nintendo ile popüler oldu. sanırım nintendo bize geç geldi. daha çok atari ve comodore64 vardı ülkemizde.

Mario dünya tarihinin en meşhur oyunu zaten şu an bile.

Mario'nun çıktığı konsol Nintendo Entertainment System yani kısaca NES. Türkiye'de 90ların sonunda çakma NES konsollar vardı, ben 96lıyım, 2001 yılında ilk bilgisayarım alınana kadar hep o konsolla oynuyordum ki atari diyorduk işte nes falan bilmiyoduk. O dönem aslında PlayStation 1 çıkmıştı ama benim çevremde kimsede yoktu herkeste aynı nes çakması atari vardı. Muhtemelen nintendo Türkiye'de resmi satış yapmadığı için 90larda ülkemize çakması girdi (tayvan üretimi diye biliyorum), öyle popüler oldu. Tek kasette 1000 oyun geyikleri de ordan kalma

başka oyun yoktu ve herkesin anlayabilip oynayabileceği tek oyundu, rekabet vardı

temelde şunu merak ediyorum. o dönemde türkiye'de atari popülerdi. ve oyunların hepsi 80'lerde yapılmış. yani 15 yıl önce yapılan oyunlar hala dünyada popüler miydi yoksa ekonomi gelişmediği için türkiye'de mi popülerdi sadece? çünkü 15 yıl önceki oyunların, teknolojinin bir yerde bu kadar popüler olması ilginç. mesela duck hunt 1984 yapımıymış ve ben 90'ların sonlarında hatırlıyorum. bilmem ilginç aslında. sanırım hem geç geldi hem ekonomiden dolayı playstation pek yaygınlaşmadığı için oynanıyordu.

Bence bizim halkın ekonomisinin onu almaya gücü anca o zaman yetmiştir de o zaman iyice popüler hale gelmiştir. Doksanlarda bir çoğumuz fasfakirdik. Nerde atari nerde nintendo?

dünyada da abd gibi gelişmiş ülkeler dışında varlığını uzun süre götürmüştür 8bit oyunlar

mesela aynı mario'nun 1990 yapımı super mario world şeklinde 16bitlik super nintendo'ya çıkmış oyunu var. o dönem çocuklarına sor çoğu bilmez ben de dahil. sebebi ekonomi. aynısı sega için de geçerli. bunlar görece pahalı aletlerdi kasetlerini kartuşlarını bulmak zordu. bulsan da sıkıldığında değiştirebileceğin sürekli dönen aktif bir piyasası yoktu.

16 bitlik o gerçekçi hissiyatı karşılayan ve herkesin ulaşabileceği atari salonları vardı.

Türkiye'ye o kadar da geç gelmedi. 80'lerin sonu, doksanların henüz başında atari salonlarında çılgınlar gibi oynuyorduk. Hatta o dönem oyunlar süreliydi. Oyun başladıktan bir süre sonra tuşların yanında ışık yanıp sönmeye başlıyor ve oyuna devam edebilmek için yeniden jeton atmanız gerekiyordu. Neyse ki bu sistem çok uzun sürmedi. Yerine liyakata dayalı oyun geçme sistemi gelince salonlarda bir anda abi geçeyim mi adamları türedi.
Duck Hunt da o dönem salonlarda vardı. O tabancanın nasıl çalıştığını hakkında türlü teoriler türetilirdi.

(bkz: geçmiş zaman olur ki)

Osmanbey, Nişantaşı için dünden farkı yok. Her yer açık, an itibari ile yağış da yok, hatta şu an güneş açtı.

tutku tanım istemez
tutku tanım istemez, gördün mü anlarsın
tutku tasvir istemez
tutkunun tasvire ihtiyacı yoktur
tutkunun eşkali başlı başınadır

tutku yerine ihtiras da kullanılabilir anlatımı pekiştirmek için

Ben sanırım şöyle çevirirdim;

"Adı üstünde; tutku!"

tutku kendini tanımlar.

Tango ya da vals. Bence tango. Sebebi “ o la la tutkunun dansı” falan değil. Ben tango yaptığım zamanlarda dans partnerlerimle doğru uyumu yakalayınca inanılmaz keyif almıştım. Sizin için de aynısı geçerli olabilir.

Lindy Hop. Çünkü hem çok eğlenceli hem de yaratıcılığa çok açık. Bir şeyi öğrenmenin ve geliştirmenin en kolay ve hızlı yolu, yapılan şeyin sizi eğlendirmesidir.

www.youtube.com

etiler metroda inip taksiye binersen 15 dakikaya ortaköyde olursun, hergün iş çıkış saatinde gidiyorum, trafik olmuyor.

Metroyla zorlu, zorludan zorlu taksi ile 5 dk ortakoy

En kısa süre dendiği için benim cevabım scotty. Atlıyorsun motora, takribi 10 dakika sonra ortaköydesin.

göz numarasının büyümeyeceği nasıl bir yalanmış öyle?
hd kalitesinde görüyorsan yine sıkıntı. bu gözü kolaylığa alıştırır.
normalde doktorlar ihtiyacının bir tık altında derece verirler ki göz çaba göstersin.
yazdıklarım tıbben doğru mudur bilemem, hepsi geçmiş tecrübelere dayanıyor.

25 yaşımdan sonra gözlük takmaya başlayıp gözümün 3 senede 0.5'lerden 2'lere ilerlemesine şahit olmuş biri olarak hadi ordan diyorum doktorunuza :) numara sürekli büyüyor, durduramıyoruz henüz.

gözlüğü ihityacınız oldukça kullanın, tahtaya bakmak, altyazı okumak, araç kullanmak gibi. bunun dışında hayat kaliteniz çok kötü etkilenmediği sürece günlük hayatta kullanmasanız da olur ama tabi gözünüz daa da bozulur mu bilemem. şahsi tecrübemde gözü çalıştırmanın daha iyi olduğunu hissettim, mesela yakın mesafeler için, örn. bilgisayarın başındayken gözlük kullanmam. evde kullanmayınca ortalığn kirlendiğini fark etmiyorum,

facebook'ta endmyopia diye bir grup var, bilimm göz egzersizleri ile ileri derecede miyopileri bile insanlar 1-2 senede geri çeviriyor ama nasıl yapıyorlar anlamış değilim, bir bakın isterseniz.

lise de başlayıp 15 sene gözlük kullanmış ve en son 4,5 numaralar civarında laser ameliyatı olmuş biri olarak:

1. gözlüğü kullandıktan sonra çıkarında yaşadıkların normal. çünkü göz merceği yerine sabit bir mercek kullanıyorsun. doğal olarak göz merceğin yeni koşullara adapte olurken (gözlük çıkarmaya) zorlanıyor. normalde numaran ilerlemezse bu gecici bir durumdur. mesela iyi uyuduğun bir gün sabah normalde okuyabileceğini düşündüğün yazıları okursun. ama gözlüğü devamlı kullanacağın için gün içinde bunu yapamazsın.

2. numara ilermesi olayı göze bağlı bir durum. bu zaman içerisinde anlaşılan varılan bir sonuç. detaylı muayene gerektirir. yani numara olayını zamanla öğrenebilirsin. gözlüğü kullanman veya kullanmaman numara olayını etkilemez. gözlük kullanmak sadece hayat kalitenin etkiler.

3. gözlükle bir sorunun yoksa uzak için görmeye kendi zorlamak makul değil. o yüzden gözlükle devam. ama estetik kaygın varsa lens kullanmayı deneyebilirsin. bir de göz numarasının birden fazla yerde ölçtür. bazen o cihazların kalibrasyonu sorunlu oluyor ve yanlış sonuçlar verebiliyor.

geçmiş olsun.

Ben de kendi doktorumun söylediğini söyleyeyim. Göz numarası genetik kodlarımızda yazılı imiş. Orada ne yazarsa o olacakmış. Çok kitap okumak, gözlük takıp takmamak bir fark yaratmazmış.

Ancak işte gözlük takınca gözünüz tembelleşiyor biraz. Benim yıllardır numaram aynı (2 derece miyop) ama hiç gözlük takmamış bir 2 derece miyoptan daha kötü görüyorum zira gözlüğe alıştı gözler.

Bence yersiz bir endişe içerisindesiniz. Büyüyeceği varsa büyüyecek, yoksa büyümeyecek. O yüzden gözlüğünüzü takıp devam edin derim ben.

Söylediklerinin olması, ya da olmaması için 0,5 numara çok küçük kalıyor.
Plasebo etkisi olmasın?

15 yıl önce ilk gözlüğümü almıştım. toplamda miyopim 5 derece kadar arttı.
Keşke derste tahtaya bakmak gibi durumların dışında kullanmasaydım sürekli takmamış olsaydım diyorum şimdi kendi kendime...

Goz doktoru seni yemis, gayet de buyuyor ya da azaliyor.

O kadar kucuk numarayi kullanirsan gozun ona alisir sonra gozluksuz duramazsin.

Gözlük taktığınız zaman daha net görmeye alışınca göz, haliyle kendini zorlamak yerine artık bir merceğe bağımlı hale geliyor. Gözlüksüz yaşamaya başlatınca tekrar eski haline döner.

Abim 30 yaşını geçti hala göz numaraları ilerliyor. Bu genetik bir durum asla ilerlemez demek tıp dünyasına aykırı.

Yine gözlük kullanmazsan gözlerin ilerler lafı şehir efsanesi. Yine abim uyurken bile takacak neredeyse gözlüğünü çıkartmaz ama o halde ilerliyor. Gözlüğü protez bir kol gibi düşünün. Başka bir işe yaramaz.

Açılın, ben 5 yaşından beri gözlük takıyorum.

Göz bozukluğunuz genetik olarak doğduğunuz andan itibaren zaten mevcut. Ancak göz kaslarınız genç ve kuvvetli olduğu için bozuk olsa dahi fokuslayarak bunu tolere edebiliyor. Ancak yaşınız ilerledikçe göz kaslarınızın da fokuslama gücü giderek azalıyor ve göz bozukluğunuz yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor. Dolayısıyla göz bozukluğu belirli bir yaştan sonra duran değil, tam tersine yaşlanmayla birlikte artan bir durum.

Gözlük kullanmak göz kusurunuzu arttırmaz. Kendinizi gözlüksüz görmeye zorlamanız beyhude. Hiç kasmayın ve gözlüğün konforunu yaşayın.

herkese teşekkürler. asıl olaylar bildiğimden çok farklıymış öğrenmiş oldum. zaten dersler harici takmıyordum. 0.75 sanılan gibi değil diyen arkadaşlar inanın öyle değil. karşıdan gelen insanın yüzünü seçemediğim zamanlar oluyor. ama bu gözlükten sonra kesinlikle arttı demek ki gözüm tembelleşmeye başladı. gözlüğü daha nadir kullanmaya çalışacağım.

Rossman'da iki tür grinder var. Biri el değirmeni tipindeki öğütücü diğeri de elektrikli olan. Ben elektrikli öğütücüde öğütülmüş kahve ile değirmende öğütülmüş aynı kahvenin arasındaki tat farkını alamıyorum. Belki benim damak tadım bu konuda yeterince gelişmemiştir ancak bana bir fark varsa da gözardı edilebilir bir farkmış gibi geliyor. Dolayısıyla elektrikli olanı kullanıyorum çünkü çok daha pratik.

Bıçaklı olan bütün elektrikli öğütücüler parçalayıcı grubunda geçer. Elektrikli olup değirmen tipinde olan öğütücüler de mevcut ancak fiyatları çok yüksek.

Ben öğütücüyü filtre kahve için kullanıyorum. Filtre için gerekli olan incelikte çekerken bir sorun olmuyor. Ama espresso için kahveyi daha ince çekmek gerek. O zaman ısınma vs gibi sorunla karşılaşılabilir belki. Ama makinada filtre kahve demleyecekseniz bence elektrikli öğütücüler gayet yeterli bir seçenek.

ascetic'i türkçeye "sofu" diye çevirmişler ya, tam karşılayan bir sözcük olduğunu sanmıyorum.

çilecilik ?

Apathy karşılığı apati, apathetic yerine de duyarsız, duygusuz olabilir belki?

hepsi doğru olsa da evet, tam karşılamıyor :/

Durulmuş veya münzevi?

Evet el çekmekten geliyor sağdan sola yaz ve harflere bak istersen

Kudret Emiroğlu'nun gündelik hayatımızın tarihi isimli kitabından da okuyabilirsiniz. Kesin bilgi, yayalım. Ayrıca bu süpersonik kitabı da yeri gelmişken öveyim; (bkz: Gündelik hayatımızın tarihi). Alın, aldırın.

Ben de ezberi sevmeyen ve zorlanan biriyim.
Madde madde sıralanmış şeylerde genelde maddelerdeki yazıların baş harflerinden akrostiş gibi sıralayıp anlamlı bir kelime yaratmaya çalışırım.

Düz metinlerde ise önce 3-4 kez okuduktan sonra aklımdakileri yazarım.
Özellikle yazmak, zaman alıyor olsa da gerçekten faydalı.

udemy den bir hafıza eğitimi aldım. bir şekilde ezberlenecek olayları hikayeleştirmenin daha iyi geldiğini söylüyor. mesela 15-20 kelime veardı ezberlenilmesi gereken, bu kelimeleri hikayeleştirdiği zaman gerçekten zihinde daha bir kalıcı oluyor.

loci yöntemi'ni araştırabilirsiniz. Hafıza sarayı diye de geçer. Eksiden beri kullanılan efektif bir yöntemdir.

gitarların klavyelerinde büyük farklılıklar olabiliyor. mağazada deneyip kendinize göre klavyesi çok daha rahat bir gitar bulabilirsiniz.

Takamineler bana baya rahat gelmişti.

Klavyenin kalınlığı, ağacı, gövdeyle açısı, tellerin yüksekliği, tellerin kalınlığı bu dediğinize doğrudan etki eden değişkenler. Gitar dandik olabilir tabii. Ama dandik bir gitarla da çok iyi sonuçlar alabilirsiniz, klavye konusunda. Ama teller çok yüksekse ya da sapın açısında bir hata varsa, ya da truss rod'a sahip gitarlar için sap ayarı doğru yapılmamışsa çok zorlanırsınız.

Gelişmek için dandik olsa da hatalı olmamalı enstrüman. Eğer enstrüman hatalı değilse bileğinizi yanlış konumlandırıyor da olabilirsiniz. Enstrümanlarda yanlış başlayıp devam etmek çok sık yaşanılan bir durum.

Gitar almayın demiyorum yanlış anlamayın. Ama bunları bilirseniz, gitar alırken de ne aradığınızı bilirsiniz. Çünkü bu dediklerimin üstüne bir de kişinin rahat ettiği haller var. Bazısı daha kalın klavyelerde çok rahatken bazısı çok incelerde rahat ediyor mesela.

Sadece kullanım rahatlığı değil, sesinde, tınısında da devasa farklar olur. Kötü müzik aleti, sizi müzikten soğutacağı gibi, kendinizi yanlış geliştirmenize dahi yol açar. Tuşenizi bozar, özgüveninizi rendeler.

Örneğin bir müzik mağazasına gittiğinizde eğer varsa elinize bir Taylor akustik gitar alıp deneyin. Arada nasıl korkunç büyük farklar olduğunu kendiniz deneyimleyin. Tabii ki kalkıp Taylor'a bi araba parası gömmeniz için değil, aradaki farkın nerelere kadar ulaşabileceğini görmeniz için veriyorum bu örneği.

Gitarınızı imkanlarınız ölçüsünde, denediğinizde kendinizi rahat hissetiğiniz bir gitarla kesinlikle değiştirmelisiniz.

bir de mod hadisesi var. ornegin birinci derecesinde minor 5’li varken dorduncu derecesinde major 5’li akoru alan bir dizi dusun.

yapmaya calistigin seyi biraz daha detaylandirirsan cevap yazan cikar. burada ustalar var bildigim kadariyla.

Gamlar arası geçişler yapıyordur.

(bkz: modülasyon)

www.youtube.com bu videoda net bir şekilde görülüyor. c# major üzerine yazılmış olsa bile b major chordları kullanabiliyor. buna nasıl neye göre karar verebiliyor? mesela b major değil de neden a minor'den seçmiyor eğer seçilebiliyorsa neye göre seçiliyor? kafama takılan nokta bu

Bu tarifi gerçekten muazzam bir aşçıdan almıştım;

600 g dana kıyma
200g kuru soğan, rendelenmiş
6-7 diş sarımsak, dövülmüş
2 yemek k. çekilmiş ekmek ya da iki dilim ıslatılıp sıkılmış, ufalanmış bayat ekmek içi veya galeta unu
1 çay k. kimyon
1 çay k. karabiber
1 çay k. kekik
1 yumurta
1/2 demet maydanoz, ince kıyılmış.
2 yemek k. zeytinyağı

Zeytinyağı dışında bütün malzemeler çok iyi yoğurulur. Cevizden biraz daha küçük irilikte topçuklar yapılıp zeyinyağı ile yağlanmış tavada hafif ateş üstünde köfteler sertleşene kadar tava arada bir sallanark, veya tahta bir kaşıkla çevrilerek kızartılır.
Sıcak servis edilmesi yeğlenir, ama ılık, hatta soğuk da yenir.

Büyük taarruz öncesinde yunan savunma hattını inceleyen ingiliz subayının, “Türkler bu mevzileri 4-5 ayda düşürebilirlerse, bir günde düşürdüklerini iddia edebilirler.” şeklindeki sözü.

bilimdili.com

twitter.com

Kovboy sapkasi deniyor benim bildigim.

Değil :/
Kovboy şapkasının tepesinde ince bir oyuk var, bu şapkanın tepesi bowler hat gibi düz ama kenarlığının sağ ve solu kıvrık.

kenarları kıvrık fötr şapka de geç, çeviri falansa. türkçe bir adı yok.

Melon Şapka diye de geçiyor.

Çeviri evet. Şimdilik "geniş kenarlı yün şapka" dedim. Bu arada kendimi İSMEK'in dikiş kursu şapka dersi materyallerinde falan buldum, moda hocası tanıdıklarımı mı arasam diye düşünüyorum -_-

@sarap dumani, melonun da kenarları farklı :/

pinterest.com

Panama şapkası sanki

Fötr, panama gibi şapkaların tepe noktaları çukur olur. Görseldeki şapkanın ise tıpkı melon şapkalarda olduğu gibi tepe noktası bombeli.

@kobuzchu kiz, bir çeviride "geniş kenarlı yün şapka" gibi bir tanımla karşılaşsam, gözümün önüne indiana jones şapkası gelirdi sanırım. Bu tanım, daha ziyade geniş kenarlı kışlık bir fötr şapkayı tanımlıyor gibi. Belki "kenarları yüksek kıvrımlı melon şapka" tanımı, daha çok bu şapkayı tanımlıyor gibi.

@sarap dumani Indiana Jones şapkası diye aradım, bildiğimiz fötr şapka çıktı :)
"Kenarları kıvrık melon şapka" olarak bıraktım. Son okumada bir daha bakarız artık. Teşekkürler.

"Ne yapsan olmuyor gözüm, terk etmiyor bizi hüzün..."

-


üzgünüm :/

Usually not here. 10 yildir bu yaziyor herhalde.

Available

no signal.

Yıldızlara iyi bak delikanlım

in solis sis tibi turba locis

.

. var sadece.

Hayat her zaman ballı börek değildir.

gnr şarkısından bir dize. seneler önce, eski sevgilim sevgilim olmadan birkaç gün önce benden habersiz sonraki dize yapmıştı durumunu. köprünün altından çok sular aktı, hikaye bitti ama durumlar hiç değişmedi. sanırım değiştirirse terk ettiğinden daha çok üzülürüm, sebepsiz.

Ars longa vita brevis

Life is unfair, kill yourself or get over it.

Tanısanız sevmezsiniz.

All we need is just a little lahmacun

Ya statüsüssünüz, ya statüs sizsiniz.

cali mi kusu??
bi ucak var imoji olaraktann

Bakiim ne yaziyormus harbi unuttum..

Away diyormus. Gercekten cok orjinalim.

20.000 Miles to an Oasis

ay emojisi.

And how can we win, when fools can be kings?

Muse'un Knights of Cydonia şarkısından sevdiğim bir cümle.

Bundan önce de Tebrik değil, tevkiftir o.. yazıyordu. G.O.R.A'dan Erşan Kuneri'nin meşhur repliği.

"Quis custodiet ipsos custodes?"

"40 yıldır oturum açmayan adam şimdi oturum açtı" ahaha yazsa komik olurdu bence. Liseliler bilmez.

ni dieu ni maitre olmalı. Bakamıyorum :(

Su

don't touch only watch

"melinda was mine."

estranged

Kuşları çeken bir şey var, bilginize. Eski bir haberden alınma, pilot göçmen kuşlar hakkında bilgi veriyor kuleye.

İşimdeyim gücümdeyim
Her zaman bu yazdı.

"Heyder! Ayem yuzing vatzap" yazıyor. Böyle okunduğu gibi.

Lorem ipsum dolor sit amet

-wtf?

"namütenasip"

"Nel mezzo del nulla"

watsapp'in default durumu. Degistirmedim.
Birinde gormustum, "Merhaba. Ben watsapp kullanmiyorum." yaziyordu:)

pati emojisi var :)

woher kommt diese verschobene Wahrnehmung?

geldiği yer de burada : www.youtube.com

i haven't even begun to peak

Göz Göz Göztepe..

"tecellinin içinde ecel durur" yazıyor, çok sevgili Birhan Keskin'den...

always blue

"omnipresence would demand omniabsence"

Canımızdan çok sevdiğimiz İsveç'imizin canımızdan çok sevdiğimiz progressive metal grubu Pain of Salvation'ın canımızdan çok sevdiğimiz albümü be'nin canımızdan çok sevdiğimiz açılış parçası Animae Partus'unun canımızdan çok sevdiğimiz bir dizesi.

O zaman dans renk türlü dans eden emojiler

I never saw a wild thing sorry for itself...

Yine de Pluton'da kahvaltı edebiliriz ne de olsa tekrardan gezegen saydık.

Oldu o zaman...

130718

Yerçekimsiz, suskun ve yıldızlı

yağmurdan önce

poşet gibi uçuyoruz

Çok politiksiniz, keşke allah belanızı verse.

sadece acil aramalar

Kilo aldim ben. Çünkü ac kalmayayim, düzgün yemek bulunca yiyeyim de doyayim gibi bir psikolojiye giriyorsunuz. Bir de aksamlari abur cubur yeniyor ortam olunca. O yüzden bi miktar aldim ama abartili degil 1 - 2 kilo.

85 gidiş 78 geliş. İki yıldan fazla oldu biteli. Hâlâ 78'deyiz hamdolsun.

+10 kilo tam. Kıyafetler komple değişti.

Kilo aldım. Yemeklerin maşallahı varsı

vucut olarak toparlamıştım. düzenli hayat ve sporun faydaları

zayıfladım sinirden .mk. şu celpler açıklansa da gitsek.

Çok mecbur kalmadıkça karargahtan dışarı çıkmamıştım, göbek bağladığım tek dönemdi askerlik günlerim tüm günüm kola içip abur cubur yemekle geçiyordu.

Askere gittiğimde çok fena bir haldeydim. 1.79 boya 116-117 kilo idim, 6 ayda (5 ay 5 gün) sonunda eve döndüğümde 80-81 kiloydum. Askerden geldim geleli de (10 yıla az kaldı) 85 kiloyu hiç geçmedim.

Nedeni, bol spor bolcana da stres :))

acemide 3 kilo verdim. usta birliğinde 4 kilo geri aldım.

en büyük değimi saçlarım yaşadı. her sabah yastığıma dökülmüş saçlar günaydın dedi bana. geriye kadar açıldı saçlarım askerdeyken :(

Eğitim birliğinde ilk 3 ay ne verdim ne aldım. Ama bel bölgesinden yağ verdim. Kilom değişmediği halde kemerde 1 delik geriye gittim.

Sonraki 8 ayda 3-5 kilo verdim. Sabah kahvaltı yapmazdım, öğlen doğru düzgün yemek yemezdim

Bir de sakallarim yoktu askerde, jileti vurmaya baslayinca sakallarim cikti su an hayvan gibi sakalim var.
Bana sen kosesin, bu saatten sonra daha çıkmaz cikacagi bu iste diyorlardi.
Jiletle tras olmaya baslayinca costu askerde.

10-15 kilo aldım.

28 kilo verdim kısa dönemdim.106kg dan 78kg a düştüm :) sonra geri aldım aklımı şeeediyim.

Kilo aldim.

ilk 21 gün acemilikte 7 kilo verdim. usta birliğinde nispeten toparladım.

İlk 6 ay at gibi kilo aldım. Baktım olacak gibi değil, geceleri bölük komutanının commute bike’ını çalmaya başladım. Her gün 1 2 saat bisiklete binince toparladı.

80 gidiş 68 geliş, üstelik geceleri dürüm eksik olmuyordu yatmadan önce

Benim gördüğüm kadarıyla askerde herkes ideal kilosuna doğru meylediyor. Boy eksi 10 kilo civarına doğru seyrediyor. Eğer kiloluysan zayıflıyorsun, zayıfsan kilo alıyorsun. Tabi bunun bir sürü istisnası var, bu söylediğim "genelde" olan.

Ben 187 boya 91 kilo gidip 5 ay sonra 78 kilo olarak çıktım tornadan.

Kısa dönem. 7-8 kilo verdim.

Kısa dönem once verdim 5 kilo kadar 62 den 57 lere düştüm sonraki 4-5 ayda verdigimi geri alip uzerine 5 kilo aldim gidiş 62 dönüş 67 gibiydi

kısa dönem. 8-10 kilo verdim.

81 kg olarak gittim 64 kg olarak döndüm. kısa dönem.

yaklaşık 10 kilo vermiştim.

64 gittim, 6 ayın sonunda 74 olarak geldim. geldikten iki ay sonra 64'e düştüm.

Öğle yemeğinde kebap, akşamları çift menü yiyordum burger king'den. bizimki öyle bir birlikti........

78 gidiş,
5 hafta acemilik dönüşü 72,
4 ay usta birliği sonrası 78.

20 kilo civarı verdim.
hiç spor yapmadım desem yeridir.
tamamen düzenli yaşamla alakalı oldu benimki.

edit: kısa dönem.

91 gidip 81 döndüm. aslında daha fazla verdim ama denetleme sonrası 2-3 kg aldım geriye.

Çözüm, aslında basit bir pivot table. iki sütunu daseçip pivot'unu alın. (sütunları seçtikten sonra sırasıyla alt+N+V+T harflerine basıp ok derseniz de pivot tabloyu açarsınız)

İsimleri row labels'a atın. Altına da günleri atın.Şimdi elinizde tekil olarak bir kişinin hangi günler geldiğini göreceğiniz bir tablo oldu. Bunları yan yana görmek için de herhangi bir sütuna tıklayıp yukarıdan design --> report layout --> show in tabular form dedikten sonra subtotals --> do not show subtotals derseniz, her bir kişinin yanındaki sütunda hangi günler geldiğini görebilirsiniz. Filtreleyerek de her birine ayrı ayrı bakabilirsiniz.

eksiup.com
eksiup.com

önce isme göre sıralayın,

C2 : =IF(A1=A2;C1 & ", "& B2;B2)
D2 : =IF(A2<>A3;"1"; "0")

sonra formülleri tüm listeye uzatın, sonra D kolonunu 1 filtrelerseniz olur.

sarap dumanı, yok istediğim şey o değil, sanırım tam anlatamadım.
altinci nesil caylak, budur ya çook teşekkür ederim. if kullanmam gerektiğini tahmin etmiştim ama orada kalmıştım :))

Edit: Aşağı çekince patladı :(
Edit2: Düzelttim, bir kez daha teşekkürler.

Örnek paylaşırsan daha iyi olur

Makrolarla yaparsın ancak.
Yardıma ihtiyacın varsa özelden ulaş.

Bu dediğiniz tam da vlookup işi. Beceremedim derken nasıl bir sorunla karşılaştınız?

Ben olsam şöyle yapardım;

Diyelim ki sheet 1 de A kolonunda karışık liste var. sheet 2 A kolonunda ise sizin asıl çalışmanız gerekenler.

Sheet 2 de sizin listenizin yanına bir kolon açın. buraya da ender89 yazın ve hepsini aşağı kadar kopyalayın. Sonra sheet 1'e gidip A kolonun'un yanına bir kolon açın. ve buraya ender89 kolonunu vlookup'layın. Yani kısaca, "sheet 1 deki karışık listenin içinde, sheet 2 de yer alan benim asıl listemdekiler varsa, karşısına ender89 getir" demiş olacaksınız. yukarıya bir filtre koyun. Tüm ender89'lar sizin asıl çalışma listeniz olacak.

Şu işlemi yapmak toplamda 10 saniye civarı ya sürer ya süremez. Başka çözüm aramaya gerek yok.

@sarap dumani +1, aynı şeyi yazmaya gelmiştim.

Hiç gerek yok böyle şeylere. Evvela kışın nadiren çıkacaksın dışarı. Bütün kış sıradan bir kabanla her gün 15 dakika karda buzda bisikletle kursa veya işe gittim. Kapalı yerlerim hiç üşümedi:) 2 montum var biri Zara, öbürü Kangol marka pahalı falan da değiller hatta birisi 5 yıllık.

Ayakkabı olarak da klasik bir botum var. Sıcaklık dert değil üşümüyorsun. Waterproof olması ve buzda kaymaması önemli.

İçlik şart tabi. En soğuk zamanlarında içlik giymessen ne giyersen giy üşürsün. Soğukla işi çok olmuş bir Adanalı tavsiyesi sana; üstündekinin hiçbir önemi yok su geçirmez olduğu müddetçe. Altındaki içlik önemli.

Kansızlık var bende, gerçekten normal bir insanın üşüdüğünden çok çok daha fazla üşüyorum :) Bot olarak önerin var mıdır peki?

Goretex'li herhangi bir bot ayaklarını terletmeye yeter. İsveç'ten almaya kalkma burda aynı marka Türkiye'ye oranla %60-100 arası daha pahalı ve beden olarak da farklı burada kollar ve boy normalden uzun İskandinav devler için üretiliyor.

lund deniz kıyısı mı bilmiyorum ama norveç’te karasal olan iç bölgede kaldım uzun sayılabilecek bir süre, nem olmadığından -30 derecede bile fazla üşümemiştim, ankara’nın 0 derecesi filan gibiydi.

bence yaşayıp görebilirsin, ona göre bir şeyler alırsın. ilk cevapta denildiği gibi buz vs var onlar daha büyük dert.

Lund dediğin yer, Malmö'den bir durak sonrası ki orası isveç'in en güneyi. Öyle ren geyiklerinin karda kızak çektiği ortamlar falan değil. Lund, Malmö, Kophenag bu şehirlerin iklimi, londra ile neredeyse birebir aynı. Londra ne kadar soğuk olursa lund da o kadar soğuk olur. Burada kardan ziyade yağmura hazır olun.

Kıyafet için de, buradaki internet sitelerindeki kampanyalardan gayet uyguna botlar alabilirsiniz. Öyle sibirya ortamları olmadığı için ortalama bir bot, mont işinizi ziyadesiyle görür.

Lund'a gittiğinizde, Malmö'ye geçin bir hafta sonu. Orada çok güzel 2. el kıyafet satan dükkanlar var. Gayet güzel durumda ve tanınmış markaların ürünlerini, son derece ucuza alabilirsiniz. (bunu mont ve bot için söylemiyorum)

Bu olabilir mi?

www.youtube.com

bu değilmiş :( teşekkürler

şurada sor : google > "reddit tip of my tongue"

benim çevremde şu sağdaki.

voyager.jpl.nasa.gov

çocugun olmesini bekleyen akbaba.

aklıma ilk, afrikalı susuz kalan bebek fotoğrafı geldi. arkasında akbaba olan.

medyaakademisi.com

Dehşet verici ve bir açıdan dünyanın özeti.

akbaba fotoğrafını çeken adamın da intahar etmesi çok enteresan olmuş hakkaten.
kevin carter fotoğraflarını inceleyin bence, ben bakıyorum da çok başarılı eserleri var.

Maryln Monroe nun şu fotoğrafı da baya ünlü bence

s1.ziareromania.ro

(git: foto.haberler.com )

1985'te Kolombiya'daki Nevado del Ruiz yanardağının püskürttüğü lavların 25 bin kurbanından biri de Omayra Sanchez'di. 3 gündür sular içinde kalan 13 yaşındaki Sanchez bu kare çekildikten kısa süre sonra öldü. Bu kare fotoğrafçı Frank Fournier'ye Pulitzer kazandırdı.

(git: foto.haberler.com )

Yıl 1980, Uganda'da açlıktan ölmek üzere olan bir çocuk ve bir misyoner.

tiannamen meydaninda tanklarin onunde duran adam.
che guevera'nin meshur pozu. tisortlerde olan hani.

oooof o kolombiya'daki yanardag olayini bilmiyordum, arkadaslar cok hassas acmak istemeyebilirsiniz. mahvoldum.

Uzaklarda aramaya gerek yok. Van depreminde ölen Yunus kardeşimizin son fotoğrafı... i.hizliresim.com



ayrıca "çocuk ve akbaba" fotoğrafı +1..

eğer efsane değilse fotoğrafı çekip oradan ayrılan eleman, çocuğa yardım etmediği için pişman olup depresyona giriyor ve aylar sonra intihar ediyor.

Brooklyn köprüsü işçileri

goo.gl

Windows xp duvar kağıdı olan fotoğraf:) Geçen sene bir dersim için araştırmıştım, dünya üzerinde en çok bilinen fotoğraflardan biri.
wallpapersite.com

www.nasa.gov

a man on the moon

Times meydanındaki öpücük diyecektim de savaşla ilgiliymis. :/

Mavi bilye diyorum. Dünyanın klasikleşmiş fotosu.

En ünlüsü mü bilmem ama kendini yakan budist rahip fotoğrafı ve arkasındaki hikaye son derece çarpıcıdır.
4.bp.blogspot.com

www.slate.com

@kablelvuku +1. Savaşla alakalı fotoğrafları bile koysan bence en ünlü fotoğraf budur.

(bkz: lunch atop a skyscraper)

11 Eylül'de kuleden atlayan adam

pbs.twimg.com

Şurada hazır derlenmişi var;

En ünlü 100

www.boredpanda.com

www.yesterdame.com

suikastçı soğukkanlılığı. henüz 21 yaşında, suikastten dolayı yakalanmış ve idam edileceğini biliyor.

en ünlü değil ancak bence etkileyici.

bir daha dinlemem.

dümdüz, standart bir şarkıya çevirmişler, şu coverı mor ve ötesi değil piyasaya yeni çıkacak ismini duyurmaya çalışan bir grup yapsa aynısı olur

orijinalini dinlemeden Mor ve Ötesi versiyonunu dinledim.
Çok hoşuma gitti.

Berbat ve ötesi olmuş. Cover edelim derken parçayı kavurmuşlar

Yabanci birisine dinlettim biraz once, kendisi cok begendigini soyledi ve "purple and beyond" adini da not aldi daha sonra bakmak icin. Kendisi orijinal halini dinlememistir buyuk ihtimalle. Bi' ara nur yoldas yorumunu da dinletip yorum yapmasini isteyebilirim belki.

Ben neredeyse uc saattir araliksiz dinliyorum, cok da begendim. Yorumlarda hem begenenleri hem de begenmeyenleri gorunce sizlere de sormak istedim. Neden sordugum sacma ama olsun. Soru sorudur :)

orijinalin girişi, müziği o kadar güzelki çok da severdim ben, mor ve ötesini dinleyince ne yani bu dedim.

Giriş solosu fena değil, fakat hepsi o kadar. Nur Yoldaş'ın yorumuyla kalsaydı keşke. Felaket olmuş diyorum.

en sevdiğim şarkılardan biriydi zaten, Mor ve Ötesi versiyonunu da çok sevdim, bi kaç gündür sadece onları dinliyorum

Dümdüz. Hiçbir duygu, his yok.

klipteki dave grohl çakması gitariste bakmaktan odaklanamadım şarkıya youtube'da dinlerken. ben beğendim güzel olmuş da biraz boş mu kalmış nedir çözemedim tam. böyle azıcık arkaya klavye mlavye olur flüt olur efenime söyliyim çello olur bi şeyler daha olsaymış keşke.

maalesef bu parçanın varlığından çok geç haberdar oldum. ilk mor ve Ötesi'nden dinledim ve sevdim ama orijinali daha güzel tabi ki.

çok değil ama kötü. orjinalini dinledikten sonra çok kötü oluyr.

Bu şarkı, Nur yoldaşın sesi düşünülerek özellikle onun söylemesi için ergüder yoldaş tarafından yazılmış bir şarkı. O yüzden başkasının nur yoldaş'ın seviyesinde söylemesi son derece zor.

Ama söz konusu cover'sa, bence bu şarkını nur yoldaştan sonra en iyi söyleyen kişi özge fışkın. Dinleyin, siz karar verin;

www.youtube.com

sarap dumani, cok tesekkurler fikriniz icin. Sarki yazimi dediginiz icin bir sey sormak istiyorum. Sarkinin sozleri attila ilhan siirinden. Bestesini erguder yoldas yapmis. Sarki yazimini erguder yoldas yapmis demissiniz ya, bestelemek demek mi sarki yazmak? Bunu birkac defa daha duydum ama soramamistim. Simdi sicak sicak sormak istedim.

@lamira elbette söz yazmak ayrı, sözleri bestelemek ayrı şeyler. Şarkı yazmaktan kasıt, sözleri bestelemek. Genelde sözlere beste yapıldığında, bu şarkıyı o yazmış, şu yazmış diye kullanılmasından ötürü bir ağız alışkanlığı.

Ben Nur Yoldaştan dinledim yıllar önce ilk. Mor ve Ötesini severim ama hiçbir farklılık yok, düz bir şarkı gibi okunmuş

Orijinali evvelden dinleyen, seven biri olarak beğenmedim. Yine orijinalini dinlemeye devam.

Orjinali dinlemeyen biri sevebilir. Çok kötü değil ama olmamış diyebilirim.

süzdürerek.

veri-filtrele

A sütunu ile B sütunun topla, biliyorum alakasız 2 veri ama toplayarak unique bir sütun elde etmiş olma ihtimalin yüksek, oradan yürünebilir.

yaptım bir şey ama val clas'da bulunan değerler benzersiz mi?

Önce pivot yaparak fiyatların ortalamasını bul.
Sonra vlookup ile fiyatları kontrol et.
Eşitsizlik varsa o fiyatlar arasında farklılık var demektir.

9058406 satır veri var elimde süzme ya da vlookup imkansız bu durumda

Gayet basit. Sorunun cevabı pivot table. pivot al, ardından material'ı row labels'a at. altına da fiyatları at yine row labels'a.

Ardından Design -->Report Layout seçeneğinden show in tabular form seçin. sonra da subtotals seçeneğinden--> Do not show subtotals deyin.

Artık elinizde bir materialin altında farklı fiyatlar varsa görebiliyorsunuz. formülden kurtarıp. istediğiniz fiyatı sıralatabilirsiniz.

countif ile kaçar tane olduğunu bulabilirsin.

b1'in a1:a100001 listesinde kaç tane olduğunu bulmak için;
=countif(a1:a100001;b1)

@sarap işe yaradı, teşekkürler !!!!

Michael Ende-Momo

O yaşlardaki her çocuğa hediye edilmeli.

Momo +1

Tam bir oldschool ayyyaş şarabı. Lezzet takıntınız yoksa, kafam güzel olsun yeter, zaten ikinci "bardak"tan sonra hepsinin tadı aynı diyorsanız, yapıştırın gitsin.

Bu arada bundan çok güzel sangria olur. Kötü şaraptan iyi sangria olması gibi tuhaf bir durum mevcut. Hazır havalar ısınmaya başlamışken bu şekilde de değerlendirebilirsiniz. Yok ben uğraşamam derseniz tavsiyem, ziyadesi ile soğutup için. O zaman tadına madına takılmadan lıkır lıkır gömersiniz tertemiz.

Biricik, Efes Güneşi, Beyzade ile benzer kalitede bir şarap. Nam-ı diğer köpek öldüren. Bu şişeyi yeni tasarlamışlar galiba, ilk kez görüyorum.

www.opensubtitles.org

burada en aşağıda 8. sezon var. 26630x gibi yazan yerlere tıklayıp indirebilirsin.

subscene.com

İçinde çift yarık deneyinden de bahsedildiği, daha geniş kapsamlı olarak kuantum fiziğinden söz edilen eğlenceli bir podcast linkini şuraya iliştireyim;

bilimkazani.org

youtu.be bu video belki işe yarar

kokabilir

sağda solda kıl bir karakter çıkmazsa sıkıntı olmaz.

kokar insanalrı rahatsız eder ve dışarı atılırsın.

olay çıkarmazsan karışan eden olmaz bence.
ben de akşam fatih akın'ın filmine gideceğim için çok heyecanlıyım. sen hangisine gidiyorsun?

bomonti filtresiz en az kokan bira. ondan al. pıtlatıp açar, içersin :)

@japonaskeri ben de bi ölümlü dünyaya gideceğim feyyaz'la Doğu'yu seviyorum biraz, bir de limonata'ya da sinemada gidip böyle takılmıştım baya keyifli olmuştu ondan

olmaz, hep yapiyorum.

Biz bir kere pipetle içmiştik, bir sey olmamıştı.

Bira, sinema için iyi bir tercih değil. Zırt pırt tuvaletiniz gelir. Onun yerine şarap daha iyi.

@japon hangi filmi fatih akın'ın?

dentistanbul çok iyi bilinmez camiada. hekimlerle ve hastalarla çok sorunlar yaşadılar zamanında. el değiştirme falan durumları oldu mu bilmiyorum. istanbul piyasasından koptum. aynı sahipler ise dediğim gibi tavsiye etmiyorum.

Ben citydent diye bir kliniğe gidiyorum gidiyorum. Harbiyede yeri. Memnunum genel olarak.Şuraya da linkini bırakayım;

citydent.com.tr

Ben de bir arkadasimdan pek iyi seyler duymadim haklarinda

Ben bi 7-8 sene önce gitmiştim, hekim mi çalıştırıyorlar kasap mı anlayamamıştım.

ben bir defa gittim dentistanbul'a, bir daha diş hastanesi'ne gitmem.
Anladığım kadarıyla diş hastanelerinde öğrenciliğine devam eden (uzmanlığını yapan) genç hekimleri ucuza çalıştırıyorlar,
Ayrıca dev bir kurum olduğu için malzeme ve vakit konusunda hekimlerini takip ediyorlar gibi hissettim. Yani mesela 3 birim dolgu malzemesi değil 2 birimle bitirmeye çalışıyor sanki işini.

Bütün bunların üstüne hiç de uygun fiyatlı da değildi.

Bu alanda çok bilgisiz bir insanım ve tamamen kişisel gözlemlerim bunlar,
Herhangi bir hekime gitseniz daha güzel hizmeti daha uygun fiyata alırsınız gibi geliyor bana. Elbette alanında ünlü isimler daha pahalı oluyor, onlara dikkat.

Mesela ben gitmedim de arkadaşım gitmişti Beşiktaş'ta Cem Alanya'yı iyi bir diş hekimi olarak anlatmıştı ama fiyatlardan bahsetmedi hiç,

o duman çıkmadan sonuç alamazsın

ya duman ve güzel et

ya da dumansız ama saman gibi, kayış gibi et

cossss yapacak arkadaş, o duman çıkacak, o kedi buraya gelecek.


15 dakka tavayı ısıttıktan sonra altını kıssan ne olur, kapatsan ne olur, ben olsam hiç kısmam, ne kısıcam. 15 dakka ısıtmışım, bana lazım olan ısı, niye altını kısıyorum arkadaşım?

aspiratör al, çekmiyosa filtresini falan değiştir, yine çekmiyosa yenisini al.

Evde aspiratör var, rahatsız olduğum şey duman değil yanık yağ kokusu.
15 dk ısıttıktan sonra niye kısıyorum, çünkü cast iron ısıyı uzun süre tutabiliyor, mühürleyim derken kömüre dönmesin diye.
Kısıyorum dediğim de induction ocakta 9 üzerinden 6.5 7 e getiriyorum. Yoksa etler mangal kömürünün içine düşmüşe dönüyor.

konunun bilirkişisi illa birazdan gelir fakat ben kendi bildiklerimi söyleyim.
tavayı ısıtma tamam fakat sonrasında kısık ateşe alınmıyor, ayrıca öncesinde döküm tavaya yağ dökülmüyor. eti atıyorsun, elleşmiyorsun. kısa bir süre sonra kendini tavadan ayırıyor zaten. ete ellersen tavaya yapışır. her iki yüzüne 4er dakika bence fazla. 2 ya da 2buçuk dakika dene

@keten prens bi kaç video falan izledim hep yağlıyorlardı, garip şekilde tavanın yan kısımlarını bile yağlıyorlardı hatta. Tabi kullanıkları yağ farklı, yerine bitkisel yağ kullanabilirsiniz dedikleri için döktüm.

Tekrar yağ kullanmadan deneyeyim bakalım. Teşekkürler.

eti dövdürmeyin tabiki. mümkünse biraz dinlenmiş et alın, ya da kendiniz dinlendirin, hafif rengi koyu kırmızıya dönecek gibi olan yani. taze et daha zor pişiyor - mühürleniyor. tavaya yağ dökeceğinize ufaktan eti yağlayın.
kesinlikle himalaya tuzu ya da deniz tuzu alın. karabiber olarak da çekme kullanın.

ben işten geliyorum, ocağı yakıyorum. ilk önce kağıt havluyla etin nemini alıyorum. sonra tuz ve karabiber ile marine ediyorum (yağ kullanmıyorum son zamanlarda çok lezzet katmıyor bence). sonra 3.5 4 dk yüksek ateşte mühürlüyüp afiyetle yiyorum.

Döküm tavayı iyice ısıtın, 15 dakika iyi bir süre. Sonra altını kısmayın.
Yağ koyacaksanız Zeytinyağı koyun. Ya ete koyun ya da tavaya. Ben tavaya koyuyorum ama eti koymadan hemen önce.
Eti mutlaka kurulayın. Hatta marine ettiyseniz bile mutlaka kurulayın. Sonra tuz, isteğe göre karabiber.
Normalde pek tuzlu yemiyor olsanız bile ete tuz koymak önemli bence.
Eti ateşe koyun ve çevirene kadar hiç ellemeyin.

Bir de et olayı çok önemli. Düzgün et olmadan olmuyor. Market etinden pek hayır gelmiyor nasıl pişirirseniz pişirin.

ek olarak şunu da belirteyim et çok önemli. et yapıyorsun saman gibi, aynı pişirmeyi başka etle yapıyorsun lokum gibi. etin kendinde hafif yağ olmalı, tercihen bu yağ bir bölgeye toplanmış değil de kılcal şekilde ete homojen olarak yayılmalı

bir de pişirme öncesi marinasyonda ve pişirme sırasında her baharat konmuyor. baharatlar da yanıyor çünkü. et zaten güzelse tuzdan başka hiçbir şey konmuyor

@killerbee Türkçesini yazdığın için teşekkür ederim.

O ocakta olmaz kısmını pek anlamadım? Bulunduğum memlekette hayatında hiç gazlı ocak kullanmamış insanlar var. Bu yaşlarına kadar hiç yemek yapamamış mı acep bunlar? Bir tür ocak işte, alttan ısı falan veriyor. Valla.

Bir şeyi daha önce senin yapmamış olman, görmemiş olman, o şeyin hiç var olmadığı ya da kullanılamayacağı anlamına gelmez. Mesela markette satılan hazır tatlılar var, plastik kap içerisinde. Atıyorsun fırına 20 dk. da hazır oluyor. Sana göre anaaa bunun dışı plastik fırına girmez, erir bu diyip almamak lazım. Ama adamlar yapmış.

Bu işin olmazsa olmazı güzel et. Bunun için de iyi bir kasap gerekiyor. Dinlenmemiş olan eti almayın.

Döküm tavayı seasoning işlemi için yağlamalısınız. İnternetten nasıl seasoning yapılıyor bir araştırın. Ama tavayı kullanmadan önce yağlamayın. Bu yağı yakmaktan başka hiçbir işe yaramaz. O kadar yüksek sıcaklığa direkt temas eden yağ, sadece yanıp kötü bir yanık kokusuyla tüter. Yanık yağ, tam tersi yapacağınız etin tadını bozar.

Tavayı iyice ısıttıktan sonra altını kısmayın. direkt eti tavaya alın ve kalınlığına göre 3 er dakika iki yüzünü de mühürleyin. Eğer eti medium sevmiyorsanız, birer dakika daha iki yüzünü de döndürün.

Kasaplar genelde steak olayını bilmedikleri için eti ince kesiyorlar. İdeal olan bir buçuk ya da iki parmak kalınlığında olanı. Ona göre kestirin.

Bir de döküm tavada dana kemikli dana pirzola deneyin. Antrikottan daha çok seveceksiniz. Kontrafile, biftek gibi yağsız etler, döküm tavada randımanlı olmaz. En iyi, antrikot, dana pirzola, t-bone, bonfile gibi içinde yağı da olan etler güzel olur.

Tavanızı asla deterjanla yıkamayın ve asla ıslak bırakmayın. Pişirme işi bitip soğuduktan sonra, metal telle ovup suyun altında yıkayın. Daha sonra ocağa alıp üzerindeki su buharlaşana kadar ısıtın. Çünkü döküm demirin içerisindeki kılcal aralarda su, küflenme yapabilir. Sonradan uğraşmamış olursunuz.

kullandigin ocak tipini bilmedigim icin kisma olayina yorum yapamiyorum ama ben klasik ocak kullaniyorum ve tavayi isittiktan sonra kismiyorum. tava isindiktan sonra kisarsan ayni sicaklikte ne olursa olsun kalmayacak, isi giderek dusecek.

ben kanalli dokum tava kullaniyorum ne tavaya nede ete yag/zeytinyagi koymuyorum (marine edilmis et ve tereyagli et pisirmiyorsam eger)

tavani isit etin tavaya gelecek kismina sadece tuz serp ve tavaya bas, az/cok pismis olayina gore 1 yuzu pisirecegin zamani ikiye bol. ornegin 4 dakika 1 yuz pisireceksen eti 2 dakika sonra yan cevir ve 2 dakika sonra (yani 4 dakika oldugunda) cevirecegin tarafin tuzunu serp ve cevir. yine 2 dakika sonra yan cevir ve 4 dakika sonra tavadan al.

herkes eti bir ekilde pisiriyor ama pismeden sonrasida bir o kadar onemli. etin buyuklugune gore buyukce bir parca aleminyum folyo kes, tavadan aldigin eti aleminyum folyaya sar, 3-5 dakika kadar beklet ve sonra servis et.

bir de etin 3-4 parmaktan kalin degilse 4 dakika pisirme. her yuz 2 dakika bence ok.
ekleme, eti pisirirken uzerine karabiber dokmeyin, cunki karabiber cok hizli yanar sicak tavada. illa koyacaksaniz pistikten sonra koyun

Benim evimde de öyle ocak var ayarını 9a getiriyorum tavayı iyice ısıtıyorum o arada etleri hazırlıyorum sadece ete zeytinyağ döküyorum ki yanmasın diye max. 2 parmak kalınlığında olcak etler.

Karabiber ve tuzluyorum az bi şekilde max. 3 dk olcak şekilde her iki yüzünüde pişiriyorum. Ne yağ yanıyor ne başka bişey oluyor mis gibi tel tel et yiyorum.

Yukarıdakilere ufak bir ekleme. Et buzdolabı dışında en az yarım saat beklesin. Nemini kağıt havluyla alın tuz ve karabiber ekleyin.

www.youtube.com

şuradan anladığım kadarıyla asıl püf nokta mühürlemekten ziyade harsız fırında dinlendirmek

abicim gözünü seveyim döküm tavanın hakkını verin nedir bu tavada köfte mı kızartıyorsunuz. ne yağı?
yağ ve döküm tava tam bir oksimoron. tesadüf az önce antrikot yaptım sıfır yağ ile tabi. eksiup.com
döküm tavada yağ ve sabun kullanmayın kullandırtmayın.

black ve the end nedir bilmiyorum.

www.youtube.com

hmm pearl jam ve doors ise biliyorum.

NEUE DEUTSCHE HÄRTE MAKİNASI AYAĞINIZA GELDİ. almanca sever misin bilmiyom ama benim ex-aşqumu özlettiği için HALA dinleyemediğim, sadece sana atmak içün youtube'a ismini yazdığım şöyle bir şarkı var,

www.youtube.com

ingilizce sözleri şurada,

lyricstranslate.com

üşüyoruz reis :((

***

gerçi aşklı şarkı bu, seni üzmez. ENİŞTE BEYle geçici olarak bi kavga et dövüş, ne bileyim terk etsin falan ondan sonra dinle bunu.

@tepedeki psychedelic adam evet pearl jam ve the doors'un

@der meister azcık döğüştük zaten onun da etkisi var ama almanca olunca üzmedi :DD

John frusciante - central (ozellikle ikinci yarısı çok güzel)

open.spotify.com

Mad season - slip away

This life is a monster
Don't you know its name?
This life will leave you cripple
Don't you know the game?

open.spotify.com

Radiohead - how to disappear completely

I'm not here / this isn't happening

open.spotify.com

Pearl jam - indifference

i will hold the candle till it burns up my arm.
i'll keep takin' punches until their will grows tired.
i will stare the sun down until my eyes go blind.
i won't change direction, and i won't change my mind.
how much difference does it make?

i'll swallow poison, until i grow immune.
i will scream my lungs out till it fills this room.
how much difference...?
how much difference does it make?

open.spotify.com

Shamrain - to leave

open.spotify.com

Al bu da komik sözlü seksli sarki.

Lovage (Mike Patton) - book of the month


open.spotify.com

you and me are the disease and the germs are spreading
use me like listerine, keeping your breath fresher
feel the stroke of your paintbrush, my blank sheet of paper
i'm your book of the month, read the fine print later

edit: cenk taner - her şey siyaha giderken

www.youtube.com

cenk taner - şimdi biz buyuz

www.youtube.com

"Hancer gerekmez ki bize, benim sevdam var."

open.spotify.com

"Everybody knows that the boat is leaking
Everybody knows that the captain lied
Everybody got this broken feeling
Like their father or their dog just died
Everybody talking to their pockets
Everybody wants a box of chocolates
And a long-stem rose
Everybody knows"

open.spotify.com

porcupine tree - how is your life today

www.youtube.com

edit: Steven Wilson çok güzel bir insan.

black field - pain

www.youtube.com

Here I'm standing on the sea shore
She is gone, now she's gone
All the angels praying for me
As I fall, As I fall
While I'm melting in the rain, deep in pain, she is so far
Will we ever meet again as friends, after so long?
To me nightmare with the devil
I'll go strong, I'll go strong
All my friends now try to save me
What a joke, what a joke
While I'm melting in the rain, deep in pain, she is so far
Will we ever meet again as friends, after so long?

Pain of Salvation - Where it Hurts

www.youtube.com

everyone i know seems to be broken inside
everybody hurting just from being alive

touch me where it hurts

Belki bambaşka bir tarz ama hüzün hüzündür ve şimdiye dek beni bundan daha çok hüzünlendiren bir şey dinlemedim;

www.youtube.com

www.youtube.com

www.youtube.com

+ i have forgiven jesus

dinle, ağla. :(

bilmem 300 ml hiç bişey değil ben 400 ml mug kullanıyorum, senin sıkıntın mug formunda değil de boru formunda olması. hatta çoğu zaman 2 tane mug kullanıyorum, uzun yürüyüş , dışarda çok vakit geçiriceksem ve amacım vakit geçirmekse, genelde foto falan çekmeye çıkarım tarla, pangallığa falan

www.tchibo.com.tr

300 ml, bir büyük kupayı ancak doldurur. Çok değil. Klasik bir kutu kola 355 ml. Oradan oranlayın. Termos dediğiniz şey öyle pek kibar falan olmaz, ziyadesi ile hayvan evladı gibi durur. Normali de budur.

600ml imiş, düzelttim.

at çantana geç abi, almışsın kullanacaksın, niye kasıyorsun ki, en fazla bir iki kağıt bardak alırsın eğer çok rahatsız ediciyse şişeden içmek.

keşke mug alsaydın.

Sana bir iyi bir kötü haberim var:

İyi haber: Türkiye'de kitap okuyan herkes belli bir ortalamanın üstündeki insanlar. Buna Elif Şafak falan okuyanlar dahil. Dolayısıyla "bu kitap insanları aşıyor!" dediğinde ortalama bir çomarı değil, ortalama bir eğitimli bireyi düşün.

Kötü haber: Çoğu kitabı anlamıyor; ama övüldüğü için övüyor.

O değil de; yaş kaç? "Birkaç bin kitap" fazlasıyla iddialı bir rakam.

İsmi güzel.

Popülerlesmesinin sebebi okunmasi değil. Bahseden kişiler, ya da oradan buradan fragman fragman sözler okuyanlar kitabi okumuş değil. Yalnızca adi çok bilinen kitap diyelim bence.

Ben de bir kaç bin olmasa da çok kitap okurum. Tutunamayanlara 2 defa başladım ikisinde de bitiremeden.

Kitap popüler çünkü çok fazla aforizma içeriyor. İnsanlar da içindeki aforizmaları paylaşmayı seviyorlar sağda solda.

İkincisi de isminden dolayı herkeste bit "tutunamayan" olma fikri var. Övüldüğü kadar çok okunduğunu düşünmüyorum.

Birkaç sene önce Amazon'da bir araştırma yapılmış, biliyorsunuzdur belki kindle kullanıcıları herhangi bir alıntıyı işaretledikleri/altını çizdikleri/highlight ettikleri (artık ne diyorsanız) zaman, o bilgi bir dosyada saklanıyor ve herkes görüyor. "65 kullanıcı bunun altını çizdi" gibi. Bu istatistiklere dayanarak, insanların kitapların nerelerinden alıntılar yaptıklarını analiz etmişler ve daha çok başlangıç kısımlarından olduğunu görmüşler. Örneğin belki son beş altı yıldır ortalığı kasıp kavuran Thinking Fast And Slow/ Hızlı ve Yavaş Düşünme (Daniel Kahneman) en çok başlanan, alıntılanan ama en az okunan/tamamlanan kitap olmuş. En çok okunan ve tamamlanan da yine popüler bir kitaptı ama hatırlayamıyorum şimdi, notlarıma bakmam lazım.

Uzun lafın kısası, ben Tutunamayanlar'ın da biraz böyle olduğunu düşünüyorum. İnsanlar ediniyor, bakınıyor, bir şeyler paylaşıyor, ama baştan sona hazmederek okuyan kişi sayısı daha azdır herhalde.

insan ömrü yaklaşık 30bin gün (82 yıl gibi düşünürsek)
sizin maksimum 60larınızda olduğunuzu ve kitap okumaya 7 yaşında başladığınızı varsayınca karşımızda hadi biraz da ben koyuyorum 20bin gündür kitap okuyan bir birey var.
20bin günde birkaçbin kitap, 3000 desek her hafta bir kitap ve 50küsür yıldır bu tempo. yani, çok güzel. ama Tutunamayanlar ne zaman böyle popüler oldu? 2000'lerden sonra. Öncesinde niye okumadınız?
neyse bu kadar kurcalamayayım. neticede oğuzcuğum övülüyor..

sosyal medya sayesinde popüler. bir ara olric furyası vardı hatırlarsanız sosyal medyada. millet olric'i geyik malzemesi yaptı resmen. öyle paylaşıla paylaşıla meşhur oldu garipçiğim kitap.

Tutunamayanlar zor bir roman. Okumak, anlamak, yapılan göndermeleri kavrayabilmek için, ondan önce başka okumalar yapmış olmak, anlatılan dertler üzerine daha önce de düşünmüş olmak gerekiyor. Gerekiyor yanlış kelime, olsa daha iyi olur diyelim. Aksi durumlarda insanlar kitabı anlaşılmaz buluyor, içine giremiyor.

Peki neden bu kadar popüler? Tam da bu yüzden. İnsanların çoğu, bu kitabı okumamış olsa bile okuduğunu söylüyor. Kitaptan alıntılar yapıyor, kitaplığının en nadide yerine yerleştiriyor. Çünkü bu kitap bir nevi statü sembolü olarak görülüyor. Kitabın sahip olduğu tüm bu değerleri, onu okuduğunu söyleyerek, sevdiğini anladığını söyleyerek, ondan bahsederek kendi üzerine alıyor. Herkesin dahice ama okuması zor olduğu konusunda hemfikir olduğu bir kitabı, okuyan ve anlayan sınıfına dahil ediyor kendini. Öyle olmasa bile. Orhan Pamuk'un Kara Kitabında da aynı durum mevcut.

Bunu gündelik hayatta pek çok farklı alanda görebilirsiniz aslında. Şirketler ve reklamcılar nesnelere statü yüklerler, insanlar da bu nesnelere sahip olarak kendilerinin, pazarlanan o statüye de sahip olduğunu düşünürler. Bu yüzden gelirlerinin çok üzerindeki son model telefonlara kucakla para döker, tüö şartlarını zorlayarak son model arabaya sahip olmak ister, kocaman marka logolu kıyafetler satın alırlar vs.

Bu durumun örneklerini sanattan edebiyata, gündelik hayattan insan ilişkilerine kadar pek çok yerde gözlemleyebilirsiniz.

Hızlı okuyan biri olmamama rağmen on günde bitirmiştim, bilinç akışını sevdiğimden oldukça hoşuma gitmişti. Denildiği gibi ben de çoğu insanın okuduğunu sanmıyorum çünkü okusalar kitapta olmayan sahte alıntıları paylaşmazlardı xxxx Olric xxx şeklinde.

@sarap dumani'nin yazdığı duruma da Orhan Pamuk'tan bir alıntı ekleyeyim.

"james joyce'un ulysses'ini okurken, önce hayatı, rüyaları, sokakları, şüpheleri, hesapları, efsaneleri bizimkinden farklı olan kahramanlarla özdeşleşmeye çalıştığımız, ama daha çok da 'zor' bir kitabı okuduğumuz için kendimizi iyi hisseder, seçkin bir iş yaptığımızı düşünürüz. joyce gibi bir yazarı okurken, aklımızın bir yanı da joyce gibi bir yazarı okumakta olduğumuz için kendimizi tebrik etmekle meşguldür."

ulysses yerine x kitabını koyabilirsiniz.

------
EDİT: Soner Yalçın'ın büyük kütüphanesi mi varmış? Onun kadar cahil bir herif görmedim, kitap okumakla adam olunmadığının kanıtı.

ben hiçbir şey anlamadım. yarıda bıraktım başım götürmedi.

Ahahah, benim okudugum kitap sayisina takan arkadaslar olmus. Bir tarafim nurettin gibi video cek diyor: youtu.be
(bkz: nurettin d)
Diger tarafim binali reyiz gibi "binlerce kitap okudum, inanmazsan say kardesim" de diyor. Sanirim ikincisini yapacagim, neticede duyurumdaki soru insanlarin tutunamaynlar'i neden sadece kitapyurdu'nda 30bine yakin satin aldigiydi.
Bir de yukaridaki bir iki yanlisi duzelteyim: tutunamayanlar 2000lerde populer olmadi, evvelinde de populerdi. 7 yasimda degil, 3 yasimda okumayi ogr3ndim. Bir omer koc, celal sengor, soner yalcin kadar olmasa da hatiri sayilir buyuklukte bir kutuphanem var. Bir insanin omrunde bes bin kitaptan fazla kitabi hakkiyla okuyamayacagini dusunen ve olmezd3n evvel bu rakami gececegini uman bir kisiyim..
Not: dokuz yasimdaki oglumun okudugu kitap sayisini duyurunun yuzde sekseninden fazlasinin okumadigini dusunuyorum. Optum hepinizi sapsikler.

İnsanımız yeri geldikçe, fırsat buldukça kendisini olmadığı kadar kültürlü gösterme gereği duyuyor.
Örneğin kendi ifadelerine bakarsan, hiç kimse evlenme programı seyretmiyor ve herkes belgesel seyrediyor ama reyting sonuçları da ortada.
Tutunamayanlar, Türk Edebiyatında kendine haklı bir yer edinmiş, kalın, okuması zor, anlamak için de kafa yorulması gereken bir kitap.
Bu özellikleriyle, okunmuş olduğunun belli edilmesi 'Ben kültürlüyüm' demenin bir yolu olarak görünüyor.
Bir soru sorup kendisi gibi düşünmeyeni tik vermemekle cezalandıran soru sahibinin duyurusu da 'Ben kültürlüyüm' demenin bir başka yolu.
Ama abartırken dikkatli olmak da lazım. 'Birkaç bin' sözünü 3000 olarak kabul edersek, haftada bir kitaptan 57 yıl gibi bir sonuçla karşılaşıyoruz.
Matematik yalan söylemez.

@oguz altun
tik verilmeyenler benim gibi düşünmeyenler değil de soruya cevap vermeyenler. zaten tikin işlevi de verilen doğru cevapları onaylamak. ayrıca haftada bir kitap senede 52 kitap yapar ki, hakikaten de kitap okumayan insanlar yılda 52 kitabın çok olduğunu düşünürler...

benim tüm arkadaşlarım arasından en entelektüeli lise ikinci sınıfta tanıştığım bir insan. kendisi ve üçüncü bir arkadaş ile üniversiteye başladığımız yıl bir edebiyat dergisi çıkarma denememiz oldu. ben ilk sayı basılmazdan evvel ayrıldım. ikinci sayıya benden habersiz bir şiirimi koydular vefa babından. toplamda dört sayı çıktı dergi. o kısa süreli macerada bir çekirdek kadro oluştu. bu kadrodan üç tane genç edebiyatçı çıktı. bunlar günümüz ünlü edebiyatçılarının bazılarının rahle-i tedrisinden de geçtiler. ünlü edebiyat dergilerinde yazıları, şiirleri yayınlandı.

bu üç arkadaş ile bir hatıramızı mesela şurada okuyabilirsiniz: eksisozluk.com işte o piknikteki üç arkadaştan felsefe hocası olan arkadaş bu bahsettiğim. ben bir edebiyat, sanat vs. akımı biliyorsam bu arkadaş bire mukabil on katını biliyor. zamanının edebiyat sözlükünde (takma isimle) çok popülerdi. zaman içinde onlarca çevirisi basıldı. gerek kendi adıyla, gerek takma adlarla kitapları basıldı. neyse, uzatmayayım...

işte bu arkadaş ile yıllar sonra buluştuk geçen ay. konu tutunamayanlara geldi bir şekilde. ben bunun üniversitede tutunamayanlar okuduğu zamanı hatırlıyorum. hatta o zamanlar, sonradan kız arkadaşı olacak olan bir arkadaşı ile üzerine konuşup ediyorlardı. ben buna "tutunamayanlar da ne güzel kitapmış yahu, öyle bir kitap niçin bu kadar popüler, kaç kişi okumuştur ki" gibisinden, bu duyuruda sorduğum gibi şeylerden bahsedince bana "oğuz atay'ın bu kadar popüler olmasının sebebi solcu olmasıydı" dedi. ve tutunamayanlar için ise "ödül kazanmasının sebebi milliyetçilik karşıtı bir roman olması" dedi. ya eleman koca tutunamayanlar'ı "milliyetçi karşıtı bir roman"a indirgedi, iyi mi?... ben karşı çıkınca "ya zaten mağdur edebiyatı yapan arabesk romanlar tutar hep" dedi. bunu bu eleman dedi ya! o zaman ben daha iyi anladım, bu romanı türkiye'de adam gibi okuyan çok çok az insan var...

benim okumamış olma sebebim de, sırf isminden ve popülerliğinden dolayı bir "boynu bükükler" gibi ucuz duygu sömürüsü yapan bir şey zannetmemdi. (gerizekalılık önyargı karışımı bir şey işte benimkisi) bu duyuruyu açtığım zaman yarısına gelmiştim ama sonra araya başka kitaplar girdi...

bu yıl, tekrardan başladım ve sindire sindire bir okuma gerçekleştirdim. yani o kadar dikkatle, yavaş ve keyif alarak okudum ki, mesela 14. bölüme geldiğimde bazen günde üç sayfa kadar okuyordum. şu anda kitabın dörtte üçü bitti. bu zaman zarfında -abartısız- iki yüzün üstünde (evet 200) gönderme yakaladım. (abartacaksak bin diyelim bu sayıya) bunlar benim yakalayabildiklerim daha. ama bu edebiyatçı arkadaşım bile tutunamayanları üstün körü okumuşsa, ben sorumun cevabını almış oldum bir şekilde...

soul kitchen

Soul Kitchen

www.imdb.com

big night,aşk tarifi ve netflix dizisi olarak chef's table.

Julie & Julia

www.imdb.com

www.imdb.com

Tortilla soup
Big Night

www.imdb.com

Ratatuy (Ratatouille)

zararli. karacigeri asiri zorlar.

antibiyotigine gore gozle gorulur yan etkisi de olabilir, lutfen ilac prospektusunu okuyun

Zararlı evet. Düzenli şekilde yapmak kesinlikle tavsiye edilmez. Bi kerelik kaçamak falan yapacaksaniz tolere edilebilir kullandığınız antibiyotik türüne göre belki. Ama ozellikle metronidazol türü(flagyl örneğin) antibiyotiklerle asla asla asla alkol alınmamalı.

Sonuç: bence içmeyin

www.bbc.com

Eğer dar gelirli isen bir avantajı yok. Yaşlanınca sokakta kalmamak. Çocuklara bir ev bırakmak. İstediğin tadilatı yapabilmek. Bir felaket durumunda satıp nakti kullanabilmek. Ev almak mutlak avantaj.

Yok zaten 5 tane evin varsa git istediğin yerde kirada otur. Onun da o avantajı var. Eskidikçe ev değiştir.

400 bine 20 yıl'da 2bin lira kredi veren bankayı bilmiyorum ama; zamanında ev kredilendirdiğimiz için o işler anlattığınız gibi değil de şöyle oluyor.

Misal evin fiyatı 10 para olsun ve siz bu evi kredi ile alırsanız eğer evin fiyatı size 15 paraya geliyor.
Yine bu 10 paraya kredili aldığınız evin kirası 0,05 para olsun ödeyeceğiniz kredi bedeli 0,1paradan biraz daha fazla olacaktır.(10yıllık ödemelerde- 20 yi o yüzden bilmiyorum dedim)

keza artık kirası 0,05 paralık bir evi 10 paraya alabiliyorsanız da bu karlı bir yatırım olarak görünüyor. Çünkü ev fiyatlarında arazi/rant bedelinin yüksekliğinden dolayı kira oranları düştü.

Yani mantık daha doğrusu seçme şeması şöyle kuruluyor, daha kötü bir semtte ev aldığınız paraya daha iyi bir semtte kirada oturabilirsiniz. İşte burası tamamen sizin tercihiniz oluyor.

ev almak iyidir, ev bir yatırım aracı değildir(kendi fikirlerim ekonomi yatırım kaldırım falan anlamam), çünkü eskir, kiraya verirsin, yok emlak vergisi, yok kiraya verdiğin vergi, yok çatısı akar, asansörü bozulur, kombisi bozulur, kiracı 5 6 sene oturur, içi iyice yıpranır yeniden kiraya vermen için yaptırman gerekir.

ne zaman ev almak gerekir? eğer oturacaksan, işine okuluna, ıvırına zıvırına yakınsa almak iyidir, yoksa kiraya vereyim mantığı pek sağlıklı değil.

Sansliysan 80 yil surecek omrun var. Yani aslinda hep kiracisin. Mulk sahibi olma durtusu insanin daha hayvandan kendini ayiramadigini gosteriyor.

"400 bin tl lik bir ev düşünelim. Kredi çeksek ayda 2 binden 20 yılda ödemesi bitiyor."

oturup hesaplamadım güncel faizleri ama, dediğin gibi olsa herkes bugün kredi çeker ev alır. yılda yaklaşık 25 bin 20 yılda 500 bin ödeyerek 400 bin lira kredi kullanabilsek, keşke. zira enflasyon %10dan fazla zaten. 20 sene sonra 2bin lira, biraz abartırsak, simit parası olur.

Öyle bir dünya yok. 400 bini 800 olarak filan öderiz, sanıyorum. hadi 700 olsun.

ki 100 bin peşin zaten veriyorsun. %20yi filan vermen gerekiyor, onun üstüne 300-400 neyse çekmen lazım. buna göre hesaplaman lazım.

kısaca 100 peşin verip 400 kredi çekersek ve 500 bin liralık ev alırsak, evet o ev, kirası 2bin lira civarında edecek bir ev olur -ankara için başka şehirlerde oranlar değişebilir. Ama ödediğimiz kredi 2bin olmaz 4bin olur :P insanlar genelde 10 seneden fazla kredi pek çekmiyor zaten. burası ABD almanya filan değil mortgage yok aslında bizde öyle 30 sene minik minik ödemek söz konusu değil. yani ev sahibi olmak kötüdür demiyoruz iyi tabi de öyle kira öder gibi olmuyor bizde o işler.

20 seneye göre düşünme 7-8 yılda bitirdi benim etrafımda herkes krediyi ben de 3 yılık kullandım. öyle 20 senelik hesap yapabilen bir millet değiliz biz, ekonomi de müsait değil. 3-5 sene sıkıp ödüyoruz genelde.

"Bu durumda kirada oturmanın avantajı nedir ?"
bence en büyük avantajı mobilite. çocuğunu okula yazdıracaksın mesela x mahallesinin okulu daha iyi, çat diye gidebiliyorsun çünkü artık sistem onu gerektiriyor. iş değiştirmeyi vb. şeyleri daha esnek düşünebiliyorsun.

çok zengin insanların başka dünyası var. ben ortalama insana göre şey ettim.

edit: ben 400 bine 800 ödersin derken az bile demişim. 700 zaten olmuyormuş. adam 440 için 950 ödendiğini yazmış. faizler baya oynamış.

Ayda 2bin 500 kiraya oturdugun evi krediyle almaya kalkarsan aylik odemelerin 6-7bin olur.

Kira odeme gucunu sabit kabul edersek, ya iyi evde kirada oturacaksin, ya da lukslerinden feragat edip daha kotu bi evi satin alacaksin.

brkylmz +1, kredi için ödediğin parayla daha konforlu evde ya da semtte oturabilirsin. kendinden sonraki nesle mal mülk bırakma derdi olmayan için daha mantıklı, mesela ben sırf evim olmuş olsun diye tüm hayatımı "sefalet" içinde geçirmeyi tercih etmem, etmiyorum zaten.

Özet geçiyorum, kira öder gibi bir mantık kredinin ilk yıllarında yok.

Kredi çekip aldığınız evin ilk 6 yıla kadar ki aylık ödemeleri kiradan fazla tutuyor, insanları korkutan da bu.

Ama bu 5-6 yılı atlabileceğine inanan ve başka harcmalarını kısıp kredi borcuna giren insanlar ileride rahtlıyorlar. Çünkü hem ödedikleri taksitler güncel kira bedeli kadar oluyor, hem de ödemenin biteceği günü bilmek iyi bir şey.

Kira ömür boyu bitmeyen taksittir, Allah her kiracıya ev sahibi olmayı nasip etsin.

Oturmalık ev için hesaplar başka, yatırımlık ev için hesaplar başkadır.

Dur üşenmeyeyim güncel bildiğim fiyattan yakın örnek vereyim;

200 bin liraya satılan ve kirası 900 TL olan bir daire örneği hesaplayayım size, fiyat sallama değil gerçektir.

%25 peşin vererek kredi çekelim, yani 50 bin ğeşin 150 bin kredi çekelim. Hemen güncel kredi hesaplarına bakalım.

120 ay (10 sene) aylık taksit tutarı 2.310 TL imiş (vakıfbank)

Kiraya bakalım;

1. yıl : 900 TL
2. yıl : 990 TL
3. yıl : 1090 TL
4. yıl : 1200 TL
5. yıl : 1320 TL
6. yıl : 1450 TL
7. yıl : 1600 TL
8. yıl : 1760 TL
9. yıl : 1935 TL
10. yıl : 2130 TL

Kira artışını her sene %10 hesapladım, bu orandan aşşağı düşmez en iyimser zam oranı bu.

10 sene boyunca aynı evde kiracı olduğunuzu varsaydım, ev değiştirdiğinizde kira rakamlarının daha fazla güncellendiğini her kes bilir.

Bu 10 yılda kiraya toplam 172.500 TL ödediniz, ve asla geri dönüşü yok.

200 bine aldığınız evin 10 sene sonra ne kadar değerde olacağı da ayrı bir hesap.

Benim yaşadığım şehirde ev fiyatları aşırı yüksek, kiralar uygun. Bu yüzden cesaret edemiyorum tam olarak.

Şuan oturduğum daire 2 yıllık, içerisi gayet yeni, iç dış yalıtımı olan bir daire. 2 yıl önce 180 bin liraya satılmış. Şuan aynı bölgede yeni yapılan muadili daireler, yalıtımsız olarak 220-250 bin lira arasına satılıyor.

kiralar ise 500-700 lira arası ki ben 600 lira kira veriyorum. farazi bir hesapla 10 yıl boyunca vereceğim toplam kira 100 - 110 bin lira arası bir şey.

Birikmiş bir param olsa koşarak ev alırdım ama. kendi evinde, kendi istediğim gibi evin tasarımını yapma özgürlüğü bile ayrı bir zevk sonuçta. eve şuanda çivi bile çakarken 2 defa düşünüyorum.

ama tamamen kredi ile benim bahsettiğim şartlarda ev almak çok sağlıklı gelmiyor bana.

Herkes ödeme planlarından bahsetmiş. Ben de farklı bir tarafını söyleyeyim;

20 yıllık kredi ödemeleri, ekonomisi istikrarlı olan, alım gücünün yıllar içerisinde kendini koruduğu, çalışan haklarının gözetildiği ülkelerde mantıklı olabilir ancak bizimki gibi orman kanunları ile yönetilen ve yarın ne olacağını bilemediğiniz, ön göremediğiniz ülkelerde bence çılgınlık.

Böyle bir borç yükünün altına, mevcut şartlarınız önümüzdeki 20 sene boyunca iyileşerek devam edecek ön kabülü ile giriyorsunuz ama hatırlatırım ki burası Türkiye. Bu borç size, patronunuz tarafından "bu sene sana zam yok" dendiğinde küçük emrah gibi boynunuzu eğip söyleyeceklerinizi yutkunma olarak geri döner. iş yerinde çıkarılma durumunda boğazınızdaki yutkunamadığınız yumru olarak geri döner. tüm hayatınızı bu borca göre kurgulamanız gerekir.

Bu sistemi döndüren ana çarklardan biri de budur zaten. Boşuna bankalar bol keseden kredi dağıtmıyor, boşuna ev almanız, çocuk yapmanız özendirilmiyor.Bu çarkın içine bir kez girdiğinizde artık siz de başkalarının kararlarına tabisiniz. Sesiniz tamamen kısılmış olacak. Bu asla ev almak çok saçma, sakın ev almayın demek değil. Sadece arkasında böyle şeylerin de olduğunu hatırlatmak için söylüyorum. İnsanların bu denli ev almak isteme sebeplerinden biri de zaten kendilerini garantiye alma istekleri. Çünkü gelecekleri belirsiz. En azından kafalarını sokacakları bir yer bulunsun istiyorlar. Bu bile içinde bulunduğumuz şartların ne denli istikrarsız olduğunun göstergesi.

Ben bunun için ayrıntılı bi excel tablosu hazırlamıştım. Kira götürüsü, paranın enflasyon ve faiz değerleri falan ve belli bir başa başa noktası çıkıyor. İsteyen olursa atarım.

2000 lira aylık taksit + hayvan peşinat vereceğime 1200 1300 aylık kira veririm peşinatı da başka bir şeye kullanırım.

Ev saçma geliyor bana.

tek avantajı kafanın daha rahat olması. yani borç yok, stres yok.
genel olarak rahat bir insansan, düzenli gelirin varsa ve kolay risk alabiliyorsan hiçbir avantajı yok.
sonuçta maliyet başabaş çıksa, hatta konut kredisi %10 daha maliyetli olsa bile 10-15 yıl sonra ev senin oluyor. ev sahibinin ağız kokusunu çekmiyorsun. ulan eve bi şey yaptırıcaz ev sahibi ne der, bu sene ne kadar zam dayayacak diye düşünmüyorsun. zırt pırt taşınma derdi yok vs.
ayrıca aldığın evi kiraya verip, farkını vererek yine istediğin evde kiracı olarak yaşabilirsin.

Ben de gerçek rakamlarla ornek vereyim. Ucuz bir evi (200 bin lira değerinde bir ev örneğin) satın almak mantıklı olabilir ama doğru durust bir ev almak isterseniz iş değişiyor.

Ornegin benim oturduğum ev 550.000 liraya satılıyor. Kirası ise 1800 lira. Bu evi satın almak için önce 110 bin lira peşinat veriyorsunuz, sonra da 120 ay boyunca yaklaşık 7000 lira ödüyorsunuz.

Yıllık kira artışını kabaca %10 alsak 10 yılda toplam 355 bin lira kira ödüyorsunuz. Mortgage ise toplam 950 bin lira oluyor.

10 yıl sonunda 550 bin liralık ev 950 bin lira eder mi? Kiralayan aradaki farkı biriktirdi ise elinde faiz getirisi hariç 595 bin lirası oldu, bu parayla aynısı olmasa da ev alabilir mi (peşin)? Gibi çeşitli soruları kendinize sorun. 10 yil boyunca kredinin yaratacağı stres falan bunlara hiç girmiyorum bile. Ev alanın odeyecegi vergi, tadilat masrafı gibi kalemleri de hesaba katmadım. Kiralayan gerekirse daha ucuz bir eve geçip tasarrufunu da arttırabilir.

aylık faiz %1 civarında şu anda. bir kaç yıla önce 0,65-0,7 olduğu dönemler oldu. faiz maliyeti hesapları değişir o nedenle. bir de evin 550.000 bine satılık ilanı olması satılacağı anlamına gelmez. bence 1800 kira için 550 çok mesela. burda da evin kira çarpanına bakmak lazım.

Kooperatiften alır iseniz müthiş kazançlısınız.

@merhum aslında aylık kira 2500 civarında, ben eski kiracı olduğum için az ödürüyorum. Aynı evi konumuna göre 600e satan da var. Bu fiyatlara çok rahat satılıyor, o yüzden yazdım.

Satış fiyatı ve kira ücreti arasındaki oran çok bozuldu birkaç senedir.

Zamanın ötesinden geliyorum.

@orientblue’nun hesabında yapılan evin kirası 25000 ev 5000000 lira oldu. Daha beş yıl taksit ödemeniz var, ve şuan hala 7000 lira taksit ödemesi yapıyorsunuz.

o dönem gözü karartıp alanlar kendi evlerine ayda 2bin 3bin kredi ödüyor. kredi köleliktir diyenler elalemin evine 15bin kira ödüyor.

bu ülkede romantik fikirlere yer yok, alıp geçeceksin.

yav kardeşim bu nasıl matematik?

30bin kirada oturuyorum. oturduğum ev 10 milyon tl.

3 milon peşinat versem, 10 yıl boyunca ayda 100bin liraya yakın para ödemem gerek. ne 3 milon peşinatım var, ne aylık 100bin tl param var.

ev almak her türlü mantıklı, ama çoğu kişinin kendi oturmak isteyeceği alabilecek parası/peşinatı yok.

Camların odak noktalarında problem de olabilir. Yakın zamanda tanıdığım birinin başına geldi. Camları geri gönderip tekrar yaptırdılar. Gözlükçünüze bir kontrol ettirin. En azından bu ihtimali elemiş olursunuz.

Onu bilmiyorum ama ilacı bol suyla iç, yemek borunda takılı kalır da orada erirse parçalama özelliğine sahip tetradox.

www.bbc.com

suzidir derler bana
galatanin eskisi
kafa kurnazlik kupu
vucut karpuz sergisi

@midili herkes öyle demiş ama olmadığı açık, suzidil olabilir ya da tommiks'deki suzi ile bağlantılı olabilir ama kesin değil.

Şarkının sözlerini açmak gerekirse şöyle diyor;

Suzidil derler bana diyor yani gönül, kalp yarası. Galata, eski istanbul'da her türlü kumarın, illegal işin döndüğü, tersanelerden, kayıkhanelerden gelen gemicilerin içki içip cima eylediği bir batakhane. Levent Yüksel'in şarkısını hatırlarsınız "güya Galataya dadanmışım" yani karıya kıza gidip ortamcılık yapıyormuşum diyolla demeye getiriyor.

Neyse konumuza dönelim. Şarkıda ablamız diyor ki, Galata ortamlarında kendisini gören beyzadeler kendisine abayı yaktığı için lakabının kalp kıran olduğunu söylüyor. Zira abla Galata ortamlarının eskisi, anasının gözü. Bu aptal aşıkları tokatlayıp parasını yiyor. Kafa full bunlara çalışıyor. Götü başı manav tezgahı gibi sergileye sergileye geziyor ki yeni aptal aşıklar tuzağına düşsün.

dan ariely'nin akıl dışı ama öngörülebilir'i (bkz: predictably irrational)

hal niedzviecki'nin dikizleme günlüğü ve ben özelim kitapları

rainer funk- "ben ve biz, postmodern insanın psikanalizi"

pascal bruckner- ömür boyu esenlik (bkz: l'euphorie perpetuelle)

Ayrıca okuması kolay ve farklı fikirler edinebilmek için alain de botton kitaplarına da göz atabilirsiniz. Bence seversiniz.

Doğan Cüceloğlu Üstün Dökmen ve Engin Geçtan. Bu üçü Türk toplumu içerisindeki psikoloji için çok iyi.

Daniel goleman - duygusal zeka (neden IQ'dan daha önemlidir ?)

bu konuda kitaplar ya çok teknik ya da çok vasat- popüler (bana göre üstün dökmen,doğan cüceloğlu vasat ve popüler) ben bu aralar psikeart dergisini takip ediyorum.

engin geçtan-hayat

engin geçtan-insan olmak

ericc fromm- insanda yıkıcılığın kökenleri

victor frankl- insanın anlam arayışı

ırvin yalom tüm kitapları

david burns- iyi hissetmek

şimdilik aklıma bunlar geldi, başka gelince editlerim.

Geçen hafta yakin bir arkadaşımın dedesinin cenazesindeydim.

iki yıl önce de aynı arkadaşımın abisinin cenazesindeydim.

Dört yıl önce de aynı ark... Şaka şaka.

Evet yakinimsa gidiyorum. Çünkü benim için bir şey ifade etmiyor o namaza katılmak fakat arkadasim icin bir şey ifade ediyor olma ihtimali için bile değer.

kardeşim danimarkada mıyız heralde gidiyoruz soruya bak

geçen bir cenazeye gittim, "ben ateistim, bu namazı durdurun" deyince eşşek sudan gelene kadar dayak yed... şaka şaka. gidiyoruz tabi ki. amaç "aman dur hele, bi namaz kılayım sevaba gireyim" değil sonuçta. cenazesi olanın yanında durmak olmak için gidiyorum. öylesi bir ortamda da çıkıntılık yapacak değilim.

ayrıca imkan varsa namaza katılmadan direkt taziye aşamasında ortama girmeyi tercih ediyorum.

bu dini bir olaydan çok vefat eden kişiye uğurlama töreni. hangi inanca mensup olduğumuzun bir önemi yok.

gidiyoruz, namaz kılıp dua okumuyoruz belki ama cenazelerde olay sadece bundan ibaret olmuyor zaten.

tabii ki gidiyoruz. namaz niyetine değil, uğurlama ve son görev niyetine gidiyorum ben. gitmemek ayıp olur ve kendimi de eksik hissederim. ama bu konu masaya yatırılsa başka şekilde bir uğurlama töreni olmasını isterdim.

gitmiyorum, gitsem de saf tutmuyorum. gitmeyi normal bulan bence cumaları da kaçırmasın, sevabı var.

Gittim ama namazı kılmadım, manasızca durdum geride

Neyse akliselim cevaplar geliyor çok.sukur

evet, tabii ki gittim. gömülen yakın akrabam da ateistti bu arada. iki çocuğundan biri de ateistti. iki tanesi hariç tüm yeğenleri de ateistti.


hepsi dindar olsun yine giderim.

bizim umrumuzda değil bunlar. ölmüş bir kişi var, sevenleri toplanmış ve "hoşçakal" demeye çalışıyor. bundan ibaret.

ha, özellikle ölen kişi açısından baktığımda, bu ülkenin bunları düşünmenin lüks kaçmayacağı bir ülke olmasını dilerdim, o ayrı.

Gidiyorum. Uğurlama, uğurlayanların yanında olma+1
Gittiğim kişi yakınımsa sonrasında tespih çekme faslına katkıda bulunurum, mevlidine, okumasına katılırım.

Anne ve babamın ardından dualarını da ettim, okumalarını yaptım - yaptırdım, dini anma töreni düzenledim (mevlid). Kendi ateist vefat eden annesi müslüman olan bi arkadaşım da aynını yaptı. Çünkü vefat edenlerin böyle bi talepleri, beklentileri vardı, biz de yerine getirdik.

Elbette gidiyorum. Namazda saf tutmuyorum belki ama cenazede bulunuyorum. Hristiyan ya da musevi arkadaşlarımız da geliyor müslüman cenazesine, biz de onlarınkine gidiyoruz.

Cenazeler, geride kalanlar içindir. Hepimiz, kendimizce uğurluyoruz geride kalanlar olarak gidenleri.

Bir ateist olarak eskiden, öldüğümde müslüman adetlerine göre gömülmeyi red ederdim. Ama dedim ya, cenazeler geride kalanlar içindir. Ben öldükten sonra, kim nasıl istiyorsa, nasıl rahat ediyorsa öyle gömebilir, uğurlayabilir beni. Hepsi şimdiden kabulüm.

Rank ve vlookup fonksiyonlarını kullanabilirsin.

diğer bir seçenek sayfayı çoğaltıp puana göre tüm tabloyu büyükten küçüğe sıralamak ve ardından C sütununu oradan alıp diğer sayfaya yapıştırmak olabilir.

bunu fonksiyonlarla uğraşmak yerine ilgili sütunları kopyalayıp sortla büyükten küçüğe dizmeyi deneyebilirsin.

bunun dışında max fonkiyonuyla en büyük; large fonksiyonu ile 1,2,3,4... sıradaki veriye erişebilirsin. ancak vlookup sola doğru arama yapmadığı için index fonksiyonuyla cebelleşmen gerekecek.

Pivot table. Verilerin tümünü seçip, insert--> pivot table de. notları da büyükten küçüğe sırala. Al sana cillop gibi özet tablo. Ayrıca diğer taraftaki notları değiştirdikçe, pivot tabloyu refresh edersen, özet tablonu da güncel tutmuş olursun.

yazık ya. o ne fiyat. o fiyata birini tutayım sırtımı sıvazlasın, adamın emeğine kazanç olur.

neyse,

metro grossmarket'te colombia, north face filan satılıyordu, belki saçma fiyatlardan biraz daha az saçma bir fiyat olabilir, bakarsınız.

ek bilgi: o ördeklerin kuşların tüylerini canlı canlı yoluyorlar.

www.columbia.com

buradan almayı denesene kargo filan daha ucuza gelebilir.

Modadan anlamam, ama şöyle cevap vereyim.

Parasını hakeden bir kalite sunuyor olabilir, ama görüntü itibari ile kalitesini/pahasını belli eden bir ürün gibi durmuyor.

100 liraya birisi çakmasını alıp sırtına taksa ve yan yana gelseniz çok bi fark olmaz gibi sanki. Kolayca sahtesi üretilen ürünlerin de böyle bir sorunu var.

www.amazon.de

www.modacruz.com

hoşuna gitmişse ve ücreti'de koymuyorsa ne beni dinle nede kendini yor.

amazon varken iki katı para vermeye gerek yok boynere.

amzn.to

Öncelikle bu ürün, columbia cascade peak modeli. Aslında bir dış katmanla giyiliyor. Bu yüzden zip ve 3 yerden bağlantısı var. (bu yüzden full zip olmayan modellerden biraz daha pahalı) Olması gerektiği gibi bunu bir dış katmanla giyerseniz, maksimum verimi alırsınız. Tek başına bir iç katmana bu para verilmez. Benzer fiyatlara iki katmanlı bir model alabilirsiniz.

Amerikada bu model, aşağıdaki linkteki gibi satılıyor. Ama yurduma girince muhtemelen dılını ayrı, içini ayrı satıyorlar.

www.columbia.com

Bu fiyatlik bir ozelligi yok, size kalmis. Yillardir Columbia urunleri kullanirim, buyuk cogunlugu o paralar etmiyor giydiklerimin. Ulan o zaman niye aliyorsun diyeceksin, cevap marka takintisi.

Kaliteli bir şey arıyorsan


Hatemoglu indirimlerine bak.ama sanmiyorum o fiyata olacagina

Altınyıldız outlet ama aradığın. Orada bulabilirsin kaliteli ve ucuz.

Onun dışında outlet mağazaları gez genel olarak

igs'de vardı geçen ay 400 tl

süvari

şuralara da bir bak istersen;

www.morhipo.com

www.network.com.tr

outletleri gez, zevkine göre bulursun bişey. ankarada ise acity, istanbulda isen viaport ya da olivium.

Üzerine biraz ekleyebilirsen sarar interview slim fitte çok iyidir

bizde de öyle bir geyik var. yasa mı çıkmış neymiş. geçen sene izinleri biriktiremezsiniz, kullanacaksınız dediler. birkaç arkadaş zorla 1 haftalık tatillerini 2 hafta yaptı hatta eski izinlerini bitirmek için. ama şimdi pek muhabbeti dönmüyor. illa 1 yılda bitirin demiyorlar yani. sadece çok biriktirmemizi istemiyorlar anladığım kadarıyla. şirkette 300-400 gün izni olan kafayı yemiş müdürler var, bu saatten sonra onlara bir yaptırım uygulayamıyorlar ama gelecekte de onlardan olmasın diye şimdiden fazla izinleri olanları erittiler işte.

bizim bankada da öyle, bitirmek gerekiyormuş izinleri.

Valla devlet kurumsal sayılır mı bilmiyorum ama bizde de öyle. 2 yıl kullanilmayan izinler yanıyor ve yil sonu kullan diye söyleniyor müdürler tarafından

ekibine bağlı bazı ekipler (müdürlükler) diğer yıla sarkmasına izin vermiyor kullan diye zorluyor, bizim ekipte ise zorlama yok devrediyor kullanmaz isen.

shut down denilen dönem var ve şirket kapalı zorunlu izne çıkılıyor