayfa, o da aynı şekilde 49,5 TL. oğuz atay’a özgü değil yani, iletişim’in fiyatları hep böyle.

Okumamaya bulduğun gerekçe bu mu gerçekten? Çok naifsin. iPhone da çok pahalı ama peynir ekmek gibi gidiyor :)

Ben son dönemde kagit fiyatlarindaki artışa bagliyorum. Tamamen popom ama kaynagim

1- ikinci el satış sitelerinde ucuza bulabilirsiniz
2- İletişim her zaman pahalıdır.
3- milletin okumamasının sebebi pahalılık değil okumaya gereksinim duymaması. klişe olucak ama 1 paket sigara ve 1 adet kitabın fiyatı nerdeyse aynı. insanlar sigarayı tercih ediyor.

muğla’nın ilçeleri gibi koylar şeklinde değil kuşadası, açık denize baktığından dalga olması, bunun sonucu yosunlu olması kaçınılmaz. 20 yıldır her yaz gelirim, hatta şu an da adadayım ama kuşadası merkezde dalgasız yosunsuz bir plaj varsa da bilmiyorum. kadınlar denizi yakınlarında birkaç beach vardı girişi ücretli, biraz koy gibi olduğundan dalga azdı ama oralar da çok kalabalık oluyor diye gitmeyi bıraktık. güzelçamlı tarafına doğru giderseniz sevgi plajı olsun, milli parkın koyları olsun buralarda deniz güzel ama yerleşim emekli cenneti.

yabancı hemen hiç yok, pandemiden önce de oldukça azalmıştı zaten şimdi hiç kalmamış.

kuşadasının denizi hep dalgalı ve pistir. marmaris bodrum datça öneririm. ayrıca çok gereksiz kalabalıktır.

Çeşme'de yabancı turist olmaz. Kuşadası yerine Çeşme'ye gidebilirsin istersen.

Kuşadası güzeldir. ilayda yada istanköy otelde kalabilirsin. halk plajı hoşuna gitmezse jade beach club'a gidebilirsin. Kuşadasına yakın mesafede yaşıyorum aklına takılan bir şey olursa sorabilirsin.

güzelçamlı milli park denizi çok güzeldir ama merkeze uzak tabi ki.

Dilek milli yarımadasi milli parkı çok güzel koylar var orda giriliyor ya da sevgi plajı ya da davutlar.

ben de dilek yarımadası demeye geldim:) denizi müthiş, denize girdiğinizde otelin beton yığınları yerine orman manzarası ve samos yarımadasını görmek harikaydı.

dilek yarımadasındaki milli parkı övdüler tıpkı yukarıdakiler gibi, gittik, ne su alabileceğin bir işletme var ne de kiralayabileceğin bir şemsiye. boş halk plajına oturur gibi oturuyorsun, oraya gideceksen her şeyi yanında götürmen lazım. ayrıca çok kalabalık ve genelde "halkın içinden" insanlar çok fazla, sosyal mesafe hak getire.

merkeze yakın değil ama davutlar-sevgi plajı tarafında denize girdik biz, su öyle pis değildi ve 4-5'e kadar dalga da yoğun olmuyordu. akşamüstü gibi rüzgar çıkıyor ve dalga o zaman büyüyor. zemin kum olduğu için öyle berrak bir denizi yok ama her yer yosun gibi bir durum da yok. merkezin denizi bana hiç girilebilir gelmedi, otel merkezde olmasına rağmen deniz için o taraflara gittik. sakin ve çok kalabalık değildi, insan profili de nezih. sadece hafta sonu yerli turist gelmişti. yabancı turist neredeyse hiç yoktu.

Geçen yıl gittim, maalesef kötüydü diye düşünüyorum. Övülen milli park da çok kalabalıktı, tesis zaten yok, gerçekten dert yani. Çeşme'ye git bence de.

dilek yarım adası/milli parkta dalgalı arkadaşlar. aydında yaşıyorum. yani kuşadası açık deniz olduğundan hep dalgalı olur. milli parkta işletme yok ve haftasonu çok kalabalık. zaten davutlar güzel çamlı tarafından iyi oteller yok.

pek bir esprisi yok. başka bir yere giderken görüp geçilecek cinsten. bir diğeri için bkz çeşme.

Kuşadası harika bir yer değil ama butik otel isterseniz Villa Konak harika bir yer. Hemen yakınındaki Zümrüt pide salonunda dünyanın en iyi pidesini yedim.

Söke’ye bağlı Doğanbey Köyü’nü duymuştum ama gitmek fırsat olmadı henüz.

Bodrum Mazı köyü

Benim bildiğim composer da o film için özel bir şey yaratıyor. Diğerinde ise hazır yaratılmış şeyler filmin üzerine oturtuluyor.

composer bölümünü tanımlarken imdb şöyle demiş

"This section is reserved for the composer of the main background score, not for the composers of songs used in the soundtrack nor pieces of music featured as part of the score; those should be sent to the soundtrack list."

help.imdb.com

@awareim: soundtrack için dediklerin pek mantıklı gelmedi. hemen hemen her filmin kendine özgü bir soundtrack'i vardır. sanmıyorum öyle hazır şeyler kullanacaklarını.

Filmin soundtrack'inde sadece o film için yapılan müzikler olmaz ki, Guardians of the Galaxy soundtrackinde David Bowie, Marvin Gaye falan var hani, filmde kullanılan ama çok önceden bestelenmiş yayımlanmış müzikler de dahil olabilir soundtracklere.

@kobuzchu kiz:

elbette öyle örnekler de var. hatta bazı filmler baştan aşağı "önceden bilinen meşhur parçalar" ile dolu. öyle bile olsa yine de belli bir soundtrack'i yine oluyor sanırım. gerçi hatalı düşünüyor olabilir, şu anda fark ettim. eğer o film için yapılan sözsüz müziklere soundtrack denilmiyorsa o zaman ilk sorduğum soru da cevaplanmış oluyor. sözsüz müzikler o film için üretildiği için onlar sanırım composer bünyesinde değerleniyor. sözlü şarkılar ile soundtrack'ler içinde yer alıyor.

umarım doğru anlamışımdır. :)

composer besteci demek, soundtrack’in de bir composer’ı vardır, ikisi farklı kavramlar yani. kastettiğiniz şey bence score ile soundtrack farkı. score sadece o film için bestelenmiş, çoğunlukla enstrümantal eserleri ifade eder. soundtrack’in ise o film için bestelenmiş olması şart değildir, filmde kullanılan her türlü eser soundtrack olabilir. enstrümantal olabileceği gibi bir güftesi de olabilir.

hans zimmer filmler için özel olarak müzik yaptığı için score denebilir ama aynı zamanda soundtrack’tir, soundtrack’in kapsayıcılığı daha geniştir çünkü.

buraki fark "score" ile "soundtrack" farkından. "Score" film müziği oluyor(çalan şarkılar değil). işte o müziği yapan da "composer" oluyor. Soundtrack ise film şarkılarını içeren albüm denilebilir. kimi soundtrack "score"ları da içerebilir, kiminde filmde hiç geçmeyen şarkı da olabilir.

Herhangi bir fark yok. VCD DVD ayrımını da ilk kez duyuyorum, öyle bir şey de yok.

1. VCD ??

Notebook ile Laptop arasında boyut ve ağırlık gibi farklar vardı bir zamanlar. Ama artık böyle bir ayrım yok gibi bir şey.

2. İşletim sistemi ??

AMD ve Intel donanım üreticisi şirketler. Sanırım işlemci demek istedin. AMD ve Intel işlemcilerin farkı var mı? Biri Volkswagen iken diğeri Mercedes. İkisi de sizi istediğiniz yere götürür. Biri daha hızlı ve daha konforlu götürür. Böyle bir fark var.

Farkları yok. Ultrabook ve notebook diye ayırabiliriz. Ultrabook olabildiğince taşınması kolay, hafif aletler.
Optik sürücü artık kullanılmıyor. Kim dvd kullanıyor ki? Büyük bir ağırlık getiriyor, usb girişinden her şey yapılıyor artık.
@himmet dayi+1
Intel işlemci ve grafik yongaları yazılım ve stabilite konusunda bir kısım daha iyi. Amd ise fiyat/fayda olarak güzel iş çıkartıyor.

Yanlış yazmışım. Laptop a CD takılıyor ama notebook a takılmıyor diye biliyorum. Çünkü evdeki mini notebookumun CD DVD yeri yok.

İşletim sistemi değil işlemci evet onu da yanlış demişim.

Ek soru
Notebook un projeksiyon girişi var mı?

evdeki mini notebook'unuz netbook olabilir. notebook ile laptop arasında bir farklılık yok. ikisi de aynı ürün. birde netbook var (dı) 10.1 " ekranlar, atom işlemciler vb. günlük ofis işleri için çıktılar ama onu bile yapamadılar. sonra tabletler çıkınca piyasadan kaldırıldılar zaten. şu an notebooklar ve ultrbooklar var sadece workstation'ları saymazsak. çıkarılabilir disk tamamen üreticinin keyfine kalmış, kimi koyuyor kimi koymuyor. ama son 3 4 yıldır %90'ı koymuyor. çünkü gereksiz. onun yerine ikinci hdd yi veya ssd yi takıp kapasiteyi artırıyorlar. bazıları ise hiçbirşey koymayıp ağırlığı düşürüyor.

laptop ile notebook aynı şey. cd sürücüsü olup olmamasıyla alakalı değil. ayrıca eskiden vcd oynatıcılar dvd'leri oynatmıyordu diye biliyorum. o fark da oradan geliyor. görüyorum ki vcd'nin ne olduğunu bilmeyen yaşça ufak kardeşlerimiz var. hehehe.

eğer projeksiyon girişi eski tip yani vga ise, günümüzdeki dizüstü bilgisayarların hiç birinde vga bulunmuyor. onun yerine hdmi girişi bulunuyor. kaldı ki projeksiyonlar da artık hdmi şeklinde üretiliyor.

öte yandan bazı cihazlarda hdmi bile olmayabilir. onun yerine daha geniş kullanım imkanı sunan type-c girişi koyulabiliyor. ancak ufak aparatlar ile type-c girişi projeksiyon için çevrilebiliyor.

kısaca, ama biraz da yanlış bir ifade ile, muhtemelen projeksiyon girişi vardır ancak yoksa bile çeşitli kablolar ile bağlantı kurulabilir.

Mi box

maker.robotistan.com

sitede dukkan bolumu de var. ama asiri teknolojili yani fazla da gelebilir.

Raspberry Pi olabilir, kutusuyla birlikte tabii.

dijital fotoğraf çerçevesi, içine de aileden fotoğraflar yükleyebilirsiniz.

mi band 4 veya honor band 5 alabilirsin.

urun.n11.com

genelde oturuyorlar ama sen daha şimdiden streslendiysen o mesleği seçme bence. ben stres olduğumda belime vuruyor mesela.

ayrıca ayakta çalışmak daha verimli diyorlar. bulunduğum şirket masaların bazılarını ayakta çalışma ortamına çevirdi. kullananlar çok verimli buldukları için biraz daha yaygınlaştırmayı düşünüyorlar.

böyle bar masası gibi bir ortam hayal et.

ayakta çalışmak hiç verimli değil ya. 1-2 sene önce part time bi kitapçıda çalışayım dedim, ayakta duramadığım için çıktım bir hafta sonra. başlarda oturarak raf diziyorum diye rahat çalışmıştım ama.

bar masası güzel, olur ama bir linkte yaş sınırı (29) var diye okudum, bir araştırmam lazım.

trafik kontrolörlerine atc diyorlar, aim bildiğim kadarıyla brifing yani uçuş izinlerini ayarlayan takip eden birim. atc’ler hep oturuyor vardiyalar 12 saat ama 2 saat çalışıp 2 ya da 4 saat dinlenme gibi bir döngüyle çalışıyorlar. dinlenme ortamları bayağı güzel ama izmir için konuşuyorum, sinema odaları, bilardo masaları falan var.

kapadokya kuleye çıkmıştım. istersen oturarak istersen ayakta çalışıyorsun. sakin bir meydandı. günde 5-6 havayolu ve eğitim uçakları gelir gider.

onun dışında tokat kuleye çıktım birde. kule sayılırsa. mobil kule idi. adamlar çay demliyordu kulede. çük kadar bir yerdi. sürekli oturuyorlardı. ama çok şirin bir havalimanı idi. şimdi büyütüyorlar gerçi orayı.

bence ayakta durma konusundan ziyade ATC özel bir meslek. eğer sabiha yaklaşma istanbul yaklaşma, kule fln gibi bir yerlere gidersen bence çok zor bir iş. ancak benim çok saygı duyduğum bir iş tabiki.

Bence değil. İşte Pro, evde Air kullanıyorum, Pro'nun avantajı gücü ve ekran boyutu. Güce ihtiyaç duymayacağınızı belirtmişsiniz, eğer ekran boyutu da aşırı bir fark yaratmayacaksa Air uygun sizin için.

Air gayet yeterli öyleyse. Aksine daha iyi bile olur, zırt pırt fan sesi duymazsın.

Air 2017 kullanıyorum. Pro 2017 kullanan arkadaşımla dün Hangouts’tan görüntülü konuştuk, aynı koşullarda onun fanı çalışmaya başladı, benimki ise tamamen sessizdi. Retinalı Air’lerde durum aynı mı bilmiyorum, o da önceki nesil Air’ler gibiyse Air Retina tercih ederim ben olsam. Gerçi bendeki Retina değil 1440x900p ama diğer markaların 1080p IPS ekranlarından daha iyi yine ekran çözünürlüğü. Bütçe ~5500 ise Air 2017, ~7400 ise Air 2018 Retina diyorum ben.

pro daki ekranı görünce air çok dandik kalıyor. ben olsam evde işte her yerde pro kullanırım, ki kullanıyorum :)

kullanım amacınıza göre pro almanız mantıklı değil. air 2018 veya 17 almak daha mantıklı. ha diyorsanız ki ben almışken en iyisini alayım pro alın. ama kullanımınızda bir fark görmeyeceksiniz bence.

Air ekranını da artık yükselttiler sanırım.

Pro bu işler için fazla iyi kalıyor, hem de sanırım daha ağır? Gerçi 200 gr bile olabilir aradaki fark.

Air diyorum, israfa gerek yok :)

air verdiler iş yerinde son model hem de. lakin evimde eski retina ekranlı macbook pro var. o çok daha hoş. tüm gün gözünüzle bakacağınız bir alet ise mutlaka retina ekranlı olduğu için pro tercih edin. tabi money talks.

yer öneremem ama kemalpaşada çalışacaksanız bostanlı tarafı çok çok yanlış bir tercih demeye geldim. şu an ne tarafta oturuyorsunuz bilmiyorum ama sabahları o çevreyolu çevreyolu gibi değil, milim milim ilerlediğiniz saatler oluyor. altınyoldan gidersenizde aynı durum geçerli. sabah ve akşam saatlerinde ciddi trafik var artık. başka alternatif bir yolda yok zaten.

bence evka 3 - adil demir sitesi taraflarında 2+1 bulabilirseniz oraları nezihtir. metronun son durağı da yakın hem. olmadı bornova ata durağı’nın biraz arkaları da olur. eski binalar var genelde ama son derece sessiz yerler, orası da yakın metroya. iş yerine görece yakın yaşamak bence yaşam kalitesini arttıran bir şey, o nedenle bornova taraflarını öneririm ben.

hocam
neresi oldugu sana kalmis
2+1 almaya calis sana tavsiyem
site aile icin daha iyi gibi
sporlu diye yuksek aidatlar odeme
isten gucten cogunlukla gidemeyeceksin

Forum bornovanın sağ ve sol tarafındaki sitelere bak, işine de yakın olur.

Oynarsınız ama çok ahım şahım derecede olmaz. Yine 20 FPS falan alırsınız minimum ayarlarda. Bir fikir edinmek için Resident Evil 2 Remake oyununun sizin ekran kartınızla oynandığı benchmark videolarına bakın Youtube' da. Çünkü o da aynı seviyede ekran kartı istiyor. O videolardan gördüklerinize göre fikir edinirsiniz.

Bu arada Rockstar optimizasyonu çok iyi yaptığı için oynama şansınız yükselir.

mx130 ile düşük ayarlarda da olsa çalışabileceğini düşünüyorum ben.

performans artışı muhakkak olacaktır. yalnız 10 senelik bir bilgisayarın eski teknolojisi bir yana, fanların artık yeni birer fan gibi çalışamayacağı, dolayısıyla işlemciyi verimli soğutamayacağı, onun da performansını daha da düşüreceği gibi faktörleri de göz önünde bulundurup çok büyük bir fark beklememek yerinde olur. bir de 10 sene önceki internet siteleri ile günümüz internet siteleri tasarım olarak da farklı, günümüzün flash tabanlı bir web sitesini görüntülemek istediğinizde yüksek ram ihtiyacı olacak, en azından yapılabiliyorsa ram takviyesiyle de desteklenebilir.

10 değil ama 6-7 yıllık acer bilgisayara (intel pentium 2ghz + 2g ram) 120gb kingston sdd taktım, pek tatlı oldu.

tam anlamıyla "office programları, pdf ve internette dolanmak için" bunu karşıladı, karşılıyor.

youtu.be
Soldaki i7 normal hard disk
Sağdaki Celeron ssd

pentium 4 ü bile canlandırıyor. youtube dışında(ekran kartı sınırına takılabilir)her işinizi görür. raminiz en az 2 gb ise.

10 senelik makinaya ssd yatirimi yapilmaz bence, ssd olsa bile internette duzgun cozunurluklu bir videoda kasar diye tahmin ediyorum.

hocam al sen
yeni pc de kullanırsın en kotu
bunu bi temizlet macunu yenile
ucarsin

hukukçu esprisi yapmış

2 cilt, 12 değil.

Bu özeti değil.

Okuduğunuz versiyon tam metindir.

Tam metin gösterdiğiniz kitap.

ne 12si ya :)))

Yıllarca Fuji kullandım (x-pro2). Gönlüm full Frame aynasız makinalara kaymayaydı ölene kadar fuji kullanırdım. Binlerce sebebim var.

İç mekan çekimi için makine dışındaki alet edavat da önemli.

Hangi lensleri kullanacağınız mühim. Fuji lens yelpazesiyle de bayağı tatmin edici. Lenslerin fiyatları da aşırı uçuk değil.

İkincisi ışıklandırma. Işıklandırmayı nasıl halledeceğini de alacağınız sonuca etki edecektir.

Tek başına makineye bakıp iç mekan çekimleri için yeterli olup olmayacağını söylemek zor.

Ama crop sensör yüzünden oturup 8mm lensten 8mm performansı alamayacaksınız. Eğer ultrawide çekim yapmazsa ölecek gibi bir durumunuz yoksa makine yeterli olur bence.

@cemiyetinünlüsimas
1 inç sensörlü makinelere odaklanıştım ama bu daha büyük sensörlü olduğu için seçtim.

@levpontryagin
İç mekanlardaki hasarların tespiti için ancak bu makineyi uygun düşündüm. siz ne tavsiye edersiniz?

iç mekan ve hasar tespiti dediğinize göre hareketsiz çekimler yapacaksınız. o yüzden enstanteneyi dilediğinizce uzatabilirsiniz. tripodu koyarsınız, difüz bir ışıkta güzelce çekim yaparsınız. yalnız xf10 için 18.5mm sabit lens diyor, 1.5x cropla 28mm'lik bir lens olacak elinizde. normalde geniş açı sınıfında bir lens ama iç mekan çekimleri için dar kalma ihtimali mevcut. bunun yerine (illa ki fuji olacaksa) x-e2 veya bir önceki modeli olan x-e1 gibi bir makine alıp ucuna da xc 15-45mm f/3.5-5.6 kit lens takabilirsiniz, 22-78mm gibi bir açınız olur. ayrıca lensiniz değişken odaklı olacağı için daha geniş bir kullanım alanı sunacaktır. bunun dışında objektifi değişebildiği için yarın bir gün 50mm lens alayım portre de çekeyim de diyebilirsiniz. xf10'un lensi değişmediği için onda bu şansınız yok. xf10 olsun, x100f olsun bunlar daha çok sokak fotoğrafçılığı için düşünülmüş makineler. hem kompakt (taşıması kolay, fazla dikkat çekmez), hem de lenslerin açısı sokak için ideal açılar. iç mekanda 22mm'ler bile dar kalabiliyor, emlakçılar falan balıkgözü objektif alıyorlar çekimler için.

@phoarbix
çok teşekkürler detaylı açıklamalar için.x-e2'ye bakındım ama satışı yok. sizce 1 inch sensorlü canon g7 mark2 alsak, hiç lens değiştirmeyle uğraşmasak nasıl olur? çok aratır mı aps-c sensörü?

www.vatanbilgisayar.com

Artık x-e3 olduğu için x-e2’nin sıfırı yok ama kamera alırken ikinci el almak daha mantıklı olabilir. ben 2 kere fotoğraf makinesi aldım ve ilkini cahillikten, ikincisini de mecburiyetten sıfır aldım ikisinde de pişman oldum. çünkü bir heves alıp neredeyse hiç kullanmadan satan o kadar çok kişi oluyor ki, tertemiz makinalar sıfırından çok uyguna gidebiliyor. bir de uygun fiyata ikinci el aldıysanız ve sizin de hevesiniz kısa sürdüyse bazen hiç zarar etmeden, bazen ise kar ederek satabildiğiniz oluyor. lenslerde hele bu durum daha belirgin. lensler daha çok yatırımlık ürünler, gövdeler eskiyebiliyor ama lense kolay kolay bir şey olmuyor. galiba sadece bir kez sıfır lens aldım. onun dışında sıfır lens almayı hiç düşünmedim, optik ve kozmetik olarak temizse hiç gerek yok. eğer sıfır alırım taksitle öderim gibi bir derdiniz yoksa, nakit ödeyecekseniz ikinci el alın derim.

attığınız makineyi pek bilmiyorum. kompakt bir alet, çoğu iş için yeter gibi duruyor ama iç mekan çekimlerinde detayları göstermek açısından sensör ufak kalabilir. çünkü sensör ufaldıkça detay kaybı olur. belki internette paylaşılan fotoğraflarda bu belli olmaz ama büyük ekranda veya baskı almanız gerektiğinde bu farkı görürsünüz, oysa instagram’da iphone’la çekilmiş, hasselblad’la çekilmiş çoğunlukla anlaşılmaz bile. mümkün olduğunca sensörü büyük bir model tercih etmekte fayda var ama attığınız bu model de bütün cep telefonlarından daha çok detay sunacaktır bir gerçek. ancak ben olsam x-e2’yi tercih ederdim. tek lensiniz olursa lens tak çıkar yapmak zorunda değilsiniz sonuçta. ayrıca lensi değiştirilmeyen modellerin de zamanla ciddi değer kaybettiğini söylemek lazım olur da satmak isterseniz.

yalnız x-e2 önerme sebebim hem sizin fuji bir makine sormuş olmanız hem de 2000-3000 bandından bahsetmeniz. yoksa o fiyatlara başka marka ve modellere de bakabilirsiniz. sony olur, olympus olur vs.

@phoarbix
Farklı marka da olabilir, fuji ilk göze çarpan isim olduğu için düşündüm. fuji işi biraz sıkıntılı gibi. Artık başka markalara bakmak gerekecek, siz olsanız başka markada hangi model alırdınız?

Fuji için genelde söylenen şey hak ettiğinin üzerinde fiyatlara sahip makineler olmasıdır. 6500 liralık prestij aleti X100F gibi bir modelin bile gövde kalitesi tatmin edici değil mesela. Alıp kullanmadım Fujishop'larda inceleme fırsatı bulduğum kadarıyla konuşuyorum.

Ben Micro Four Thirds sistem kullandığım için tavsiyem nesnel olmayabilir ama ben olsam ikinci el bir Olympus PEN E-P5 alırdım. Sensörü APS-C'den daha ufak ama gövde ve lensler de daha ufak, kompakt makineler gibi. E-P5 de vizörsüz, ufak, yetenekli ve yakışıklı bir gövde. Hatta gayet iyi durumda görünen bir ikinci eli var görüyorum bayadır:

www.sahibinden.com

Bunun yanına da lens olarak 12-32mm veya 12-50mm gibi modelleri düşünürdüm. 14-42mm EZ lens de olabilir ama 2mm'lik (tam karede 4mm) açı dezavantajı olur, yalnız ötekilerden daha ucuza bulunabilen bir lens. 12-50mm bu üçü arasında net olarak en iyi lens (neme toza karşı dayanıklı, aralığı geniş, makro modu var) ama boyut olarak uzunca biraz, fiyatı da ötekilerden biraz daha pahalı. Bütçeye göre sırasıyla şu üçünden bir tanesini alırdım lens olarak da:

www.sahibinden.com

www.sahibinden.com

www.sahibinden.com

@phoarbix

çok teşekkür ederim, zaman ayırıp değerli cevaplar verdiniz. Sanırım ikinci el daha mantıklı gibi. Sıfır makinelerin fiyatı uçmuş gitmiş..

rica ederim. fotoğraf makineleri hakkında en doğru sözlerden biri bence şu “en iyi makine yanındaki makinedir”. çünkü fotoğrafın özü an’ı kovalamak, eğer o an gelip size rastladığında makineniz yanınızda yoksa evde oturan Sony’nin de, Leica’nın da bir anlamı olmaz. yanınızda devamlı taşıyabiliyor olduktan sonra makinenin ne olduğu önemsiz bence.

diğer inançlar neyse o işte ne olabilir amaçları.

misyoner işte adamlar, amaçları belli.
garip de bir tayfa onlar. doğum günlerini kutlamıyorlar falan yanılmıyorsam.

bizi de gecende yolda cevirdiler, 2 kisi, 30 yasinda yoklar. 2si hindistan/pakistanli gibiydi, 1i de uzak dogulu.
baba, ogul ve kutsal ruh var, anne de olmasi gerekmez mi diye baslayip neden bir de "anne" olmasi gerektigini incilden bir takim seyler okuyarak anlattilar, dedik evet haklisiniz soyledikleriniz kendi icinde tutarli, ama birimiz ateist digerimiz musluman. daha cok ogrenmek isterseniz toplantilarimiza gelin falan dediler, yok sagolun diyip ortamdan uzaklastik.

ne kadar cok kisi, o kadar iyi diye dusunuyorlar. amac bu.

yehova şahitlerine inançsız olduğunuzu söylemek ters tepki yapabiliyor, daha çok geliyorlar. tecrübeyle sabit.

Bunlar hristiyanların fetöcüleri. En az fetöcüler kadar organize çalışıyorlar.

Yıllar önce polonya’ya erasmusa gittiğimde 3 amerikalıyla tanıştım. Kütüphanede çalışıyorlardı. Bayaa da iyi insanlardı. Ücretsiz ingilizce dersleri veriyorlardı. Bi gün dayanamadım sordum, hacı sizin değirmenin suyu nerden geliyor, hayrına insanları toplayıp üst düzey ingilizce dersi verdiğinize göre bi yerden para geliyor olmalı.. kilise görevlileri olduklarını söylediler. 2-3 senede bir şehir değiştiriyorlarmış.
Zaten bir süre sonra ingilizce derslerinin gidişatından anlamaya başlamıştım çünkü incilden hikayeler okuyup yorumluyorduk :D

Neyse benim erasmus macerası bitti türkiyeye geri döndüm. Dönüşümden 1 yıl sonra telefonum çaldı. Arayan kişi benim erasmusta tanıştığım amerikalıların arkadaşı olduğunu söylüyordu. Benim bulunduğum şehre gelmiş. Görüşelim falan dedi. Meraktan kabul ettim, adamla görüştüm.
3 kişi gelmişler, yehova şahidi olduklarını ve 5 sene boyunca bu şehirde görevli olduklarını söylediler.
Neyse yemek filan yedik. Teşekkür ettiler, bi kaç hediye verdiler.
Ara sıra arayıp evlerine de davet ettiler ama geçiştirdim.

Sonuç olarak adamlar fetönün hristiyan versiyonu. Çok İyi insanlar olabilirler ancak bu kişiler fanatik. Her şeyde olduğu gibi dinde de fanatizm zararlıdır. Uzak durmak gerekir.

Misyoner adamlar
Sen inançlı biri değilim diyerek adamlar için av olmuşsun resmen

Düşün şimdi
Müslüman birinin mi inançsız birinin mi bunların dinine geçmesi daha kolay

İstemiyorsan adamları yol ver gitsin

yehova şahitlerinde misyonerlik diğer tarikatlardaki gibi değil aslında. onlarda misyonerlik aslında dini bir görev ve hayatın belli zamanlarında tamamlanması gerekiyor. sırf bu görevi tamamlamak için türkiyeye geliyorlar yurt dışından (başka ülkelere de gidiyorlar) amaç seni dine yöneltmek. fetö gibi değil yani... istemiyorsanız kibarca reddedin.tekrar askıntı olmazlar. ama bu tip misyonerlere (tüm dinlerde) dindar veya inançlı olmadığınızı söylerseniz üstünüze gelirler. başka bir dine inanan birini kendi dinlerine çekmek zordur, hiç inanmayanı inandırmak daha kolay. bu yüzden ben gnostiğim deyin yollayın :)

kilo al, şaka değil yağ kütlesi çok düşük insanlar suda kolay batıyor.

Ben de yüzmeyi öğrenemiyorum diye dertleniyordum ve nihayet öğrendim, uzun sürse de. Şimdi bisiklete başladım ama yok ben de onu öğrenemiyorum, yüzmeye harcadığım enerji kadarını ona harcadım yok arkadaş yok. Kabullendim olmuyor demek ki. Ancak yüzme öğrendiğim kişiyle aramdan geçen diyaloglardan bazılarını aktaramak isterim sana.

Ben : Batıyorum, engelleyemiyorum.
Spor öğretmeni : Pekala. Ben suyun dibine iniyorum ve orada oturup seni bekleyeceğim. Gel bakalım. (dedi ve hooop aşağı en dibe indi, bağdaş kurdu, yukarı bakıp beni bekledi)
Ben : olmuyor, batıyorum ama dibe inemiyorum.
Hoca : suyun dibine inmek için yani batmak için özel bir çaba sarfetmen gerekiyor, ciğerlerindeki havayı boşalttığın zaman ancak batarsın. Ciğerlerinde hava olduğu sürece korkma su seni yüzeyde tutacak. Tutmak zorunda, yani fizik bu şekilde işliyor. Ciğerlerde hava demek suyun yüzeyindesin demek.

Bir diğeri de şu şekilde olmuştu:
Hoca : Suyla resmen savaşıyorsun. Savaşma, su düşmanın değil, onunla savaşı kazanamazsın, yorulur yorgun düşersin. Düzenli ve ritmik bir şekilde hareket edersen ise yol alırsın. Şöyle düşün araç sürerken ayağını gazdan bir çekip bir abansan, aniden gazlasan aniden fren yapsan bu şekilde ilerleyebilir misin ya da nasıl gidebilirsin. Geçişlerin sakin ve kontrollü olması lazım.

4 saat bir spor hocasıyla aldığım kurstan sonra kendi çabalarımla 1,5 yıl sonra, tekneyle açılarak kocaman bir gölün ortasında yüzdüm. Ben ki asla yapamam diyen biriydim. Pes etme, sudan korkma ve suyla savaşma.

nickfury +1

su seni en fazla sağa sola döndürür ama dibe çekemez, ciğerlerinde oksijen olduğu sürece dibe batman için üzerine ağırlık bağlanması lazım (bkz filmlerde cesedi yüzeye çıkmasın diye ayağına taş bağlanıp denize atılan kişiler) başın suya gömülse bile bacağın belin sırtın bir şekilde yüzeyde kalır. batmayayım düşüncesiyle debelenirsen işte o zaman suda dönmeye başlarsın bir kafan batar ayağın çıkar, bir ayağın batar kafan çıkar. mesele sakin bir şekilde ellerini ayaklarını hareket ettirip yüzeyde kalacak vücut bölümünü baş bölgen yapmak. böylece nefes alıp vererek senin batmanı engelleyecek biçimde ciğerlerini oksijenle dolu tutacaksın.

ellerini ayaklarını oynatma sebebin de batmamak değil aslında elini ayağını hiç hareket ettirmeden sabit tutarsan da batmazsın. ama sudaki hareket senin kafan yukarda durmanı engelleyecek ve kafanı suya sıfır seviyeye indirip buna karşılık ayaklarını yukarı çekecek. buna engel olmak için, ayaklarını suyun dibinde tutmak için enerji harcıyorsun aslında, kafanı yukarıda tutmak için değil.

1- Manavkuyu’daki Bornova Öğretmenevi’nden şehir merkezindeki hemen her yere aktarmasız veya 1 aktarmayla gidebilirsiniz. Etrafında bir çok çeşit restoran seçeneği de var. Gayet nezih bir semttedir.

2- Çeşme’ye ister otogar üzerinden, ister Metro son duraktan Urla otobüslerine binip, Urla’dan da Çeşme otobüsüne aktarma yaparak (en çetrefillisi), ister Fahrettin Altay’dan kalkan Çeşme minibüslerine binerek, isterseniz İzban ile havalimanına gelip Çeşme’ye giden Havaş’lara binerek ulaşabilirsiniz. Alaçatı’ya Çeşme’den ayrıca geçersiniz.

3- Şirince ve Efes’e ulaşım Çeşme’den daha kolay. İzban’ın sitesinden tren saatlerine bakın. Tepeköy’de inip Selçuk trenine geçeceksiniz, birinde inerken ötekine binebileceğiniz saate göre ayarlarsınız. Selçuk merkezden Şirince minibüsleri kalkıyor. Efes’e bir ara minibüs yoktu ama artık olması lazım.

4- Selçuk’a gitmişken Meryem Ana’ya da uğrayın. Dostlar Fırını’nda boyoz, Çeşme’de kumru (tercihen Hikmet) Kemeraltı Mennan’da karadutlu dondurma gibi sembol lezzetlerin tadına bakın. Zeytinyağlı Ege mutfağı yemekleri yapan yerler var ama sembolleşmiş bir yer yok. Asansör görülebilir ama manzara dışında bir şey vaat etmiyor. Kızlarağası Hanı görülebilir, orta bahçesinde kahve içilebilir.

Efese bu havada gitmeyin, kül olursunuz.

1- Bu mevsimde İzmir'de öğretmenevinde yer bulmanız çok çok çok zor.

kilitli naylon poşetin içine koy ayrı ayrı.

100ml’yi geçmemesi gerekiyor her ikisinin de. şişenin içinde ne kadar olduğu da fark etmiyor, isterse %10’u dolu olsun, 150ml’lik şişeyi kabul etmezler.

100ml üzerindeyse çöpe atarlar, yazık olur.

@phoarbix'in söylediğini ilk kez duyuyorum ben. yaklaşık 1/4ü kalmış 200ml parfüm şişesiyle uçağa çok bindim, bir sıkıntı olmadı hiç.

www.sabihagokcen.aero

“Ambalajı 100 mililitre nin üzerindeki sıvılar içindeki sıvı miktarı 100 mililetre nin altında olsa dahi kabine alınmamaktadır.”

Kural bu şekilde. Sizin durumda güvenlikçi bir istisna uygulamıştır. Normalde yasak, almazlarsa şikayet hakkınız bulunmuyor.

olan biten başlığını açan kişinin profilinden başlıklarını engelle yapın.

ya da ekşisözlük kullanıcısını komple engelleyebilirsiniz. bende olan biten’i açan kişi engelli değilmiş, ekşisözlük botunu engellemişim. olan biten bildirimleri gelmiyor.

ben adblock plus ile olan biteni komple engelledim, görmüyorum bile.

eksiup.com

On behalf of

@phoarbix: "X adına" diye biliyorum bunu ama, X'in şahsında olunca da mı aynı?

on behalf of x'in adina oluyor
in the person of x diye dusundum ama o da o anlamda degil. ben turkce'de de boyle bir kullanima denk gelmedim acikcasi.

we would like to thank y and z in the person of x diyebilirsiniz ama burda y ve z nin de kisiden ziyade kurum veya topluluk olmasi gerekiyor gibi. x'in sahsinda tum ekip ve kuruma tesekkurler gibi. ama yine de tam anlami karsilamiyor saniyorum.

bitti o is, sen haklisin ama eksiksin artik kamera alinmaz.

fotoğrafın zamanı geçmez, ama bin tl bütçeye de iyi makina zor. lenslere değinmiyorum bile.

Eğer profesyonel değilsen, bu işi sanat için yapmıyorsan, telefon fazlasıyla yeterli. Sanat için yapıyorsan bile telefon yeterli...

biraz bekleyerek almak mantıklı değil, teknoloji değişiyor. bütçe zaten çok az. iphone ile daha iyi çeker.

zamanı geçer demek de anlamlı değil. ne için foto çekildiğine göre değişir o.

RAW çeken cep telefonu varsa ben bilmiyorum. Salt kompozisyon odaklı sokak fotoğrafı çekmiyorsanız, post süreci fotoğrafın olmazsa olmazıdır. 10-12 yıllık D90, 450D gibi makineler ve 50mm 1.8 standart prime ile çekilmiş ve Raw işlenmiş bir fotoğrafı, günümüzün en iyi fotoğraf çeken cep telefonunun çektiğiyle iMac ekranında karşılaştırın, fotoğraf makinesi vs cep telefonu farkını öyle konuşalım. A7R3 + Zeiss 55mm 1.8 ile çekilene değinmiyorum bile.

Mercimek büyüklüğünde sensörle sığ alan derinliği yakalamak mümkün değil. Optiklerin yapısının ve diyafram açıklığının bir sonucu olan sığ alan derinliğini, bütün cep telefonları efektle bulanıklaştırarak elde ediyor ve buna portre modu diyorlar. Ama bakıyorsun kadının kulağını öyle bulanıklaştırmışlar ki yok etmişler fotoğrafta.

bimde satılan fair gold meyva sepeti, en sevdiğim değil tek sevdiğim, sorbe severim ben aslen ama algidadan aldım beğenmedim, golfün varmış bulamadım, geriye sadece bu fair gold kaldı, enteresandır herşeyin tadının bozulmasına rağmen bu halen güzel. aroması ahududu ve nasıl desem meyvalı yoğurrdumsu bişey, dondurma da denmez pek tat olarak. bi dene istersen.

Paketlilerden: Orman meyveli twister ve nogger
Açık olanlardan: limonlu ve çilekli.

Edit: nugger değil de nogger imiş arkadaş uyardi sagolsun. Seneledir bayilarak yedigim dondurmanin adini bilmemem de ne garip. Nasil hunharca aciyorsam artık paketi:/

En sevdiğim değil ama geçen gün maraş dondurması yedim ve gayet güzeldi. Antep Fıstıklı-Vanilyalı olanından. Hani şu kutuyu bitirince içine börek-yaprak sarması konulanlarından :D Markanın adını unuttum gerçekten ama dandik bir marka değildi.

Kutu Maraş dondurması alıp yiyebilirsiniz. Ben biraz hayvanlık yapıp çok fazla yedim ama siz dikkatli olun.

Atatürk orman çiftliği sade dondurma <3

kartdor karamel bu aralar. mmmmm

Bu aralar takintim; alaska frigo mozaik pastali. Utanmasam günde 2-3 tane yerim de haftada 2 ile sinirliyorum.

paket dondurma sevmiyorum yani tadı acayip tatlı ve değişik geliyor bana. zaman zaman magnum mini yiyorum sadece paket olarak.
dondurma yemek istediğim zamanlar roma dondurması ya da sütdo'dan kako ve cevizli yiyorum cupta.

yazmissin zaten ama algida maras usulu fakat cornette.

l'era fresca antep fıstıklı diğerleri de güzel.

Edit: Batmış bunlar yahu :(

ben bir nogger canavarıyım.

Haagen dazs cookie dough
O yoksa ben & jerry's de iş görür ama haagen dazs çok daha güzel

Ben bir tek kahve dünyasının bitter çikolatalı dondurmasını yiyebiliyorum artık :/ eve paket alıyorum

mövenpick vanilya - migros ve macrocenter da gördüm

Birazcık pahalı ama inanılmaz lezzetli

bulabilirseniz Tire Süt Kooperatifi’nin 300ml’lik kutuda satılan Karadutlu dondurmasını öneririm. %55 oranında karadut, şeker ve organik sütten yapılıyor, fiyatı da pahalı. fakat katkı maddesiz ve çok lezzetli.

airpods

beats x

beat powerbeats 3

shure se215

Kulakiçi mi kafaüstü mü? Kablolu mu kablosuz mu? Biraz ayrıntı versene.

Merhaba. Kulak içi ve kablosuz :)

Ne işe yarıyor bunlar? Niye bu kadar pahalı?

ne kullandım ne de incelemesini okudum ama seyahat ederken kullanacaksanız aktif gürültü engelleyici özelliği olan bir kulaklık seçmeniz avantajlı olur, bu sebeple önerim : www.hepsiburada.com
technofi ve headfi'den araştırmak size kalsın.

geçenlerde şunu izledim, bir ara denemek istiyorum:

www.24kitchen.com.tr

Bundan esinlenerek sosislisini yaptim, guzel oldu, tesekkurler:)

bi yanlışın olmasın, o kırlangıç değil atmaca yavrusuna benziyor.

olabilir, internetten baktığımız fotoğraflarda kırlangıç gibi duruyordu. şu fotoğrafta ki işte

dusuneninsanlaricin.com

buna çok benziyor. atmaca fotoğraflarına baktım da yok değil sanki. atmaca biraz daha yırtıcı, bu gayet normal duruyor. hiç yırtıcı değil.

ebabil diye aratınca çıkıyor

bana da ebabil gibi göründü. güvercin gibi saldığınızda uçamamasını da açıklar hatta bu.

ebabilse eğer : eksisozluk.com

resimleri acamiyorum ama eger ebabilse: evrimagaci.org

ebabile benzettim ben de. Yüksekten salınması gerekiyor diye biliyorum. Son 1 hafta denkg eldiğim 3. ebabil kuşu. İstanbulda maçka tarafında bugün güvenle uçuruldu bir tanesi. Sakat sanılıyordu

simurg kuş eviyle iletişime geçmemizi de öneren olmuştu

herkese merhaba,

vakit ayırıp cevap veren herkese teşekkür ederim. kırlangıç sandığımız için kuşa ekmek su vs. vermiştik. bir sonraki gün ise ekmeği ve suyu kestik. akşam arkadaşımızı haliç metro köprüsünün üzerinden özgürlüğüne kavuşturduk. gayet sağlıklı bir şekilde sonsuzluğa doğru kanat çırptı.

ebabil kuşu olduğu konusunda uyaran, ekşi sözlük ve evrim ağacındaki yazıları paslayan arkadaşlara ayrıca teşekkür ederim.

rock düzeyi tartışılır ama hem şarkıya hem gruba bi şans verin... (grupla organik bağım var, inkar etmem :) )

www.youtube.com

oasis - stop crying your heart out www.youtube.com

white lion - when the children cry www.youtube.com

deep purple - soldier of fortune www.youtube.com

whitesnake - is this love www.youtube.com

scorpions - send me an angel www.youtube.com

bu liste çok uzar, burada bırakıyorum

edit: dayanamadım şunu da ekleyeyim

blackmore's night - wish you were here www.youtube.com

pink floyd - welcome to the machine

arabada, işte, evde, içerken.. her yerde dinlerim.

Camel - lady fantasy
Dire straits - On every street (live version)

dire straits - brothers in arms
the alan parsons project - old and wise
alice in chains - nutshell
dream theater - hollow years
eric clapton - tears in heaven
the smiths - asleep

@cay koy geliyorum. rica etsem boş zamanda bana liste atabilirsiniz. blackmore's night dedin yaa. :) çoğu vr ama unuttuğum aklıma gelmeyen çok var. o yüzden kesin unuttuklarım senin listelerinde vardır :)

mr. big - anything for you
foreigner - waiting for a girl like you
dokken - alone again
kingdom come - what love can be
kingdom come - friends
whitesnake - ain't no love in the heart of the city

shutterstock, rakipsiz.

shutterstock, adobe stock, getty images gibi stok sitelerini öneririm. 500px’te de pro hesapların fotoğraf satma hakkı bulunuyor.

clubamazon.com.tr

Bu tam da istediğin tatil olabilir. Bi bak istersen.

Gölden key bordubet

Golden olacak o*

ali's farm, assos

Shambala Lodge, Fethiye

zor birsey degil, hepsiburadan alisveris yapmaktan hicbir farki yok. linkteki "Add to Card" butonuna bas, kredi karti bilgilerini ve adresini gir, satin al. urun 10$, 8$'da kargo ve vergi ekleniyor ustune. toplam 18.63$'a kapina kadar gelecek. bosu bouna baskasina para vermene gerek yok bunun icin.

yalnız ürün yorumlarını iyi okuyun. set değil tek ürün fiyatı diye yazılmış. açıklamalarda da 1 count deniyor zaten.

Izlemediyseniz sick note oneririm. Bir de fam var sitcom ben sevmistim ama 1 sezon. 2.sezon baslamadi daha.

The IT Crowd

Entourage

atypical

scrubs

modern family

bazı zamanlarda aşırı üzücü ve acıklı olsa da, shameless (abd) da çok eğlencelidir aslında.

edit: bulabilirsen Кухня çok güzel +1

The it crowd +1

Кухня 'nin üstüne tanımam.

black books
the office

brooklyn 99

brooklyn nine-nine yazmaya gelmiştim yazmışlar o halde şunu deneyin "the good place"

Shameless ve Californication

californication +1
misfits ilk bikaç sezon
community
how to make it in america

Bahsi geçen 85dk’ya olabilecek ufak gecikmeler de dahil ediliyor. Uçağın taksi veya kalkış için bekleme süresi olsun, iniş havalimanındaki olası bir trafik durumunda iniş sırası beklemek olsun. Uçak zamanında kalkar ve Esenboğa’da trafik yoğun olmazsa 50 dk’da gidersiniz yine.

Haftada 2 defa gidip geliyorum. En iyi ihtimalle 1 saat sürüyor o uçuş. Uçağa binme - uçaktan inme olarak bakıyorsak 1 saati çok rahatlıkla geçiyor. İstanbul'da havada çok tur atmak zorunda kalıyorlar.

biletteki departure time'a gore mi hesapliyorsun yoksa boarding time'a gore mi? bene yanlis saati baz aliyor olabilirsin.

Torrentten udemy egitimi falan indir ogren ayni sey.

Udemy'de indirim varken al direkt hatta, emek calmayalim:)

özer hocadan üniversitedeyken ders almıştım. çok bilgili ve sempatik bir hoca. uzman tv de falan videoları vardı duruyorsa.

Youtube’da genel fotoğrafçılık eğitim videoları var. İlker Canikligil’in bile ISO diyafram enstantane nedir anlattığı videolar vardı. Kutay Kösem’in videoları da keyifli oluyor. Bunlar izlenebilir. Onları biraz öğrenince Faruk Akbaş’ın Fotoğraf Teknik Okumaları kitabını önerebilirim. Çekilmiş fotoğraflar üzerinden çeşitli ayarları nasıl kullanmanın ne gibi sonuçları olacağını görebilirsiniz. Bir de fotoğraf makinesinin kullanım kılavuzunu baştan sona okuyun. Birçok markanınki kutudan çıkmaz, sadece internette bulunur. Sırf o kitapçıkla bile öğrenmek mümkün yukarıdakileri. 750D fena bir gövde değil otomatikte kullanacak olduktan sonra yazık olur ona verdiğiniz paraya. Full manuelde çok az kişi kullanır zaten, Diyafram öncelikli mod’a alışsanız o bile yeterli olur.

Aynı zamanda biraz Lightroom bilmek de lazım, onun da Türkçe eğitimleri oluyor. RAW çekip, çektiğiniz fotoğrafı düzenleyerek onu daha çok ön plana çıkardıkça fotoğraf çekmekten daha çok keyif alırsınız. Gözünüzde büyümesin birkaç video izleyip üç beş saat kurcalayınca size yetecek kadar öğrenirsiniz. Kullandıkça öğrenmeye devam ediyorsunuz zaten sonu yok.

Kursları pek önermiyorlar, ben de şahsen önermem, 8 saatlik kurs kendi imkanlarınızla öğrenebileceğinizden fazlasını katmaz size. Tek avantajı insanlarla tanışmak olabilir, ondan faydalanmaya çalışın. En azından 1-2 arkadaşla şehirde fotoğraf turuna çıkmak hem daha zevkli ve öğretici olur, hem sokakta çekim yaparken daha az stres olursunuz.

Ayrıca şöyle tamamen ücretsiz ve online sertifika veren bir site var, oradaki temel fotoğraf eğitimini de alabilirsiniz. ODTÜ tarafından yapılan bir proje sanırım:

bilgeis.net

en iyisi birincisi. bu arada hepsiburada şöyle bir pc var:

www.hepsiburada.com

Bir ram takviyesiyleötekilerden daha iyi olur. ram dahil harcayacağın fiyat da pek değişmez.

merhabalar

marka olarak daha once baya araştırma yapmıştım ve asusta karar kılmıştım. Acer, Hp,Casper ilk elediğim markalardı, Lenova hakkında da oldukca olumlu yorumlar görmüştüm. Teknik olarak daha iyi bilgi verecek arkadaşlar olur, ben bi giriş yapayım dedim..

zamanında aldığım hp pavilion'dan sonra hp'ye tövbe ettim.

bende şundan var; www.hepsiburada.com

kampanya kodu falan kovalarsan belki daha uyguna bulabilirsin.

Asus’un birçok cihazında (ROG serisi dışındaki Gaming modellerde özellikle) kronik sorunlardan bahsedilir. Hatta benim de başıma geldi 2 aylık sıfır PC’nin ses kartı yandı durup dururken, X550VX serisiydi, para iadesi aldım. O parayla bu attıklarınıza benzer bir seriden HP almıştım. HP’lere çok ısınır derlerdi ama o sorun kalmamış, fanlar biraz gürültülü ama ısınma optimum düzeyde. Tavsiye ederim o yüzden HP’yi. Acer’ı ise hem SSD’li olması, hem de GTX 1050ti kartlı olması dolayısıyla attım, malzeme kalitesi konusunda bir fikrim yok.

hp'yi çok gömmüşler de ben iki yıldır kullanıyorum hp 15ay118nt modelini, kablosuz ağ kartı dışında memnunum gayet. linktekilerle tam olarak aynı seviyede değil performans olarak fakat fena bilgisayar değil, bu kadar gömülmeyi hak etmiyor.

linktekilerden 1.si daha performans odaklı, ekran kartı da sanırım biraz daha iyi. diğer ikisinin işlemcileri daha çok tasarruf ön plana alınarak tasarlanmış işlemciler. üçüncünün işlemcisi ikinciden daha iyi, ikinci biraz daha ev kullanıcısına ideal gibi duruyor. bence iyiden kötüye sıralama 1-3-2 olurdu, tabii bunda ssd falan değerlendirmeye almadım.

cyberghost firefox eklentisi çalışıyor ttnet'te. nordvpn de çalışıyor.

L2TP olarak kullanıyorsan PIA'yı çalışıyor hala.
Belki kullandığın sunucuyla ilgili bir sıkıntıdır. PIA'nın farklı bir sunucusuna geçebilirsin.

pia'nın kendi yazılımından deniyorum. bugune kadar normal çalışıyordu.

TCP ve Auto port.

Bu nordvpn ne kadar pahalı ya? 90 dolar yıllık. ExpressVPNde oyle.

Bu vpn servisleri bu kadar pahalı değildi eskiden. Yıllık 600 lira vermek çok saçma.

Ayrıca L2TP sanırım o kadar da güvenli değil

Kendi VPN'ninizi kurun. En rahat çözüm o. Özel mesaj atarsanız açıklayabilirim.

digitaloceanda denedim bir ara o da güvenli değil gibi. digitalocean goruyor bu sefer nereye baglandiğini sanirim

opera tarayıcı kullanıyorum safari 12 geldiğinden beri, kendi vpn’i baya işimi görüyor.

@Jeckson

Google Cloud üzerinden kuruyorum ben. Bir senelik 300 dolar da bedava kredisi var. Yani bir sene ücretsiz gibi düşünebilirsiniz. Bu arada kullandığınız VPN servisleri de görebilir ne yaptığınızı zaten, Google veya DigitalOcean gibi bir şirkete güvenmek daha mantıklı değil mi?

vpn servisleri log tutmuyor. diğer şirketler log tutmak zorunda.

@Jeckson selamlar yeni gördüm mesajını
evet L2TP OpenVPN kadar güvenli değil ama yine de dünya genelinde L2TP over IPSEC oldukça güvenli kabul ediliyor.

Bir de her vpn başlığında DigitalOcean vs kullanın gibi öneriler görüyorum. VPN servisleri çok daha başarılı istediğin ülkenin istediğin şehrinden bağlanabiliyorsun bu çok büyük bir artı bana göre. Ayrıca Netflix banlamalarına karşı devamlı yeni makine üretiyorlar o sayede netflixi aşabiliyorsun. Tr den Us Netflix izlemenin en mantıklı yolu halen vpn servisleri.

teşekkürler.

pia ile netflix izleyemiyordum. netflix algiliyordu pia'yi.

Ben izleyebiliyorum :D

Every way that I can
Hard rock hallelujah
wild dances

En underrated'lardan:

Rodolfo Chikilicuatre - Baila El Chiki Chiki > www.youtube.com

Sébastien Tellier - Divine > www.youtube.com

TWIN TWIN - Moustache (bunlar sonuncu oldu asdsa) > www.youtube.com

En iyileri de Lordi, Manga (1. olmalıydı, hakkı yendi), Ruslana, Natalia Barbu, Softengine, Athena, Mor ve Ötesi. Bunlara link bakamadım şimdi. Genel olarak rock-metal performansları.

Helena- my number one
m.youtube.com
Ruslana - wild dances
m.youtube.com

sebnem paker dinle www.youtube.com
lena satellite www.youtube.com

www.youtube.com

www.youtube.com

1- lene moje youtu.be
2- femme fatale youtu.be

pandoranın kutusu açıldı.!!11!1!!

www.youtube.com

secret garden - nocturne
www.youtube.com

Şebnem paker <3

youtu.be

Bence

Anne-Marie David - Tu te reconnaîtras
(git:www.youtube.com )

bu yarışmada azerbaycan bizden daha orjinal ve başarılı valla helal olsun ya.

www.youtube.com
www.youtube.com

Ben mangayi seviyorum en cok.

Bilgisayar kaç ram destekliyor bilmiyorum ona göre ram alın. Ssd kesinlikle hızlandırıyor. Ssd almanız şart.
Edit: ram için maks kaç gb destekliyor anakart ona bakın. Kaç slot varmış bakın. İkinci el ucuza bulursunuz.

- SSD elzem.

- Ekran kartı anakarta entegre olabilir, öyleyse değiştirmek çok mümkün olmayacaktır.

- Ram ve işlemci için de anakartın modeline ve ve buna uyumlu bileşenlere bakmanız lazım.

Bunlar arasında Ssd ve Ram değişimi kısa vadede işinizi görür.

laptoplar zaten cok fazla upgrade imkani vermez.

1- ram'i yukselt min 8GB, destekliyorsa 16GB yap
2- SSD al. orta kalite bir SSD alsan yeterli. Samsung'un EVO serisi gayet basarili.
3- cok istiyorsan, ikinci el islemci de alabilirsin.
butun bu yukseltmeler icin bilgisayarin hangi teknolojileri/standartlari destekledigi onemli. marka model soylersen daha iyi yardimci olabiliriz.

laptop'um şudur: www.toshiba-turkey.com

ekran kartı on board galiba, zaten değiştirilemez de asıl sorun on board kartlı bir bilgisayara yapacağın yatırıma ne kadar değeceği. 8gb ram taksan 400 tl, 250gb ssd taksan 300-350 tl vereceksin. evet internette gezerken ya da film müzik takılırken rahatlayacaktır bilgisayar ama işlemcisi eski, kartı eski ve yetersiz, hepsinden önce de fanları iyice tozlanmış, performansı düşmüş olacaktır o laptobun. bataryasının bitik olduğunu da tahmin ediyorum. yani tabii piyasadaki celeron işlemcili 1800 liralık laptoplardan al demeyeceğim seninki bu upgradelerle onlardan iyi olur ama üç ay sonra başka sorunlar çıkarabilir artık, sonuçta mekanik değil elektronik bu işledikçe ışıldamıyor.

olur
reşat nuri, sabahattin ali öyküleri de edebiyatımızın mihenk taşlarıdır bu konuda
diziler yüzünden reşat nuri güntekine mesafeli bir kitle var, aslında çok güzel eleştirel öyküler yazmıştır kendisi.
devamını arkadaşlar getirir

Sait Faik başlangıç için uygundur ama Bilge Karasu'nun öykü kitaplarını da çok tavsiye ederim.

görece kıyıda köşede kalmışlardan bir iki tane önereyim ben de.

www.kitapyurdu.com&filter_name=ay%20b%C3%BCy%C3%BCrken%20uyuyamam

www.kitapyurdu.com&filter_name=k%C3%BC%C3%A7%C3%BCk%20%C5%9Feyler

Durum öyküsü okumak istiyorsun sanıırım. Madem öyle Vüsat O. Bener okumalısınız.

Sait Faik ile baslayin, hatta "Haritada Bir Nokta" ile öykü dünyasina giris yapin.

Büyümenin Türkçe Tarihi adlı bir kitap var ona bakın. Ö. Mungan’ındı.

Sait Faik'le başlayınız. Sabahattin Ali ile devam ediniz. Tanpınar'a mutlaka uğrayınız. Haldun Taner'i, Necati Cumalı'yı atlamayınız. 50 kuşağına (Ferit Edgü, Orhan Duru, Vüs'at O. Bener, Bilge Karasu...) özel bir yer ayırınız. Sevgiler.

Büdüt: Sevim Burak'ı unutmuşuz.

Sait Faik’in çok kendine has bir tarzı var, severseniz oradan akar gidersiniz. Yalnız yazılmamış ama Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken’i de çok çok iyi bir öykü kitabı, şiddetle tavsiye ederim.

birkaç tane antoloji var iyi. ancak piyasada bulunmuyor. sait faik hikaye armağanı antolojisi-can öykü antolojisi-modern türk edebiyatında 99 hikâyeciden 99 hikaye. bunlardan başlayıp yürüyebilirsin.

ilk bölüm.

the entire history of you bence. dizinin tam karararında özeti gibi bir bölüm.

Favori bölümüm olan Fifteen Million Merits.

ilk bölüm. sıradan izlesin.

Hated in the nation.

Ya da sıradan gitsin.

edit: aşağıdaki arkadaşlara katılmıyorum. ben ilk bölümü oldukça çarpıcı bulmuştum. o yüzden izlemeye devam ettim. yani genel olarak serinin bakış açısına oldukça uygun bir bölümdü. ama seni bilemem tabii beğenmeyebilirsin de.

2. bölüm, yani Fifteen Million Merits

Ilk bolumu izletmezdim. Cok rahatsiz olmustum o bolumden. Bana kalsa devamini izlemezdim o bolumden sonra.2ci bolumu zorla izlettiler. Sonrasina kendi istegimle devam ettim zaten.

ilk bolum bence de rahatsiz ediciydi.

2 bayaa ilgi cekiciydi. 3 de oyle.

sonra biraktim gerci, dikkat daginikligim var da.

bi ben sevmedim heralde bu diziyi tamamı boş beleş bölümler olarak geliyor mantık hatası dolu overrated bölümler.

tavsiyem yayın sırası olurdu ama ilk bölüm rahatsız edici olabilir ikiden başlarsa bir şey kaybetmez.

ben nosedive'la başlamıştım yanlışlıkla. netflix'te en son sezonu gösterdiğinden ilk bölümü o sanmıştım. sonra playtest'i de izledikten sonra çaktım olayı.

bazı insanlar diziye ilk bölümünden alışamayabiliyo. white christmas bana göre en güzel bölümü. ondan başlamasını önerebilirdim ama dizi gerçekten çok güzel olduğu için ilk sezonun ilk bölümünden başlaması da fena olmaz.

amma ve lakin, bölümlerin birbiriyle standart bi dizi kadar bağlantısı olmaması nedeniyle istenilen bölümden başlanabilir bence. tabii ilk 3 sezon için. 4'teki bölümler için aynı şeyi söyleyemem. ilk 3 bölüm için bağlantı yok denecek kadar. 4'te bağlantı ve atıflar biraz daha çok.

2. Sezon 1. Bölüm

1s1b

ilk bölümü izleme +1

Nosedive

ilk bölümü beğenmeyenler ve izleme diyenler dizinin kalan kısmını nasıl beğenebilmiş çok merak ediyorum. ben de @dont eat me'ye katılıyorum ilk bölüm tam da bu diziye yakışır derecede oldukça çarpıcıydı ve beni dizinin devamı hakkında heyecanlandıran yegane şeydi. insanlara "sıradan bir dizi izlemeyeceksin" demek için serinin genel bakış açısına uygun şahane bir girişti.

em10 mark 2’sini kullanıyorum. mark 3’ün tek farkı bildiğim kadarıyla 4k çekebilmesi. video çekerim derseniz mark 3 alın tabii ama fotoğraf için düşünüyorsanız mark 2 almak daha mantıklı. hatta bazı özellikleri daha bile zayıf mark 3’ün (özellikle em5’i daha tercih edilebilir yapmak için kırptılar bazı özelliklerini). buna vereceğiniz farkı alacağınız bir lens için ayırmanızı tavsiye ederim ben.

şurada bazı yazılanları okuyup karar verebilirsiniz:

m43turkiye.com

Benim görüşüme gelince em10 gayet güzel bir seri, aynı fiyat bandındaki Sony A6000’e kıyasla gövdede görüntü sabitleyicisi olması, lenslerin Sony’e oranla biraz daha uygun fiyatlı olması avantaj. Kullanımı da kolay, menüleri kullanışlı.

o. henry - son yaprak

Dogru son yaprak. Hep yerli yazarlardan bir hikaye diye dusundum nedense. Tesekkurler.

bizim ortaokul türkçe kitabında bir okuma parçasıydı. şimdi siz yazınca hatırladım. yazık arkadaşı üşütüp ölüyordu.

rica ederim. ben de ortaokulda okumuştum sanki, çok acıklıydı.

Stv'nin sabah haberlerini sunan bir adam mıydı ne kendi kitabında bu öyküye ver vermişti. Yerli olduğunu o yüzden düşünmüş olabilirsiniz.

bir de bunun yeşilçam filmi çekilmişti. Hülya Koçyiğitli

1. white christmas
2. nosedive
3. san junipero
4. hated in the nation
5. hang the dj

umarım nosedive oyunculuğu için eksik dememişsinizdir. 2.sıramda olmasının en büyük sebebi o oyunculuktu :)

Fifteen Million Merits
The Entire History of You

Özellikle aklımda kalanlar bunlar. Ama onun dışında hepsi güzel zaten.

@givemesomesubstance, oyunculuk gayet iyiydi=) sonu çok komik çok saçmaydı bana göre, o bağırmak çağırmak neydi allesen, dizinin karizmasına yakışmadı.

son 3 bölümü izlemedim sadece umarım kıstasa kabul olabilirim :(
şu ana kadar izlediklerimden be right back ve entire history of you dışında hepsini baya beğendim. o iki bölüm distopik gelecekten çok dram dizisi gibiydi. En çok beğendiklerim fifteen million merit, white chtistmas, white bear, hated in the nation ve san junipero'ydu.

1. White christmas
2. Playtest
3. hang the dj

nedense benim en sevmediğim ilk bölüm. waldo bile daha iyiydi bence.

The entire history of you
Men Against Fire

white christmas
san junipero
the entire history of you

en sevdiğim white bear. onun dışında entire history of you, white christmas, shut up and dance, playtest epey beğendiğim bölümler.

en kötüleri ise nosedive ve son sezonda hang the dj, black museum dışında kalan diğer 4 bölüm.

1- San Junipero
2- Crocodile
3- Playtest
4- USS Callister
5- Nosedive
6- Black Museum

leica lenslerinde bakır tonların karakteristiği güçlüdür, bu tarz bazı lensler o dediğiniz görüntüye etki eder tabii ama kastettiğinizi düşündüğüm şeyler genelde işlemeyle alakalı şeyler bence. beyaz ayarı (sıcaklık, tint) çok önemli mesela.

500px.com
500px.com

örneğin şu fotoğrafçıların tarzda çekimleri kastediyorsanız, spesifik bir lens ve gövdeden ziyade fotoğrafı işlemeyle alakalı tonlar bunlar, fotoğrafı çektiğinizde direkt bu tonlara ulaşamazsınız.

Valla özel bir çaba sarfetmeye gerek yok. Hanım amatör fotoğrafçı benim. İskandinavya'da yaşıyoruz, aynı dediğin tonlar çıkıyor kışın. Makine Leica falan değil düz Nikon dslr, lens default gelen lens.

bu fotoğrafları hiçbir efekt uygulamadan, sadece makine ve lensle çekemezsin. çekebildiysen de bu makine sayesinde değil ortamdaki ışık ve nesneler sayesindedir; bunları da istediğin gibi ayarlama şansın her zaman olmaz. phoarbix'in de dediği gibi karakteristik makineler var ama fark bu kadar dramatik olmuyor.

hatta dediğinin tam tersini söyleyeyim, en basit bir setapla(hatta duruma göre telefonla bile) çekip sonradan gerekli düzenlemeleri yaparak bahsettiğin havayı yakalayabilirsin.

@bos gezenin bos ustasi Ne mutlu size! ama biz Iskandinavya'da degiliz!

Kontrastı biraz yükseltiyorsun ki beyazlar daha beyaz siyahlar daha siyah çıkıyor.

Beyaz ayarını yaparken de sıcak değil soğuk tonlar almak için ayarlıyorsun makineyi.

Ayrıca lensin önüne mavi bir filtre koyabilirsin, polarize filtre de kullanabilirsin. Filtre sayısı artarsa keskinlik ve imaj kalitesi etkilenecektir.

Keskin lensler kullanmakta da fayda var.

Bence devasa butceler harcamayacaksaniz keskinlik acisindan sabit odak uzaklikli lensleri tercih etmeniz yeterlidir ve gerisi isik ile cozulebilir. Fotograf icin isik cok onemlidir. Sabit Kalfagil’in Turkiye’nin uzerindeki isik isimli kitabi mesela, gezinizi nereye yapiyorsaniz, oraya vuran en dogru isik saat kactadir, bunun gibi bilgiler bulabilirsiniz. Alin diye demiyorum, Isigin onemini goz onunde bulundurmalisiniz. Buna ek olarak da raw modunda cekip lightroom kullaniniz.

toprakların miras yoluyla bölünmesi, her varisin payına düşen araziyi farklı amaçlarla kullanmak istemesi, hatta bazısının satması, devletin de ekilebilir alanların bölünmesine hiç müdahale etmemesi olarak düşünülebilir bizdeki sebep.

Bizde çünkü devlet desteği zayıf ve her miras daha çok parçalar

ornegin 1000 donum arazi olsun ve ailenin 5 cocugu olsun. bizde bu arazi 5 cocuga bolunur ve her birinin 200 donum arazisi olur. bu her bir 200 donum bir sonraki nesle bir daha bolunur ve en sonunda herkese kucucuk bir bahce kalir. Ama bircok ulkede bu bolunmez, bu 1000 donum arazi icin bir aile sirketi kurulur, her bir cocuk bu aile sirketinde hisse sahibi olur yani arazi bolunmez hisse bolunur. bu arazi ekilip bicilir, herkes payini alir. daha buyuk arazi ekilip bicildigi icin hem maliyetler duser, hem de elinde daha cok mal bulundurdugu icin saterken ciftcinin verilen fiyat konusunda pazarlik sansi artar hem sirket uzerinden is yapildigi icin devlet vergisini alir, calisan sigortali olur, ve hatta markalasma olur. italyan, ispanyol, fransiz tarim urunleri (zeytinyagi vs.) hep aile sirketlerinin elinde markalasmislardir.

Kooperatifler de var Avrupa'da. Toprağı az olanlar birleşiyorlar. Bu da onlara maliyet konusunda ciddi avantajlar sağlıyor.

Ek bilgi; miras yoluyla tarım arazilerinin bölünmesine engel olmak için bir kanun çıktı ya da çıkacak idi.

ondskan

Mimikikili +1

Mimikikili +1

Ben olsam utanır bu soruyu soramazdım.

emekli olmak istememek ayıp-yanlış bir şey değil, yanlış olan şey devletin "bu mezunlar ne olacak" diye düşünmeden her şehre ilçeye üniversite açıp bol keseden kontenjanla doldurması, üniversite okumanın lise okumak gibi sıradan bir şey haline gelmesidir. belki borcu harcı var insanların, 65 yaşını doldurdun hadi emekli olup günlerini saymaya başla mı diyeceksiniz, genç olmak ve çeşitli sebeplerden işsiz olmak, çalışmaya devam etmek isteyen bir insana karşı bu küstahlık hakkını veriyor mu size?

yukarıda dediğim gibi öncelikli sorumlu devlet ama atama bekleme durumu bu sene çıkmadı, senelerdir olan bir şey. onbinlerce öğretmen atama beklerken, ülkenin durumu ve bizi yönetenlerin plan programsızlığı ortadayken bilinçsizce tercih yapanların hiç hatası yok ama emekli olmak istemeyen bir adamın yaptığı ayıp oluyor. vallahi saçmalıyorsunuz.

binlerce öğretmenin atanamama sorununu çözecek insan bir kişinin emekli olması değil, sorun devletin sorunu ayıplanacak bir şey yok.

Farabi +1. 65 yaşında bir öğretmen karşı tarafa birkaç tecrübe dışında ne aktarabilir?

phoarbix +1, altına imzamı atarım

emekli olmak istememek neden ayıp olsun? yaşlılar emekli olmadıkları için bu kadar genç işsiz var sanki.

Farabi+1
65 yaşında insanın okulda öğrencilerin karşısında olması çok doğru gelmiyor bana. Öğrencileri de böyle düşünüyordur. Bunu iletebilirsiniz.

shutter speed kameranın sensörünün veya filmin lensten gelen görüntüye ne kadar süre maruz kalacağını belirliyor, atıyorum 1/30 değeri, perdenin açılarak saniyenin 30'da birinde süreyle film/sensör'e ışık (görüntü) gitmesi anlamına geliyor.

video için düşündüğünde de bu hızla aralıksız kareler kaydettiğini düşün, saniyede 30 kare görüntü elde edersin yani 30 frames per second. fps, frames per second'un kısaltması işte.

iso/asa film veya sensörün ışığa olan hassasiyeti için kullanılan ölçü değerleri. fotoğrafta önemli olan husus pozlamadır, filmi veya sensörü yanan bir yüzey gibi düşün, içine ne kadar çok ışık girerse o kadar çok yanıyor ve görüntü oluşuyor (pozlama). iso/asa arttıkça gelen film/sensörün ışığa olan duyarlılığı artıyor, yani aynı ışık yoğunluğu/diyafram ve enstantene şartlarında 200 asalık bir film 100 asalık bir filmden 2 kat daha fazla yanacaktır (pozlanacaktır).

diyafram dediğimiz zımbırtı da lensten gelen ışığı dimmer gibi açıp kısmaya yarar, fakat bunu yaparken aynı zamanda lensin fokal uzunluğuna (bilmemkaç milimetre) ve karakterine göre net alan derinliğini etkiler. diyaframı kıstıkça net alan derinliği artar, basitçe "fonu uçurma" denilen olay azalır.

bu yazdıklarımın incesini internette veya herhangi bir temel fotoğrafçılık kitabında bulabilirsin.
fotopanorama360.com

yuto yeterince basit açıklamış. fotoğraf için konuşursak fps'nin pek bir önemi yok. spor ve kuş fotoğrafçıları yüksek fps ile ardışık (saniyede 8-10 kare gibi) fotoğraf çeken makinelere ihtiyaç duyarlar ama saniyede 3 fps fotoğraf çeken bir makine de standart kullanıcıya gayet yeterli olur.

ötekilere gelince hepsi fotoğrafçılıktaki en hayati faktör olan ışığın kontrolü ile alakalı ayarlardır. fakat ışığa ek olarak, diyafram alan derinliği için, shutter speed de hareketli fotoğraflara dinamizm katma (pan fotoğrafçılığı gibi) ya da uzun pozlamalar (yıldız izleri, araba far izleri, şelaleler vs) için aktif rol oynarlar. iso ise ötekilerden farklı olarak sadece ışığa etki eder, başka bir etkisi yoktur. dolayısıyla diyaframı kısarak ve açarak, yine shutter speed'i düşürüp arttırarak farklı kompozisyonlar denenebilir. ideal diyafram ya da ideal shutter speed diye bir şey yoktur bu yüzden, çekeceğiniz fotoğrafa göre değişir o. ideal iso diye bir şey ise vardır ve bu mümkün olan en düşük değerdir. (bazı makinalarda 100, bazısında 200)

gece fotoğraf çekiyorsanız önce diyaframı açabildiğiniz kadar açın. pozlama değerine bakın (ekranda EV değeri bulunur +...0...- şeklinde görünür ve o değerin mümkün olduğunca 0 ya da ona yakın bir değer olması gereklidir, yoksa fotoğraf az ya da fazla pozlanır) diyaframı açmak yeterli gelmediyse shutter değerini düşürün. shutter değerini çok düşürmeniz gerekirse pozlama süresi uzar ve bu süre zarfında eliniz titreyebileceği için tripoda ihtiyaç duyarsınız. mümkünse tripod deneyin. bunlar yeterli gelmezse son çare olarak iso'yu arttırmayı deneyebilirsiniz. sony'nin a7s2 gibi iso canavarı makinelerinde durum biraz farklı olmakla birlikte bence çoğu makinede 500-640 iso kabul edilebilir sınırdır, bu değerden sonra telafi edilemeyecek bozulmalar başlar.

kapsamlı ve bilgilendirici yanıtlarınız için çok teşekkür ederim sayın yuto ve phoarbix

kusura bakmayın başlığı açarken belirtmeyi unuttum ben bunu fotoğrafçılık değil de dijital stüdyo kameraları ile yapılan sahne/video çekimleri kapsamında sordum. ama zannedersem her iki alanda da aynı mantık geçerli.

örnek: yönetmen hangi durumda shutter speed'i arttır/azalt der. bu verideki bir oynama "görüntüyü denegelemek için" diğer değerlerde de oynama yapmayı gerektiriyor diye biliyorum.

video için bildiğim kadarıyla sinematik bir hareket hissiyatı için en ideal perde (shutter) hızı çektiğin kare sayısının 2 katı oluyor. yani 25 kare çekiyorsan 1/50 shutter hızı en ideali. eğer video sonradan slow motion'a çevrilmeyecek ise ideali bu diye biliyorum.

dengeleme mevzunda ise eğer ortamdaki ışık sabitse ve pozlaman da hali hazırda tam ise, perde hızını arttırdıkça aynı pozlama değerini yakalamak için ya diyaframı da o doğrultuda açman (f değerinin düşmesi anlamına geliyor) ya da iso değerini arttırman gerekiyor.

ışığı su gibi, diyafram/enstantene ve iso'yu ise birer musluk gibi düşünebilirsin. bu üçünün toplam debisi de pozlaman oluyor, bir musluğu bir oranda açıp öbürünü aynı oranda kısarsan pozlaman değişmemiş oluyor.

the pursuit of happiness?

yes man

falling down, 1993, Michael Douglas?

onu bilmiyorum ama bana başka bi filmi hatırlattı, az bilinen bi filmdir ve kesinlikle daha iyi olduğuna eminim: After Hours

after hours ?

jim carrey'nin oynadığı Bruce Almighty filmi olabilir mi? türkçe'ye "aman tanrım" diye çevirdiler sanırım.