Neşe ile mutluluğu ayırmak gerek bence. Neşe şen şakrak olma haliyken, mutluluk da biraz hayattan tatmin olma ile ilgili. Mutluluk sanki biraz insanın kendi elinde, biraz değil. Kendimizin olmayan kısmı sanki genlerle ve kültürle ilgili. Genler izin vermediğinde neşeli olsa bile mutlu olmayabilir insan, mutlu olsa neşeli olmayabilir, bunların birtakım kombinasyonları olabilir. Kültüre gelince biz arabesk kültür içinde yoğrulmuş insanlarız, arabesk dinlemesek bile her yerde. Ağlayana sempati duyarız, onun eksiklerini gidermeye çalışırız, acılarımızı madalya gibi taşırız, ağlatan film ve dizileri severiz. O yüzden kültürle birlikte mutluluğa 1-0 yenik başlarız.
Gelelim eldki kısma. İnsanın her zaman mutlu ve neşeli olması veya her zaman mutsuz ve neşesiz olması iki uç. Belki ilki iyi bir şeydir ama ikisi de sağlıklı gelmiyor bana. İnsanız hepimiz, başımıza kötü şeyler gelebilir. Yakınımızı kaybedebiliriz, bir şeyler çaldırabiliriz, istediğimiz şeyleri göz göre göre kaçırabiliriz. Bu anlarda o üzüntüyü yaşayıp da atlatmak gerek bence. Üstünü kapatıp neşeli olmaya çalışıp içe atmamak gerek. Bazen ağlayarak bazen gülerek çıkıyor üzgünlük. Sinirden gülmek gibi. Üzgünse üzüntünün yaşanması, mutluysa onun yaşanması gerek gibi geliyor bana.
Gelelim yukarıda verilenlere. İş hayatı, hayatımızın en büyük kısmının geçtiği yer. Evde ayık kafa ile 8-9 saat geçirmiyoruz ama işte geçiriyoruz. İşe ayaklar ters gide gide gidiliyorsa, tabii ki mutlu olmak veya neşeli olmak daha da zor. Bu bir yakının ölümüne benzemiyor. "Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlar" demişler. İşyeri deliye benziyor bu açıdan biraz. Çünkü atsan atamıyorsun, satsan satamıyorsun. Unutup gidilebilecek bir şey de değil, her gün peşinde. Ama mesleğinde yetersiz hissetme konusunda bir şeyler yapılabilir. Belki gerçekten yetersiz değil, bir fırsat olsa kendini gösterebilecek durumda, sadece o fırsat yok ortada. Belki de gerçekten yetersiz. Bunu neye dayanarak söylediği önemli. Eksik bir alan varsa, kendini nasıl geliştireceğine odaklanabilir. Kendini hiç geliştireceğine inanmıyorsa, başka bir kariyer yoluna odaklanılabilir.
İşte mutsuz olmanın dışında, insanın elinde olan şey iş dışı mutlu olup olmaması. İşinde mutsuz olunabilir, kronik mutsuzluk hayat enerjisini de emebilir ama iş dışı onu şarj edecek bir şeyler olması önemli. Bu bir insan olmak zorunda değil; bir dizi olabilir, bir uğraş olabilir, hatta sadece yatağa yatıp öylece tavana bakmak bile olabilir. Bunları yaparken "Oh, şu an bir ömür sürse" denilen bir an işin kötülüğünü nötrleyebilir. Neşeli olmayabilir ama mutlu olabilir. Bu biraz insanın elinde.
Para kısmı ayrı bir konu. Kalacak bir ev varsa, eve yemek giriyorsa, insan ısınabiliyorsa ve buna ek olarak kişisel düşüncem evde internet varsa devamında her şey yerinde ise mutsuz olmak için bir neden yok. Borçlu çok insan var, borcu boyunu aşan da. Ama borç biraz da alışılabilir ve buna rağmen gülünebilir bir şey. Deli gibi değil de, ölü gibi yani. Bİrtakım insanlar çalışmalar yapmışlar; para, güzellik gibi kavramların mutluluğa katkılarını incelemişler. Bunların insanın ele geçişi bir anda mutluluğu köklüyor ama insan rahata çabuk alışıyor ve daha sonra özü neyse ona dönüyor. Güzel ve mutsuz bir insan ya da zengin ve mutsuz bir insan olabiliyor, kişiliği ve öğrendiği neyse ona dönüyor. Benzer olarak bunları insanın elinden alınca da, duruma biraz uzun sürelerde de alışılsa yine de alışılınıyor. İnsan fakir ve çirkin olmasına rağmen özüne dönüyor. Buradan anladığım şey demek ki bir öz de var. Acaba bu özü neler oluşturuyor? Genler ve kültüre, tecrübeyi de ekleyebiliriz belki. Keşke bunu da doğru düzgün söyleyen bir şey olsa, her insanın kendine göre bir yorumu olabiliyor ancak.
Koşullar gerçekten zor gibi ama anlık mutluluklar, ferahlamalar, rahatlıklar olabilir gibi.
0