Muz B, mandalina A.

ikisi de b

ikisi de a

soymam ben direkt götüme sokarım.

böyle duyuruya böle cevap :(

ikisinde de A

kici yada basindan soyuyor olmamiz neyi ifade edecek? :)

ikisi de b.

Muz A, mandalina B.

muz b mandalina a

muz b mandalina a

Muz B, mandalina A.

muz b mandalina a

@camforog afiyet olsun sana dilim dilim sok

@hain kostok bir arkadaşım eşi ne ters insansın senden başka muzu mandalinayı bu şekilde soyan yok demiş ancak arkadaş ortamında gördük ki herkes farklı şekilde soyuyor
Açıkçası A noktasından soyulduğunu ilk defa gördüm.

muz b mandalinaya ortadan girişirim sokarım tırnağı...

muz b
mandalina a

Her ikisini de A'dan soyarım.

muzu üstten mandalinayı alttan

ikisi de b

muz a, mandalina'da 50/50

b, b.

Muz B, mandalina A.

muz b, mandalina a.

muz A
mandalina B

muz a tarafından çok kolay soyuluyor.

muz b (sapı muzun a noktasına paralel olarak aşağıya doğru büküp soymak çok rahat oluyor),
mandalina a (a noktasına parmak sokmak suretiyle delik açtıktan sonra kolayca soyuyorum)

ikisi de B.

Muzu daima a, (maynunlar gibi) mandalina ikisi de.

Muzu sapı olan B noktasında, mandalinayı ise içe göçük olan A noktasından.

muz b , mandalin a

Muz B, mandalina A şaşmaz.

muz A, mandalinada bir tercihim yok.

ikisi de a.

ikisi de b.

o kısımlar sert olduğu için kabuğu oralardan ayırmak daha kolay oluyor.

A A. Zaten oralar açma halkası gibi.

Muzu kopardigim yerinden mandalina ise soyamam içim bi tuhaf oluyor.

ortadan abi, özellikle mandalina ve portakala ortadan girmek en güzeli
aha böyle
prntscr.com

a a

alkışlarla mı yaşıyon ?

danışma, sekreter, ön büro artık her neyse oraya git ve görüşmenin ne zaman yapılacağını sor. başka planlarının da olduğunu belirt.

Patron ve mühendisler var burada sadece. Sekretere falan da denk gelmedim.
Tanıdık aracılığıyla geldim proje firması diye lakin ne üzerine çalıştığını bile anlamadim

bekle bir 10-15 dakika daha, bir şeyler oku. olmuyorsa da canın sağolun.

Senin çalışmaya gönlün yok, boşver çık git. Kurumsal bir yer olsa zaten her şey planlı programlı yürür. Tanıdık aracılığıyla bir firmada işe girme ihtimalin var, işe de ihtiyacın varsa 30 dakika da beklenir 300 dakika da. İşsiz adamın iş bulmaktan daha önemli işi mi olurmuş. Ama çok önemli değil öylesine geldim diyorsan en başta dediğim gibi çık git boşver.

(bkz: iş görüşmesinde bir odada yarım saat bekletilmek)
okuyadur, vakit geçer :)

ölene allah rahmet eylesin, yanlis da anlama ama gidip kimseyi kurtaracak halin yok, taziye ertelenebilir 1-2 saatligine. hani en bastan gitmeseymisin ara ertele gorusmeyi diyebilirdik fakat artik gitmissin ve yarim saat beklemissin. ustelik aradaki tanidigin da kredisini zayiflatirsin (hani adam gondermistin, iki dakka oturamadi yerinde deyebilirler) ikinci kez sana referans olmayabilir.

Aldılar mesajdan sonra.
@osurdum hacı halimi bilmeden çalışmaya ihtiyacın yok ayağına girme bence.
Neyse is olursa cevap verenlere benden tatlı, tabi maaşa göre tulumba veya kadayıf olarak değişebilir bu tatlı :)

Tanıdığa rağmen bekletmeleri onların hıyarlığı. Projeciler zaten ekseriya hıyar olur. Birazdan reklama da girer mülakatta. Puff. Bekliycen.

Belki sabır testidir, o yüzden bekletiyorlardır.
Umarım taziyeye çok gecikmezsiniz.

Istisnalari olmakla birlikte kadınlar genelde böyle. Kafaya takmayin.

Haksız olan sensin, kadınlar çiçek ve melektir!! böyle şeyleri asla yapmazlar. onlar kırılgan onlar saf onlar temiz... onlar yürekli onlar gerçekten sever.... erkeksin ve pisliksin... (duyuru kızlarının duymak istediği cevap)

gerçekte olan:
kadın dediğin böyle bişey. 2, 3 seçenekten mantıklı olanını seçer. boşuna kafa takıyon. hobi, meşgale bul. yani kötülük o kadına özgü bir şey değil. başka kadın da böle yapıcaktı. en fazla mesaj atardı, ufak ufak muhabbeti keserdi filan. ilgiyi topladı skor oldun. olay bu. mezopotamya'da insanlar serengeti'de gibidir. kadınlar ilgi ve para toplamaya, erkekler de iri memeli kızları toplamaya çalışır. kaybetmemeye çalış.

Sevgilisiyle arası soğukken ilgiye ihtiyaç duyup seni kullanmış, sevgilisiyle tekrar ısınınca da seni buruşturup atmış. Özeti bu. Kötüdür/iyidir bilmem ama çok kafana takma böyle şeyleri. Güvensizlik duyulacak bir durum yok.

kadın ya da erkek olmakla alakası yok. bunu yapan kötü biri evet.

"aynı şeyler ben yapacak olsam hiç yoktan bir açıklama yapardım üzülmesin diye"
ne demesini bekliyordun, "pardon ya eski sevgilimle barıştık biz o yüzden konuşmaya devam edemeyiz" mi? acımasızlıkla alakası yok, hayatını değiştirip bir anda ortada mı bıraktı sanki, alt tarafı flörtleşiyormuşsunuz işte.

ben duygularımı açıklamıştım ama. o da cevap olarak "şu an hiç kimseye o gözle bakamıyorum" demişti. madem böyle bir şey vardı kibarca söyleyebilirdi.

ve evet hayatımı değiştirdi. ağzıma sıçıldı.

@proton sana aşkla ilgili şeler yazdığımda burdaki sözlük kızları gibi '' kadın düşmanı, yok darbe yemiş'' filan diyip duruyodun :(

nese yaşla tecrübe artar. karşıdaki tüysüz, bıyık kaş alıyor diye iyi biri sanıyosun. ortadoğudan çok az insan çıkar. çok az... boşuna kasıyosun, götünü kaşıyosun özgür kardeşşş (ben bi kolpaçino patlatlıyım akşama)

Yaoma etme gozunj seveyim kardeşim... cigeri peş para etmezin biriymiş o kiz... soyle dusun biritle tanisiyosun sonra eski sevgiline donmek icin siliyosun insan yerine koymuyosun... veya eski sevgilis yerine koy kendini baska adamlarla konusup sonra geli tekrar sana donuyo...

neresinden tutarsan tut durust biri degil bu kiz...

olum hala nasil bu kadar naifiz erkekler olarak hayret ediyirum... kadinlar cok guvenilmez ve yukarida arkadasin dedigi gibi, cok sik yapiyolar bunlari...

şu an hiç kimseye o gözle bakamıyorum demiş, niye umutlandın ki o zaman; kendisi demiş işte ilerisi olmayacak diye?
ve evet, bu kadar naif olmayın, olmayalım erkekler olarak. 4s kuralını aklınızdan çıkartmayacaksınız, duygu aşk maşk hikaye şu zamanda.

bu şekilde açarsan insanlara kendini elbet birileri gizli gizli pisleyip gidecektir. kendi ağzınla söylüyorsun daha yeni tanıştık filan... bu kadar kolay mı ya bi insanı sevmek?

@baba jo ya o zaman pas vermeseydi.

@iiiii aşık oldum ne yapayım?

Kadınlardan çok fazla şey bekliyorsun bro.

proton 5x5 gideceksin kızın kapısına; diyceksin ki ben aşağıdayım iki dakika gelir misin bi yere davet etmiyorum yürüyelim biraz diceksin. 1 kilo da yürürken yemek için mandalina alıcaksın. Cool ol biraz. Kıza da ikram et hepsini sen yeme.(Turuncu ve ince kabuklu olsun sarı mandalina götürme şeker gibi olsun tadını unutamasın her yediğinde seni hatırlasın amq yap bunu ben yaptım içine oturdu) Diyceksin ki: ben buraya tek kelime kötü birşey söylemeye gelmedim, sakın tedirgin olma. Tamam ben de boşluktaydım, ortak arkadaşlarımız vardı hızlı gelişti illa ki duygular benim açımdan ve doğal olarak hoşlandım ama senin yaptığın da doğru değil. Ben buraya ikimiz için şans istemeye benle birlikte olman için yalvarmaya gelmedim. Hislerimin de sonuna kadar arkasındayım ama hayırlısı olsun. Bu yaptığın yanlış ama benim de hatalarım var. Her insan hata yapar vs. karizmayı toparla ki için rahat olsun. Yoksa düzelemezsin.

kadınlar size yüz verdiğinde bu sizden hoşlandığı anlamına gelmez illaki. senin ilgini sömürmek ve karşılığında hiçbir şey vermemeyi de planlıyor olabilir. ama şanslısın ki bu durumu yaşamamış erkek göremezsin.

emm nasihat değil çocuk çözüm istiyor... nasihatlarla motivasyonunu bozma adamın bak ben çözümü yazdım bulandırmayın kafasını.

@iiii sevgilisi var artık sevgilisi.

ayrıca küçük bi ayrıntıyı atlamışım. ayrı şehirlerdeyiz :)

bu kız kötü mü bilmem ama senin biraz "kötü" olmaya ihtiyacın var gibi.

dostum sevgilisi var da ben sana git kıza tecavüz et seviş mi diyorum ne abuk bi yaklaşım bu ya. kızla iki dakika konuşcaksın abartma. sevgilisi olan kızla konuşulmuyo mu? bu dediğimi yaparsan için rahatlar. yok kendine ızdırap çektirmek istiyosan bu kafayla devam et işte. acı çek dur.

iii mandalina alıp kapıda beklemek zavallıca olmakla birlikte sonucu değiştirmez. yeterince etkilemiş olsaydı kız zaten diğer çocuğu aldatmak pahasına bizim çocukla birlikte olurdu. bu böyledir. sorunun çözümü bu kızı unutup bidaki kızda ezikçe davranmaması ve hemen de yüz bulup erimemesidir.

@ iii mandalina alıp kapıda beklemek zavallıca olmakla birlikte sonucu değiştirmez. yeterince etkilemiş olsaydı kız zaten diğer çocuğu aldatmak pahasına bizim çocukla birlikte olurdu. bu böyledir. sorunun çözümü bu kızı unutup bidaki kızda ezikçe davranmaması ve hemen de yüz bulup erimemesidir.

püfffff yaş kaç senin? bu kızı unutmak çok mantıklı. evet ben de geçen gün rihanna tarafından reddedildim ve unutmayı başardım. unutmak çok iyi bişey. neden unutmuyoruz yaaaa. arkadaşım ben unutmasının anahtarını veriyorum adama sen diyosun ki unutması lazım. ulan ben anahtarı veriyorum al unut diye... gitsin kapısına kız aşağıya inmesin işte. s.klemesin bizimkini. bidaha akıllanır böyle saflık yapmaz. olm az kafayı çalıştırın zaten sinirim tepemde bugün moralim hiç iyi değil işlerim kötü gitti...

bizimki düşünsün bi kalktım ta başka şehirlerden geldim ayağına iki dakika konuşmaya bile gelmedi. ulan kıza ilanı aşk et demiyorum. eğer bir cenaze gömülecekse usulünce göm. gömmez de açıkta bekletirsen o cenaze sızlar. git kapısına. sevgilisi olsun olmasın. ben buraya elalemin sevgilisini kaldırmaya gelmemişim. yapılan kötü muamelenin hesabını soracak ama efendice ama kibarca medenice.

aynısının cok benzeri bana oldu. eski sevgilisine mi dondu bilmiyorum o bile mechul.

kezban diyoruz biz bunlara.

saolun beyler. bende unutmaya çalışıyorum ama şu an yani gelip benim ağzıma sıçsa, hakaretler etse bile içimdeki sevgi azalmayacak.

ilaci zaman ya da yeni biri.

iki gülücüğe eriyip biten benim gibi malların sonu da bu işte.

:D sen daha çoooookkkk acı çekersin. yap kendine bu kötülüğü yap. ızdırap çektir işte.

bu kız kötü biri. mesaja cevap vermemek de ne demek? ayıp bi kere.

skype'dan mülakat özellikle bilişimde yaygın bir uygulama. aman ölüyorum bitiyorum o işe girmek için demiyorsan uğraşma.

bence gayet insani bir yaklaşımda bulunmuşlar. hatta "bu işi çok istediğimden yüzyüze daha etkili olur diye benim için sorun olmayacagnı istanbula gelceğimi belirttim." demen de artı puan kazandırmıştır. böyle düşünüp motivasyonunu düşürmemelisin.

Gayet güzel bir öneride bulunmuş bence; masraf yapmayın Skype'dan konuşalım, uygun olursa gelirsiniz demiş işte. Tecrübesiz eleman aradıklarına göre bir çok kişiyle görüşüp en uygun gördükleri kişiyi işe alacaklar. Bence masraf yapma, Skype'tan görüşün, duruma göre gidersin.

Kart aidatsız kartlar benim bildiğim:
Bonus Flexi: Garanti
Fix Card: Finansbank
Aidatsız Maximum: İş Bankası

Her bankanın aidatsız kartı olmalı yasal zorunluluk haline geldi sanırım aidatsız kart seçeneği sunmak.

Olur olmadık paralar için kartların sayfalarını incele ama sadece extre ücreti olur, onu da e-ekstre yaparsın halolur.

pegasus plus kart.

Yıllık aidatı olmayan ve avantajlı kart yok. Bankaların hepsinin aidatsız kartları var fakat bu kartların da avantajı yok. Kısacası taksit v.b avantajlar için aidatlı kart alacaksın. Aidatın kesildiğinde arayıp çemkireceksin, tehtid edeceksin, geri ödeyecekler.

merhaba. nasıl olmuş bilemedim ama kimse bahsetmemiş. istediğiniz "enpara".

not: kişisel denyoluğumdan dolayı enparayı kredi kartı diye adlandırmışım.

Encard bir kredi kartı değildir, bir banka kartıdır (debit kart). Encard’ınız, arkasında hiçbir kredi limiti olmadan, doğrudan Enpara.com Vadesiz TL hesabınıza bağlı olarak çalışır. Encard’ınız ile yaptığınız tüm para çekim ve harcama tutarları işlem anında Vadesiz TL hesap bakiyenizden düşer.

ben axess'ten çok memnunum. yıllık 80 tl mi ne kart ücreti var ama arayıp hiç uğraşmadan iptal ettirebiliyorsunuz. olur olmadık kampanyalar yapıp zırt pırt para puan veriyorlar. son 3 ayda güzel para puanlar kazandım diyebilirim.

vakıfbank üsküdar card
vakıfbank'ın world'üne ne yapılıyorsa buna da yapılır.

kur.doviz.com

6 yıllık butonuna tıkırdat.

Fabrika.

Fabrika. Diğer markalar boynumu sıkıyor.

Damat. Slim Fit'in kralını yapıyorlar.

zara'nın malzemesi biraz dandiktir ama kesim olarak harika. hiçbir gömlek zara'nınkiler gibi oturmuyor insanın vücuduna. kesimleri bu denli iyi olup kumaşları da kaliteli olan calvin klein var, o da türkiye'de beyaz eşya fiyatına gömlek satıyor. abd'ye yolun düşerse tanesi 30 dolara bavulu doldurmak lazım :)

fred perry
topman

tween'in kesimleri cok guzel bence. modelleri de guzel.

massimo dutti

armani,efor

m&s, topman, fabrika, gap.

Bershka ve mudo

vakko

Kiğılı> M&S> DS> Sarar
SlimFit'te Vakko, M&S ve DS

hatemoğlu çok kaliteli.

gömlekleri bana azıcık kısa geliyor ama slim fit istiyorsan, sarar interview' dan başkasına bakma derim.

Klasik: Damat.
Spor: Jack&Jones ve Dockers(favorimdir, taş gibiler).

fabrika
cotton bar
beymen

klasik için ramseye bakıyorum genelde. bazen spor modeller de denk geliyor onları da alıyorum.

1 benim çok hoşuma gitti. 3 de güzel. ama kesinlikle 2 değil. 2 çok kıro :(

2 tırt. 1 ve 3 fena değil. Ama illa birini seç diyorsan 3 bence daha güzel ve anlamlı. Sarıl bana, öp beniden daha anlamlı olabilir.

çok teşekkürler ilginiz için :)

başka var mı tavsiyede bulunabilecek arkadaşlar ? :)

3

bir bir :) bugün alıcam birisini lütfen yardım :)

iki bir 3 nolu tablo önde :)

üç

bence 3

Resim sanatı çerçevesinde üçü de kötü. Hatta benim zevkime göre oldukça kötüler. O kadar para vermezdim asla bunlara.

Ünlü tabloların reprodüksiyonlarından alsanız? Mesela Klimt'in The Kiss'ini.

merhabalar, sonuçta el yapımı olmasına önem veriyorum, yani bir ressam imzalı, bu siteden iki üç yıl önce bir arkadaşım tablo hediye etmişti çok çok beğendim ambalajından nerden aldığını buldum, sitede başka tablolarda var bana linkini gönderebilirseniz onlarıda incelerim genede ilginiz ve yardımlarınız için çok teşekkür ederim...bu arada 3 açık ara öne geçti :)

meltem hanım burada reprodüksiyon tablolar mevcut burda söylediğin tablo var mı ?

www.tablocu.com

Ben şu ressamın çalışmalarına bayılıyorum. İstanbul'daysanız atölyesine uğrayabilirsiniz: www.google.com.tr

hiçbiri gözüme hoş gelmedi. sanatsal değer kısmını bir kenara bıraktım, görsel olarak hiç iyi durmuyorlar. soyut bölümündeki tablolar kısmen daha iyi sayılır, asıldıkları duvarı güzelleştirirler en azından.

bu arada umarım canvas baskı çıkmaz, bu fiyata yağlı boya tablo biraz ucuz geldi bana.

Baktım o bölüme "contas bey" (meltem hanım ney ya?), aralarında yok maalesef söylediğim tablo. Başka sitelerde var ama: www.google.com.tr

Edit: The Kiss'ten "esinlenilen" şöyle bir tablo varmış: www.tablocu.com

Seçtiğiniz tarzlar matisseyi andırdı bana. Henri Matisse. Bakarsınız belki.
Ama ben sunu beğendim.
Seçtiklerinizin bence cok fazla basit bir yaklaşımı var.

www.tablocu.com

mimimi , göndermiş olduğunuz tablo çok güzel ancak fazla açık değil mi :/ sanattan anlamadığım için hediye edersem ayıp olmasın :/

meltem hanım anladım tabloyu çok çok güzelmiş ancak satılmış gözüküyor :/

adam sübliminal reklam yapıyor la.
www.eksiduyuru.com
www.eksiduyuru.com

Contas, ben sıkıntı olacagini düşünmüyorum ama arkadaşınızı daha iyi tanıyorsunuz siz tabii. Ben abstract tablolarda sadelikten yana olurum her zaman.
Kategorilere de baktım ancak pek boyle ozel bir hediye olabilecek değerde goremedim. Kendimce tabii. Ben olsam mesela kendi tercihim nu tablolar Arasında göğüsleri acık olan geriye dogru yatmış bir kadın var. Cok estetik bir tablo. Onu tercih ederdim. Cok da başarılı.
Fakat madem oyle natürmortlari cok beğendim ben sitedeki. Bir de reproduksiyonlar icinde Van gogh un birkac natürmortu var. Eger boyle bir seyler hosuna giderse onlara da bakabiliriz.
Abstract, dekoratif tablolar risklidir genelde. Beğeni acısından tabii.

mimimi ilginiz ve yardımlarınız için çok teşekkür ederim :)

Ne demek, yardımcı olabildiysem... :)

Jack&Jones kaliteli, bende gömlekleri var gayet sağlam. Fiyatını hak ediyordur mutlaka. Ama bu tarz montlar yukarıdaki arkadaşın dediği gibi sorunlu baya. Sürekli giymek için değil arada kıyafete göre çeşit olsun diye alıyorsan alınabilir.

bu tip montlar kötü. hem acelen yoksa şubat gibi 100 liraya alırsın.

valla ben de insan gibi kullanmıyorum ama bu tarz mont istiyorum acikcasi.

Bir oncekini timberland'den almistim tonla para verip, hayvanin biri sigara söndürdü resmen üstümde. Gayet kaban maban dinlemedi yok oldu güzelim mont.

bunlar dediğiniz kadar dayanıksız mıdır? Zaten mont yıkama gibi bir alışkanlığım yok ama en ufak külde bile sıkıntı yaşayacaksam almayayım?

boyun 180 in altındaysa (ve omuzların da darsa) bu mont üzerinde hoş durmaz. tabi bu durum senin için ne kadar önemli bilmiyorum ama söylemek istedim.

en sevmediğim mont tipi ya. jack&jones iyi markadır ama 230 liraya çok daha güzel kullanışlı şeyler bulabilirsin.

Boy 1,80 omuzlar geniş sayılır.

Hangi markalara bakmam lazım şu ara? Önerisi olan var mı kışın giymeye, sıcak tutacak, çok abartı klasik olmayan mont için?

head & shoulders tek geçerim yıllardır kullanıyorum. dermatolog doktorlarım bile onu önerdi (bende kepek ve egzama var)

h&s kullanıyorum, bence gayet iyi.

Bebek şampuanı kullanın(ciddiyim).

ben dove dan cok memnunum

h&s +1. hassas sac derisi icin olani cok guzel

hs

sebamed everyday. ama paradontax diş macunu gibi çok köpürmüyor.

H&S Emalısını kullanıyorum.
Zigavus Sarımsaklı ama kokusuz.
Yves Rocher

Birinci sebebi internet servis sağlayıcıların bazı sitelere limit koyması veya bazı yurt dışı çıkışlarının sorunlu olması.

İkinci sebep de birinciyle biraz alakalı, vpn bağlantısı kurulduğunda sen sadece vpn sunucusu ile iletişim kurmaya başlıyorsun. Yani bütün arabaları tek yoldan geçirmek gibi düşün. Vpn sunucunun ise bu canlı yayın sunucusu ile herhangi bir limitlemesi olmadığı için gayet rahat yüklüyor, sana da gönderebiliyor. İnternet servis sağlayıcın da senin vpn sunucuna herhangi bir limitleme yapmadığı için veya vpn sunucunun bulunduğu bölgeye bağlantıda herhangi bir sorunu olmadığı için gayet stabil bağlanıyorsun.

Vpn senin bütün trafiğini kendisi yükleyip tek bir yoldan gönderiyor. Sen vpnsiz ise her yere tek tek bağlantı açıyorsun. Birisine bağlanmanda sorun varsa yavaşlıyor. Ama vpn bağlantısı kurduğun sunucuya bağlantı problemin olmadığı sürece akıyor.

speedtest.net ten bakıyorum
normal baglantim 10Mb/s
vpn ustunden 18Mb/s
nasil oluyorda oluyor ilginc

Speedtestteki hız sonuçları çok mantıklı olmayabilir. Birincisi sunucudan sunucuya değişiklik gösteriyor, ikincisi bu hız sonucu vpn sunucusunun kendisine çektiği hıza yükselebiliyor. Yani vpn sunucusunun hızı örneğin 100mbit, dosyayı çekerken anlık hızlanma yaşayabiliyor(her ne kadar senin bağlantın bunu karşılamasa da).

Hız testi için aşağıdaki dosyayı çekerbilirsiniz:

cachefly.cachefly.net

Size en yakın sunucudan 100mblık test dosyasını indirirsiniz.

@osurdum

cok mantikli geldi anlattigin. dogrudur.

uae'deyim ve burda da tr gibi bazi siteler yasakli falan. yani bi filtreleme var velhasili. bu sebeple de alakasiz siteler de yavas aciliyor bazen. en iysi hep vpn'le girmek sanirim.

Bağlantın stabil değildir, hızlı olmak stabil anlamına gelmiyor. Youtube'dan gayet rahat video izlerken, başka bir sitede eziyet çekiyor olabilirsin. Bunun sebebi eğer site tarafında bir sıkıntı yoksa senin internetinin o siteye giderken kat ettiği yolda sıkıntı yaşaması. Her yaptığın işlemde arka planda 10'larca bağlantı açılıyor, birisi sıkıntılıysa sen bu sıkıntıyı gözle görebilirsin. Vpn ise bu stabil olmayan bağlantıyı belli bir seviyeye çekiyor. Senin bağlantının stabil olup olmaması sadece vpn sunucusu ile iletişimine bağlı oluyor.

Kısacası vpn bağlantıyı stabil hale getiriyor. Tabi public vpnler kendileri stabil olmadığı için çok verim alınmayabilir.

Internet denilen mecrayi çok da kurcalamamak lazim . Ihtiyaciniz kadar olani alin , tamam işte , daa .

yeni bir programlama dilini baştan yaratmak tabi ki çok zordur.

822-1848 tarihleri arasında, Cambridge Üniversitesi matematikçilerinden Charles Babbage, Differential engine ve Analytical engine adıyla iki makina tasarladı. Bu makinalar teknoloji yetersizliği nedeniyle asla çalışmadı. Ama, özellikle, 1833 yılında tasarlanan Analytical engine bugünkü bilgisayarın atası veya atalarından birisi sayılır. Charles Babbage ve onun asistanı Ada Lowelace bazı problem sınıflarının Analytical engine ile çözümü için ortaya ardışık hesaplama yöntemleri koydular. Bu yöntemler programcılığın başlangıcıdır. Bunun anısına, çağdaş programlama dillerinden birisine ADA adı verilmiştir.

1944-1946 tarihleri arasında Pensilvanya Üniversitesinde Mauchly ve Eckert tarafından yaratılan ENIAC (Electronic Numeric Integrator and Computer) ilk bilgisayardır. Büyük enerji harcayıp büyük ısı yayan 30 ton ağırlığındaki bu heyula makinayı çalıştırmak için 18000 valfa kumanda edebilmek gerekiyordu.

1949 yılında Princeton Üniversitesi matematikçilerinden von Neuman tarafından EDVAC (Electronic Discrete Variable Computer) yaratıldı. Gerçek anlamda ilk bilgisayar bu oldu; çünkü program ve veri aynı anda bellekte saklanabiliyor, dolayısıyla, işlemleri istenen sırada kendiliğinden yapıyordu. Bellekte bilgi tutan birim BInary digiT (bit) idi. Bu birim elektronik sinyal var-yok (on-off veya 0-1) değerlerini alabilirdi. Bit'ler bir araya gelip byte'ları oluşturdu. Bellek, byte'ları içeren manyetik drumlardı. Her byte'ın belirli bir adresi vardı. Programın icra edilmesi demek, bellekte belirli adreslere byte değerleri yazmak ve okumak demekti. Bellekteki bir adreste bir veri kayıtlı olabileceği gibi bir komut da kayıtlı olabilirdi.

Adreslere yazma ve adreslerden okuma eylemi birer birer yapılabildiği için, bu işlemler bir şişe boynundan geçişe benzetilerek, makinaya von Neuman şişesi (şişe boynu) denilmiştir. O gün için çok büyük bir başarı olan bu makanizma, bugün bazı yazarlarca gerçek bir talihsizlik sayılmaktadır; çünkü çağdaş bilgisayarın gelişimi bu temele dayanmış, yani şişe boynuna sıkışıp kalmıştır.

Acaba, von Neuman olmasaydı, günümüz bilgisayarı şişe boynuna sıkışmaktan kurtulacak mıydı?

Valflı makinalar ilk kuşak bilgisayarlardır (IBM 600 serisi). İkinci kuşak bilgisayarlar transistör bilgisayarlardır. Beş yıl sonra bütünleşik devreli (integrated circuit technology) üçüncü kuşak bilgisayar yaratıldı. (Very) Large Scale Integration (VLSI) teknolojisinin yarattığı dördüncü kuşak bilgisayarlar günümüz bilgisayarlarıdır. Japonlar beşinci kuşak bilgisayarı yaratmaya uğraşmaktadırlar.

İyi bilindiği üzere, günümüz bilgisayarında, program ve veri belleğe binary digit olarak yüklenir. Bunu yapan bit dizilerine makina kodu denilir. Makina kodlarını kullanarak bilgisayara program yüklemek çok zor bir iştir. Kart okuyucu'ların ortaya çıkışı bu işlemi oldukça kolaylaştırdı. Tabii, makinaya, kart okuyucudan gelen sinyali algılayıp makina koduna çeviren bir program yerleştirildi. Bu program, günümüzün mükemmel işletim sistemleri'nin atasıdır.

Kart okuyucunun getirdiği kolaylıkla yetinmeyen programcılar biraz daha ileriye gidip assembler'i yarattılar. Assemblerin doğuşu program yazmayı oldukça kolaylaştırdı. Bunun kadar önemli olarak, assembler ile yazılan programlar okunabilir programlar oldu.

Bir Zamanlar FORTRAN

Assembler ile program yazmak kolaylaşmıştı ve assembler ile yazılan programlar okunabiliyordu. Peki ama assembler dili evrensel miydi? Yani makinadan makinaya değişmiyor muydu? Program okunabiliyordu, ama kimler anlayabiliyordu? Bu sorunları aşabilmek için yeni bir adım daha gerekiyordu. IBM bu adımı attı. Daha evrensel bir yöntem yaratmak için kolları sıvadı. Herkesin her makina için program yazabilmesine olanak sağlayacak bir dil geliştirdi: FORTRAN (Formula Translator). FORTRAN'ın programcılık kavramına getirdiği önemli yenilikler vardır: Değişken, adama deyimi (assignment statement), hesaplanabilir ifade (computable statement), array, veri işleme, kağıda döküm, GOTO, IF , iteration, subroutine...ve belki de en önemlisi taşınabilirlik...Yani kaynak programın makinadan bağımsızlığı ilkesi.

Bu yeniliklerle FORTRAN çok kolay kullanılır ve kolay okunur bir dil oldu. Daha sonra gelen ALGOL, PL1, PASCAL, C, ADA vb diller onun soyundan gelirler; dolayısıyla onun zayıflıklarını soyaçekim yoluyla taşır. FORTRAN başka türlü olsaydı, programcılığın evrimi de başka türlü olacaktı. LISP, PROLOG, APL vb diller FORTRAN soyundan değildir. Ama yazık ki bu diller FORTRAN ve onun soyu kadar yaygınlık kazanamadı. Böyle olmasında IBM'in ticari gücünün etkisi büyüktür. Birçok bilgisayar bilgini, bu olguyu gerçek bir talihsizlik sayar.

Macroprocessor Ferahlığı

FORTRAN programcıya rahatlık getirmekle birlikte, her soruna çare değildi. Gelişen bilgisayara ve çevre birimlerine egemen olabilmek için assembleri kullanmak zorunlu oluyordu. Sistem programlama işi FORTRAN ile yapılamıyordu. assembler dilini kullanarak teknoloji ile yarışa kalkan sistem programcıları giderek ya sinire ya ülsere yakalanıyorlardı. Tedavi için bulunan ilaç akış diyagramları ve macroprocessor'ler oldu.

SİSTEM ve COBOL Yılları

Gelişim durmuyordu. Her bir program için sistemi yönetecek macroprocessor yazmak yerine, bütün sistemi yönetecek bir program yazmak daha akıllıca olacaktı. Bu akıllıca işin ürünü işletim sistemi oldu. Büyük programlar modüllere ayrıldı; overlay kavramı geldi; arayüzler (interface) parçaları birleştirdi. Veri işleme (data processing) eylemi hızla gelişti. Yeni bir adım daha atma zamanı gelmişti. Ne yazık ki yanlış bir adım daha atıldı: COBOL.

Dijkstra der ki

"FORTRAN bir çocukluk hastalığı idi, COBOL bir afet oldu."

COBOL, tamamen ilkel (naive) bir dildir. Kolay okunabilmek uğruna, herkesin bildiği X = A + B aritmetik işlemini ADD A TO B GIVING X diye yazdıracak kadar genel kültürden sapan bu dil neden bütün zamanların en çok kullanılan dili olmuştur?

COBOL'un kolay bir dil olduğu iddia edilir. Gerçekte, FORTRAN soyundan gelen öteki dillerle karşılaştırıldığında, bazı işlemleri İngilizce ifade etmekten başka kolaylığı yoktur. Üstelik COBOL uzmanı olmak oldukça zordur. Bu nedenle, bilgisayar dünyasında "Çok yaşa COBOL !" diyen fanatikler türemiştir.

COBOL dili, atası FORTRAN'ın iyi yanlarını almıştır. Onun gibi değişken kavramına sahiptir. Koşullu deyimi kısıtlı olarak vardır. Iteration yapar. Yapısal programlama kavramını getirmiştir. Programı identification, environment, data ve procedure diye dört kısma ayırması iyidir. Ama her kısmın ayrı bir syntax kuralı vardır; aşırı derecede sözlüdür. Her kısım ancak bir kez yazılabildiği için bir programda bloklar ve alt bloklar yaratılamaz. Boolean deyimleri yoktur.

ALGOL ve PL1 Yılları

60'lı yıllarda programlama dillerinde şafak sökmeye başladı. Bilgisayarın gerçek bilginleri düşünmeye başladılar. Programcılığı yozlaşmaktan kurtaracak, onu bir sanat yapacaklardı. Uğraştılar ve başardılar: ALGOL60 (Algorithmic Language) yaratıldı. ALGOL60 dili COBOL'un yaptığı her şeyi yaptığı gibi; biraz sonra onun yapamayacağı her şeyi de yapıyordu. Algoritmik bir biçeme sahipti. Yapısal programlamayı kuruyor, blokları getiriyordu. Fonksiyon kavramını daha matematiksel biçimde tanımlıyordu. Iteration mükemmeldi.

Yazık ki ALGOL60 tutmadı. O sadece bilim adamlarının mükemmel bir eseriydi. Arkasında destekleyen büyük firmalar yoktu. Cobolistler onu okuyup anlayamadılar. Daha formal olması gereken sistemciler de, ALGOL60'ın yaptığı her şeyi assembler ile daha iyi yaptıkları havasına girdiler; ona soğuk davrandılar. Sonuçta ALGOL60 uygulamaya alınamadı. Yayınla öğrenilen bir dil oldu. Akademic çevrelerin gözde bir dili olarak ömrünü tamamladı.

ALGOL60'ın başarısız olduğunu söylemek belki de haksızlık olacaktır. Her şeyden önce, öğretimde büyük bir ağırlığa sahip olmuştur. Kendisinden sonra çıkan PL1, PASCAL, C, ADA dillerine ve hatta biraz yozlaşmış biçimiyle BASIC diline temel olmuştur. ALGOL68 adıyla geliştirilen yeni versiyonu ilginç yeni özeliklere sahiptir. SIMULA, SMALLTALK gibi object-oriented dillere öncülük etmiştir.

Bu dönemde adından söz edilmesi gereken PL1 dili, kuşkusuz COBOL'a göre çok üstündür. Getirdiği yenilikler arasında procedure, pointer ve depo sınıfı (storage classes) kavramları vardır.

MULTI ve PASCAL Yılları

Sisteme giriş/çıkış işlemlerinin sırayla yapılması, özellikle printerin yavaşlığı nedeniyle CPU'nun bazan boş durmasına neden olmaya başlamıştır. Bu boş zamanı değerlendirmek için, ilkönce printer yerine bir kayıt ortamına yazma ve iş bitiminden sonra kayıt ortamından kağıda döküme yöntemi düşünülmüştür. Daha sonraları, printer çalışırken CPU'nun başka bir iş yapması sağlanmıştır. Giderek bu düşünce çoklu(multi) işlemlere ve multitasking kavramına götürmüştür. Bu alanda macroprocessor'lar yeniden hizmete girmiştir.

60'lı yılların ortalarında çoklu-tasarım (multitasking) problemine yönelik araştırmalar büyük önem ve yoğunluk kazandı. Böylece, bilgisayar dünyasındaki aşamalardan birisi daha gerçekleşmiş oldu. Bugün büyük bilgisayar ağları yardımıyla eşanlı ve çoklu tasarım işlemleri, 20 yıl önce imkansız sayılan aşamalara varmıştır.

1971 yılında İsviçre Alplerinde yeni bir dil doğdu: PASCAL. Niklaus Wirth ve Kathleen Jensen tarafından öğretim amacıyla yaratılan bu dil ALGOL60'dan ferahlatıcı esintiler almıştır. PASCAL sabit ve değişken arasında keskin bir ayrım yapmıştır. Veri türlerine aydınlık bir bakış açısı getirmiş ve kullanıcı tarafından tür yaratılmasına izin vermiştir. Değişkenleri statik ve dinamik diye ikiye ayırmıştır. Pointer kavramını kullanmıştır.

PASCAL kendi soyunda mükemmel bir dildir; açık ve basittir. ALGOL'dan daha güçlüdür. Ama talihsizdir. Herkes PASCAL'ı konuşur, ama bilgisayarlar COBOL'u kullanmaya devam eder. Assembler ise sistem dünyasındaki tacını kaptırma niyetinde değildir. Böylece PASCAL dili de ALGOL gibi akademic çevrelerde kaldı, ticari hayata inemedi. MODULA, C, ADA dillerini etkiledi. Son zamanlarda, özellikle PC 'lerde ve okullarda önem kazanmaya devam etmektedir.

Yapısal Programlama Yılları

1968 yılının güneşli bir Mart gününde programcılık dünyası yaklaşan baharın tadını çıkarmak istiyordu. Bilgisayar dünyasında herşey o kadar güzeldi ki... Sistem analistler, programcılar ve hatta kullanıcılar memnundu. Tam bu havada iken Dijkstra, Communications of the Association for Computing Machinery adlı dergiye bir mektup yazdı. O güneşli güzel hava birden karardı. Dijkstra, o tarihi mektubunda, yazılan programların çoğunun kötü olduğunu söylüyordu. GOTO'suz program istiyor, yapısal programlamayı gerçek anlamda kurmak gerektiğini savunuyordu.

Bu noktadan sonra, baharın tadını çıkarmayı düşleyenler, yeniden programlama sanatının ne olduğunu, yapısal programlamanın temel taşlarının nasıl konulması gerektiğini tartışmaya başladılar. GOTO'yu dışlayan örnek programlar üretildi. Bütün bunlar programlama sanatını geliştirdi, iyi sonuçlar doğurdu. Peki ama GOTO deyimi gerçekten dışlanmayı haketti mi? Yoksa biraz insafsızca mı davranıldı?

O soylu, Uğursuz Recursion

Recursion'ın ne olduğunu liseyi okuyan herkes bilir. Bir önermenin sayılabilirsonsuz bir küme üzerinde doğru olup olmadığını denetleyen önemli ispat yöntemlerinden birisidir. Türkçe'de tüme varım yöntemi adıyla anılır. Acaba bilgisayarda bu yöntemi kullanma olanağı var mıdır? Kullanılırsa, sonsuz döngüye düşme tehlikesi yok mudur? Bu nedenle, çoğu programcı recursion kullanmaktan sakınır. Hiç bir dilde recursion yapısının gerçek tüme varım yöntemini temsil edebildiğini sanmıyorum.

C: Taht Kavgası

Dördüncü kuşak programlama dünyaya gelirken, üçüncü kuşak programlama yeni bir çıkış yaptı. Programlama dili üzerindeki bütün tartışmaları sona erdirmek amacıyla C ve ADA'yı yarattı.

1973 yılında Denis Ritche ve Kernighan, C yi ortaya koydular. C dili daha önce yazılan BCPL, B ve ALGOL68 dillerinin iyi yanlarını almıştır.

C dili doğuşunda bir sistem programı olduğunu iddia etmiştir; bugün hala bu iddiası yürürlüktedir. Hatırlanacağı üzere, sistem programcılığı assembler'in tekelinde kalagelmiştir. Her ne kadar bazı sistem üreticileri Pascal ya da PL1 yapısına benzeyen ve sistem programlama amacına yönelik diller geliştirmeyi denedilerse de, bu denemeler hiçbir zaman ticari boyut kazanamadı. Dolayısıyla, C dili ortaya çıkana kadar, sistem programlama dünyasında assemblerin tahtı hiç sallanmadı.

C dili genel amaçlı evrensel bir dildir; yani her makinada çalışabilir (Bu iddia son yıllardaki bazı C derleyicileri tarafından çürütülmektedir). Yapısaldır. Syntax için kesin kuralları vardır, ama semantic kuralları oldukça serbesttir. Temel yapısı PL1 dilinde olduğu gibi procedur'lerden (fonksiyon) oluşur. Procedur'ler iç içe yuvalanamaz. Böyle oluşu, global ve local scope kurallarını tehlikeli olmaktan çıkarır. Blok dışında tanımlı değişkenleri görmek içinexternal olarak tanımlama yeteneği vardır.

Pascal dilindeki record ve variant kavramları C dilinde struct ve UNION adlarıyla vardır. Pointer kavramını kuvvetle kullanmış ve pointer aritmetiği yaratmıştır. Adama deyimlerini şaşırtıcı olabilecek kadar kısaltmıştır. Iteration (döngü) deyimleri yalın ve etkilidir. Dallanma için if-else ve switch-case yapılarına sahiptir. Boolean deyimlere sahiptir.

C dili başarılı bir dildir. Özellikle UNIX dünyasında assemblerin yerini büyük ölçüde alabilmiştir. Kesinlikle assemblerden daha iyidir ve program üretimini artırmaktadır.

Belki en büyük kusuru, istenirse assembler dilinde olduğu gibi disiplinsiz program yazmaya izin vermesidir. Tıkız yapısı, çok kısa kodlar yaratılmasına olanak sağlar. O kadar ki, bazan yaratılan kodları değil başkasının, bizzat programı yazanın bile anlaması olanaksız olabilir. Ama, C dilinde rahat okunur ve kolay anlaşılır programlar yazmak her zaman mümkündür.

BASIC: Dil mi? Oyuncak mı?

1963 yılında doğan ve 70'li yıllarda yenilenen BASIC (Beginners All Purpose Symbolic Instruction Code) dilinden sözetmemek belki de bir eksiklik olacaktır. BASIC dilinin yaratılış amacı PC kullanıcılarına yüksek düzeyli bir dilin yeteneklerini sunmaktı.

Genel çizgisiyle, BASIC dili FORTRAN'ın izlerini taşır: adama, GOTO, IF...THEN, IF...THEN GOTO, FOR yapıları vardır. Son versiyonlarında IF...THEN...ELSE yapısı da vardır. Makina düzeyinde sistem kontrol komutlarına sahip oluşu önemli bir avantajdır. Kolay kullanılır oluşu, profesyonel olmayan kullanıcılar arasında çekiciliğini artırmıştır. Bu açıdan çok yaygındır.

BASIC ile yapısal programlama yapılamaz. Veri türlerine sahip değildir. Procedure, scope kavramları yoktur. Bu nedenle günümüz programcısının gereksemelerine vevap veremez. Daha kötüsü, BASIC kullanmaya alışan bir kişiyi, çağdaş bir dilin gerektirdiği disipline sokmanın çok zor olduğu kanısı yaygındır.

ADA: Soyunun en üstünü mü?

1979 yılında CII'de Jean Ichbiah ve araştırma ekibi tarafından yaratılan ADA dili, kendi soyunun en gelişkin dili olduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Genel olarak PASCAL'ın izindedir; ama onun eksiklerini gidermiştir. Soyut veri yapılarına sahiptir. Eşanlı (concurrent) programlama niteliği vardır.

Bilgisayar bilginlerinin çoğu, ADA dilini, FORTRAN soyunun ulaştığı son aşama olarak görürler. Bazıları, ADA dilinin çok karmaşık ya da çok büyük olduğu görüşündedir. Öğrenilmesi, öteki dillere göre daha zor olmasa bile daha çok zaman alıcıdır.

Deneyler dil öğrenimi için aşağıdaki zamanların gerekli olduğunu göstermiştir:

FORTRAN IV ( ya da FORTRAN 77) 6-12 ay

COBOL 6-18 ay

PL1 6-18 ay

ADA 6-24 ay

Kuşaklar Çatışması

60'lı yıllar programlama dillerinin harmanlandığı bereket dolu yıllardı. 70'li yıllar programcılığın kriz yıllarıdır. Kriz özeleştiriyi getirmiş, ortaya çıkan hastalıklar yayılmasın diye koruyucu aşılar yapılmıştır. Yapılan aşılar genellikle tutmuştur. Günümüzde olgunlaşan meyveler toplanmaktadır.

Programcılığın ortaya çıkışından bu yana aşılan yol büyüktür.

Bilgisayar donanımının gelişimini belirtmek için iyi bir sınıflama yapılmıştır. Benzer sınıflandırmayı yazılımın gelişimi için de yapmak olanağı vardır:

Birinci kuşak : Makina kodu

İkinci kuşak : Assembler ve autocode

Üçüncü kuşak : Procedural diller (FORTRAN, Algol, Cobol, Pascal, C, ADA vb).

Dördüncü kuşak : Non-procedural diller (LISP,SNOBOL, FORTH)

Bir başka sınıflandırma biçimi de şöyledir:

Birinci kuşak dil makina dilidir.

İkinci kuşaktaki assembler dili komut yöneltilidir (command-oriented).

Üçüncü kuşaktaki diller"Nasıl yapılmalı?" sorusuna yanıt arar.

Dördüncü kuşaktaki diller"Ne yapılmalı?" sorusuna yanıt ararlar.

String işleme, Formal Diller, Belirsizlik, Türing'in Makinası ve AUTOMATA, Liste İşleyen LISP, Yapay us, Uzman Sistemlere geçiş kavramları, klasik programcılığı aşan önemli gelişmelerdir. Burada bu kavramların ayrıntısına girmek için zamanımız elvermeyecektir. Ancak, geleceğin programcılığının bu yöne kaymak zorunda olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.

İnsanoğlu, belki, doğru programları yaratmayı başaramadı. Eğer programcılık insanoğlunun işi olarak kalacaksa, düşünen ve bilgi üreten programı yapmak zorundadır. Herhalde bu iş beşinci kuşak yazılımların asıl görevi olacaktır.

Veri Dünyası

Bir Zamanlar I/O Yoktu

Veri işlemenin korkulu rüyası giriş/çıkış (I/O) dır. Bugün harikulade bir tekniğe sahip olan I/O başlangıçta hiç yoktu. Pin-board'dan başlayıp typewriter, kart okuyucu, line printer, kayıt ortamları, kütük, console, kanal, buffer, interrupt, terminal, ağ vb araçları kullanan I/O işlemlerini tekrarlamanın yararını görmüyorum.

Kütük yılları ve veri-tabanları

Bilgi işlenmiş veridir. Veri işleme iş dünyasının temel problemidir. Veriyi işlemek için onu toplayıp depo etmek gerekir.

60'lı yılların sonunda veri kütüğe depo edildi ve donduruldu. İstenildiği an oradan istenen veri alınıp işlenebilecekti. Herşey burada noktalandı sanılırken, buzlar erimeye başladı. Kütüğün işlevi değişmeye başladı. Neydi kütük? Verilerin saklandığı depo mu? Programın kendi kendisini sakladığı yer mi? Programın dış dünya ile iletişim kurmasını sağlayan ortam mı? Yetmeyen ana belleği büyüten bir aygıt mı?

Bir kütük onu yaratan programa ne denli bağlı kalmalıdır? Programdaki değişiklik kütüğe nasıl yansıyacaktır? Kütüğün yapısı, programın geliştirilmesine (maintanence) ne ölçüde engeldir? Kütükteki kayıtlara erişim nasıl olmalıdır? Programın ve kütüğün iyileştirilmesi nasıl olur? Veri tekrarı (duplication) nasıl önlenir? Kütükten kütüğe aktarılan ve güncellenen verilerin güvenirliği nedir?

Bu ve benzeri binlerce sorun karşısında kalan veri işleyiciler uçtaki kullanıcıyı tatmin edebilmek için gece gündüz çalışmaya koyuldular. 10 yıl kadar süren bu kargaşa ortamında kimisi mide, kimisi kalp hastası oldu... Sonra bazı akıllı adamlar oturup düşünmeye başladılar: Veri nedir? Böylece ortaya veri-tabanı kavramı çıktı.

Üçüncü kuşak dillerle bile veri-tabanı yönetim sistemlerinde harikalar yaratılmıştır. Ama, olaya mantıksal açıdan bakıldığında, veri yapıları konusunun dördüncü kuşak dillerinin işi olduğu hemen anlaşılmaktadır.

70'li yılların sonunda IBM, veri-tabanı dünyasını sarsan bir ürünü açıkladı: SQL (Structured Query Language). İlişkisel (relational) dilin varabileceği son aşama olarak nitelendi. Ama, arayış hiç bir zaman durmadı; durmayacak. Recursive veri yapıları, verinin normallenmesi, object-oriented programlama vb kavramlar durmaksızın araştırıldı, geliştirildi.

Genelde ihtiyaçtan çıktı. Sadece programlama dilleri değil, bugün bir çok kişinin kullandığı programlar da yine ihtiyaçtan ortaya çıkan şeyler. Kabaca bir şey yapmak isteyen ama var olan imkanlarla bunu yapamayan veya çok uğraşan birisi "ben bunun daha iyisini, istediğim şekilde yaparım" mantığıyla yola çıkıp yeni bir şey üretiyor. Hakikaten ürettiği şey diğerlerinden farklı, kolay ve daha işe yarar bir şeyse de zamanla benimseniyor.

Örnek: eksisozluk.com

2. entrydeki guru'nun entrysini okursan, başlıktaki adam benim verdiğim örneklerin canlı örneğidir mesela.

1 kisi yazamaz, baslarsin belli bi yere getirirsin, baskalari devam eder ve yillar sonra tam dil kivamina gelir. yeni bir dil yazmak uzun bir sürec gerektirir, yasayan bi canli gibi dogar büyür ama nereye gidecegini bilemezsin, belki de erkenden ölür. 1 kisi o dilin hayat döngüsünü basindan sonuna kadar göremez. Ayni konusma dili gibi, simdi otursan yeni bir konusma dili de yazamazsin, yillar icinde kendiliginden gelisir. Ama bu dil de mevcut dillerin cözemedigi önemli bir problemi cözüyor olmali.

Ama bunun yerine C dilini temel alip önce yeni bi kütüphane yazarsin, sonda o kütüphane kapsamli bir hale gelir ve yeni bir dil kivamina gelir.

Bundan önceki diller cok daha hizli gelisti, cünkü bir bosluk vardi, simdiki diller o kadar sansli olamayabilir. Cok yeni bi alan bulman lazim, mesela "big data" islemek icin yeni bir dil, yada "semantic web" icin yeni bir markup language

konuştuğumuz dile benzetiyorum ben bunu, sen birşey yapabilirsin fakat seninle beraber bu dili tamamlayacak, konuşacak kişiler lazım.

solemio'nun yazdığı yazıda programlama dillerinin sürekli bir ihtiyaç sebebi ile geliştiğini anlıyorum. benzer durum oyunlarda da var. bir çok firma kendi motorunu geliştiriyor. neden, sebep basit mevcut ihtiyacı karşılamıyor.

yeni bir programlama dilini baştan yaratmak zor mudur? evet çok zordur. Hangi iş kolay ki?

Taahhütsüz 66 lira ödüyorum, son derece memnununm.

www.doping.com.tr

Adsllerde en uygunu Doping.

AKN olmayan tarife istiyorsan fixnet'e bakabilirsin ama AKN'siz tarifeler biraz tuzlu.

24 ay taahhütle aylık 49 tl

forum.donanimhaber.com

ben de 64 liraya superonline'ın 16mbps/75 GB AKN'li kampanyasından faydalanmayı düşünüyordum. seninle benzer durumdayım zira.

bana kalp sorunlarından, epilepsiden, böbrek üstü bezlerde tümöre kadar bir sürü şey "olabilir" dediler sonra test yapıp olmadığını düşündüler -zira testlerde düşündürecek bişey bulamadılar -ama teşhisi koyamadılar, en son psikosomatik hastasın sen dediler en son bişey bulamayınca. toplam 2 sene sene böyle teşhis bekledim
ülseratif kolitmişim.

3)Annem ayak bileği aşırı ağrıyo diye gitmiş. Burkulmuş geçer diye göndermişler. Meğerse ayağı kırılmış, bakılmayınca yamuk kaynamış. (bunu yapan o.ç uzman üstelik)

1. İlkokul 3. sınıftan beri süregelen karın ağrıma bir grup doctor apandist bir grup ise değil dedi (her iki grup ta aksi çıkması halinde bileğini keseceğini söylüyordu. Tam da sınav öncesi dönemlerde nüksettiği için "psikolojik" dediler. Orta 2'de neyse ne kurtulalım kararı sonucu ameliyat olduğumda mideme yapışmış patlamak üzere apandistimi aldılar.
2. İkinci hamileliğimde nefes alamayacak kadar ağrı atakları geçiriyordum. Doktor gaz dedi, biraz da eşimle bakışıp abartıyor canım diye gülüştüler. üstüste 4. ağrı atağında işten ambulansla hastaneye yetiştirdiler - safra kesemdeki çamur (minik taşlar)yüzünden pankreatit olmuşum, hamşleliğn 7. ayında ameliyat dediler, doğurmayı bekledim. Ssadece ölmeyecek kadar yedim - hiç kilo almadan hamileliği bitirdim. Sonrasında keseyi aldılar.

-yoğun sancı ve bulantı ile hastaneye gittim. (daha doğrusu götürüldüm, yürüyemiyordum) bir doktor mideni üşütmüşsün dedi ---> başkası baktı meğer apandistim patlamış. acil bir şekilde ameliyata alındım, patlak apandisten yayılan zehir beni epey bi zehirlemiş. geç kalmam hayatıma mâl olacaktı.
-parmağımı kırdım diye doktora gittim, sabitledi sardı gönderdi ----> bir başkasına gittim (el mikro cerrahi) eklem yerimi 3 yerinden parçalamış olduğumu ve ameliyatla müdehale etmeleri gerektiklerini söylediler. 2 tane çivi çaktılar.

şu anda aklıma gelenler bunlar :) hatırlarsam ekleme yaparım.

etrafımdaki envai türlü hastadan bildiğim safra kesesiyle ilgili şeylere kimse teşhis koyamıyor :) ne menem bir organmış anlayamadım beyin tümörünüz olsun safra kesenizde çamur olmasın zira sürünürsünüz, töbe töbe
ha bu etrafımdaki hastalarda number 1 ise şu: sorunun safra kesesi olduğunu söyleyip almak için ameliyata aldılar bir abimizi, adamı açıp ameliyatta safra kesesinin zaten olmadığını fark etmişler :P

*Dayıma boyun fıtığı dediler, bunun üzerine ameliyat da ettiler (bir özel hastane) ama akciğer kanseri imiş ve vücuduna bıçak değmesi aslında çok sakıncalı imiş. Bir üniversite hastanesinde anlaşıldı. Sonra da düzelmedi dayım. Dava açtık, yıllardır sonuçlanmadı.

*Bana çocukken uyuz dediler ve Kwell uyuz kremini uzun süre kullandırdılar, meğer evde tahtakurusu çıkmış ve beni seviyorlarmış.

*Yine bir özel hastanede babama Parkinson demişlerdi, ilaçların işe yaramaması sonucu aynı üniversite hastanesine gittik, aslında kireçlenme tarzı bir şey olduğu ortaya çıktı. Başka bir hastane de kireçlenmeyi doğruladı.

*Bir kere farenjit olduğumda bademciklerimin şiştiğini söylediler ama benim herhangi bademciğim yok 8 yaşından beri. Bunu söyleyince "Bademciğinin şişmesi için bademciğe ihtiyacın yok" dediler.

Yillarca akne icin yuz tane doktora gidip bin tane ilac kullandim, dis macunu alerjisi cikti.

Bogaz enfeksiyonu icin yanlis ilac verdi doktor o ilac alerji yapti lenf bezlerim sisti ve inmedi birkac ay sonra tesadüfen disim kirildi dolgu yaptirdiktan sonra lenfler indi.

Gozum belirsiz bi alerjiden dolayi ödem yapti doktorun verdigi ilac goz tansiyonumu yukseltti ve iyilesme saglamadi. Alerjinin sebebini buldum kullanmayi kestim odem gecti. Tansiyon olayi icin de başka doktordan randevu aldim.

Hepsi son 1 yil icinde oldu.

anamın çürük dişi yerine sağlam dişini çektiler. saatlerce çekmek için uğraşıp ağlatmış kadını hıyar oğlu hıyar.

babama senelerce kansızlık var dediler. 180 boyunda adam 50 kilo civarıydı. meğer 20 yaşında ameliyat olduğu midesinden kanama oluyormuş. bu bir. gene aynı şeyin sebebi böbreklerden birinde kanserli doku çıktı böbreği aldılar kurtuldu. aha bu da iki. doğru teşhisi koyan marmara üni araştırmaydı.

7-8 sene önce annemin gözü birdenbire şaşı yani çift görmeye başladı. maltepe üni hastanesine gittik, yok bişeyin dinlen dedi ihtiyar herif. profesördü. pabucumun ünisi. sonra dünya göze gittik göz numaran artmış diyip az kaldı lazer yapıyorlardı kasaplar. meğer 6. sinir felciymiş, beyoğlu kuledibinde çıktı ortaya. bu teşhisi koyan doktor ameliyat yaptı, ameliyattan sonra arada gözün arkasına botoks yapıyorlardı düzenli. sonuncuyu yanlış göze yaptı. savunması da "sen öyle göstermişsin" lan göze yapılacak tedavide hiç bir zaman hastaya sorulmaz ki, zaten evrağında bellidir?! şimdi yine ameliyat zart zurt diyo bilmiyoruz napcaz.

ya ne diyim. umarım başka bişi yoktur bilmediğimiz, inşallah.

edit: @duyuru sahibi
anamı çapaya götürcektim yazdıklarını okuyunca vazgeçtim galiba.

koah hastam vardı bir tane. mustafa k. hastalığın tipik bulgusu olarak sürekli öksürür, sürekli akciğerleri ekfekte olurdu. bir senede 7-8 defa gelmiştir bana sanırım yine soğuk aldım, öksürük başladı, balgam var diye. her seferinde antibiyotik yazdım, koah ilaçlarını düzenledim, nasıl kullanacağını anlattım, balgam sökücüler verdim. en son bir 3-4 ay görünmedi ortalıkta. sonradan eşi geldi. kaybetmişiz mustafa amcayı. terminal evre akciğer kanseri.

Çocukken romatizma teşhisi koyarak 2 yıl penadur denen iğneyi yaptılar. 2 yılın sonunda klasik büyüme ağrıları olduğu ortaya çıktı.

Rahmeti büyük babam görme problemleri yaşamaya başlamıştı. Akdeniz Tıp fakültesinde bir doktor katarakt var, bir süre bekle sonra gel ameliyat edelim demişti. Ama katarakt değil, başka bir hastalıkmış. Büyükbabam o süreçte görme yetisini büyük ölçüde kaybetti. Sonra Ankara'da birkaç yıl tedavi oldu ama çok geç olduğu için sadece hastalığın ilerlemesi yavaşlatıldı.

ben yaşadım. 6 ay boyunca klasik bir mr cekimiyle anlaşılabilecek belimdeki aģrılara sebep olan rahatsızlığın doktorların ben bilirim egosu yüzünden tespit edilemedi. idrar yollari enfeksiyonu dendi, kum döküyorsun dendi, psikolojik dendi. aylarca üstelik agrının geçmesine engel olamayan aģrı kesiciler kullandım. 180 boyumla 45 kilolara düştüm. bacaklarima vuran agrilardan oturu sonunda mr çekimi akil edilebildi. omitiliğimde kitle olduğu tespit edildi. sonra aylarca sancilı bir tedavi süreci...

domainin mx server ayarlarını değiştirerek yapılıyodu o olay sanırsam. gmailin falan da var öyle servisi adım adım anlatıyodur sayfasında. her şirketin domain arayüzü birbirinden farklı oluyor, ama terimler aynı sonuçta.

* bir hosting firmasından kendine uygun küçük bir paket seçip al.
* isimtescil üzerinden alan adının Nameserver (NS) adresini sana yeni hosting şirketinden verilen bilgiler doğrultusunda değiştir.
* 12/24 saat sonra yeni hostinge geçmiş olursun.
* yeni yerde sana verilen panel bilgileriyle paneline girip mail hesabını yeniden tanımla ve kullanmaya başla.

www.gmail.com

Gmail alan adlarına bu hizmeti veriyor. Yalnız eski Gmail hesabı olanlar faydalanabiliyor şu anda sanırım; yeni hesap açarak alım yapmıyor galiba. Yandex de veriyor, alan adına mail şeklinde aramalarla bulursun bir çok yer. En güzeli Gmail.

Alan adının dns panelinde çeşitli yönlendirme ayarları var, MX denilen ayar alan adının mail için kullanılacak sunucu tanımlaması için kullanılıyor.

Gmail'e üye olduğun zaman zaten yapman gereken ayarları veriyorlar, o ayarlari panelden yaptıktan sonra kullanmaya başlıyorsun.

Yapamazsan bilgilerini özelden at hallederim 5-10 dakikada.

o araba şehiriçi 10 lt yakıyor(otomatik) care lpg.

normal. lpg şart.

100 km / 11,5 LT gibi bir ortalamanız var.. (100 TL yakıt, 22 litre benzin.. 22 LT - 190 Km'den yürüyerek 100 KM / 11.5 LT)
İstanbul'da otomatik vites arabayla normal..
Ben de aynı değerlerdeyim..

biliyorsundur gerçi ama en azından 190ı 200 yapmanın yolu biraz daha yavaş gitmek ve mümkün olduğunca az fren kullanmak. yani ayağı gazdan çekmek de fren görevi görür. aracın hareketini stabil devam ettirmek mümkün. fren daha keskin hız düşüşü ve sonraki aşamada daha keskin gaza basmak demek. dur kalklar için konuşuyorm.

Otomatik + benzinli + İstanbul trafiği = Az bile yakmış.

normal opelse tamamen normal.
söylemesi ayıp bende toyotayla 100 tl ile 480 km gidiyorum.


ama diesel.

çözüm yavaş gitmek değil, herkes tarafından kabul edilen ancak aslında çok yanlış olan bu bilgiyi kafanızdan silin sevgili dostlar. yavaş gitmek 200 yerine 120 ile gitmediğiniz sürece daha az yakmanızı sağlamaz. önemli olan sabit hızla gitmektir. sürekli gaza basıp çekmemektir.

mümkün olduğunca sabit hızla gitmeye çalışın.

Otomatik + benzinli olumcul kombinasyon. Care lpg.

Panpa ben 4,5 lt yakiyorum. Dizel birde. Ben de ilk araçta Benzinli hatasını yaptım. O yüzden geçmiş olsun. LPG ee yüzde 25 30 düşürür

5,5 litre 1.2 motor benzinli twingo :))

5.8 lt Honda jazz benzinli

abiler ablalar
kısa mesafede benzin-motorin farkediyor mu?

Yahu benim yıllardır anlatamadığım benili dizel araç arasında 8-10 bin tl fark var ayda 1500-2000 km yapmıyorsanız dizel çok karlı değil çünkü baştan 2 yıllık benzin paranı zaten gömüyosun?

@kilimanjo Ne alakası var? Satarkende benzinliye göre daha pahalı satıyorsun zaten.
Birde bunu 100 binlik araba alırken 10 bin hesabı yapan modelleri de mevcut evet.

İnşallah duyuru silinmez ve arayan arkadaşlara bir faydam olur

Şimdi şöyle başlamak istiyorum gidip mercedes alırken 5-10 bin hesabı yapmaktan değil polo corsa gibi giriş seviyesinin 1 tık üstü araçlardan bahsediyoruz aha ben şimdi buraya polo yu yazacağım ince ince ve dizel benzinli karşılaştırması yapacağım kiminiz diyecektirki vw giydiriyor helele hülele fakat isteğe göre başka modelleride yaparım fiesta olsun corsa olsun...

Şimdi elimizde
benzinli olarak 1.0 tsi 75 ps polomuz 38.700 den satılıyor hadi düz 39 diyelim
dizel olarak 1.4 tdi 75 ps polomuz 51.900 den satılıyor hadi düz 52 diyelim
(Buarada ikiside 3 silindirli ve ikiside aynı donanım paketiyle geliyor, ikiside düz vites)

Şimdi burada kafadan 13.000 tl içerdeyiz eğer dizele yönelirsek (ufak bir beyin fırtınasıyla sırf dizele yönelirsek muadil benzinli aracın ederinin %33 ü kadar ekstra para veriyoruz diye düşünebiliriz)

Şimdi gelelim yılda kaç km yaptığımıza ortalama bir kullanıcı 15-20 bin yapıyorsa dizele yönelir diyelim ve bi şekilde 20 bin km seçelim yılda ikisinide bu aksamda değerlendireceğiz tabiiki fabrika verileri üzerinden...

1.0 benzinli aracımız.
-6,4 şehir içi
-4,4 şehir dışı

1.4 dizel aracımız
-4,4 şehir içi
-3,2 şehir dışı

Verilerimizide aldık geliyoruz sadede

Bu 20 bin km nin 5000 ini şehir dışı 15 bininde şehir içi olarak kabul edeceğim ve benzinlide 6,4 ü 7 dizelde ise 4,4 ü 5 olarak alacağım çünkü trafik dur kalk vs... Aynı şekilde işlem kolaylığı için mazotu 4 lira benzini 4,5 lira kabul ediyoruz

Buna göre benzinli aracımız yaklaşık 1050 litresi şehir içi 220 litresi şehir dışı olmak üzere 1270 yani yaklaşık 1300 litre tüketecek yani 5850 tl ye tekabül ediyor

Buna göre dizel aracımız yaklaşık 750 litresi şehir içi ve 160 litresi şehir dışı olmak üzere 910 yani yaklaşık 900 litre mazot tüketecek yani 3600 tl ye tekabül eder

5850-3600= 2250 tl yani bu durumda bu kadar kar ettik dizeli seçtiğimiz için her sene bu kadar kar etsek 6 senede tam olarak aradaki fiyat farkını kapatmış (yani hala kar etmiyoruz) olacağız

Şimdi buraya kadar tamamsa hem dizel hem benzinli araç kullananlardan ricam benzinlinin bakım masrafları vs dizelin bakım masraflarını ortaya koyarsanız ki çoğu kişi bilir dizel araçların servis bakım sıklığı ve masrafları benzinliye göre daha maliyetli ve çoktur... Bu denklemle 7 senede eşitlik bile zor gözüküyor

Başka karşılaştırmalarıda bu şekilde yapabilirsiniz arkadaşlar.

Biliyorum türk insanındaki ama anlık daha az gidiyor cebimden mantığı hiç bi zaman geçmeyecek ama bu ufak anektodumuzla dizelin NORMAL kullanıcıya faydası pek yoktur yani bu demekki adam sıçmaya arabayla gitmiyor bazen toplu taşımda kullanıyor vs...

Ayrıyetten dizel arabam olmadı ama çok sürdüm ve bu kadar keyifsiz gitmeyen resmen basıyorum gaza köklüyorum yavaştan kalkıyor yani ne diyem neyse ya, siz dizel keyfinize devam, biz performans ve sessizlik açısından benzini seviyoruz...

benim 1.6 170 bg'lik aracımla aynı yakıyorsun nerdeyse. öküz gibi kullanınca full depo (52 lt) 450 km görüyorum bende

Adam diyor ki 52 lt ile 450 km gidiyorum diye, ben 60 lt ile 1400 felan gidiyorum. Yarıdan fazla fark var.
Yıllık min 40 bin km yol için 20.000x0.4 ile 8 bin tl fark eder ilk yıldan.
Satsan ikinci elde zaten hızlı ve pahalı gider kafadan 5 bin.
Bakkala mi gidip geliyorsunuz sadece anlamıyorum ki

Bu arada öyle bir yuvarlamissin ki matematiği katletmissin.
Arkadaş 0.5 Tl ben 0.18 tl yakiyorum.
0.32 her km için kar
20 binde 6400 TL eder.
Nasıl h hesap yaparsın sen?

Araba sürmesini bilmiyorsun demek ki,
Dizeldeki tork ve ivme Benzinli de yoktur

Adamla ilgilimiz yok kahve kokusu 2 muadil araçla ilgimiz var yuvarlama yapma yılda 4000 kar et 5000 et genede 3 senede çıkaramıyorsun KAR YOK anlatamıyorum heralde ya bende polo gti var hergün 200 görüyorum ibrede 50 kuruş yakmıyor neyin derdindesiniz 0,39 Tl yakıyorum ben senin 2 katın yakıyorum desek işte buda en baba 3000 tl fark ettirir bana yılda...

Ayrıca Dizel bakım masrafını hiç konuşmuyorsun? Benzinlinin 2 katına varabiliyor bakımlar dizel partikül filtresidir vs ayrıca dizel motorlar patlama prensibiyle çalıştığı için daha sık bakıma girerler 40 bin km de en aşşa 5-6 kere bakım demek 2-3 bin tl demek en az...

Arkadaş alıp toprağa mi gömüyorsun arabayı yarın satarken zaten pahalıya satacaksin.
Baktım sahibinden de
2012 polo 1.6 TDİ 50 bin
2012 polo 1.2 tsi 36 bin
Sen gibi iyimser bakalım
Ben yılda en az 40 bin yapıyorum.
Aramızda 20 kuruş fark var
O da 8 bin lira eder iki yılda 16 bin
Hehe hem aradaki fark tolere etti hemde 14 lira fazlaya satiyorsun
Bakım masrafı demişsin de 10 binlira bakım mı çıkacak ne hesap bilmezsin yav.

40 bin normal bi değer değil 20-30 bin bile çok ben 12-13 bin arası yapıyorum hatta biz diyeyim ki heryere arabayla gideriz tatile bile 40 bin nereye sürüyorsun 20 bin bile günde 60-70 km demek hayatın yolda geçiyor o zaman dostum

Birde beni güldürdün türkiyede 2. El piyasasından hesapmı yapılır bunun kazalısı var extradan kitlemeye çalışanı var üstünde değer isteyeni var da var lan tdi 0 ı 51 bin diyorum adam 2. Elini 50 ye bulmuş hemde 2 yıl eski kim alır olm onu az mantıklı düşün 0 tdi ile arasında 1 milyar var ve 2 yıl eski

Macbook air 13"

thinkpad x1 serisine bakmanı tavsiye ederim. x1 carbon modeli bende var gayet güzel.

Model falan takip etmem ama Lenovo'nun thinkpad'leri iyi. Ben kullanıyorum 4-5 aydır, canavar gibi.

macbook air 13" çok isterdim, fiyat da önemli değil ama mimar, mühendis laptopu gibi geliyor bana. sıradan user için fazla komplike sanki iOS..

aksine, apple işletim sistemlerinin en güzel yanı windows veya android'deki gibi sürekli bir şeylerin ayarını değiştirmenize gerek kalmaması. Ek olarak donanım ve yazılım birbiri için üretildiğinden optimal performans elde edersiniz. sadece alışkanlık meselesi, o da birkaç haftada geçer diye düşünüyorum. apple'ın bir diğer güzelliği ise uzun yıllar performans kaybı yaşamazsınız. air'in şarjı da günlük kullanımda 12 hatta 13 saati bulabilmekte. diğer ultrabook'ların fiyatı da macbook'tan pek de aşağı değil. o nedenle bence de air.

@divane +1. Macbook bilakis daha pratik ve kullanıcı dostu. Alışması bir iki hafta alıyor.

fiyat performans bakımından samsung ativ book'lar başarılı. hızları öyle aman aman hızlar değil, ama pil ömürleri fiyatlarına göre muhteşem.

9 saati görüyorum ben.

p.s. her tür apple ürününden uzak durmakta o kadar fayda var ki, anlatamam. eğer os değiştirmeye niyetiniz varsa, ubuntu öneririm.

peki gelelim teknoloji cahilinin son sorusuna.

macbook air aldım diyelim, total war serilerini ve şu assasin creed serilerini oynayabilir miyim? bazı oyunlar oynanmıyor diye duymuştumda.

Şöyle bir cevap verelim ultrabooklarda ve maclerde tümleşik ekran kartı bulunur elbette oynayabilirsiniz ama ayrı bir ekran kartına ihtiyaç duyacak türden yüksek grafikli oyunları oynayamassınız sırf macde değil diğer ultrabooklardada çok low da oynamak zorunda kalabilirsiniz

Tabii bazı oyunlar windows only ve mace çıkmıyor o ayrı dert

Fakat oyun için uktrabook alınmamalı yüksek pil ömrü ve web surf için ultrabook alınmalı bence

Ben erkeğim ama cevaplayım. Lazerle çizdirme olayı inanılmaz itici, böyle çizgi gibi olanlar için diyorum. Sakal yapısı gereği biraz dağınıktır zaten. Sakalsız erkek olayına kadınlar yorum yapsın. Ama sakalı olmayan erkeklerin sakal için türlü türlü çözüm aramasından anlaşıldığı üzere, önemli bir şey sanırım :).

Ha bana sorarsan traş olmaya inanılmaz üşenirim. Ama sakalsız olmak da istemezdim. Kısacası traş olmaktan sıkıldıysan lazer olayı mantıksız.

Sakalsiz erkek olmaz, itici bence.

Crossdresser falan değilsen çok saçma.

lazer yüzde pek etkili olmuyor. en kuvvetli makinede bile çenemdeki birkaç kılı bile zayıflatamadılar.

sizin nasıl olacak bilemedim.

bir kadın olarak görüşüm: traş olunduğu halde sakal hala belli oluyorsa, çok sık ve sertse, itici. seyrek sakal traşlı da, traşsız da iyi görünüyor. hiç sakal yoksa, sorun değil benim açımdan. olan sakalı yok etmek ise(seyreltmek değil) kişisel tercih bence. böyle yapanların kimler olduğunu da üç aşağı beş yukarı biliyoruz. yine de size kalmış, isterseniz yaptırın.
çok gür sakal konusunda ise, ne yapılabilir bakmak gerek. tüylerin azaltılmasından hareketle(sakalım yok haliyle), lazer epilasyonla azaltılması yoluna gidilebilir. tamamen yok etmek şeklinde değil de, seyrekliği sağlanıp, o noktada bırakılabilir. çenenin altı hariç, boyunda varsa; o kısımdakiler tamamen yok edilebilir.

Teşekkür ederim cevaplar için.

sportive dekinin aynısı şu an ayağımda su geçirmiyor ben gayet memnunum.

cevap: kazık yedin :D

hatta aynı botun başka renkleride var 2 çeşit onlarıda aldıydım.

cevap: kazık yedin.

Kazığını bilmem de Harley botlar verdiğin paranın hakkını veriyor. Uzun süre sorunsuz giyersin işte.

Tears, nerden belli 3 5 sene giyiceğin?

hem ne zaman aldın, koku yapar o kesin :D:D

edit: ulan sportivedeki de baya şekil güzel bişey ya. sikiyim harleyi ben outdoora heves ettiydim amk :(

Lisedeki harleyimi hala giyiyorum. Erkek arkadaşım da öyle. Tanıdığım bi sürü başka insan da var öyle. Bence pişman olacak bir şey yok. Sonra 60 tl'ye bir tane daha alırsınız isterseniz; yedekli olur. Uzun süre dayanırlar, paralarını çıkarırlar yani.

Decathlon'dan aldığım Aprenaz 100 M'in bileksizi (www.decathlon.sg) var ayağımda, özellikle suyun içinde yürüyorum bana mısın demiyor, üstünden yağmur girmiyor.

decathlonda quechua inuit var. 100 tl gibi. merrellleri satıp pnu aldım. mis.

yemedin. harley başka şeye benzemez.

klarcığım zaten 7 8 aydır outdoor olarak kullanıyorum bunları. yani yağmurda değil ormanda çamurda kampta giyiyorum. bir sıkıntı çıkartmadı, içi kokmuyor.

neyse tear. ben de alırım bi ara bi tane. olan oldu.

decatlondaki bende de var. on numara memnunum.

Minimum tutarı mı ödüyorsun, bütün borcunu mu?

@osurdum borcumun tamamını ödüyorum.

hesap kesim tarihinden ödemeyi yaptigin gune kadar gecen surenin faizi olabilir.

bu degilse dolandiriyorlar acik acik

O zaman bir tuhaflık vardır. Bende de var bir sürü kredi kartı, faiz falan ödemiyorum. Sadece aidat falan alıyorlar onu da geri alıyorum. Ara müşteri temsilcisini sor bakalım, bu Garanti tuttuğunu öpen bir banka olduğu için 38 liranın detayını iste.

şu an hava açık gibi, ama yağmur yağmış. ne olacağı belli olmaz yani, tedbiren almak gerekebilir.

Bugün hava gayet güzel, sıkı falan giyinmene gerek yok. Ayaz falan durumları bir ara geldi, şimdi gitti, birkaç haftaya kalmaz yine gelir. Yağmur olayı belli olmuyor ama, gece yağmış mesela, dün gündüz de yağdı biraz. Şemsiye bulundur.

ay ben de geliyorum ankara :)
lashana ggibi giyinsek daha iyi di mi? bi de kaşe kaban mı getireyim yoksa orta kalınlıkta mont mu?

Ben kaban aldım ya inşallah pişmem

o kadar da abartmayın, ayaz yok şu an.
ama şemsiyesiz gelme.

soslu soğanlı ısıtır bizi ^_^

Aspaaava :Dd

Hava dedikleri gibi, çok soğuk değil. Küçük bi şemsiye bulunsun yanında :D

mont mu kaban mı peki? kaban almayalım mı, yoksa 'kabansız da olmaz cağğnıım' mı?

soslu soğanlı nedir bu arada? yeniyo galiba yerim ben

çok ince değilse mont da yeter. ama bunu ben doğma büyüme angaralı olarak söylüyom, ben yakam bağrım açık da gezerim sıkıntı yok ama istersen götü örten kaban da getirebilirsin.

sen ata da çıplak biniyodun zaten doğru ya. ben kabanla geliyom aga

babamla konuştum şimdi, hava güzel dedi. ince bi kazak, üstüne bi mont yeter dedi.
monttan şaşmayın hocam, ankara bu ayazı pistir :)

kabanı üstüme giyiyom montu da elimdeki poşete tıkcam artık. duruma göre değiştircem. ne terlemek ne de üşümek istemiyom hasta olma riski alamıcam sınava gircem çünkü. 2 sene önce aynı sınava girerken hastaydım gene. ne acaip havası var şehrinizin :/

@emirkulu2 gelmişken zetahead'i de görürsün sen şimdi. Valla helal olsun dediğini yaptım gelmezsen ben gelicem yanına dedin.Hava dedikleri gübü güçük bir şemsiye ve kaban yeter. Gel de sana aspavada bir ssk ısmarlayayım
not: ssk: soslu soğanlı kaşarlı.

Keşke zetayı bulabilcek olsam isadoracan :) hoş belli olmaz belki bir şekilde denk gelir :) yemiş kadar oldum kesene bereket sağol bacım :)

Ankaranız çok sıcaaaakkk
Şöyle oldum havaalanından beri sacsizkral.files.wordpress.com

Gelirken istanbul daha soğuktu yav. Kızılay hep bu kadar ışıklı mıydı ya, ondan mı ısınmış hava bilemedim

soğuk olsa bile bu zamanlarda çok yağmur yağmaz ankara'ya gerek yok şemsiyeyi kendine yük etmene.

Çok geç getirdim bile. İstanbulda yağıyordu zaten mecburen almak zorunda kaldım

Kullanılan tcp portun açık olmayabilir.

memırla ırıspının maaşını önden verecen demişti bi büyüğümüz tapelerde, hatırlamıyonuz mu?

cevap: evet. çalışmadığı ayın maaşını alır memur

Evet.

Devlet memurları önce maaşını alır sonra çalışır. Devletteki işçiler önce çalışır sonra maaş alır.

nasıl yani işe başladığınız gün aylık maaşı mı alıyorsunuz

memur ayın on beşinde maaş alıyor ya. ayın onbeşinde iş başı yaparsan önümüzdeki ayın tam maaşını alırsın. ayın birinde iş başı yaptın diyelim. ayın on beşinde hem 15 günlük maaşını hem önümüzdeki ayın tam maaşını alırsın.

peki istifa durumunda filan noluyor? geri ödeme mi oluyor?

aynen öyle geri ödenir

@efsaryap aynen. hususi 15inde başlatırlar çoğunu, haşırt maaşını alırsın.

Tam maaş aldığı ayın yarısında ayrıldıysa geri kalan yarısını devlete iade eder. Bunun acı tarafı emeklilikte olur; tam emekli olacağın ay maaş aldıktan sonra 1 ay çalışırsın, maaş almadan emekli olursun. Ama yeni başlayan memura ilaç gibi gelir, atandığı yerde evini falan tutması için iyi olur.

Gazeteciler de Basın İş Kanununa göre peşin maaş alır. Bilgi olsun.

Son ay aldığın maaşı geri ödememek için; eğer bütün iznin duruyorsa izine çıkarsın, izinin son günü için emeklilik /istifa dilekçeni verirsin.10 yıl ve üzeri memursan 1 ay işe gitmemiş ama maaşını hak etmiş olursun

@gonul_isleri
memurla orospunun maaşı değil, bahşişi önden verilmeli demiş, bakanın önüne yatarım dediği adamın dedesi

Public proxylerin ve vpnlerin hemen hemen hepsinde aynı sorunları yaşarsın. Onun yerine ufak bir sanal sunucu kiralayıp üzerine kişisel proxy veya vpn kurabilirsin. Ekşi'de bununla ilgili bir döküman vardı mesela:

eksisozluk.com

Sunucuyu kiraladıktan sonraki aşamalarda takıldığın yerde mesaj atarsan ben kurarım(proxy veya vpn).

Bu arada o bahsettiğin hizmetleri kullanabilmek için sanırım Türkiye lokasyonlu bir sunucu kiralaman gerekiyor(eğer sadece Türk iplerine açıksa).

valla bu iyi fikir ama bana sadece tr vps lazim. Onerin var mi sirket bazinda?

Türkiye'de ucuz pek yok. Bütçe sorunun yoksa(en düşüğü iş görür):

www.sadecehosting.com

Denemedim ama fiyatı uygun:

www.hosthink.net

30 tane adama 30 liraya tatlı alamazsın zaten :D baklavanın kilosu bile 45 lira ki 30 kişiye 1 kilo baklava yetmez,

bari sabah ofise gelirken herkese simit peynir al ki buda en az 50 lira civarına denk gelir.

20 liraya 30 işçiye sakız alır dağıtırsın. Cimri olmayın ülen, sen şu geçen grev yapan işçileri kovmayı düşünen kişi değil misin?

Genel gelenekten şaşma, 3 kilo baklavayı al dağıt. Ucuz baklava alırsan 30 kişinin kafasında ucuzcu düşüncesi oluşturacağını da unutma. Mühendis veya yönetici konumundaysan kalitelisini al. Bunlar ufak ama ince detaylar iş hayatında.

cimrisin net. bu durumlarda tatlı dışında çikolata, halley, topkek, dondurma (yazın) dağıtanı gördüm.

alternatiften ziyade işi ucuza kapatma derdinde olmayasın yav :)
su dağıt ne diyim. 20 30 tl ne ya 30 işçiye.

ilkindiye doğru simit+ayran ama simitler sıcak olacak.Benim en sevdiğim ikramlardan biridir.bütçeyi arttırmak gerek ama.

1200 liraya çalışan basit bir grafikerim, onçün ucuza kapatmaya çalıştım ama rezil olacaz herhalde. 60 tane poğaça alsam toplu alımda yapacağı indirimle 40 liraya falan kapatırım herhalde. ya da anneme mi yaptırsam. şaka şaka.

tamam çıtayı yükseltip 50 lira yapıyorum.

eğer bütçeden kastınız adam başı değil toplam ise hepsini bir araya toplayıp analarına sövün, daha makul :D

hepsine 3'er lahmacun al. ya da pide içi al. git güzel bir pdeciye, içini ben alayım 40-50 tane pide kaç kilo kıymadan çıkar de. al 2 kg (pideci ne derse) kıyma, yaptır 40-50 tane pide güzelinden. en fazla 200tl verirsin ama karınları doyar sana da teşekkür ederler. Garibanın karnının doyurmak sevaptır.

hangi sektör?

inşaat maden vs. ise ya baklava ya da domates+yeşil biber+ekmek+yumurta+(ops)beyaz peynir (menemen) gerçi menemen aylık vs. organizasyon. sen baklava al ya da lahmacun.

30 kişi için 20 lira nedir ayrıca? her ay bağış yapmayacaksın, ilk maaş bu. şu küçük 8-10 cm'lik çikolatalardan oluşan paketi almayı düşünüyorsun sanırım?

eski işyerimin caddesinde çok güzel marshall pasta ve ekler yapan pastane vardı.
hayır yapmak isteyen, yıl dönümü kutlayan, vs çalışanlar
hatta kredisini onayladığımız müşteriler gider alırdı.
biraz peçete ile kutu kişiler arasında gezdirilir, her kes bir taneyi anında hüpletirdi.
dağıtan kişide şu kişi şundan dolayı dağıtıyor derdi.
olayı bu. abartmayın. tatlı olur ve akşam iş çıkışı vaktinde dağıtılırsa hayra geçer...

Sen bence bir şey alma boşver. İşçiler büyük ihtimalle senden fazla para alıyordur, onlar sana alsın. İlk maaştan ziyade nişan v.b durumlarda tatlı alır dağıtılır. İlk maaş ile kendi ihtiyaçlarını gider.

yemeksepetinden uygun joker yakalamaya çalış. 70 tl yerine 45 tl.

olum insanları yargılamayı ne kadar çok seviyonuz, belki asgari ücretle 4 kişilik aileye bakmak zorunda olan bir insanım? belki 20 lira bile çok lüks benim için? sizin durumunuz iyidir gider 3 öğün yemek ısmarlarsınız. zaten burada amaç karın doyurmak değil insanların gönlünü almaktır. arkadaşın dediği gibi işçilerin çoğu benden yüksek maaş alan kişiler. insanları yargılarken/dalga geçerken biraz daha düşünceli olun.

teşekkür ediyorum cevaplar için, simit-poğaça tarzı bir şey alacağım.

30 liralık malzeme alıp evde hamurişi yaptırabileceğin birisi varsa senin için en karlısı olur. mercimek köftesi falan yaptırabilirsin. lavaşları içecekleri de biri getirir heralde.

ben hep comodo secure dns kullanıyorum. dertsiz, tasasız.

İnternetin yavaşlığıyla dns'in pek bir alakası yok. İlk çözümleme dışında dns ile ilişkin olmuyor. Ben de Yandex ve Comodo kullanıyorum, problem yok.

tor browser kullan uğraşmana değmez dnsle falan

sorun zenmate'de gereğinden fazla biliniyor artık kaldırmıyor serverları

Tepki amacini asiyor. Savunulan fikirler yerine firsatcilik ortaya cikiyor.

bugün zincir mağazayı yağmalayan yarın senin evini de yağmalar. elindeki telefonu almak için elini, kıçındaki pantalonu almak için kıçını keser. illegalite legal olursa önünü alamazsın. dibin dibi yoktur. işte bundan. yoksa walmart'ın sahibi servetinin milyonda biri kadar fakirleşecek diye üzülmüyor kimse.

Ben orada çalışanlara üzülürüm. Yağmanın en büyük kazığını oradaki garibanlar yer. Ayrıca böyle olayların gerçekten söylenen amaca yönelik yapıldığına rastlamadım. Adam ekmeğini peynirini yağmalamıyor, gidiyor iphone yağmalıyor. Bunun adı fırsatçılık değil de ne.

Aynı şeyin Gezi'de olduğunu varsayarak bir kıyas yaparsak aslolan mevzuyu saptırdığı çok açık. Ayrıca yağmaya nasıl normal bir gözle bakılabilir ki.
Bir protesto amacı güderken orada yağmanın ne işi var. Andonların yaptığı fırsatçılık hasebiyle yağmadan etkilenenleri de karşılarına alıyorlar. Neresinden tutarsan elinde kalır.

bugün o magazaları yağmalayan yarın fırsatını bulduğunda senin evini arabanı iş yerini de yağmalar kundaklar. ve yine fursatını bulduğunda senin annene bacına ve eşine tecavüz eder.

edit. ben yazarken b içok cevap yoktu. arkadaşlara ve ezewrikoya benzer şeyler yazmışım. benzer şeyler yazmışım.

Adalet herkes için lazım.
Bugün yağmayı hoş gören adamın yarın evi soyulursa onuda hak görmesi gerekir.

beni sinirlendirmiyor ama "hükümete/polise çok öfkeliyim o halde bu lcd televizyonu çalıyorum" arasındaki bağlantıyı ben de kuramıyorum, o yüzden fırsatçılık gibi geliyor ve iş tamamen amacından sapıp kirleniyor.

birincisi yağmalamak, çalmak bir fikir savunma biçimi değil fırsatçılık.

ikincisi bugün buna göz yumarsan, normalleştirirsen yarın öbür gün küçük esnafı da yağmalarlar senin evini de yağmalarlar.

bu durumda archely ve ezeriko +1

öncelikle sakin olmakta fayda var. dediğim gibi, merakımdan soruyorum.

eylemin meşruluğuna gölge düşürmesi konusundaki kaygıları anlıyorum. onun dışında, "fırsat bulduklarında senin evini de soyarlar" yaklaşımı mesnetsiz gibi geliyor bana. neye dayanarak söyleniyor?

Hakkını almaktır bu. Eğer o zincir mağazalar, bankalar olmasa, şu an daha adil bir düzen olacaktı ve para babaları olmayacaktı. Bir kesimin elinde olmayacaktı maddi güç. Bu sebeple bu hareketler güzel hareketlerdir.

Fırsatı olunca senin evini yağmalamak filan gibi şeyler çok saçma. Türkiyede her eylemde bir şok mağazası msesela, bir adidas yağmalanıyor. Okuldan işten arkadaşlarımız bunları yapanlar, çevremizdekiler.Ne zaman kişiye karşı bir hırsızlık girişimleri oldu ki bu arkadaşların?

Yağmalama diyoprsunuz da bugün Türkiyede kamulaştırma diye bir şey var ve önüne geçemiyor kimse. Her gün binlerce ürün zincir marketlerden, kapital şirketlerden holdinglerden ücretsizce alınıyor ve bunun o mağazalara bir zararı olmuyor, keşke olsa. Hırsızlık payı gibi bir pay bırakıyorlar bütçede bazılarında. Yani alışıklar

SUç ve cezayı okudunysanız, orda da adam iç çelişki yaşarken aklından bazı düşünceler geçiyordu. Bu dünyaya bir kere geldim, niye bazı şyleri yapamıyorum, niye güzel bir hayat süremiyorum tarzı. Daha sonra pişman oluyordu çünkü öldürüyordu yaşlı kadını.

Komünistler ve bazı anarşistelr o para depolarına, sermayeye düşmandırlar ve bu olaylar hep olacaktır. Önüne geçilemez. Gezide de bir sürü yer yağmalandı.

Ulaşımda mesela, bedava geçme çabaları, atlamalar turnikeden filan. Türkiyede her an olan şeyler bunlar.

Siz gidip kasiyere para veriyorsunuz, akbil basıyorsunuz da ne oluyor? Her gün işçiler ölüyor, kadınlar öldürülüyor, çocuklara tecavüz ediliyor ve o para sahipleri güçlenmeye devam ediyor ve işçileri sömürmeye, bir ailenin belki açlıktan ölmemek için suç işlemesine o parayı elinde tutarak destek oluyor. BUnlara destek oluyorsunuz, böyle bir sisteme olur veriyorsunuz.

yarın bir gün deprem ya da başka bir felaket olsa, evin ortaya dökülse ve sen acınla boğuşurken o sırada birileri senin televizyonunu, laptopunu, şifonyerde sakladığın paraları falan almaya kalkışırsa ne olacak? "evini de soyarlar" için bir örnek mesela bu. kaldı ki eski depremlerde yağma vakaları yaşandı. gerçekten oldu bunlar. fırsatçılık devreye girdiğinde camı kırık bir dükkandan televizyon çalmakla kapısı bacısı yıkılmış bir evden televizyon çalmak arasında fark görmez insanlar.

Sen ideoloji sahibi bir insan olarak olaya bakarak mesnetsiz olmadığını anlayabilirsin.
Bir davanız var ve bunun için uykusuz kalıyorsun; ülken için, ölenler için bir şeyler yapmaya çalışıyorsun. Uyumuyor, yemiyor, içmiyor görev yapıyorsun ve birileri gelip senin tüm emeğini hiçe sayarak eylemlerini istismar ediyor, olayları hiç alakasız yerlere çekiyor, yakıp yıkıyor, zıt görüşün ekmeğine yağ sürüyor. Sen kendini paralarken birileri şunu da alayım, bunu da alayım diyerek sırtına malı mülkü yüklerken sence senin fikrini savunmak için mi yapıyor?

Birilerinin emeklerini, hayatını çalmakla malını çalmanın arasında ne gibi bir fark var sence? Bence hiç fark yok.

uzun vadede mesnetsiz değil, şu an için öyle belki. bu değişimler adım adım olur.

aklıma geleni söylüyorum: önce zincir mağazalar yağmalanır, "nasıl olsa zincir mağazaların kaybı onları fakirleştirmiyor" diye normalleştirilir bu durum. sonra zengin semtleri yağmalanır, "nasıl olsa onlar zengin" diye normalleştirilir bu durum. sonra küçük esnaf yağmalanır, "zincirler yağmalanıyorsa esnaf niye yağmalanmasın her şey çok pahalı" diye normalleştirilir bu durum. sonra artık orta halli de yağmalanır, fakir de yağmalanır; o da "bende yok sende çok var, benim senden çok ihtiyacım vardı" diye normalleştirilir.

bu dediklerim herhangi bir olaydan bağımsız. sosyolojik gelişimi bu şekilde olur diye düşünüyorum. illa ki olur demiyorum. önünü alamayız diyorum. bu zincirleme bir gelişim/değişim.

Depremdeki olayla ideolojik bir eylemdeki ideolojik fikirlere sahip insanların yağmalarını kıyaslamanın ne kadar saçma olduğuna değinmek istemiyorum.

Bu sistemde sorunlar var ve bu sistemi besleyen, devam etmesini sağlayan mesela Amazonda ağaçları katleden,Afrikada susuzluğa sebep olan, çocuk işçileri çalıştıran o şirketlere ne yapılsa müstehaktır. Kendilerine çeki düzen verirler böylece.

Artık insanların görmesi lazım, sokağa çıkıp eylem yapmakla olmuyor bazı şeyler ki zaten Türkiyede sokakta eylem de yapamıyorsun.

Yağma, zulme karşı en iyi tokatlardandır.

ben de iş amacından sapıyor yaa mantığını anlamıyorum. adamın amacı o belki sanane? herkes kendi yaptığından sorumludur. örgütlenme saçmalığına inandığınız ve birey olamadığınız için bu dünyada hiç bir halt değişmeyecek.

kaos ortamında gayet normaldir. bu kekolar gezide de böyleydi 3. gün amacından şaştı diye ağlıyorlardı.

Her şey bir yana, üstteki arkadaşlara katılmakla birlikte, ferguson olaylarında yağmaların gerçekten "zenginden alıp fakire verme" naifliğinde, sosyalist kaygılar taşıyan, sermayeye tepki niteliğinde hareketler olduğuna inanıyor musun? Çünkü buradan bakınca insanlar fırsattan istifade hırsızlık yapıyor gibi görünüyor. Türkiye'de de gezi eylemlerine de katılmış biri olarak bu tip yağmaların karşısında oldum hep. Ayrıca sadece büyük sermayeli işlermelerin yağmalandığını söylemek de bana goygoyculuk gibi geliyor, epey bakkal çakkal da defalarca yağmalandı türkiye'de bu tip eylemlerde. M e l t e m'in de değindiği gibi, hadi zenginden çalmayı meşru görsek bile bunun sınırını nerde çizeceğiz? Kim zengindir, kim değildir? Kaç paradan fazlası olan zengindir? Bu "kamulaştırma" goygoyunun arkasına sığınarak hırsızlık meşrulaştıkça olay çığrından çıkar, herkes birbirinden çalar ve bir yerden sonra "senin benden fazla malın var, dolayısıyla senden çalmak benim hakkım"a kadar gider bu olay.

Zincir marketi yagmalayan adam denk gelirse bakkali da yagmalar ee bakkal benim lan. Hirsizligin ismini degistirmisler kamulastirma koymuslar, bunlarin gotunu kamulastiracaksin. 1999da depremde baska illerden otobuslerle yagmaya gelmisti bu oc ler . neyseki asker falan bu durumlarda vur emri cikariyor

Bilinçli hırsızlık mı yapılıyor bu olaylarda yani ben de onu anlamadım açıkçası.

O vakit gidip holdingleri yakalım herhangi bir olay beklemeden ya da ne bileyim milyonerleri öldürelim onların veliahtlarını da yok edelim, parasının çok olduğunu tespit ettiklerimizi bu dünyadan silelim, mallarını da yakalım yıkalım. Böylelikle ufaktan eşitliği yakalarız.

Bu mudur yani?
Çocuklara tecavüz ediliyor, işçiler ölüyor, kadınlar dövülüyor, çocuk gelinler desen gırla çok uzağa gitmeye lüzum yok evet fakat bütün bunlarla yağmayı nasıl savunabiliriz ki? Yani yağmanın ne gibi bir etkisi olabilir tüm bunlara?
Misal bir teknoloji dükkanını yağmalamak o teknoloji devleri için devede kulak kalır çok afedersiniz.
Bunları normal karşılamak zati yarım olan düzenin canına okumak olur kanımca.

Bir anarşist ya da sosyalist gelseydi yazsaydı bir şeyler keşke. Ben pek anlamıyorum bu işlerden, ben Turancıyım.

Varlık demek birinin yokluğu, fakirliği demektir. Elektronik şirketi olsun öbürü olsun, işçiler ağır şartlarda çalıştırılıyor ve emeğinin karşılığını alamıyor. 140 dolara SOny fabrikasında çalışan işçiler var mesela, 12 saat.

Ütopyada ise düzen şöyledir, insanlar günde 2-3-4 saat çalışacak, bu sürede topluma üretim yapacak ve sonrasında serbest olacak. Bİlim snat müzik spor seks aşk neyle istiyorsa onla ilgilenecek. 12 saat kölelik yapıp sonra eve gelip duş alıp yatma değil yani.

Ütopyada mülksüzlük ya da mülkler herkesin ortak malı olacağı için, peki bunu yazmaktan vazgeçtim. Bu kamulaştırma olayları şu an az sayıda bir kesim taafından yapılıyor, yapanlar çoğaldıkça sermaye korkmaya başlayacak, işçiler toplanıp fabriklarını işgal ettikçe, maden facialarından sonra holding binasını yakıp yıktıkça, polis bir vatandaşı öldürünce emniyet binası ateşe verilince iktidar korkacak, çekidüzen verecek. Daha adil bir düzen, daha iyi şartlar gelecek.

Neyse , çok film izledim hayal gücüm fena işte.

İktidarın merkezi neresiyse eylemler oraya dönük yapılır. Şu an için şirketleri zincir marketleri olmayan insanların korkmasına gerek yok.

MÜcadele herkesin ayağında kışın su almayan ve hayvan derisinden yapılmamış bot olsun diye. Ve bu kazanım, hiçbir şey yapmadan, yasalara uyarak filan gelmeyecek. Gün geçtikçe bu insanların sayısı artmakta ve bir gün bu hırsızlık dediğiniz olay normal sayılacak çünkü çoğunluk bunu yapıyor olacak ve her şey, herkesin olacağı için, buna da gerek kalmayacak.

Bu sisteme destek olmamak için bu haksız adil düzene az da olsa dur diyebilmek için., yapılabildiği kadar akbil basmamak, bedava ürün almaya çalışmak, israf etmemek, geri dönüşüm yapmak, 2. el almak filan..

Yani sonuç olarak evet. Yağmalanan bir şok mağazası, doğrudan olmasa da dolaylı yoldan senin daha iyi bir düzende olabilmene katkı sağlıyor.

Hayal ettiğin kadar basit ve şiddetsiz olsa keşke ama olmayacak öyle...

Mala tecavuz iceren bir eylem insanlari neden mi sinirlendiriyor? Muhtemelen irza tecavuz iceren bir eylem insanlari neden sinirlendiriyorsa benzer sebeplerden.

yağmalamak=hırsızlık yapmak

Bunu sormak bile o kadar saçma ki. Empati yapıyorum yağmalanan dükkan benim olsa napardım diye. Hiçbir suçum da yokken üstelik. Çok adi bir şey yağma olayı.

sorduğun sorunun şunlardan bi farkı yok.

hırsızlık neden bu kadar sinirlendiriyor sizi?
tecavüz neden bu kadar sinirlendiriyor sizi?
cinayet neden bu kadar sinirlendiriyor sizi?

@Cursed Chico

senin gerçek olduğuna inanmıyorum ben. bi insan bu bilinç düzeyiyle hayatta kalamaz. sokağa çıktığı an otobüs falan çarpar ölür gider.

Fırsatçılık ve bahane etme çakallığı mide bulandırıcı da ondan. Fakir olmak insanı her zaman haklı yapmaz.

Cursed Chico'ya katılıyorum ben de, aslında benzer şeyleri yazmaya gelmiştim. Daha fazlasını o yazmış.

Ev yağmalanması ile market-banka yağmalanması arasında 3 milyon fark görüyorum.

çünkü ne ile örtülenmiş olursa olsun yağma = hırsızlık

vpn kurmanız gerek. bizde de laptoplara bir program kurdular, sanki ofisteymişiz gibi başka bir yerden ofis ağına bağlanabiliyoruz. nasıl yapıldığını bilmiyorum yalnız.

eger program database'e belli bir porttan ulasiliyorsa ag yoneticisinden port forwarding yapilmasi lazim ag makinasi adresine.

Bağlanacak bilgisayar sunucuya erişmek için sizin ağına dahil olup bağlanabilir ki bu da vpn ile mümkün(sanal bir ağ kurma olayı).

Yok bilgisayarlar ağa girmesin, sunucu internet üzerinden erişilebilsin diyorsan da bunun adı da NAT, programın kullandığı port ile modem üzerinden forwarding yapacaksın. Modem dedim ama ufak bir şirket olup adsl ile nete çıktığınızı düşünerek dedim, daha büyük yapı varsa routerdan yapılacak.

@yirtik foto: sorun tam da bu noktada ortaya cikiyor. sabit belli bir port kullanmiyor. bir saattir port dinleyici programlarla bakiyorum her defasinda sanki farkli bir portu kullaniyor ama genelde belli bir araligi kullaniyor gibi.
o araligi yaklasik olarak belirleyip modemden port forwarding yaptim ama yemedi.

@inheritance: bana ayrinti gerekiyor iste :)

database ne? SQL server veya oracle gibi mi? Çünkü db lerinde ağdan erişim ayarları/izinleri var.

database sql server.

şu an en mantıklı gelen vpn server kurmak gibi. genelde firmalar bu şekilde iş yapıyor herhalde. vpn server kurup, vpn clientlarla bağlanacak şubeden.

modemden statik olarak ayarladınız mı?

1433 nolu portu modemden açıp yönlendirme yapın. bir de sql server yönetim konsolunda ağ izinleri/servislerini kontrol edin bu şekilde olması lazım. diğer ağdaki bilgisayarlardan birine SQL Server Management Studio kurup veritabanına bağlanmayı deneyin bence vpn ile uğraşmak sıkıcı kolay gelsin.

1433 portunu açıp denemedim, bir de öyle deneyeyim.

@cetoxim: modemden statik derken?

dışardan geldiğin zaman farklı networkle gelirsin onlarıda senin iç networkune yönlendirmen gerekir ya da vpn kullanmalısın, modem özellikleri nedir bilmiyorum arkasına bitane firewall gerekebilir

kullanmadığın ve ücret ödemediğin sürece kredi kartının hiçbir olumsuz etkisi yok nasıl olsa. bir gün çok zor durumda kalırsan kenarda bulunması faydalı bence. yerinde olsam freekart'ı kenarda tutardım. ha garanti'den genel anlamda memnun değilsen zaten komple kapat gitsin derim. hesap işletim ücreti zırt pırt kesiyorlarsa neden katlanasın ki?

"bir gün çok zor durumda kalırsam kullanırım" diye geri göndermediğim 3 kredi kartım var ve borçlarını temizleyip kartları cehennemin dibine göndermek için 8000 tl kredi çektim bugün. ne olursa olsun birden fazla kredi kartı kullanma. "ben iradeli insanım, muhasebemi yaparım" diyorsan da kullanma, ben de öyle bir adamım çünkü.

ha garantiyi iptal edip maaş hesabına tanımlı kredi kartımı kullanırım diyorsan ne ala.

3 kartim var, ikisini kullaniyorum. Harcamalarini kontrol edebilceksen zarari yok.

her şeyin tek bir bankada olursa kafan rahat, yönetmen kolay olur.

Ben maaş hesabımın olduğu bankayı daha çok kullanıyorum kolay oluyor fakat o verdikleri yıllık aidatı olmayan kartların hiçbir özelliği de olmayabiliyor. Taksit imkanları vesaire olmadığı için yıllık ücreti yok sanırım. Detaylarını oku, işine yarıyorsa dediğin mantıklı.

Bu arada kenarda dursun ihtiyaç olursa kullanırım mantığına da hiç girme boşver, gerisini kapattır gitsin. Olunca harcıyor insan ondan sonra uğraş dur. En iyisi fazla olmaması. Bu dediğim limit için de geçerli.

Hizmet dökümüne geç yansıyor biraz.

1-2 ay sonra hizmet dökümüne düşer. Başlayıp başlamadığını da tescil kaydı bölümünden durumu karşısında aktif yazıp yazmadığına bakarak öğrenebilirsin.

evet aktif yazıyor fakat bunun öğrenci olup ailemin üzerinden sigortalı gözükmemle bir ilgisi olabilir mi?

bir yanlışı düzelteyim. hizmet dökümüne geç yansımıyor. hizmet dökümüne anında yansıyor. ama hizmet dökümü denen belge, sgk'ya ilgili ay bittikten sonra, ertesi ay verilir. son günü de ertesi ayın 23'üdür. yani kasım ayında işe girilen iş yerinin bildirgesi eeeennn erken 1 aralık'ta, en geç 23 aralık'ta sgk'ya verilir. bu tarih tamamen bildirgeyi verecek muhasebecinin keyfine kalmıştır. ben mesela mükelleflerimin ekim ayı sgk bildirgelerini 21 kasım cuma günü gönderdim.

23 aralık'tan sonra da göremiyorsanız sigortanız yapılmamıştır, o kesin.

İşe giriş bildirgesini iste, orada görürsün. Yoksa izleyen ayın en geç 23'nde görürsün. Erken verirse izleyen ayın ilk günü de görebilirsin.

Sarj aleti ile alakali baska güclü bir sarj aleti alman gerek.

aynı dert ofiste bir arkadaşta vardı. benim şarj aletimi kullanınca sorun düzeldi.

3000 mah pili orjinal sarj aleti 5-6 saatte anca dolduruyor. İlk zamanlar daha kısaydı, kablo sapıtıyor belli ki. Annemin s3 mini sarj aletiyle 1-2 saatte doluyor.

bende de var o sıkıntı.

usb den 2 saatte şarj olan telefon, prizden bütün gece %30 anca şarj oluyor.
bende laptoptan şarj ediyorum çaresiz

var.

sanırım 113-114 gaziosmanpaşa ve kırkkonaklar otobüsleri geçiyor. numaralarından emin değilim. güvenpark'ın önündekü duraklarda bekleyip bu otobüslere sorabilirsiniz.
geçtiğinden eminim ama otobüsün numarasından emin değilim.

114.

her saatte olur mu ki? çok teşekkür ederim :)

map.ego.gov.tr

Buradan nereden nereye gideceğini işaretle, otobüsler çıkıyor.
Yine siteden o hattın otobüs saatlerine bakabilirsin.

evet baktım şimdi. 114, on-on bes dakikada bir geliyormuş. hepinize çok teşekkür ederim.

Duyurunun chati nere yav ben cahil kaldım bu konuda, gireriz. Gördüm taa en altta bi link varmış. Biraz insanın gözüne sokulan bir yerde olsa giren olurdu. Ben bile aylardır burdayım chati görmedim :D.

Ilk açıldığı zaman biz girdik. O donemki muhabbetler pek hos değildi. Compumaster bile girip uyarmak zorunda kalmisti, o derece. Sonrasinda da bir daha hic girmedik zaten.

ben hep chatteyim

chat.eksiduyuru.com gelin gelin istila ediyoz

yalnız ürkütmeyin ceylanları, sesleri çıkmıyo zaten asdhfasfd

zafer bizim olacak yiğitler az daha dayanın

ben arada bi arkadaşa bakıp çıkıyorum. henüz kimseynen konuşmuşluğum yok.

bu kadar işin arasında kusura bakmayın :)

fall duyuru cevaplamaktan çete giremiyosun dimi janıııımmm <33

şifre mifre soruyor, kayıt yeri yok?

Zaten kırk yılda bir giriyorum ve yine aynı şey oldu: içerisi arı kovanı gibi, herkes bi telden konuşuyor ve muhabbete dahil olmak mümkün değil.

arkadaşlar telekonferans değil eğlence için yapılan çet bu. mantıklı bir konuşma tarzı beklemeyin, davet beklemeden dalın maksat muhabbet nedir yani

duşbeg canlı danışmanlık yapıyo şu an, borsa meraklılarına duyrulur ^^

mirc ile [irc server] olsaydı nostalji olurdu aynı zamanda, tadından yenmezdi :)

bazıları hariç chat yapcak adam yok orda. orda bi tane koca karı var ben ne zaman birşey yazsam köpekleri üstüme saldırtıyor :(

@false kimbilir ne yaramazlık yaptın seni seni >:(

bir kere girdim bir arkadaş nckini hatırlamıyorum 'aa rock n roll gelmiş, hoşgeldin' dedi ve ben asosyal arkadaşınız çıktım chatten. halbuki bir selam ver değil mi, çok öküzüm :))

benim kendime sözüm var -normal- duyuru hariç hiç bir yerde takılmak yok diye duyurunun chat'i de olsa girmiyorum.
yoksa gün içinde yapacağım şeyleri yetiştiremem :S
tüm gün de bilgisiyarda olduğum için böyle kararlarım oluyor, naparsın :)

Ya aklıma geldikçe nihıahıhıhı diye gülüp duruyorum. Tam doluşmuşuz burda konuyu gören chate gelmiş, oranın müdavimleri namı diğer "aborjinler" (bu tabiri bulanı ds ayrıca tebrik ediyorum) de rahatsız oldular ya. nerden çıktılar niye geldiler şimdi dediler, içlerinden biri de "miğferdibi amk" dedi ahahagagagz hala gülüyorum hakkaten aynı oldu ya asffsd

Bundan sonraki saldırılar miğferdibi vs aborjinler savaşı olacak şimdiden ilan ediyorum ehehghsfsf

İşte o yüzden vazgeçmicez donatchan. Bu tavrı çiğ çiğ yedirene kadar pesetmicem :D öyle tavır olmasaydı meydan okumazdım ama artık çok geç ıhıhıhı

Hayır Bi de biz gelmeden önce muhabbet ediyor olsalar dicem adamların muhabbetini böldük ama yok öyle bir şey zaten boş boş oturuyorlardı :d biz de geldik biraz açalım dedik motoru fena mı ettik ayol, yata yata paslanmış çet olmaz öyle. Ful tandımanını alalım ki daha iyi çalışsın

ahah o çetin fikir anası benim ama ben bile girmiyorum uzun zamandır. gereksiz insan dolu içerisi, hepsinde aynı sürü psikolojisi. çekilmiyorlar açıkçası belli bir yaştan sonra :)

şurda geyik yapıyoruz, ordakiler ciddiye almış silahlarını kuşanmış saldırı bekliyorlar, dilerseniz hakarete varacak yorumlarda bulunmayalım :)

ben çetteyim, buyrun gelin muhabbet ederiz :)

Önlisans sınavı daha kolay. Ama Lisans sınavına giren kişilerin ortalaması daha yüksek olduğu için önemli olan puan değil sıralama burada. Açılan kadrolarda senin girebileceğin kadroların atamalarda en düşük kaç puanlarla alım yaptıklarına bak, ona göre kararını verirsin.

lisansta 82-83,5 arası en düşük atama

önlisansta ise 80,5-83,2 aralığında hemen hemen aynı sayılır

ne yapacağın bence çok açık, zaten 2014 kpss'de atanmaya yetecek puan almadığını söylüyorsun.
-kpss'nin kaldırılması veya etkisizleştirilmesinden bağımsız olarak-

2016 lisans sınavına hazırlanıp girerdim,

istatistik bölümünden yapılan tercihlere öncelik verirdim,

(istatistikçi maaşları ve çalışma koşulları işletme ile gireceğin düz memurluklardan daha iyi sayılır)

istatistik olmadı işletme mezunu olarak tercih yapardım.

önlisansı unut. önlisans bölümün nedir bilmiyorum ama aöf işletme 2. sınıf bittiği için okulu bırakmak şartıyla alabileceğin önlisans diplomasıysa doğru düzgün bir yere atanamazsın. ataman olsa bile sonrasında lisans diplomanı saydırmak için gereksiz yere bir sürü uğraş verirsin.
sık dişini, istatistikçi ol. en olmadı işletme mezunu alımları nispeten geniş ve çeşitlidir, istediğin ilde istediğin kurumda memur olma seçeneğin var.

bilgisayar programcılığı mezunumuyum

bilgisayar programcılığı fena değil,
ancak ataman bu alan üzerine olursa istatistik okumanın esprisi kalmıyor. atamadan sonra alan değiştirmek çok çok zor. emeklerin boşa gider.

kısa vadeli çözümler orta-uzun vadede daha uğraştırıcı sorunlar çıkarır. paraya ihtiyacın varsa gerekirse yarı zamanlı çalışırsın. bu arada 2016 kpss'den iyi bir puan almaya kasarsın. ben olsam böyle yapardım yani.

sözleşme yenilemediğiniz için eski sözleşme sizin lehinize aynen 1 sene daha geçerli oluyor. aslında kanunen onumuzdeki aylar için bile kiranizi zamsiz odeyebilirsiniz.

aynı durum bende de var. cevaplar benim de işime yarayacak.

Sözleşmede her yıl yapılacak zam belirtilmiştir. Yani sözleşmenin yenilendiği tarihten itibaren o zam oranını ödemeniz gerekiyordu. Ev sahibinin zam konusunda sizinle konuşmasına gerek yok, sözleşmede yıl bitiminde neler yapılacağı belirtilmiş zaten. Bu işin yasal boyutu.

5 aydır eksik gelen kirayı yeni istemesi ayrı bir öküzlük, o ayrı bir konu.

Sözleşme yenilemediğiniz için diye bir şey de yok; sözleşme otomatik olarak yenilenir doğru, ama içinde yazan zam oranıyla birlikte yenilenir. Yani her sene zamlı kira ile sözleşme yapılacak diye bir şey yok.

@want2die: içimden geçenleri yazmışsın kardeş. bir de herif arada banka eksperi gönderiyor eve kendi çalışanıyla, eve bakıyorlar falan teminat mı gösteriyorsa ne yapıyorsa.. ben de izin vermicem artık, hakkım vardır heralde buna.

@osurdum: son cümleni tam anlamadım, yeni kira rakamını yazan sözleşme yapmaya gerek yok, otomatik olarak zamlanır mı demek istedin?
eksik kirayı istemesi öküzlük ise faizini istemesi ne acaba??

Bakın olay şu şekilde oluyor:

- Sözleşmenizi yapıp evde oturmaya başlıyorsunuz.
- Sözleşmede 1 yıl sonunda yapılacak zam oranı yazıyor.
- 1 yıl geçince sözleşmenin süresi bitiyor, iki taraftan birisi memnun değilse evden çıkıyorsunuz.
- Eğer iki taraf da sesini çıkartmıyorsa sözleşme bitiminden itibaren 1 yıl daha otomatik olarak uzuyor. Fakat sözleşmede yazan zam oranıyla, yeni kira bedeliyle birlikte uzuyor. Yani sözleşme otomatik yenilendi, ilk anlaştığınız kirayla devam edeceksiniz diye bir şey yok.

İki taraf da zam yapmama konusunda ortak karara varırsa yeni bir sözleşme yapılır, bu yeni bedel üzerinden yeni sözleşme üzerinden 1 yıl oturmaya başlarsınız.

Kısacası sizin durumunuzda sözleşmede yazan madde gereği yenilendiği aydan itibaren o zam oranını ödemeniz gerekiyor. Şimdiye kadar ödemediyseniz bunu ödeyeceksiniz. Faiz olayını bilmiyorum, onu bir hukukçu cevaplasın.

Böyle durumlarda sözleşmenizi iyi okursanız tam zamanında da ev sahibiyle iletişime geçerseniz genellikle orta yol bulunur. Ev sahipleri de zırt pırt kiracı değiştirme meraklısı değiller. Kirasını düzenli alan insanlar gerekirse zam yapmayıp memnun olduğu kiracıyla devam etmek ister. 50-100 lira fazla alacağım diye düzenli aldığı kiradan olmak istemezler yani.

Ev sahibinizle konuşup farkı ödeyeceğinizi ama faiz ödemeyeceğinizi söyleyin, orta yolu bulmaya çalışın.

bu konu aslinda biraz karisik.

oncelikle gelen ekspere izin vermeme hakkiniz olmayabilir ve karsilikli hosgoru cercevesinde eksperi iceri almaniz dogru olacaktir. zaten almayarak elinize ne gececek ki?

bunun yaninda kira sozlesmeleri her sene otomatik olarak yenilenir ama sozlesmede yazan zam oraniyla beraber yenilenir. bugune kadar olan kismi istemesi okuzlukten ziyade mumkun degil. kirayi bankaya yatiriyorsaniz ve para size geri gelmediyse ya da ihtar vs gelmediyse, ev sahibi kirayi kabul etmis demektir, daha once bir arkadasim benzer bir sey yasamisti, geriye yonelik bir alacak/verecek olusmamisti. ancak bundan sonraki aylar icin ne olacagi biraz mechul. etrafinizda bir avukat varsa konusmaniz daha iyi olacaktir.

olayi da mahkemeye goturmek yerine kendi aranizda cozmeniz iki taraf icin de daha iyi olacaktir. avukatlara gereksiz yere para odemek gereksiz. (bunu babasi ve abisi avukat olan birisi olarak yaziyorum)

@osurdum: teşekkürler açıklamaların için.

@co2s2: teşekkürler. o ihtar için belirli bir süre var mı acaba? adamın şirketleri, avukatları falan var danışmıştır büyük ihtimalle, bilmeden birşeyler söylemek istemiyorum. birkaç kanun baktım da kanunlarımız bizim okuyabileceğimiz gibi pek olmadığından bir işe yaramadı.

şimdi hocam sizin biraz bilinçsizliğinizin kurbanı olmuşsunuz. bence imzaladığınzı sözleşmeleri iyi okuyun. sözleşmenin sonunda taraflardan biri iptal etmediği takdirde sözleşmenin otomatik yenileneceği yazar. zam oranı da zaten yazdığına göre ev sahibi haklı oluyor. işleyiş hakkında bilgi vermek gerekirse:

örneğin bahsi geçen tefe tüfe (yeni isimleri tüfe-üfe) ortalaması %10 olsun. sizin mevcut kiranız da 1250 lira olsun. sözleşme sonunda bu konuda konuşulmazsa otomatik olarak kiranız 1375 oluyor ve sözleşmeniz 1 yıl yenileniyor.ancak sözleşme bitmesine 1-2 hafta kala ev sahibi ile konuşarak 1250-1375 arası bi fiyatta anlaşılabilir.

Sen bu cambazlari dinleme.

Dava acarsa geriye donuk borclarini da bal gibi alir. Zaman asimi diye bir sey var.

Uzerine bir de avukat masrafi sokar.

Sozlesmeniz yenilendiginde, sozlesmede yazmasa bile borclar kanunundaki maddeler uygulanir ve kiraniza yasal oranda zam yapilir. Yeniden sozlesme duzenlemeye gerek yok.

Faizi konusunda bi fikrim yok ama konusup anlasin, faizi vermeyin.

ihtar icin belli bir sure vardir ama bilmiyorum.

ama haziran kirasi icin olan ihtar suresi gecmistir. 10-20 gunden daha uzun bir sure oldugunu dusunmuyorum, hadi olsun bir ay.

zam yapma tarzını anlamadım ama olayı açıklıyorum avukat olarak madde madde, sözleşme diye yırtınmaya gerek yok.

öncelikle haziranda oturmuşsanız bu şahıs size 1 yıllık dönem içerisinde zam yapamaz.
MADDE 343- Kira sözleşmelerinde kira bedelinin belirlenmesi dışında, kiracı aleyhine değişiklik yapılamaz.
hazirana kadar zam yapamaz yani.

haziranda yapılacak zamda ise sözleşmede ne yapıldığına bakılmaksızın bu hükümle uygulanır;
MADDE 344 - Tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır.
Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla hâkim tarafından, kiralananın durumu göz önüne alınarak hakkaniyete göre belirlenir.

yani bu adamın 2141241243 tane avukatı olsun, sana yapılacak olan zam bir önceki senenin sözleşmenin kurulduğu aya ait üretici fiyat endeksindeki oranı geçemez.

haziran-kasım olayını çözemedim, yorumları okuyacak durumda değilim, özel mesaj atarsanız daha kolay yardımcı olabilirim.

1 yıl kalma sözü falan istiyor, bunu da sözlü olarak "onaylıyor musunuz?" diye soruyor. Yani bu telefondaki görüşmelerde verilen sözler geçerli oluyor.

istemiyorum parasını, mesaj atmasınlar yeterli :)

Kentpark Decathlon.

dostum teşekkürler bea.. fiyatlar da hiç fena değilmiş bu kentpark dekatlon'da.. benzeri duyurular için : www.decathlon.com.tr