haysev'in sayfasına filan baksanız. sahipleri hastalanan, vefat eden kediler oluyor yuva arayan.

haysev internet sayfasına baktım ama çalışmıyor galiba, link atabilir misiniz?

haytap verelim;
www.facebook.com

Hangi şehir?

Haysev facebook: www.facebook.com

ofiste kedi olmaz.....

kadına olan her türlü şiddetten dolayı kadın olmak daha zor. toplumsal kimlikten ötürü.

"erkeğe şiddet" diye bir ifade bile kullanamıyoruz. gerisini sen düşün.

Turkiye'de kadin olmak daha zor ama ataerkil yapi, erkeklere de zarar veriyor aslinda.

Bir arkadasimin soyle yazisi vardi:


taritiwele.blogspot.ca

yaşamak çok zor

ınsan olmak desto

türkiye'de kadın olmak daha zor. gelişmemiş toplumlarda kadın doğrudan nesne gibi görülüyor. duyguları olan insanlar bunu kaldıramaz.

erkeklik de zor. genelinin hayat boyunca çalışma zorunluluğu var. askerlik gibi insanı yıpratan mecburiyetleri var. hep güçlü olmak zorunda. yani kendinden hep bir şeyler beklenen kişi erkek. askerlik yapmayınca kız bile vermiyorlar. işin olmayınca da. sonra sünnet oluyorsun. hep birilerine bir şey kanıtlama çabası var. basit gibi görünüyor ama aslında çok yorucu ve yıpratıcı.

kadın olmak tabii ki de. sebebi de ataerkil bir dünyada yaşıyor olmamız. namus cinayetleri, her türlü şiddet, her türlü cinsel istismar, küfür dilinin eril olması, giydiğinin giymediğinin hesabının sorulması, gece sokağa çıkamamak... kısacası her türlü toplumsal baskı kadını sindirmeye ve alçaltmaya yönelik.

Her ikisinin de farklı zorlukları var ve bu ülkede ikisi de zor, cinsiyetten bağımsız.

Kadınların her alanda hayatları zor; evde zor, iş hayatında zor, sokakta zor. Fiziksel olarak kendisini erkeğe karşı koruyamıyor. Bu büyük sıkıntı. Ama erkeğin de katlanmak zorunda olduğu ve hakikaten zorlayıcı olan toplumsal beklentiler derdi var. Askere gidecek, para kazanacak, güçlü olacak, koruyacak, kollayacak. Hiçbir zayıflık belirtisi göstermeyecek, hep güçlü duracak. Bu da zor hakikaten, erkek dediğin de insan nihayetinde.

Medeni bir ülkede/çevrede kadın olmak avantajlı. Yobaz, ataerkil bir toplumda kadın olmak daha zor.

avrupa'da, amerika'da kadın olmak daha avantajlı bence. mutsuz kadın yok valla.

türkiye her konuda olduğu gibi arada kalmış. hayvan gibi tacize uğruyor türk kadını. psikolojisi sağlam bir türk kadınına henüz rastlayamadım. hepsi yaşantısının belli bir döneminde sözlü ya da başka yollu bir şiddete maruz kalıyor. kimisi sonrasında elde ettiği güçle üstesinden geliyor ama absürt bir şey ortaya çıkıyor. buna kezban falan diyoruz işte.
kimisi de garibim bulduğuyla evlenip evcilik oynayarak mutlu rolü yapıyor... bu da annelerimiz falan heralde...

Türkiyede isen değil kadın erkek, ağaç olmak bile zor, kesiyorlar vesselam.

biyolojik olarak bakarsak kadın olmak çok zor yahu. düşünsene kadın her ay kan döküyor. bunun psikolojik sıkıntılarından dem vuruyorlar sürekli. doğum ise bambaşka bir zorluk. içinde bir şey büyüyor sürekli. tüm hormonlarınla oynuyor kafasına göre. çocuk doğurmak insanoğlunun katlanabileceği acı katsayısının iki katı derler. kadın o acıyı yaşıyor doğumda. sonrasında bebeği emzirme ise yine ayrı bir dert.
zor iş valla.

Tabi ki kadın olmak daha zor.

edit: en doğrusunu arnold schwarzeneger nickli üye demiş:
"Kadın olmak zor da, bundan yakınan şehirli pop-feminist tayfaya değil. Onlar bu zorluktan ekmek yemeye çalışanlar."

Bu heteroseksüel, ataerkil; erkek olmayı en yükseğe koyan düzende, "heteroseksüel ve maskülen erkek" olmak dışında her şey zor.

Demek istediğim durumun uzun uzun anlatılan hali şurada: vimeo.com

(bkz: kadınların hayatları zordur/1)

Erkek olmak daha zor cunku kadinlar ustun.

Türkiye gibi müslüman nüfusu fazla üçüncü dünya ülkelerinde kadın olmak zor tabii ki. Çalışmak istersen orospusun, tecavüze uğrarsan sen tahrik etmişsindir, okumana gerek yok, bir fikrin olamaz, taytın üzerinde kısa tişört giysen teşhirci, tunik giysen kezbansın, evde oturup yemekle bulaşıkla uğraşmak için dünyaya gelmişsindir, annen erkek kardeşini senden daha çok sever, sevgilin varsa sevişmelisin, ama evlendiğinde bakire kalmalısın. Bütün bunlardan dolayı akıl sağlığını yitirmemeyi başarabildiysen ne mutlu.

Erkeksen de askere gidiyorsun işte. Patates soyup çarşaf katlıyorsun. Bayağı zor bir olay gerçekten. Evet.

Kadın olmak zor da, bundan yakınan şehirli pop-feminist tayfaya değil. Onlar bu zorluktan ekmek yemeye çalışanlar.

www.hurriyet.com.tr

Türkiye'nin batisinda ve büyük sehirlerde kadin olmak hic zor değil. Bilhassa her sey ayaklarinizin önüne serilmis bir hayat yasayaşaya bilirsiniz ama erkeğe her türlü sey bindiriliyor askerlik is bulma ve aile gecindirme vs vs. Su an icinde bulundugum cevrede bir kiz olarak dogmayi isterdim erkek olmaktansa.

tek tuk kaldiysa cok ugrasma bence. 2 ayda bir sir agdayla aldirsan yeterli olur bu durumda zaten.

ağdayla alıyorum, lazere gideceğim ama.

tüylerim ince olduğu için lazer olmaz dediler, lazerle aldırabilmem için kolumu jiletlemem lazımmış töbe yarebbi.

ağda ile alıyorum belki iyi bir yer bulursam iğneli epilasyon yaptırabilirim ama o da çok uzun sürüyormuş.

şimdilik ağda işimi görüyor, uzama aşamasında da epilatör.

Almiyorum
almam
alan veya almayan dikkatimi bile cekmez.

Tenin bembeyaz killarin siyah ve sertse dert et tabi maymun gibi ivranccc.
Yok degilse, hayirdir kapak cekimine mi gidicen, cansiz tuylerden ne istiyosun?

ben de ağdayla alıyorum, en kolay kolumu aldığım için lazer paketini kol hariç almıştım. kol kılları ince olduğu için lazerin %100 işe yaramadığına ben de şahit oldum. arkadaşım gitti 8 seans, 6 ay sonra yine çıkmaya başladılar. tamamen bitenine rastlarsam ben de giderim. az kaldıysa iğneliyle uğraşma derim. illa yaptıracaksan da bir 6 ay bekle. o zaman iğneli yaptırırsın.

lazere gittim iki - üç seans. bitmedi ama bu kadarı rahatsız etmiyor zaten. epilatörün traş makinesi gibi olan kısmıyla kısaltıyorum ayda bir falan.

tüm vücut lazer yaptırmama rağmen kollarımı toplam üç kere falan almışımdır. lazer kolda işe yaramıyor boşuna uğraşmayın dedi lazer yapan bir arkadaşım. iğneli de işinin ehli birine gitmen lazım kolunda dev çukurlar istemiyorsan. onlar da gayet pahalıya denk geliyor kol büyük bir alan olduğu için. acısına da dayanacaksın yapacak bir şey yok. lazer yaptırdıktan sonra kökünden almamak gerekiyor diye biliyorum, burasını sorun emin değilim.

almıyorum ve almam.

almıyorum ama kimsenin de kolundaki kılları dikkatimi çekmemiştir. dalga geçildiğine de hiç şahit olmadım.

az kaldıysa iğneliye başla iştee!. 10 dk sürmez bile. kolunla lazerin yine de az bırakması iyiymiş benim bacağımdakileri bile görmüyo lazer :/ ben kollarımı kendi kendime ağda ile alıyorum. açıkçası çok kıllı kolu olan kız arkadaşlarıma söylüyorum bu ne ya iğrenç diye :/ iğneliye hayır diosan fraise+1

hiç almamış olsaydın boşver uğraşma derdim ama bi kere girişmişsin o işe :) kol kılı alındıktan sonra tuhaflaşıp acaip acaip çıkmaya başlıyor lazere 6 ay 1 sene ara ver fark edeceksin ki kıllar normal kıl gibi değil.
iğneli yaptırabilirsin illa hepsini almak zorunda da değiller aralardan çok kötü duranları alırlar illa sıfırlamak zorunda değiller.
ben napıyorum; esmerim lazer zaten görmüyor maalesef sadece koltukaltımı filan gördü o kadar. iğneli yaptırıyorum ama denk geldikçe, iğneli acaip sabır işi.

Sekiz seans lazere gittim. Her yerimde işe yaradı bir tek kollarımda yaramadı. Aksine kalınlastı, paket bitince bıraktım ben de. Şimdilik epilatörle alıyorum, kışın iğneli epilasyonla halledicem.

Insanlari cok vahsi.

eskiden daha iyi bir hayat daha mutlu huzurlu bir hayat vs. yani özetle hayat kalitemin yükselmesi derken artık can güvenliğim diyorum.

insanlar.

insanlar insan değil.

can güvenliği..

oksijen yetersizliği....

Politikayla aşırı derecede iç içe olması. Bir de cahil insanlar.

Çok küçük yaştan beri hayalimdir.

öncelikle can güvenliği. aslında bir o kadar da nezaket özlemi ya. nezaketi özledim lan. günaydın, selam, afedersiniz, pardon kelimeleri... trafikte saygı, trafikte acelesi olmayan insanlar, yaya yolunda durmayan araçlar, yayaya yol veren araçlar, kaldırıma çıkmayan paketçiler, denetlenen trafik, denetlenen inşaatlar, denetlenen gıdalar, kaliteli işverenler, %50 den az alkol vergisi, ucuz et, ucuz ot...

a aa! 1 neden demişsin içimi dökmeye başlamıştım tam da :)

insan hakları. tek sebebim. dibine kadar ciddi bi cevaptır.

hoşgörü yok, saygı yok.

ha belki bende de azaldı ya da kalmadı burada nefes almaktan.

Insanlar +100

Evrim basamağında hala neanderthallerde olmamız..

Çok b.ktan bir coğrafyada yaşamamız.....(her yer pislik dolu)

Farklı bir neden olarak : bu ülkede bilime saygı yok.

Insanlar, toplumsal yapi.

insan hakları +1

yonu avrupa'dan ortadogu'ya donen bir ulke haline gelmesi,
ozgurlukleriyle degil yasaklariyla anilan bir ulke haline gelmesi,
pis bir ulke haline gelmesi,
saygisizligin, serefsizligin, uckagidin prim yaptigi bir ulke haline gelmesi,
her seye karsin, insanlara karsi saygili, nazik davranmaya calisanlarin sanki marstan gelmis gibi gorulmesi ve ezilmeye calisilmasi.

devam et desen de edemeyeceksin. bikaç saat sonra ağrıların çok şiddetlenecek. böyle spor yapılmaz. hele hele damdan düşer gibi insanity hiç yapılmaz.

fit testten sonraki halin aslında ne kadar fit olmadığının göstergesi, o yüzden programa hemen başlamak yerine en az 3 gün ağrıların geçmesini bekle. sporda kasları çalıştırmak kadar kasları dinlendirmek de çok önemlidir.

abi deli sikmiş gibi insanity'ye p90x'e başlayanları anlamıyorum. sağlık bu şakaya gelmez. p90'dan başla yavaş yavaş tempoyu yükselt.

Kilon kaç? Yaşın kaç? Pat diye insanitye başlaman pek uygun değil bana kalırsa. Çünkü gerçekten ağır bir program o. Ben focus t25 yapıyorum, ondan daha basit demek isterdim ama bugünkü ab intervals beni öldürdü. Daha hafif kardiyo antrenmanlarıyla başlayıp arttırabilirsin. Özellikle hamlığın geçene kadar. Fitnessblender var mesela youtubeda, takip edebilirsin. Benim hamlığım 10 gün falan sürdü. Bacaklarım şişti, üzerine basamadım ayaklarımın. Ama sonrası güzel. Ağrılar azalıyor, esniyorsun, kuvvetin artıyor. Sabırlı olup zorluğu kademe kademe arttırmanı öneririm naçizane. Çünkü en ufak bi sakatlık tüm motivasyonunu vs mahvediyor.

boy 168, kilo 57, yaş 25 ve kadınım.
sigarayı bırakalı bir kaç gün oluyor ve kilo almaktan korkuyorum, biraz da sıkılaşsam fena olmaz, amaç bu.

cok kiloluysan yapma cunku dizlere cok yukleniyor. kilon asiri degilse de bence ayak uydurabildigin kadar yap.
edit: yazmissin zaten kilonu. bence ilk haftayi tamamla oyle karar ver.

1: Devam edin. Zaten programı dinlerseniz "Bizim yaptığımız kadar yapamazsınız; yapabildiğiniz kadar yapın ama hareketleri doğru şekilde yapın" benzeri bir şeyler söylüyor. O nedenle hareketleri düzgün bir şekilde yapın yeter, tekrarları kendi kapasitenize göre ayarlamanızda sakınca yok.

2: Birkaç güne geçer.

1.68 boya 57 kg gayet normal. Sadece sıkılaşmak için bu kadar ağır bir şeye girmene hiç gerek yok. Hele ki sporcu geçmişin de yoksa aniden o kadar yükleme fazla gelebilir. Pilates öneririm ben sıkılaşmak için, işini görür gayet. (O da çok basit değil kabul ama insanity den iyidir)

devam et ama iyi ye cunku cok klori yakacaksin. Benim agrilarim 1 hafta kadar surmustu. Ama soylew anlatayim: 3. gunun sabahinda tuvalete oturamamistim agridan. Sonra yavas yavas gecti bir haftada.

markasını hatırlamıyorum ama tipi bununla tamamen aynı olanını aldık biz dedeme. Cepte rahatsız eder. Kalın çünkü.

Bizim alet çok işe yarıyordu. Tutunca acayip kaçıyor köpekler. Evcil köpeklerde daha az heyecan yaratıyor.

Şahsen ben karşıyım bu tür cihazlara. Çünkü acayip bir rahatsızlık veriyor hayvana. Çok çok gerekli olmadıkça kullanılmamalı.

işe yaradığını belirtmişlerdi arkadaşlarım.

işe yaradığını ve yaramadığını gördüm. sokakta başıboş gezen köpeklerin bazılarında duyma bozukluğu olduğu, ve bu sebeple dazer'in etkilemediğini okumuştum.

al tabi, ama sadece ona güvenme.

şöyle bir şey okumuştum; normalde bize şiddetli gelen ve rahatsız olduğumuz sesler, köpeklerin kulakları daha hassas olduğundan dolayı onları daha çok rahatsız edermiş. bazı köpeklerin ezan sesine havlamaları da bu yüzdenmiş. ama sokak köpekleri bu türden değişik seslere çok alışkınlar. ( araba sesi, korna sesi, bağıran esnaf sesi vs.)tabii ki bu özellikle köpek kovucu denen şeyin olayı başka türden ses ama, köpeklerin tepki vermeme oranı da yüksek imiş. çok olmuştu okuyalı, detayları hatırlayamadım. bunu düşününce de belki başka yollar aramak daha iyidir, niye kulaklarına zarar verelim?

ne için kullandığnıza göre değişir. her yaptığınızı paylaşma ihtiyacı hissediyorsanız, sürekli birilerini stalk'luyolarsanız gereksiz tabi ki.

bölümle ilgili tüm bilgiler facebook grubunda tartışılıyor bizde. hangi hoca nereye kadar işlemiş, ne çıkacak bilmemne, başka bu şekilde bilgi paylaşımı olan gruplar var. bu yüzden gerekli.

Ben bisiklete biniyorum ve bisikletle ilgili pek çok etkinliği fb sayesinde öğreniyorum. Eğer başka türlü öğrensem kapatırım hemen başka bir işe yaradığı yok genel olarak benim için.

Hem seven biri olarak, hem de tarafsız olarak gerekli görüyorum. Artık hocalar bile dersle ilgili paylaşımlarını orada yapıyor. Örneğin bölüm grubunda "x hoca şunları araştırmamızı istedi" gibi basit ve etkili yolla duyurular yapılıyor. Facebook'un olmazsa ya daha düşük not alacaksıni ya da sınıfın gidişatından haberin olmayacak mesela.

Sosyal boyutuna gelecek olursak, galiba insanlar sosyal ortamda rahat davranıyorlar. Olmadıkları gibi davranmaları daha basit oluyor. Yolda sana selam vermeyen, tanımazlıktan gelen lahıs Facebook üzerinde "ya kanka, dostum" gibi 40 yıllık hitaplarla sesleniyor sana. Bu da sinir bozucu elbette. Sonra Facebook'ta fazla gösteriş meraklısı var artık. Ama hayatımızda da yok mu gösteriş meraklıları? Bunların sanal versiyonları da var işte...

Cikmis sorular notlar falan sinifin fb grubunda paylasiliyor. Yoksa kapaticam ben de cok gereksiz geliyor.

25 yaşındayım müzisyenlik yapıyorum ve sabit bir yerde çalışmıyorum, ekstralara gidiyorum. bu yüzden de müzisyen çevreyi geniş tutmak için fb kullanıyorum. tanımadığım ama sırf aynı işi yapıyoruz diye eklediğim insanlardan iş gelebiliyor çünkü. tek amacım da bu. selfi çekmem, yediğim yemeğin fotoğrafını çekmem. ama ne yalan söyleyeyim, yeni tanıdığım birini fb'de şöyle bi arar, beğenilerinden falan karakter tahlili yapmaya çalışırım.

Kullanmıyorum ama kapatmıyorum da. Arada içinde yer aldığım toplu foto paylaşımı oluyor, arada mesaj atan oluyor, onlar da mailime geldiği için haberdar oluyorum. Gerekirse dönüyorum.

etkinlik için feysbuk,
yetkinlik için insta.

değil evlenmek bi ilişkiye bile başlayamam. serde kıskançlık var.

porno sanat mıdır, bence onu konuşalım önce

hayır ya saçmalama.

porno sanatı derken?

birazdan buraya midesi geniş kolpacı ekşiciler toplanacak.
böyle bişiyi yapmak için midesiz olmak lazım.

Mümkünsüz

düşündüm de evlenebilirim galiba.
ama çok zor la... bilemedim. çok seversem evlenebilirim evet.

böyle midesiz insan olamaz ya.
ulan günde 10 20 30 kişinin üzerinden geçtiği bay/bayan farketmez aynı evi, kaşığı nasıl paylaşırsın lan.

evlenme fikrine karsiyim; ama iliski yasarim.

yok kanka. pornoculuk rezilliktir.

icra etmeye devam ediyor mu, istifa edip emekliye mi ayrılmış?

Namümkün

soruyu şöyle değiştirsen güzel olabilir. sibel kekilli'yle evlenme şansınız olsa, evlenir miydiniz?

Yoh artık!

not: Sibel Kekilliyle de evlenmezdim.

@mayeskuel+1

-Sanat, en genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayalgücünün ifadesi olarak anlaşılır.
-Sanat sözcüğü genelde görsel sanatlar anlamında kullanılır. Sözcüğün bugünkü kullanımı, batı kültürünün etkisiyle, ingilizcedeki 'art' sözcüğüne yakın olsa da halk arasında biraz daha geniş anlamda kullanılır. Gerek İngilizce'deki 'art' ('artificial' = yapay)[3], gerek Almanca'daki 'Kunst' ('künstlich' = yapay)[4] gerekse Türkçe'deki Arapça kökenli 'sanat' ('suni' = yapay)[5] sözcükleri içlerinde yapaylığa dair bir anlam barındırır.

Bu anlamda yola çıkarsak porno da sanat olabilir.

dost hayatı yaşarım.

üniversitede yurtta kalırken oda arkadaşlarımdan biri sevgilisiyle yaptıkları hayvanlıkları anlattıktan sonra odanın içinde kızın dokunduğu yerlere dokunamaz olmuştum, ki "yabancı" da değil, sevgilisi alt tarafı. dediğin türden birisiyle aynı evi paylaştığımı düşünemiyorum. bak evlilikten bahsetmedim bile. aynı evi paylaşmak dedim.

@letheavendangered, arkadaşının sevgilisiyle yaptıkları hayvanlık mıdır bilemem ama arkadaşının bunlara sana bu detayda anlatması sahiden hayvanlıkmış.

hayır.
www.ensonhaber.com

bende pornocuysam olur.

Evet.

para karşılığı seks yapıyorlar bi nevi, sanattan çok fuhuş. evlenilmez tabi ki

Oncelikle olayi anlayabilmek icin bakis acimizi degistirmeliyiz.

Sen isciysen, calisansan, konu komsun maaana buluyorsa pornocu ile ayni binada bile oturamazsin.

Ama sen bi charlie sheen isem.. bir playboy isem. Pornocu ile yasamak gurur vericidir.

Yani 800 lira kazaniyorsam. Eltim, gorumcem, kaynatam varsa.. aman konu komsu ne der durumundaysam hayir.. ama dan bilzerian isem. Mankenlerin sirtindan Dun kokain ictiysem.. evet.

Hazir bu konu acilmisken izledigim bir filmide tavsiye edeyim.

www.beyazperde.com "Yeni Başlayanlar için Vahşi Batı"

Burdaki yan rollerden birinin nisanlisida fahise olarak bir barda calisiyor. Eleman sevgilisini almaya gittiginde cogu zaman biraz oturup beklemek zorunda bile kaliyor. Isin en sacma tarafi ise, kizin evlenmeden cocuga mermemesi :p

sanat kelimesine katılmamakla beraber evliliği de yanlış buluyorum. gene de niye cevap yazmak istediğimi şu an ben de anlamadım.
ama ciddi ilişki yaşar mıyım şeklinde olsa evet derim. porno sektörü iğrenç bir şey olmasına rağmen büyük televizyonların saçma sapan dizi sektörleri bence daha iğrenç. porno en azından birilerini rahatlatmaya yarıyor. televizyonda o da yok. yani para kazanmak için seks yapan insan, daha çok para kazanmak için televizyon kanalına kendini satan insandan yeğdir. aynı zamanda "memur olayım da ben de klasik sistem hayatı yaşayayım" diyen insandan da yeğdir.

Eve iş getirmediği sürece sorun olmaz :pP

kamera motor'un bahsettiği geniş ekşicilerden biriyim ancak yine de evlenmem diyorum.

yalnız benim sebebim porno yıldızı olması değil, pornonun kendisi. şöyle ki, eşimin sabah sete gidip bissürü herifle zigişmesini, porno sektörünün çarklarından biri olmasını, milyonlarca herife osbir malzemesi sağlamasını sevmem. yani mesele "vermesi" değil de, sektörün ve ortamın rahatsız ediciliği benim açımdan. kadınların tehlikeli ve ağır işlerde çalışan heriflerden ziyade eli yüzü düzgün, daha sakin-normal işleri olan adamları tercih etmesi gibi.

hem cinsellik hem de ilişki konusunda sapıklık derecesine varan garip fikirlerim olduğu için "AAAA EŞİM BAŞKASIYLA KESİNLİKLE SEVİŞEMEZ" diyemiyorum. öyle ya da böyle, evliliğin veya sevgililiğin bir döneminde çiftler ya aldatır ya da cinsel hayatlarını renklendirmek için başkasına meyleder diye düşünüyorum şahsen. ama kendim bunu kaldıracak kapasitede birisi olmadığım için osbire devam ediyorum. saygılarımla,

Evlenirim, ben de sektöre girerim. Sadece birlikte film çekeriz. Şu an Kayden Kross'un yaptığı gibi.

İyi ki olmuş.

Daha iyi olmus.

beğendim ben. ama tabii önceki hali de çok kötü değilmiş, öyle de olurmuş bence.

Ben de beğendim

yeni hali daha iyi.

Burun estetiği yaptıran insanların yüzlerinde bi' boşluk oluyor gibi geliyor bana. Ama güzelleşmiş kız evet. (bunu okuma ihtimali olan burnu estetikli iki kardeşimden de özür diliyorum. :* )

Bence yeni hali siradan olmus. Evet yuzu cok degismis daha masumlasmis ama orjinal hali daha karakteristikmis. Ilk bakista belki boyle kusursuz hatlar daha guzel geliyor ama tanisik olup sohbet edince bence karakteristik suratlar daha cekici oluyor.

gayet belli ameliyat olduğu, eğer sadece eski fotolarından ameliyat olduğunu anlasaydık, o zaman iyiydi işte :)

güzel olmuş.

eski hali çok daha iyiymiş. kuvvetli bir ifadesi varmış ve onu yok edip yerine boş bir ifadesizlik koymuş.

olmasa da olurmuş'un ötesinde, karakterini yitirmiş. nötr olmuş, buna güzel de denilebilir tabii. eskiden daha anlamlı imiş, anlamı güzel bulanlar eski halini de beğenebilir yani, standardı yok bunun.

iyi olmuş da düşer bikaç aya

Olmasa olurmus bence

cunku o adamin cemaatten olma ihtimali yok.

senin var.

biz uc tutam sacindan tutularak tehdit edilmis ogrencilikler yasadik hep.

kizlar konusunda da yabancilar yapinca ovvv, bizimkiler yapinca kezban denilen tonla yaklasim var.

bir karış sakalla dolaştım cemaat falan diyen çok nadir çıktı. kimin ne dediğine bakmamakla başlamak gerekiyor

ben bu beard facts olayını daşşak sanardım. değil galiba.

şuna bak:
funnyinternetmemes.com

ve şuna:
www.monkeygag.com

ve de şuna:
d24w6bsrhbeh9d.cloudfront.net

sigeyim cemaati sakal kesilir mi? ben daha gürleştirmenin yollarını arıyorum.

Benim sakal da eskiden böyleydi, hiç kimse cemaatci demiyordu, gayette iyi anlaşıyorum her ırktan insanla..
Hacı hocalar kendi kabuğundan bakar dünyaya seni beni almazlar rahatsız olurlar, öyleyken sakalları da rahatsız ediyor.

i.hizliresim.com

Tip olayı doğru.
Acaba linkteki elemanlardan biri esmer tenli doğulu tipli olsa girebilir miydi o listeye?

Hatta bakınız bir zamanların en ünlü sakallısı: image.cdn.haber7.com

sakal konusunda olmasa, başka alanlarda onlar da bunu yaşıyorlar. her toplumun ait olduğu bir geçmiş, kültür sıkıntısı var. örneğin özellikle almanya'da saçınızı 3 numaraya vurup gezerseniz hemen faşist olmakla suçlanırsınız, nazi derler.

algı meselesi. nokta.
Tabi buna en büyük etken de memlekette ve çevremizde yaşananlar.

onlarda da cemaatler var. ayrıca oraya yazılmış bilgilere de inanmıyorum :)

çünkü türk kadınları kezban.

www.ankarahaber.com bunla onlar bir mi efenim.

baobap in yaklasimi dogru bence.

totem ve tabu eyüdür.

Hay allah cevabım yok aslında ama yazmak istedim çünkü ben de nereden başlamak gerektiğini bilemeyenlerdenim. Freud'un fikirleri çürütüldü vs diyorlar bi zahmet o eserleri de öğrensek de karşılaştırarak okusak.

mourning and melancholia

bence hala referans olacak iki kitabı var adamın:

günlük hayatın psikopatolojisi (psychopatology of everyday life)
düşlerin yorumu (interpratation of dreams)

ikincide yine otu boku cinselliğe bağladığı yerler varsa da bu ikisi benim hala kullandığım kitaplar.

totem ve tabu bir yere kadar iyidir ama antropologluğa girişmiş adam haddi olmadan, ötesinde zorlama yorumlar da var çokça. ondan şahsen tavsiye etmem.

biraz bir şeyler öğrenince/bilince psikanaliz ve uygulama da fena değildir. adamın düşünce yapısını, yöntemini anlarsınız direk.

eğer ilk etapta freud'un diline alışmak istiyorsan "sanrı ve düş - gradiva" tatlı tatlı okunur. linki şağıda;
wilhelm jensen'in yazmış olduğu bir romanı, ikinci kısmında analiz ediyor freud.
www.idefix.com

onun dışında emre kapkın çevirisi olan tüm kitapları akıcıdır, okunabilir. emre kapkın da freud'la kafasının uyuştuğunu söyleyen bir psikiyatristtir, edebiyatı sever.

herkes, benim başıma gelmez diye düşünüyor. bir şeyi bilmekle içselleştirmek ayrı şeyler.
yani aids ne kadar yaygın, etraf cinsel yolla bulaşan hastalık dolu biliyoruz ama yine de riskli ilişkilere giriyoruz, riskin var olduğunu bariz olduğunu biliyoruz ama bize olmazmış gibi geliyor.
alkollü iken araba kullanmanın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyoruz, hepimizin çevresinde bu sebeple ölen en az bir kişi var, ama ben dikkatli şöförüm şahane şöförüm benim başıma gelmez diyoruz.
en basitinden bunca insan sigaranın kendini öldürebileceğini kanser edip süründürebileceğini biliyor, ama kendisinin başına gelebileceğinin tam bir farkındalığına sahip değil.

ciddi ciddi mi soruyorsun bunu?
o zaman afrikada yaşayanlar direkt ölsün

dafuq; kimse ölmesin diye soruyorum.

çocuk yapmak mantık ile yürümüyor ki.
içgüdüsel bir şey ve soyunu sürdürme isteği.
dünyada hayatta kalma arzusundan daha kuvvetli bir şey yok.

Soyları devam etsin diye belkide içgüdüsel :S

soyları devam etmese dünya için kayıp mıdır bu yani? millet soyunu ne zannediyor ve neden abartıyor. genleri sürecekmiş, soyundan Einstein mi çıktı, bilim adamları, sanatçılar mı çıktı? dünyayı kurtarırlar belki diye mi düşünülüyor?

bazen sadece yaparsın :(

hahaha

doğurma isteği içgüdüseldir. yani soyun devam etmesiyle ilgili söylenenler de içgüdüsel gelişen durumlar. mesele kendi soyunu abartmak değil, çocuğunun einstein olmasını istemek falan hiç değil, yalnızca içgüdü. ve annelik, babalık daha çok duygusal anlamda sahiplenilen bir şey. ayrıca dünya ne durumda olursa olsun, benim en temel annelik içgüdüme neden engel olsun? bu dünya 2 tane acı dolu yas dolu dünya savaşı geçirdi, yine de yaşama, doğurma içgüdüsüne engel değil bunlar. dünyada yeni gelen bebeklere de yer var, su var, ihtiyaçlarını karşılayacak her şey var. ama tabii paylaşan yok, kirlilik çok. şimdi suç, benim bir kadın olarak gebelik sürecini yaşamak istemem mi? emzirmek istemem mi?
ayrıca dünya kötü diye çocuk yapmamak, dışarıda araba çarpabilir diye sokağa çıkmamak gibi bir şey. niye çıkmayayım ki sokağa?
yeni doğan bir bebeğin hayatına gerekli olan o 5 kuruşluk değeri annesi verir zaten. yoksa bin yıllardır insan köle olmaktan ileri gidemedi.

çocuk yapmamak gibi bi seçenek olduğunu düşünmüyor bile bazı insanlar. yani hayatın akışı bu şekilde olmalıdır gibi bi yargı var ve sorgulanmıyor bile: oku, iş bul, evlen, çocuk yap. çocuk nasıl bi yere gelecek neler yaşayacak düşünmüyorlar bence. düşündüğü halde sadece "anne olmak istiyorum"- "baba olmak istiyorum" mantığıyla yapanlar da var. ben bunu bencilce buluyorum ama tartışılır.

biz vazgeçtik örneğin.
türkiye'de yaşamaya devam etmek durumda kaldıgımız sürece çocuk yapmayacağız.
içgüdü,soyun devamı vs iyi hoş da ben şu saatten sonra şansla çocuk büyütüp paranoyak olamam.

ya bi de sadece içgüdülerimizle yaşamadığımız bir dünyada içgüdülerin öyle istiyor diye çocuk yapmak mantıklı değil ki. insan içgüdülerine ve doğaya bu kadar ters düşmüşken bu konu bu şekilde değerlendirilmemeli.

insan bugün, öğrenilmiş davranış ile içinden gelen davranışın ne olduğu konusunda karışıktır. ama içgüdü konusunda değil. yani dişiysen pembe giymek içinden mi geliyor yoksa sana öğretilen bir şey mi, bunu bilmiyoruz, ayıramıyoruz.
gelişen dünya elbette ki insanın, hayvan yanına sırt çevirmesi sonucunu getirdi. doğallığını yitirmesine sebep oldu. ama yaşama içgüdüsü devam ediyor, en zor koşullarda bile kalsak, açlıktan ölecek olsak yine de kurtuluş yolunu panik içinde ararız, tek sebebi de yaşama içgüdüsüdür.

çocuk yapmayı isteyebilirsin, mesela hayatta benim kadar anaç bir kadın yoktur. mükemmel bir anne olurum, ama o isteğini bir şekilde dizginlemelisin. yok çocuk kıymeti yok bu ülkede. çocuğunun gittiği kreşte üzerine lavabo düşebilir, oyun oynarken açık bırakılan çukura düşebilir. bir de üstüne çocuğunu suçlu çıkarırlar. çocuğunu pisi pisine kaybedebilirsin. insan hayatının çok önemli olduğu bir ülkede yaşasaydın doğur istiyorsan.

Uygun yaşama koşulları olmasa bile insanın içine bilinci pasif bırakan bir üreme iç güdüsü yerleştirilmiş ( çünkü dünyaya bolca köle lazım ) Eğer insan oğluna bu iç güdü verilmeseydi insanlar bilinçli şekilde ürer ve dünya bu kadar rezil bi halde olmazdı

türkiye'de yaşamaktan ne kadar nefret ettiğimi her yerde yazıyorum. ama "türkiye'de yaşadığını bildiği halde çocuk yapmak" kalıbı da bana çok garip geliyor açıkçası.

çocuğun çok daha medeni bir ülkede 3 yaşında hasta olup da ölebilir. sadece toplumun genel sağlığı nedeniyle, ihtimal türkiye'ye kıyasla daha azdır.

kaynakların azlığı, dünyanın daha fazla insanı taşıyamayacak olması gibi sebeplerden dolayı "biz yetiyoruz, başkasını yapmayalım" derseniz anlarım. ama "ya bi şey olursa?" diye düşünerek çocuk yapmaktan kaçınanların paranoyak olduğunu düşünüyorum. neden çocuk yapılmalı ya da yapılmamalı konusunda sağlıklı bir düşünceden ziyade çok karamsar bir dünya koyuyorlar ortaya.

ben "içgüdülerimizle yaşamıyorum"a katılmıyorum açıkçası, bal gibi de içgüdülerimizle yaşıyoruz. şu şartlar altında evlenmek olsun, çocuk yapmak olsun benim de çok korkacağım şeyler. ama baba olabilecek seviyeye geldiğimi hissettiğimde, şartlar el verecek olursa niye istemeyeyim?

soyun devamını çok basit düşünüyorsun. kimse "ben süperim, 100 sene sonrasını da göreyim" diyerek çocuk yapmıyor. size hiç öyle gelmiyor olabilir ama 3 yaşında, bana benzeyen, sevdiğim kadınla ortak çalışmalarım sonucunda dünyaya getirdiğim apayrı bir can bana acayip sempatik geliyor. evet şu an türkiye'de bunu yapmam, ama "çocuk yapmak tü kaka" da dememek lazım.

her insan bir şeylere ihtiyaç duyar. kimisi gurur ihtiyacını "aslan gibi oğul"la karşılıyor, kimisi başka şeylerden. evladın özellikle de bir kadın için ne ifade ettiğini göstermesi açısından oğullar ve sevgililer şahane bir roman, bu vesileyle önermiş olayım okumadıysan. git morel'e de bakiyim "niye yaptın bu kadar çocuk" diye, saçını başını yolsun senin.

neyse, çok karıştırdım. çocuk yapmak çok acayip ve "güzel ortam" sağlandığı sürece güzel bi şey bence. yapmak isteyenleri anlamak o kadar zor olmamalı. öyle ya da böyle bir şekilde yaşıyoruz. herkes evladına daha iyi bir gelecek sağlamak ister ama allah değiliz biz de yani, "çocuk sevecem" deyip pat diye çocuk yapıyolar, acayip acayip işler.

söylemek istediğim şu; çocuğa, insana değer yok. lavabo örneğimde, sallanan bir lavabo var, yerine sabitlenmemiş. orası kreş, küçük çocukların olduğu bir yer. buna rağmen önemsenmemiş. çocuk bu lavabonun altında kalır ölür dememişler, kısaca bana ne ölüyorsa ölsün denilmiş. ya da çukur kapatılmamış, çocuklar oynarken buraya düşer bişey olur denmemiş, umursanmamış. bir de üstüne adli tıp raporunda çocuk hatalı gösterildi. çocuk öldükten sonra o lavaboyu tamir ettiler, o çukuru kapattılar. bunlardan başka örnekler de var. sorumlular hiç sıkıntı yaşamadılar.

çocuk sahibi olmak elbette güzel bir sey ama sorulan Türkiye'de çocuk sahibi olmak sanıyorum.
Ortalama standartları olan bir ülkeye göre burada çocuk sahibi olmak her anlamda büyük risk diye düşünüyorum.
Devletin sağlayacağı sağlık hizmetinden tutun da sosyal hayat içinde yaşayacağı her türlü olay bir tehdit.
Anne-baba adayı olarak da bunları düşünmek gerekir.
Yoksa allah verir rızkını diyip tüm bunları görmezden gelmek kolay kısmı.
Benim çocuk sahibi olmayı düşünmem için insana değer veren medeni bir ülkede,uygun ekonomik koşullarda yaşıyor olmam ve çocuğumun geleceği ile ilgili endişe duymuyor olmam gerekir.
Bunun paranoyaklık değil,mantıklı bir insan isteği oldugunu düşünüyorum.

dünyanın en güzel yerinde en iyi imkanlarıyla dahi yaşasan o çocuğun hastalıktan, kazadan saçma sapan bir nedenden yine de ölme ihtimali var. Türkiye de yaşamak bu oranı arttırıyor olabilir ama dünya üzerinde bunun sıfıra indiği bir yer yok o yüzden böyle düşünmek biraz abartı oluyor. ama şu var "bu koşullarda çocuk yetiştirmek istemiyorum" diyebilirsin senin tercihindir.

birazda çocuk yapmanın dışında bir şey bilmedikleri için böyle. adam öğrenmiş zaten okul, iş, evlilik, çocuk, torun-emeklilik, mezar. bunun dışında bir yaşam tarzı bilmiyor. bu yüzden bu halkanın dışına çıkamıyor, çıkarsa kendini anormal hissediyor. kendi çocuklarına da bunu öğretiyor.

kendi bi halt yemiş çocuk yapmış, çocuğuna da ona göre "ne zaman evleneceksin sen?" diye baskı yapıyor, evlenince "torunum ne zaman gelecek" diye soruyor. arkadaşlarıyla bir araya gelince tek konuşup övündükleri konu çocukları ve torunları çünkü. 'benim çocuklar, çocuk yapmak istemedi' demek onun için utanılacak bir şey.

konuşan hayvan beslemek istedikleri için, sevimli geliyor sanırım.

Hırstan olmasın sakın.Bu kadar duygusal varlıktan mantık beklemeyin.Herkes yapıyor ben de yapayım ne değişecek der ve yapar.

24 yaşına kadar sevgili yapmamış, 30'a kadar evlenmeyi aklından bile geçirmemiş bir kadın olarak ben çocuk için ölüyorsam kesinlikle içgüdüsel.
yoksa bana kimse ne çocuk yaptırabilir, ne Türkiyesi kalır bunun.
O değil ben istesem gider başka bir ülkede de yaşarım -ki zaten yaşadım- ama hayır, ben burda doğurmak burda büyütmek istiyorum.
Niye herkesin sizin açınızdan baktığını düşünüyorsunuz ki? dünyadaki tek laik müslüman ne kadar sorunlu da olsa demoktatik ülkeyiz mesela, çocuğum ana dilinin konuşulduğu ülkede büyüsün istiyorum mesela en azından ilk okulu bitirene kadar.Dede-nine, kandil-bayram, nevruz-hıdırellez bilsin istiyorum mesela.
Çocuk büyütmek nerede olursanız olun zor. Başka ülkede olsam ya azınlık olacam ya memlekete uzak ya da bambaşka detlerim olacak kaçış yok bundan.. Sadece pozitif çocuk ölüm oranı istatistiği mutlu çocukluğun garantisi olsaydı istatistik bilenlerin hepsi o ülkede doğum yapardı...

1000 iyi ama kardeşim heves etti aldı sıkıldı başkasına verdi ona göre düşün

çok yoğun alacağım arkadaş. 3000'lik o yüzden hiç düşünmedim de 500 olmasın diyorsunuz yani ?

1000 en ideal parça sayısı ve boyuta sahip. 1000'liklerin içinde de çok güzel modeller bulursun.

1000 lik al bence de. şunu da beğenmiştim geçenlerde öyle fikir olsun diye koyayım=)
www.dr.com.tr

ne alirsan al ama puzzle halısı ile birlikte al :)

hiç bir yaş hiç bir çalgı için geç değildir, bu fikri bi atmak lazım. virtüöz olma yoluna gidecekler için önemlidir yaş ya da günde kaç saat çalışılması gerektiği gibi konular. 22 yaş güzel. sevdiklerinizden korkmayınız :)

ha bir de ne yapayım içimde kalır işte söylemezsem; bahsettiğin çalgının adı flüt. ilkokullarda kullandığımız ise blok flüttür. blok flüte flüt demeye alıştığımızdan bildiğimiz flüte yan flüt der olmuşuz. yan flüt diye bir şey yok.

yaş geç değil.ama tek çalmak için de iyi bir alet değil.klarnet düşündün mü hiç ?

yan flütle hiç alakam yok ama geç olmadığını bilin lütfen.

@rnks klarneti düşünmedim, piyano denemem olmuştu ama pratik yokluğundan dolayı bırakmak durumunda kalmıştım, ama bu kez devam ettirmeyi planladığımdan flüt daha çekici geldi.

değildir. ayrıca nefesli enstrümanlar arasında çalımı kolay bir sazdır. bu yüzden kısa zamanda çok güzel işler yapabilirsiniz. motivasyonunuzu kaybetmeyin.

dostum 23 yaşımda yan flüt denemiştim.olmuştu da ama zevk alamadım.yanına bir kaç alet daha olmalıymış gibi geldi.yetersiz kaldı.çok kısıtlı müzik yapıyormuş hissi uyandırdı.tabi ki bu konuda aşmış olanlar vardır.ama ben bu işi hobi olarak, zevk almak için denemiştim.eksik bence.onun için üflemeli bi alet çalmak istiyorsan klarnet sanki daha iyi gibi.teknik terim bilmiyorm, klarnet ağızlıklı, üfleme yeri var.yan flüt ise ney gibi dışardan üflüyorsun.dudağına şekil vermen gerekiyor farklı oktavlar için.bu konuda da klarnet biraz daha kolay.ağızlık dediğim şeyde kendimi ifade edemediğimin farkındaym.umarım anlamışsındır.

apartmanda aidat toplanmıyor mu?

edit: o gider bir şekilde aidattan karşılanmalı.

evin dahilinde olan / olacak şeyler, eve artı değer katacak şeyler kiradan düşülür.
örneğin kombi alınması, güneş enerjisi takılması, binaya doğalgaz döşenmesi vs.

ancak apartmana yapılan şeyler o sırada o dairede oturanlar kullanacakları içindir.
bu yüzden kiracı ödemeli.

diğer yandan hukuki bir dayanağı yok bunların, ev sahibi-kiracı ilişkisine göre de bunlar farklılıklar gösterebilir.

ama sizin kiracı biraz açık gözlü, bu gidişle (varsa) asansörün bakım masraflarını da size yükler bundan sonra :)

o nane size avantaj sağlar öncelikli olarak. kiracı geçicidir ama siz ev sahibi olarak kalıcı olursunuz. dolayısıyla binada da demirbaş olan ve değişmeyen şeyleri ev sahipleri karşılar.

toplanıyor ama ekstradan parası yok demek ki apartmanın, bunu ayrıca istediklerine göre de mi?

@not for sale; yani sorumluluk benim mi yasal olarak?

yasalını bilemem. ama tahminen öyledir. mesela asansörün bakım masrafları ya da baştan yapımı gibi bir şey olursa gene ev sahibine olur bunun masrafı. onu da hiç kullanmıyorsunuz, kalmıyorsunuz ama daireinizin olduğu binada.

yasal sorumluluk sizin evet. kalıcı olan her şey için.

yani şimdi kapı-çek benim, kilit tamiri kiracının mı?

aslında anladığım kadarıyla bakım-onarımın aidatlardan ödenmesi en güzeli galiba.

@not for sale; asansör bakım giderlerine ev sahibi karışmıyor hocam, aidatlardan ödeniyor onlar, en azından benim kendi oturduğum apartmanda. işte benim mantığımda o an kullanımda faydası-zararı kimeyse o ödemeli böyle şeyleri :)

yukarıda da dediğim gibi bu tarz şeyler apartman gideridir ve aidattan karşılanır.
şimdi oturduğum apartmana güvenlik kamerası takılacak, bu gider aidattan karşılanacak.

@sivrisinek; hocam çok güzel diyorsun, kiracının sırtında zaten yük ağır haklısın da; bir de işin toplu yaşamın getirdiği gereklilikler kısmı var. o zaman herkes müstakil otursun. ne otomat derdi, ne asansör, ne merdiven temizliği, ne kapı ne sapı, kafalar rahat :)

herkese teşekkür ederim ayrıca.

bence tamamen malca bir hareket,
sana katılıyorum jazz müziği sevmese bile onu dinlediğini söyleyince çok entel üst seviye olduğunu düşünen insanlar var ve sırf kendilerini orada etiketlemek için gidiyorlar.

Biraz tv reklamı biraz yabancı kültürden gelmesi bunu etkiliyor olabilir.

Zencilerin müziğidir sonuçta. İyi çalması da yetenek ister. Türkiye'de popüler olmadığından, bizim millet de "popüler olmayan şeyle hava atılır" mantığında olduğundan durum bu. Entel müziği falan değil yoksa. Birkaç dangalak yüzünden işte.

jazz amerikanin arabeskidir (arabeks diyelim de tam olsun) diyebilir miyiz?

jazz'ı fakir ve eğitimsizler dinlemez. arabeskle de alakası yok. dünyanın her yerinde elit kesim dinler. klasik müzik seven birçok kişi jazz da sever.

@exlibris, diyemeyiz.

arabesk çok farklı bir tanım. ve yalnızca sözleri değil müzikal biçimi de tanım kapsamına giriyor. yoksa grup yorum da acı dolu yaşamlardan kesitler sunan şarkılar kaydediyor ama arabesk olarak adlandırılmıyor, özgün müzik deniyor.

amerika'daki zencilerin insan yerine konma özlemiyle sokak aralarında başlattıkları doğaçlama bir müzik çeşididir jazz. ancak acıklı hikayeler anlatmaz sözleri. mesela sonny boy williamson'un bye bye bird isimli şarkısı (gerçi blues örneğidir ama aklıma şimdi bu geldi) yalnızca "bye bye bird, bird i'm gone" gibi bir kaç cümleden oluşuyor.

edit: jazz fakir kesimden çıkan bir müziktir, sokaktan çıkan bir müziktir. ne demek fakir kesim dinlemez. anlamış değilim. amerika'da en çok fakir nüfus tarafından dinleniyor hala. fakat türkiye'den bahsedecek olursak, ekmeği olmayan fakir adam için jazz dinlemez diyemezsin. jazz yerine ne koyarsan koy onu da dinleyecek mecali yok.

simpsons'ta entel olarak lanse edilen lisa (kendisi vejetaryen, feminist, sürekli müze müze gezen ve kitap okuyup duran bi tip) saksafon çalıyodu ve jazz dinlemeyi çok seviyodu. bence sırf burdan bile fakir müziği olmadığı anlaşılabilir. tamam fakir insanlardan geldi ama şimdi bi klası var. fakirler rap filan dinliyor.

erotik filmlerde de genelde jazz kullanılır, sanırım aynı nedenden dolayı.

bence bu, stüdyoda ''mükemmel'' hazırlanmış, her şeyi milimetrik ayarlanmış yapay müzik manyağı haline gelmiş kitlenin uydurduğu bir şey. caz tamamen doğal, organik bir müzik türü. yenileyici, hafifletici, dinlendirici bir etkisi var üzerimde. ben bu yüzden seviyorum mesela. ayrıca caz dinlediğimi söyleyince de triplere falan girmiyorum. zira etrafta caz dinlediğimi söyleyecek pek insan yok. halbuki cazın sosyalleştirici bir etkisi de olduğu yadsınamaz. böyle de saçma bir insanım işte.

öncelikle adamlar kendi müzikleri olduğu için dinliyor.

beyaz adamın jazz dinlemesine gelirsek eğer; o dönemde çıkıp jazz dinlemek bir nevi aykırılık, bu aykırılığı gösteren beyaz adam da çemberin dışında yer alan kişi. bir şekilde ya okuyarak ya yaşayarak ırk ayrımını geçip insan paydasına inebilmiş kişi. açık fikirli ve dünyayı tanımaya daha meraklı, kafa örümcek bağlamamış. sonrasında jazz entel işidir bakış açısı bundan dlayı oluşmuş olabilir.

müzikal anlamda bakıldığında jazz hem ritimsel hem de armonik olarak komplike bir müzik türü, dinlemesi kolay değildir başlarda. kulağın alışması gerekir, onun için de herhangi bir şey yaparken arka fonda dinlemek yorucu olabilir (beyin algılamaya çalışırken). ve birçok detay kaçabilir. onun için oturup sadece müziğe konsantre olmak gerekebilir(bu diğer başka türler için de geçerli ama onlar çoğunlukla daha kolay özümsenebiliyor)

bir de çoğunlukla doğaçlama olduğundan ve karmaşık bir yapıya sahip olduğundan eşlik etmesi de bazen zordur, insanlar eşlik edebildikleri müziği sevme eğilimi gösteriyor.

jazz ile sınırlamamk lazım, bilinçli müzik dinlemek hepimizin yaptığı birşey değil. bilinçli dinleyen adama da nedense entel dantel gözüyle bakılıyor.

caz standart ya da basit bir muzik degil, bu yuzden daha dikkatli bir dinleyici gerektiriyor. belki blues'u kastediyordur soran kimse? ikisinin arasinda bir cok fark var.

bunu da buraya birakiyorum:

An an inside joke in the jazz & blues circles goes, "A blues guitarist plays 3 chords in front of thousands of people, and a jazz guitarist plays thousands of chords in front of 3 people."

www.diffen.com

ayrica yine jazz'in ciktigi yer ile alkislandigi yerin farkli olmasini bir anlamda zenginlerin fakirlerle bulusmasina baglayabiliriz. sermaye bu insanlarla bir ortak payda yakalamis oluyor, boylece iki zit kutup gibi gorunmekten kurtulmaya calisiyor.

ankaralı turgut çalan bir bir barda bira 5 lira ise bir jazz barda 15 lira.

gerisini siz hesabedin.

Jazz, kavraması zor bir müzik. Çoğu formunu bir müzisyenin bile kavrayıp çalması çoğu zaman zor oluyor. Bu nedenle fazlaca dinleyip, emek harcamak gerekiyor. Yoksa kulağa çok yabancı gelebiliyor.

Bir müzik standart şarkı formundan yahut pop armonisinden ne kadar uzaklaşırsa; zamanlar ne kadar karmaşıklaşır, armoni kromatiğe ne kadar yaklaşırsa ortalama bir dinleyicinin onu kavraması ve anlam çıkarması zorlaşıyor. Sadece jazz için değil, klasik müzik, progressive müzik vb. için de çoğu zaman geçerli bu. Bunları sokaktan çevirdiğiniz yüz kişiye dinletseniz belki 90'ı saçma bulur kalan 10 anlamlandırabilir. Entel müziği olarak adlandırılmasının sebebi bu olabilir. Bir de tabi bu bahsettiğim tarzların daha entelektüel bir anlatı ve üsluba sahip olduğu da bir gerçek.

Amerika'da alt sınıfın, yahut zencilerin jazz'a ilgi duyması jazz'ın bazı formlarının blues yahut gospel'e yakın olmasından olabilir.

Bir müziği -sadece müzik de değil herhangi bir sanatsal olayı- anlamlandırmak için mutlak okumuş, zengin, rahat hayat süren bir insan olmaya gerek yok. Sadece standart zevklerden biraz kurtulup daha rafine zevklere sahip olmak gerekiyor.

Toplumda bu gibi şeylerin dışarıdan 'entel' olarak adlandırılması doğal, öte yandan yine 'entel' adledilmek için insanların jazz vb. dinlemesi de doğal; çok takılmamak lazım.

gideceğimiz yer tam olarak nerede? gelirim, aradığım kitapları bulursam alırım.

sahaf bornova küçükparktaydı. fakat yeni tuttukları deponun yerini bilmiyorum, muhtemelen yakın bir yerdedir diye tahmin ediyorum, en kısa zamanda konuşacağım.

bana da haber verin lutfen.

8 kişi olduk, azız. yok mu arttıran ?

gripsin işte, kasmaya gerek yok.
bol bol sıvı gıda tüket. Odanı havalandır, arada bir ılık duş al.

bende de kronik anjin oluyor bazen de faranjit oluyorum ama 2. antibiyotiği içtikten sonra ciddi farkla iyileşmeye başlıyorum. eğer boğazındaki iltihaplar azaldıysa anjin ya da faranjit de geçmeye başlamıştır. boğazın kötüleşiyorsa da durma, acile git. penisilin vuruyorlar.

ha boğazındaki sorun geçti ama ateşlenme ve halsizlik devam ediyorsa başka bir hastalığın vardır muhtemelen. grip falan olabilir.

vikikitap diye birşey var.
not:param yok o kadar veremem demek ayrı eder mi demek ayrı.
o kitabı sen yazsaydın 3-5 liraya satmaya gönlün razı olacak mıydı bir sor kendine

kitap gerçekten pahalı. rakicandir'ın dediği gibi 3-5 liraya olacak şey zaten değil ama 26 liraya da kitap olmaz, olmamalı. sanki o paranın ne kadarı yazara gidiyor ki?

yalnız türkiye'de kitaplar gerçekten çok pahalı. sadece yky'ye özel bir şey değil bu. hele yeraltı edebiyatı okuyorsan yarrağı yedin amnk. ayrıntı bizi tarumar etti.



yalnız şöyle bir şey var; siktir et 26 lirayı o kitap 50tl olsa yine alınıp okunur. o derece. ama benim tavsiyem de kütüphaneden edinmen yönünde.

Liste fiyatı 26 TL ama internet üzerinden sıfıra 18 TL'ye de satan yer var. Bazı sitelerde kargo kampanyaları vs de oluyor, daha hesaplı oluyor. Sonra da ne yazık ki yılların kitapçıları kepenklerini kapatıyor.

tek kitabı mı 26 lira bütün set mi? tek kitapsa pahalı. Bütün seriyse ucuz.

www.idefix.com

www.idefix.com

nadirkitap.com

daha ucuzları da var burada 2. el tercih edersen.
ince memed ortalama 4 cilttir yanınevine göre, tek bir kitap değil.

şiddet görmüş bir röportaj:)

* hissettiklerinizden birz bahsedebilir misiniz?
* nasıl başladı?

İmkanınız olsa size şiddet gösteren kişiye şiddet gösterir miydiniz? Öcünüzü alır mıydınız?

-niçin katlanıyorsunuz?

çeşitli kuruluşlara yardım alabilmek için başvuru yapıp yapmadığı, eğer yaptıysa hangi kuruluşlar ve aldığı yanıtlar; yapmadıysa neden yap(a)madığı sorulabilir.

cinsel isteğinizde azalma oldu mu?
ağlama krizlerine girdiniz mi?
şiddet ne kadar sürdü? ne kadar zamandır sürüyor?
tek kişiden mi şiddet gördünüz/görüyorsunuz?
şiddet gördüğünüz kişi içki içiyor mu?
kaçıp kurtulmayı, bir yere sığınmayı düşündünüz mü?
vücudunuzda ne gibi değişiklikler oldu?
ruh sağlığınızda ne gibi değişiklikler oldu?
çözüm yolları düşündünüz mü? düşündünüzse neler?
şiddet uygulayan kişiye karşı ne hissediyorsunuz?
çocuklarınız varsa, çocuklarınız bu şiddete tanık oluyor mu? tanık olmuyorsa, haberleri var mı?
tanık oluyorlar veya haberleri varsa, onlar üzerinde ne gibi değişiklikler oldu?
daha uzun süre öğrenim görmüş olmayı ister miydiniz?
ekonomik bağımsızlığınız var mı?
evinizin geçmini şiddet gördüğünüz kişi mi sağlıyor?
ekonomik bağımsızlığınız yoksa, olsun ister miydiniz?
olsaydı, neler yapmak isterdiniz?
vücudunuzda sağlık sorunlarınız var mı?
varsa, bu sorunlarla, gördüğünüz şiddet arasında bir bağ olduğunu düşünüyor musunuz?

gugıla questionnaire for domestic violence victims yazın. çıkan sonuçlara bakın. bissürü bişey geliyo (benim yeni aklıma geldi, eheh).

Dayanc

kuntar

Mındık böyle fındık gibi minnak gibi bir şey.

zavrak

arpat

asi bi genç olur arpattan. bir kız uğruna ailesini terk etmiş, hatta kızın çatık kaşlı babasını bile vurmuş olabilir. arpat'ın annesi üzüntüye gark olmuş vaziyette, iki eli de kafasında "arpaaaat, yigidiim, naptın benim akılsız yavrum" diye ağlayabilir.

osrukdumanay

fakiddi - fakbadi sıkıntısı çekmesin oğlan

arpat

noname

bunlar ne olm?

herbiri sahane

kiz isimlerine de cok gulduydum

dayanç güzel, izban da izbandut gibi herhalde.

zavrak

bunlar soyad gibi daha çok.
ama isimse;
arpat

ona üye olmaktansa madem 120 lira vereceksen bir dil eğitim seti satın almanı tavsiye ederim. kursa gitmeden temiz temiz öğrenmenin en makul yolu. busuu, livemocha ve duolingo gibi sitelerde de premium olmadan normal üyelikle pratik yapabilirsin. ayrıca geçerli değildir o sertifika. 6 ayda kurs merkezleri bile sertifika zor verir.

eksisozluk.com

şu muhteşem entryden başka siteler, kaynaklar bulup devam etme şansınız vardır belki. hepsini inceleyemedim ama busuu nun bedava versiyonu olacak kadar kalitelisi illa vardır içlerinde.

Her şeyden önemlisi iyi uyku, ondan sonrası Folik Asit + Balık Yağı + B vitamini kompleksi + Mega Hafıza seti.

her sabah aç karna 10-15 tane kuru üzüm..

karanfil.

bol bol bulmaca, sudoku çözmek de işe yarıyor diyorlar. düzenli beslenmeye önem vermek lazım.

Ben saymıştım. 2 sene kadar önce 500'ün biraz üstündeydi.Annemin kitaplarıyla birlikteler ama yarısını okumuşumdur diye düşünyorum. Yaş 23. Beynim basmaya başladığından beri bi şekilde okuyorum.

kitaplarımın sayısını biliyorum. alış tarihlerine göre bir dosyaya kaydediyorum.

haftada 1-2 kitap. kitap derken burda edebiyat kitaplarını kastediyorum. onun dışında da okuyorum.

200 falan. 29 yaş. kitap okumadan duramam.

1500-2000 arası, tam sayısını bilmiyorum. yaş 33, okuma sıklığı işe başlama ve pc sahibi olmadan önce ort. günde 2-3 saat iken, iş ve pc-internet sonrası haftada ort. 3-4 saate düştü.

annem ve özellikle de babamın kitaplarıyla birlikte evimizde tamamen dolu 6 kitaplık var, ayrıca annemin çeyiz sandığının içi ve üstü de tepeleme kitap dolu, mutfak masasının altı bir de. sayısını bilemiyorum ama 1000'in üzerindedir gibi görünüyorlar. ailede en çok okuyan babamdı, o öldüğünden beri kitaplıklar çok yavaş genişliyor. ben haftada ya da iki haftada 1 kitap okuyorum ama aylarca hiç okumadığım da olur. o babaya rağmen kitap kurdu olamadım. 24 yaşımdayım.

1 tane vardı, o da şimdi nerede kimbilir.

sadece kendime ait kitaplar 300 kadar.
yaş 22.
ayda 5-6 kitap bitirdiğim de olur hiç okmumadığım da.

200 civarı. 17. Şu ara okuyamıyorum ama sık okumaya önem veririm.

26.
Şahsıma ait kitaplar 600'ün üstünde, ıvır zıvır kitaplar, gereksiz romanlar, vb hepsini elden çıkartıyorum zira evdeki babama ait kitaplık 2-3bin kitapla dolu, bende fazla yer ayıramıyorum. O sebepten en kaliteli ve içerik açısından sağlam kitapları sadece elimde tutuyorum. Kızkardeşiminde 500 civarı kendi kitabı var. PEderin kendi iş yerindeki kitaplığı 5-6 bin adet barındırıyor. Kısaca ailece 10bin civarı kitabımız var.

200-250 aralığında. 22
bazen ayda 3 4 tane okurum, bazen aylarca okumam. internete atıyorum tüm suçu kendimde arama gafletinde bulunmuyorum nedense.

3 metre kadar genişliğinde 2metre10cm kadar yüksekliğinde bir kütüphane var evimizde. tıklım tıkış kitap dolu. yakında yeni bir tane daha eklememiz gerekecek sanıyorum. sayısını bilmiyorum malesef.

ben 27 yasındayım, iş ve okul yoğunluğuma göre değişse de ayda 1 -3 kitap bitiriyorum. eşim 28 yaşında, o benim iki katım kadar okuyor.

edit: kindle sahibiyim ve bilgisayarımda yüzlerce, kindle'ımda 26 sayfa kitap var. kindle üzerinden çok daha hızlı okuyorum.

oldukça nitelikli, bilgi dolu 7 kitabım var. diğer edebi kitaplar falan ailemin evinde.

odamda 300-350 civarı benim aldıklarım var kendi kitaplığımda. 1000 e yakın da ailemin aldıkları vardır evde salonda. ayda 4-5 kitap okurum genelde (kitabın kalınlığına ve konusuna göre bu sayı artabiliyor da azalabiliyor da). ama sınav, tatil yüzünden 1 kitabı 1 ay elimde dolaştırdığım da oluyor. yaş 20.

300den fazla olsa gerek, tabi ebook olanları saymıyorum en az 50 tane de orada vardır. yaşım 27.

300+ buradan bakınca benim olanlar da 50 kadardır sanırım. Bana hitap eden çok faza kitap bulamadım :( Yaş 23 buçuk :)

Yaş 21 hergün okurum sayamadım ama binin üzerinde

şu an elimde 25'e yakın kitap var. 21-22'sini son 30-35 günde okudum, diğerleri de bitince takasa gidecek hepsi. ne okuduğumu bir daha okurum, ne izlediğimi bir daha izlerim. binaenaleyh kitaplığım yok. hiç olmadı. kitaplardan beğendiğim pasajları ya fotoğraflarım ya da bir yere not ederim.

her ay 20-30 kitap alıyorum. bitiriyorum ve takas yapıp yenilerini alıyorum.

yaş 23, haftada ortalama 1-2 (son 20-25 günde 10)


gazete, dergi, makale vs. saymıyorum. yukarıya da sadece okuduğum romanların verilerini yazdım.

bu kadar cevap gelmiş, neredeyse hiçbirinde bir laf sokma, ne bileyim, bir ironi falan yok! çohenteresan bir gelişme bu bu kadar ekşicinin bir arada olduğu bir mecra için.
kendime ait 30 tane anca vardır sanırım. okumayı söktüğümden beri hesaplayınca yılda 20 küsür kitap falan oluyor ortalaması.

yaş 26 halihazırda rafta duran 650nin üzerinde, ödünç alınıp geri gelmeyenlerle beraber 800e doğru yürür sanırım toplam kitap sayım. e-kitaplar da dahil olursa 6000i geçer. okuduklarım da 4000 civarıdır muhtemelen. ayda ortalama 5-6 kitap bitiriyorum fırsatım olduğu müddetçe

tam sayısını bilemiyorum ama 270-300 adet arasında sanırım. çoğunluğu rus edebiyatı olmak üzere roman ve siyaset bilimi/devletler hukuku kitapları var.
hergün ortalama 2 saatimi okumaya ayırıyorum, ancak satın almak yerine çoğunlukla kütüphane kullanıyorum.

duyuru açılalı 2 yıl olmuş fakat aklıma takılan bir olay var.

arkadaş 26 yaşındayım 4000 kitap okudum demiş.

kısa bir hesapla ortalama bir kitabı 300 sayfalı kabul edersek, 10 yaşından beri okuduğunu varsayarak günde 200 sayfadan fazla ve istisnasız her gün okumuş olması gerekir.

bir sayfa bir buçuk dakika ortalamayla okunmuş olsa bu 300 dakika yani beş saat yapar.

16 yıldır her gün istisnasız beş saat kitap okumanın ben mümkün olabileceğini düşünmüyorum.

henüz kendi evime taşıtamadığım kadar fazla.

yaklaşık büyük kolilerle 10-15 koli. sayısını bilmiyorum. hepsinin her sayfasını okumadım, daha okumadıklarım da var yani.

bişe olmaz la

bidaha olmaz abi özür dilerim yaptım bi hata faaln de işte.

En büyük derdin bu olsun sayın fuerteventura.

paşa paşa ödeyeceksin, bişey deme. yasak olan yerde içtiysen öde cezayı bir güzel.

ne diycen, acındır kendini, durumuna uygun bir yalan at, kardeşin varsa kardeşim aradı annem babam kavga etmiş ağlıyordu asabım bozuldu de, kardeşin yoksa annem fenalaşmış babam aradı hastaneye götürüyorlarmış de, içinden gerçekmiş gibi hayal et gözlerin dolsun, şu dert tasa ortamında bir de sigara içtiğimi suyarlarsa harabolurlar de, ödeyemem onlardan isteyemem eve haciz geldi de. duygu sömürüsü genelde işe yarar, ben lisede ne zaman sigara içerken yakalansam aile dramı sel olur akardı, hiç bir hoca ne eve yazı gönderirdi ne bana ceza verirdi.

@alice practice
Anlattığın duruma düşmektense parası neyse verirdim.

Aile ve sağlık üzerine yalan söylemeyin, böyle hassas konular üzerine yalan söylenmez. Hatanızı kabul edin, tekrarlamama sözü vererek ikna etmeye çalışın.

Inkar edemiyor musun? Şahitler mi var? Tapeler mi var?

Tayyip ülkeyi soydu da inkar edebiliyor, sen mi edemeyeceksin?

hımın tınrım! seni okuldan bile atabilirler?

hatundan ayrıldım de, çok efkarlıyım de:)

yahu ceza öde diyenler neden böyle diyorlar ? geçenlerde bir duyuruda birisi çok güzel döktürmüştü de şimdi bulamıyorum; sigara yasağı konusunda eksiklikler var. içilmeyecek yerler belli, içilecek yerler belli değil. sigarayı yasaklıyorsan, kullanana da yer göstericeksin yasa eksik uygulanıyor. karda kışta, yağmurlu havada "çık sokakta iç" demek de insan haklarına aykırı.

okulun kendi yurdu kyk değil sigaraya izin vermiyorlar

bu bende de var. aslında ben genelde insanlara pek güvenmediğim için kendimden de emin olamıyorum herhalde bazen. böyle olmasa iyiydi. sende de aynı durum varsa sebebi dünyanın zaten kötü bi yer haline gelmiş olması diyip klişeye bağlayabilirim.

sebebi pek çok şey olabilir. obsesyona meyilin vardır. ama çözüm için;
bir kerecik koyvermeyi deneyebilirsin. mesela okuduğun sayfaya geri dönmemek için kendini zorlarsın, okumaya devam edersin. göreceksin ki aslında anlamışsın.

dikkatin dağınık olabilir.bir işi yaparken stres olduğun için yaptığından emin olamıyorsundur.sana önerim stres olabileceğini düşündüğün şeyleri birazcık daha yavaş yapman.kitabı sesli okuyabilirsin ortam müsaitse.araştırmalar kitapları hızlı okumaya gayret edenlerin, yavaş okuyanlardan daha az şey anladıklarını belirtir.mesela benzer bir çözüm kapıyı kilitledin değil mi hemen kendine yüksek söyle bunu. "kapıyı düzgün kilitledim".çok yararı oluyor.

çılgın +1 yaptığın işten sonra yüksek sesle söyle ya da tek sözcüklü bir not al. bende işe yaradı. otobüsten inip kapıyı kontrol ettiğimi bilirim.

olmaz. millet rahata alıştı çünkü.

www.imeceevi.org

buna benzer yüzlerce permakültür, ekolojik yaşam çiftliği var türkiye'de. kimisinde internet varken kimisinde elektirik bile yok.

dersim'de dört arkadaş bir araya gelip yapıyor şu an bunu. benim de arkadaşlarımdan böyle öneriler projeler geliyor ama ben henüz istanbul'la alış-verişimi bitirmedim.

imece evi ücretliydi bir dönem, hala öyle mi bilmiyorum. ama bu sebeple sıcak bakamamıştım.
bence paylaşmayı başarabilirsek ve eşyalara verdiğimiz değeri azaltabilirsek her şey mümkün. ama bu tür komün yaşam evleri ya da alanlarında her şey kurallarla. bana en başından olayın mantığına ters görünen bir şey bu.
hani otorite olmayacaktı. bir insan geliyor ve eve girebilecek diğerleri hakkında söz sahibi oluyor. şunu yapmak zorundasın ve bu yasaktır diyebiliyor.
içimizde yeşerttiğimiz kolektivist ruhu bu tür yerlerde aramamalıyız gibime geliyor. bunu sokağa taşırabilelim yeter. yolda üşdüğünü farkettiğimiz bir yabancıya ceketimizi verebiliyorsak, bir aç sokak hayvanına üşenmeyip ufak da olsa yiyecek alıp ikram edebiliyorsak, üzerimize yüklenen onca mahalle baskısına karşın hala sokağa marka olmayan giysilerle karışabiliyorsak, en sevdiğimiz dar kazağımızı bizden daha kilolu birine ödünç verebiliyorsak mesela, umursamıyorsak eşyanın eşyalığını, neden bu ruhu bir eve kapatalım ?

arkadaşlar ben mevcut denemeler ve uygulamalardan ziyade "siz yapsanız" ne yapardınız nasıl yapardınız onu merak ediyorum.

@sutlu nescafe, ay başında hesabına yatacak bir para için köle gibi çalışmak pek rahatlık olarak gelmiyor bana, veya burada bahsettiğin rahatlığı ben yanlış algıladım.

@desidire, dünyadaki örneklerinden ziyade Türkiye'de nasıl olur? bu soruya yanıt arıyorum esasında.

@hayirsiz, o şirketleri bireysel olarak iflas ettiremem :(

@demet, bir web siteleri vb var mı?

@baobap, kurallardan kasıt şu,

ne sebeple olursa olsun şiddet kullanılmaması, ayrımcılık yapılmaması, mülkiyetçilik yapılmaması vb gibi.

yoksa herkes lacivert üniforma giyecek tadında kurallar değil elbette

imeceevinde sigara yasağı var. evin dışında bile değil, evin bahçesinin dışında içme izni var.

@konusma ben konusuyorum daha bitirmedim,

rüzgar ve güneş enerjisini kullanmayı başardık diyelim, arazi üzerine konuşlandırılacak yapılar için imar gerektirmeyen bungalov tarzı yapıları hayal edin dolayısıyla emlak ve diğer vergiler barınma için söz konusu değil.

içme suyuna erişimi kaynak suları ile hallettiğimizi hayal ediyorum, bir şekilde depoladık vb. altyapı ve kanalizasyon sistemi için fikrim yok.

her ne kadar kapalı bir toplum oluşturma gayretinde olursak olalım vatandaşı olduğumuz ülkenin kuralları bağlayıcı olacaktır evet (eğitim, cenaze vb) burada hemfikiriz.

bazı kurallar gerekecek demişsin ya, mesela nedir o kurallar, sen böyle bir yapıyı hayata geçirecek olsan olmazsa olmazların ne olurdu?

internet siteleri yok çünkü daha yolun başındalar. bildiğim kadarıyla ev yapıyorlar şu an. umarım işi büyütürler zamanla. bence öyle çok büyük boyutlu birşey mümkün olmaz, okula gidecek çocuklar, hastaneye gideceksin vs. ama yeme-içme işlerini kendin halledebilirsin gibi geliyor bana, hatta bu arkadaşlar organik tarım yapmayı ve yiyeceklerini kendileri üretmeyi planlıyorlardı.

@konusma ben konusuyorum daha bitirmedim

şiddet, taciz, tecavüz için hapis cezası mümkün olmaz ziyadesiyle hali hazırda bir ülkenin kanunlarına tabii olarak yaşıyorsunuz, hapis cezası veririm derseniz bu karşınıza "kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" suçu olarak çıkar. maalesef devlet değil bir topluluğuz. yapılabilecek tek şey ilgili kişiyi kolluğa teslim etmek ve dışlamaktan öteye gitmez.

ve eğitim ve sağlık için yine devletin kurallarına riayet etme mecburiyetimiz var.

esasında şu örnek daha mı doğru olur (Fatsa deneyimi)

Fatsa'nın çok küçük ve lokal bir deneyimi gibi diyelim.

Pes vallahi, yanimda olsan carpicam bi tane

pat diye söyle. zaten kaybedecek bir şey yok.

maltalı hafız her gün yeni ayrı bir hikaye bu ne lan. olm nasıl ortamın var benide alsana yanına stajyer olarak.

Bro çıkar masaya koy ve bunu mu istiyorsun de en etkılı yontem

"tamam beni bırak ama son bi kere ver be, hadi be."

aynen bunu söyle. sonra gel, yaşadıklarını bizimle paylaş.

hahaha iyi güldüm ya :D
kız gelecek bu akşam sorarım, gelişmeleri de yazarım buraya artık

net olmak her zaman iyidir.

nasıl olsa ayrılacaksınız, tavrından çok da ciddi bir ilişki olduğunu sanmıyorum, o yüzden sor gitsin. nolur gel anlat ama gelişmeleri.

böyle leş bi teklifle gidip kendini daha da küçültme kızın karşısında bence.

Zinhar yapma, çok günah...ahahaha :)
Ulan Maltalı tam Şövalye imişsin sen be!
Sana da güldüm cevaplara da...

Teklif hakkaten leş. Aslında zaten ayrılacakmışsınız, o yüzden sor gitsin. Kabul ederse, birbirinize göre demeksinizdir. Kabul etmezse bence gözünde küçülün ki ayrıldığınız o kadar da üzülmesin.

yahu son günlerde duyuruda cinsel aydınlanmalar yaşanıyor, ufuk iki katına çıkıyor falan iyi, güzel de abartmayın kardeş bu kadar. fakbadilik teklif edilen bir şey değil, insanlar bunu olay akışına göre yaşarlar. nasıl gelişirse, içinden nasıl geliyorsa öyle. biri bana çıkıp (sevgilim veya değil) fakbadi olalım mı dese gözümde nasıl küçüleceğini şu an ifade etmeyi beceremem.

çok sert olmuş, aslında bir de şöyle bir şey var;
insanlar bu işleri ikiyüzlü olan belirli bir rutinin içinde yaşarlar. ikiyüzlü diyorum çünkü herkes her şeyin farkında olsa da kimse açıkça söylemez. kimse açıkça fakbadi olalım demez ama akşam dışarı çıkılır, kadın eve bırakılırken kahve içmeye evine çağırırsa fakbadilik müessesesi hayırlı olsun, çağırmazsa kısmet değilmiş.

seks iyiydiyse (onun için) edebilirsin. meh idiyse zorlama.

"ayrılalım ama sen de eşek değilsin arada yine verirsin di mi" de. çok etkili olur.

sonuç nedir ? :)

kızla konuştuk... ilk önce oturduk neden böyle oldu falan filan tartışmaların üstünden geçtik klasik, iki tarafta kendi haklılığını savundu tabi her zaman olduğu gibi ardından ayrılalıma geldi konu, ayrılma konuşması yapıldı falan. ayrılsak da özlerim ben seni biliyorsun falan dedim romantik bir girişle. hani duygusal olarak çoğu şeyi bitirmiş olabiliriz ama teninin kokusunu özlerim dedim içimden küfrederken o ara yan yana oturuyordu dudaklarından öpmek için hamle yaptım dedikten sonra...

iki eliyle itti göğsümden lan :'( ne demek istiyorsun falan dedi... ben de gözü karartıp belki bir süre friends with benefits tarzı olabilir dedim ingilizcenin anlamları yumuşutma gücüne dayanarak...

neden çirkinleşiyorsun yaaa saçmalama ne sanıyorsun sen beni bunca yaşanmışlık dalga mı geçiyorsun sen falan deyince ben de zorlamadım daha sinirlendi gibi oldu biraz gözleri falan doldu. sonra üstelemedim ben de daha öyle bitirdik :/

sonuç budur yani :D

maltalı çok geç kalmışım :(. üzgünüm...

bence 1-2 ay sonra bi daha sor, şansın daha yüksek:)

Sesli oku. Hatta biraz yüksek sesle. Imkan varsa kaydet, sesini dinle. Yuvarladigin kelimeleri not al. Onlari tane tane telaffuz et. Diksiyon icin dersler vardır internette aslinda. Faydali olur. Hususi zaman ayirmak lazım pes etmeden.

Aha aynı ben ya. Yıllardır çözüm aradığım sorun. Yazarken de sorun oluyor. Konuşurken birinci kelimenin başıyla ikinci kelimenin sonunu birleştirmeler bazen aradaki kelimeleri atlayıp cümlenin sonunu söylemeler falan. Takip edeyim ben bu başlığı belki işime yarar.

normali saniyede 2 kelimedir. buna uyabilmek için kendini şartlandırmalısın "önce düşüneceğim, sonra nefes alacağım, sonra konuşacağım" şeklinde. nefes kontrolü çok büyük yer tutar. bol bol okumalısın bir de.

sittir et hızlı konus nolcak.

Lise yıllarında sürekli arkadaşlarım tarafından bu konuda uyarılırdım. Görsel düşündüğüm için kelimeler bazen yuvarlanıyor bazen de hiç çıkmıyordu ağzımdan.
Önce sesli kitap okumayla başladım. Sonradan da madem görsel düşünüyorum neden konuşacaklarımı zihnimden okumuyorum dedim. bazen yazarken kelime atlasam da konuşurken kelime yutma, yuvarlama olmuyor. hatta okuduğumu konuştuğum için ilk zamanlar "geleceğim" gibi kelimeleri "gelicem" diye okumam gerektiğini öğrendim. umarım işe yarar :)

sesini kaydet ve dinle. her gün yap bunu yardımcı olur. çok yavaş ve yayık konuşmaktansa hızlı konuşmak daha iyidir zaten.

gel bu dezavantajını avantaja çevirelim, seni rapçi yapalım

Evden cikmazdim ki kote picag yemeyek

mormormorius'a katılmayayım da napayım. çılgın hayaller kuramayacağımız kadar sorunlu bir dünya burası. suç konusunda tecrübeli insanlar bir günlük eğlenirdi, ben de camdan izlerdim.

suç işlemek yasak değil ki zaten? yakalanmadığın sürece sıkıntı yok. zaten suç işlemek yasak olduğu için suç işlemeyen insanların amına koyayım.

mumkun

mümkün, tecrübeyle sabit.

alıcının tel no.sunu da yazın. kargonuz şubeye geldi diye mesaj atıyorlar. arkadaşınıza da haber verin tabi. mesaj falan atmayabilirler de. kendisi sorsun kargom geldi mi diye.

kargo numarasını alıcıya iletin, internetten takip etsin.

www.eksiduyuru.com

"şubeden teslim" diye bir gönderi seçeneği var. mümkün yani :)

Alıcının adı siyadı, X şubesi - Telefon ihbarlı yazın il-ilçe adı. Mutlaka alıcıya ait telefon nosu da olsun. ;)

ilk çıktığında yiyordum arada da. millet gdo konusunda bilinçlendi. genelde sinek avlıyor onlar artık... hem de çok pahalı.

bardakta mısırı severim ben ama çok fahiş fiyat olursa almam.

bok gibi tadı var.

sebebini söyleyeyim, fazla sulu gibi. tuzla saldırman gerekiyor. e o da pek güzel olmuyor.

önerim koçan mısırdan kopartılmış tadı yakalamaya çalışın. öyle bir yer satsa %100 söylüyorum devamlı müdavimi olurum, bardağına 5 lira veririm. normali ne kadar bilmiyorum ama ben 5 kağıt veririm.

tadı çok güzel. olsa yerim. ama dışarda falan almadım hiç. konserve mısırla evde kendim yapıyorum bazen baharatlı ketçaplı mayonezli pis bi şey, güzel oluyor.

tadını çok beğeniyorum, dişlerimin arasında kalma ihtimali olmadığından koçanlı haline göre daha fazla hoşuma gidiyor, rahat. bir ara yolumun üzerinde var diye her gün yerdim ama şu gdo yüzünden bıraktım. çok nadir tüketiyorum o da en küçük bardak şeklinde. ve artık mısır şurubu var diye eskiden tükettikleri pek çok hazır yiyeceği tüketmemeye başladı insanlar gibi geliyor. en azından benim çevremde böyle.

Bir kere dahi almış tanıdığım bile yok. Bize kalsa hepsi aç kalırdı.

her 100 kişiden 0,8 kişi dahi almaz mı diyorsunuz yani ?

arada kokusu güzel geliyor alıyorum ama arada.

ben ticaretten anlamam bu yüzden umut kırıcı olmak da istemem. bu işi yapan çok fazla insan var, e alıcıları da var haliyle. ama bir örnek vereyim;
izmirde (tamam bir istanbul değil ama) bornova küçükparkta ve bütün ege üniversitesi öğrencilerinin geçtiği, 3 tane ilkokula yakın olan merkezi bir caddede bu işi yapan birini tanıyorum. daha doğrusu çok tüketirdim dediğim zamanlarda bu kişiden alışveriş yapıyordum ve haliyle zaman içinde sohbet gelişti. bu kişiye bardakta mısır yetmedi yanına hot dog koydu, hot dog için kendi yeteneklerini kullanarak değişik soslar falan yapmaya çalıştı, başarılı bulunmuş oldukça. gel gelelim evli ama kendi evlerine bile çıkamadılar daha.

abi eskimedi mi bardakta mısır işi yaa?

Çok severim.hep alırım

sokaklarda goruyorum. cigkofteciler falan da satiyor bardakta misir. hedef kitlesi genelde cocuk combalak. ben bir kez falan almisimdir bu seyi.

ozellikle cocuk trafiginin oldugu yerlerde is yapabilir. okula yakin bir bolgeyse denenebilir.

eger bir alisveris merkeziyse acacaginiz yer. su cikolata selalesi meyve satan yerler var. o daha mantikli olabilir bilemedim...

www.cikolataselalesi.com

bu işi yapacağım yerde , avm lerdeki gibi bir yemek katı , ya da diğer atıştırmalık büfeler yok.

yalnızca içecek ağırlıkle cafeler ve büfeler var.

en son 4-5 sene once neymiş bu bi de ben yiyeyim dedim. 1 bardak aldım. o günden beri bardakta mısır yemedim.

ayrıca satışları artırmak için püf nokta: koku. mısır kokusu ne kadar yayılırsa satışlar o kadar artıyor.

ilk başta seviyordum ama şimdi hayatta yemem.

kokusunun cazibesine kapılıp bir kere alma gafletinde bulundum. gayet bayattı ve içinde morumsu mısır taneleri vardı. o gün bugündür yanından bile geçmem.
waffle yapabilirsiniz ama. ucuza satarsanız sürümden kazanırsınız. mısır out waffel in.

Konsepti değiştirip olayı "bardakta mısır"dan çıkarırsan olur.

ben hiç yemedim. :/ Evde kendimiz yapabiliyoz biz biliyon mu canım benim? :/

en güzeli avmlerdeki hariboculardan açmak. mısır işi bayatladı gibi.

bakın bana % 1 den az satış oranı lazım , burda neredeyse 20 de 2 gibi bi oran var =)

ben yemem. kanser olmak isteyen yesin

sevmiyorum, yemiyorum, sağlıksız ve mantıksız olduğunu düşünüyorum.

neden hot dog ya da taco değil de bardakta mısır hocam?

bubble tea'ci ac. yaninda da kurabiye, muffin falan sat.

@expansion pack,

hocam burada %10 yakaladın eyvallah da burası ortalamaya göre nispeten kültürlü bilgili insanlar. "ne alaka lan mısırla kültürün bilginin ne alakası var" dersen de benim 50 yaşındaki anam niye tadına baksın bardakta mısırın ? 55 yaşındaki teyzem niye avmde elinde plastik bardak ve kaşıkla dolaşsın ?

kaldı ki bütün çeşitten insanlar burada olsa bile 20 kişi bir istatistik için çok çok az.

burdaki oranlama herhangi bir sonuç çıkarmak için değildi ya , biraz makara amaçlıydı.

bana burdaki kitlenin , bu ürüne bakışı lazımdı , onu da az çok yakaladım gibi.

yoksa işe çok büyük bi aksilik olmazsa girdik gibi zaten.
20.000 TL batar ya da çıkar , bekleyip görücez.

hayırlı olsun şimdiden. ben de kendimce bir tavsiyede bulunayım her yere fiyatları yazın yani insan soramıyor ne kadar mısır diye bazen fahiş fiyatlı oluyor yapın bardağını 3-4 liraya falan yazın oraya da kocaman bardakta lezzetli mısır 3 lira gel vatandaş gel diye bence daha cazip olur insanlar en başından fiyatını bilirler, sırf fiyat sormaktan çekindiği için müşteri kaçmasını engellersin. bir de konspeti bilmeyen kişiler için de kısa bir şeyler yazın rahatça görebilecekleri şekilde işte siz nasıl isterseniz öyle hazırlıyoruz siz söyleyin biz yapalım falan gibisinden.

genel olarak klasiklerde bordosiyah iyidir.

İmge veya İletişim yayınevi baskılarını tavsiye edebilirim. Diğer klasikler için ise Can Yayınları her zaman iyi iş çıkarır. İyi okumalar...

www.eksiduyuru.com

ben tam aman bordo siyah alma diyecektim ki, mutevazi'nin cevabını gördüm. suç ve ceza'yı bir de şimdi hatırlamadıgım baska bir klasıgı okumustum. 'dedi, yaptı, gitti'lerle geçmişti kitap. çıldırmama ramak kalmıstı.

bence bir kitapçıya git ve kendi gönlünden geçen yayınevininkini al.


armoni yayınlarınkini sakın alma, ben ortaokulda ondan okumustum. piç etmişti güzelim kitabı.

bu gibi klasiklerde yayınevinden çok çevirmen önemlidir ama bordo siyah'ın da ismi gerçekten kötü anılıyor, tavsiye etmem. iletişim yayınlarını öneririm, kalın 2 cilt çıkarmış, orjinali de oldukça uzundur zaten. şimdi ufak bir arama yaptım iş bankası ve can yayınlarından çıkmamış ne yazık ki.

gömmüşsünüz beni.

açık söylemek gerekirse rus edebiyatı hikayesi okudum birkaç kere bordo siyahtan. iyiydi onlar. tümevarımımı yedim şu an.

aslında oğlak süperdir ama yeni baskısı yok sanırım. iletişim'e klasiklerde güvenilebilir. 1 sene bekleme bence iş bankasını. iletişim evet çıkarmıştı sefiller'i sanırım alabilirsin.

oğlak yayınlarının çevirisi ismail yerguz'a aitmiş. çevirmen olarak başarılı olduğunu söylüyor herkes.
yani @baldur +1
hatta ben de alayım.

egzersiz icin: hannon
Bir üst level etüdler için: czerny

Bunlar klasikçilerin yolu..

elimde bir kaç kaynak var aslında blues, country gibi farklı repertuvarlar içeren ama çok eski basımlar, ben de sahaftan almıştım. sanıyorum büyük müzik merkezlerinde çok sayıda alternatif repertuvar kaynakları bulursun. benim elimdekileri istersen ben izmirdeyim ve scannerım yok. sanırım pek makul olmadı :D

gitar malmsteen'den öğrenilir.

www.youtube.com

izlediğin yol en temiz olanı, ancak sıkılabilirsin. metodlar genelde tablı değil de notalı olur, ama tablı olanlar da çok gerçi.
etrafında gitar çalan insanlar olsun, metodlarda illa ki takıldığın yerler olacak. en iyi yol, birilerine sorarak, görerek, duyarak öğrenmek derim. bir de dinlemenin etkisini küçümsememek lazım, bol bol dinle, dinlediklerini çalmaya çalış, başlangıçta zorlanırsın, sonra alışırsın.
bu arada otorite değilim ama, takıldığın konularda bana da sorabilirsin bir şeyler biliyorum en azından.

metronomla çalış, yavaşken temiz yapamadığın egzersizi hızlı yapmaya çalışma.
şarkılarda tablara çok yüklenme kulaktan çıkarmaya çalış.
teknikleri iyi öğren, gamlarla tekniği birleştiren lickler çalış.
basit ve temiz iyidir, hızlı ve anlamsızdan çok daha iyidir. hızlı ve anlamlı çalmak zaman ister.

metronomla çalış.

metronomla çalış.

yavaş çalış.

metronomla çalış.

yavaş çalış.

metronomla çalış.

bu davulcuyu dinle genç adam, ne gitaristler gördü bu gözler solonun ortasında üst mi'ye zıplayıp geri inecek kadar atik parmaklar, kaşla göz arasında riff bitiren hızlı bilekler, uçarlı kaçarlı tremololar...

ama arkadaş hepsinin mi metronom sorunu olur ? la yapacağın şey basit 60 metronomda çalacaksın, sonra 65te çalacaksın, sonra 70de çalacaksın, sonra 75te derken gidebildiğin kadar gideceksin. 180den fazla ilerlemiyorsa 182de çalacaksın. 183te çalacaksın.

adam açıyor şarkıyı soloyu çalıp gidiyor. bu ne la ?

afedersin yarma.

çok fazla üstüne düşme, seni seven, saatlerce konuşmadan yanında boş boşda oturur, yanında mutlu olmak isteyen, seni sen olduğun için sever. gerisi lafı güzaf, bro, o yüzden kasma,

ona küçük sürprizler hazırla.

kendimden örnek vereyim. ben parayla mutlu olmam. takdir edilmek, değer verilmesi, saygı duyulmasını isterim. pahalı hediye almaktansa benimle konuşsun, beraber makara yapalım, eğlenelim bunu tercih ederim,ilgilensin benimle isterim. birini mutlu etmek parayla değil.

bazen kahvaltıyı yalıda yapın, lacivert'te yapın, swissotel'de yapın.

diğer zamanlar güzel kahvaltılar hazırla, ellerinle, özene bezene.

hediye seçimlerin çok iyi olsun, onu düşündüğünü hissetsin.

mesaj at arada, onu özlediğini söyle ya da sadece ikinizin bilebileceği bir şekilde seslen ona mesajda. "hey lou, uyan!" gibi.

bisiklete binin caddebostan sahilde. kalamış'ta, moda'da el ele yürüyün.

çılgınlık, haftasonu planların dışında yurtdışı kısa bir tatile gitmek olabilir.

ahaha.
parayla mutlu olmayanlar zaten istese de parayla birileri onları mutlu etmez.
parayla mutlu edilecek hatunlar belli bir kriter taşıması lazım.

Bu soruya en doğru cevabı kadınlar verir. Erkekler çekilin. :P

rock n roll +1 diyorum öncelikle.

İstanbulda bir haftasonu adalar'a, ağva'ya, yakın civarlara götürebilirsin kız arkadaşını. Orada çok güzel butik oteller oluyor. Hatta bir örnek vereyim: www.ayanikolabutikpansiyon.com İstanbul'dan sonra doğa içinde vakit geçirmek cidden feci süper oluyor. Hatta çiftli arkadaşlarınızla da planlar yapıp beraber gidebilirsiniz.

Her yerde olmayan, herkesin aklına gelmeyen bir hediye yoktur aslında. Kız arkadaşının karakterine göre onun sevdiği şeylere yönelebilirsin. Sohbet esnasında sana eskilerden beri çok istediği bir şeyi söyleyivermiştir, sen bunu hatırlarsın belki, ona o hep istediği şeyi alırsın, bu çok özel bir şey olur onun için. Eski erkek arkadaşıma bir kitap setinden bahsetmişim vakti zamanında. Ama çok pahalı olduğu için alamamışım. Aylar sonra karşıma o kitap seti ile beraber çıkmıştı, gerçekten çok mutlu olmuştum.

Kız arkadaşının stresli olduğu bir dönem veya yoğun bir iş çıkışında ondan önce evde olup ona yemek hazırlayabilirsin.

Beraber vakit geçirdiğinizde interneti kapatıp daha çok vakit geçirin, konuşun, için, eğlenin, oyunlar oynayın.

Liste uzayıp gider.

Bunlar içtenlikle yapıldığı zaman her kadın zaten şanslı olduğunu hisseder.

Kaprisli biriyle beraberseniz, o ayrı ama :P

Bir de mesela yok kırmızı gül, yok şiir vs. bence uzak durun. :)

kadınlar 2 bıra ıcmek ıster.

kadın ilgi ister, değer görmek ister. zenginlik değil, pahalı hediye değil onu düşündüğünü bil ister. zaten hediyeler falan da değer verdiğini anlatan şeylerdir.
ilgi ister ama ilgide boğulmak değil mutlu olmak ister o çizgiye dikkat edilmeli.

para tek başına hiçbir anlam ifade etmez ha ama yapılacak sürpriz ya da şeyler için gerek olur bazen. para olmazsa tatil olmaz, araba olmaz vs. paranın ilişkideki işlevi bu sadece.

küçük sürpriz, hediyeler nelerdir; sevgilinle aranda yaşadığın şeylere bakar bu biraz. saat, parfüm vs hediyeleri geneldir ama o herkesin aklına gelmeyen o özel hediye ikinizde daha çok sende gizlidir, buradan çok şey çıkmayabilir hediye konusunda.

rock n roll +1 .

bir insana verdiğin değeri en iyi ona ayırdığın zamanla belli edersin. ona ayırdığın zamanlar içinse sormana bile gerek yoktur aslında, normalinde n'apıyorsan onu yapmalısın. yani o elbette ki "kadınlar" genellemesinin içinde ancak aynı zamanda kendi farklılığını taşıyan birey. aslında galiba ben "kadınlar şöyledir şundan hoşlanır, erkekler böyledir bunu severler" gibi algılara çok ters yaklaştığımdan da bunu yazmış olabilirim. demem o ki tavsiyeyle değil kendi içinden gelenle hareket etmek en güzeli.
ama farklı olan hediyeler falan arıyorsan bu site fikir verebilir;
www.buldumbuldum.com

abi böyle ilginç hediyeleri internetten sipariş etmeyeceksiniz, kendiniz süsleyip püsleyip yapacaksınız. olaya öznelliği katan siz olmadıkça bir önemi yok.

yaş kaç bilmiyorum ama lise falansa düz beyaz tişörte el baskısı yap. yatarken giyerim tişörtü yapar. üniversite falansa artık, ahşap takı kutusu yapabilirsin. kıl testere falan angaryası bol ama zor değil pek.

hiçbir şey istemiyorum ben ne küçük sürprizler, ne hediye, ne özel gün kutlaması. varlığı kafi, anlaşalım yeter. eğlenelim yeter. gerisi bana ne gibi geliyor hemen diyim: "adamı sevmiyorum ama bari ilgi göstersin". karşılıklı sevgi olduktan sonra gerisine takılanlar bana çok boş geliyor.

kadınım evet.

yok ki.

kendinize yatirim yapin. ideallerinizle, amaclarinizla ilgilenin. hep ogrenmek istediginiz seyleri ogrenin. heyecaninizi, iseginizi sevdiginizle paylasin. ben en cok o zaman mutlu oluyorum.

İsimlerin Kuran'da geçiyor olmasının sevap kazandıracağı gibi saçma sapan bir inanış duymuştum.

çünkü müslüman bir ülkeyiz. izlerini taşıyoruz.

ismin sirayetiyle ilgili söylenenler çok akılcı da bunun türkçe örnekleri çok az; hakan, kaan ve bir kaç tane daha. bana kalırsa asıl sebep hala müslüman olunması.

çoğunlukla dinle alakalı, hristiyan milletlerde de incilde ve eski ahitte geçen isimler sıkça kullanılır.(aziz isimleri vs) onun için bir ismin dillere göre farklı varyasyonları vardır.

ulan sanki kullandığımız tüm kelimeler, sözcükler öztürkçe de birtek isimlerimiz arapça.

elbetteki din etkisi çok fazla, hem demek ki karı koca isim birleştirerek isim uydurmak o zaman moda değildi. ne yapsın adam zaten kullanılan 30-40 isimden birini seçiyordu.

(Çocuğa güzel bir ad koymak, evladın baba üzerindeki haklarındandır.) diye bir hadis var.

ayrıca kuranda illa geçmesi lazım diye bir durum yok dinen, güzel olması şartı var.

hristiyanlarda dini isimleri hatta müslüman isimlerini sıklıkla kullanır
michael - mikail
gabriel - cebrail
harun - aaron
benjamin - bünyamin
...
gibi. demek ki, tüm dünyada geçerli olan bir şey ve ismin güzel olmasıyla veya islamla alakası yok. o zaman bu gelenek-görenek icabı bir şey olmalı.
bu arada benimde ismin arapça veKuran'da geçiyor.

@etna;
michael kendi dinlerinde de geçiyor, islam kaynaklı olduğundan değil, aynı zamanda incil kaynaklı olduğundan kullanılıyor. diğer isimler de öyle. türkiye'de arapça isimlerin yaygın olmasının sebebi müslümanlık, avrupada incil kaynaklı isimlerin çok olmasının sebebi hristiyanlık. gelenek dediğin de dinden gelen gelenek zaten, şaman geleneğimiz mi kaldı.

yahu yanımdaki insan bana rahatsız olduğunu söyleyemeyecekse, ben ona "haklısın, kurura bakma farkedemedim daha dikkatli olurum" diyemeyeceksem nerede kaldı anlayış ? duraklarda, açık alan da olsa kalabalık yerlerde içmeyenler de var ve haketmiyoruz bu kadar ötekilenmeyi. kibar kelimeler seçilip nazikçe yazılsa da sigara içen insanın mahcubiyetini beklemek demek, onun senin karşında ezik, aşağılık olarak varolmasını istemeye çok yakın. sigara zararlıdır, kötüdür ama aşağılanamaz.

saçma sapan bir hal aldı bu tartışma. bir koşulla sigaranın aşağılanmasını kabul edebilirim o da "bütün tüketim" aşağılanırsa.
sigara içen insanı aşağılarken, komple makyaj insanını beğenip göklere çıkarma ikiyüzlülüğünden kurtulursak yani. zira her türlü "eşitlik" zeminine geliriz.

kendinize lağım gibi kokmayı yakıştırıyor olabilirsiniz o bizim sorunumuz değil. lakin o kokunuzu bizlere niye teneffüs ettiriyorsunuz? otobüs bekliyor, otobüs gelip kapısı açılana kadar ne kadar içsem kardır diye düşünüyor herhalde sigarasını atıyor yola, dumanını da otobüsün içine üflüyor ve gelip yanına oturuyor. biz sigara içmeyen insanlar mecbur muyuz bunu çekmeye? kabul edin saygılı insanlar değilsiniz.

Abi kokusunu geçtim (gerçekten sigara kokusundan nefret ederim)bağımlılık yapan bir şey gerçekten kötü yaa.

Sabah işe giderken, işyerlerinin kapısının önünde soğuktan titreye titreye sigara içenleri görüyorum ve gerçekten üzülüyorum. Bunun neresinde keyif şimdi?

şöyle bir benzetme yapayım;

ben sabah kalkıyorum. kahvaltıdan sonra bir güzel sıçıyorum, zevk ala ala. sabah sıçması diye adını da koyuyorum. sonra bu boku alıyorum üzerime sürerek yola çıkıyorum. otobüse binip insanların yanına oturuyorum.

işte aynen öyle kokuyorsunuz. bir şişe parfüm bile sıksanız o rezil sigara kokusu üstünüzden gitmiyor.

sigara içmeyenler, sigara içenlere çemkirmek için kendilerinde hak görüyorlar, bu kadar basit. başka bir konuda seslerini çıkardıklarını görmedim bugüne kadar. varsa yoksa, sigara konusu. bu konunun dışında böyle ateşli konuşmalar yapmıyorlar. birazcık akıl vesselam, otobüs durağında temiz hava soluyacakmış. akıl tutulması yaşıyorsunuz sanırım. durakta, trafik akışında hangi temiz havadan söz ediyorsunuz siz? havadaki her türlü zehiri solurken sesiniz çıkmıyor da, bütün atmosferi sigara içenler mi kirletiyor? atmosfere salınan gazlardan da sigara içenler mi sorumlu? siz salak mısınız? sigara içenler kötü kokuyormuş? sanki içmeyenler güzel kokuyor? ter, sidik, sarmısak, soğan ve bilumum ekşimiş pis kokuları yayanlar, sigara içmedikleri için hoş mu kokuyorlar yani?sigara içen biri olarak, ben de sizden rahatsızlık duyuyorum. kolay kolay da laf söyletmem kendime. rahatsız olan benden uzak olabilir, ben öyle yapıyorum zira.

oinone pe, uzak durmak istiyoruz sizden ama toplu taşıma araçlarında pek mümkün olmuyor. ya da aynı ortamda.

toplu taşıma araçları pek uygun bir örnek olmadı be rock n roll. toplu taşıma araçlarında kucak kucağa gitmeniz rahatsız etmiyor da, sigara içenlerin kokusu mu rahatsız ediyor? bu mu yani? insani bir taşıma şekli olsa, kimse kimseyle bu şekilde yapışık olmasa, koku sorunu da olmazdı değil mi? siz yerel yönetimlere söylensenize, ne duruyorsunuz?

sigarayı bırakmış biri olarak yolda yürüyerek sigara içen insandan bile rahatsız oluyorum, üflediği zaman ciddi anlamda ben soluyabiliyorum o dumanı ama ona karışacak değilim. eğer tramvay durağında vs. bir yerde içiyorsa çok pis küfür ediyorum.

ben de yaşanacak temiz bir yer kalmadı diye çok pis küfürler ediyorum. buldukları her araziye binalar dikenlere çok pis küfürler ediyorum. yerel yönetimlerin parklar, ağaçlık alanlara yapmak yerine her yere imar izni vermelerine çok pis küfürler ediyorum. istanbul' un siluetini bozan, tarihi dokusunu zedeleyen, rant uğruna bu şehrin kimliğini zedeleyen yetkililelere en kötü laflarımı ediyorum. trafikte, şurada burada insanlara saygı duymayanlara çok pis laflar ediyorum. apartmanları yemek kokularına boğanlara, yerleri, denizleri, çevreyi kirletenlere çok pis küfürler ediyorum, sokaklara, kaldırımlara her türlü vücut sıvılarını bırakanlara çok pis küfürler ediyorum. her türlü pisliğini urtalık yerlere bırakanlara, denizleri çöplük haline getirenlere, poşetlerle, pet şişelerle doğanın anasını ağlatanlara, her türlü denetimsiz ve bilgisiz tarım ilacını kullananlara, tarım arazilerine bina dikenlere, gdo ve msır şurubu üretenlere, ithal edenlere, çocuğuna şekerli ve zararlı ne varsa yedirip, sigara içenlere laf söyleyenlere, memleketin anasını ağlatıp, ne varsa ranta dönüştürüp peşkeş çekenlerin, sigaradan ve içkiden rahatsız olmalarına, en yüksek vergiyi sigara ve içki üzerinden alıp, hala ''içmeyin efendim'' diyenlere, memleketin tek meselesi buymuş gibi davrananlara ne diyeyim? benim bunlara iki çift lafım olamaz mı? listeyi kısa tuttum, daha neler var neler, hepsini yazmaya kalksam, günler sürer.

kısa keseyim, sonuç: bunların hepsi ortadan kalkarsa, sen sigara içmeyen, sen ancak o zaman bana laf söyleyebilirsin. ben senin koynunda içmiyorum sigaramı, benden bir adım ötede dur, bu sana yeter.