Tarihte bir dolu örneği var, uzun uzun yazmak istemiyorum. Louis Bonaparte'ın, Napolyon kültünü canlandırması; Alman faşizminin III. Reich tarihlendirmesi ve Aryan sembollerini kullanması vs.
AKP de "70 yıllık reklam arası"ndan sonra düşünsel olarak kendini Osmanlı'nın sonuna, bilhassa Abdühamit'e, yani 1908 Devrimi'nin öncesine iliştirmek istiyor.(Bu arada Abdülhamit kültü, benim takip edebildiğim kadarıyla ta Büyük Doğu zamanlarından beri zaten sağcıların tarih anlayışında önemli bir yer tutuyor.) AKP iktidarı içinse; sporda canlandırılmaya çalışılan okçuluktan tutalım, devlet binalarında kullanılan Selçuklu mimarisi öğelerine kadar her yerde işaretlerini gördüğümüz türden bir neo-klasikçiliğin parçalarından biri. Partinin ideologlarına -??-, tarih yazıcılarına vs. göre -her ne kadar açıkça söylemeseler de- 1908 Devrimi, Cumhuriyet Devrimi ve CHP iktidarı ile kesintiye uğramış bir hattın sağlam halkasıdır Abdülhamit; bu hat tuhaf biçimde Menderes'le devam eder, -o da köylü burjuvazinin ve bu sınıfın altında şekilsizleşen köylülüğün temsilcisidir- 27 Mayıs ve getirdiği kurumlar eliyle yine kesintiye uğrar, 70'ler boyunca mücadelesini sürdürür ve nihayet bir başka restorasyonla, 12 Eylül'le farkında olmadığı bir zafer kazanır. Menderes'le Erdoğan'ın arasına Özal'ın yerleştirilmesi bu itibarla -ilk bakışta- manalı gibi gözüküyor. Ortak sözcük: Restorasyon. (Mu olmalı?)
Eleştirel not: Ama hangi üretim biçiminin restorasyonu? Abdülhamit, ulus devletlerin birer ikişer tomurcuklandığı, Batılı düşüncenin nicedir aydınlar arasında karşılık bulmaya başladığı, İstanbul'da gayrimüslim burjuvanın palazlandığı ve haklar iddia ettiği bir dönemde, yarı-merkezi feodalizmin restorasyonuna girişerek meclisi 30 yıllığına kapattı. Menderes'in tahkikat komisyonu ile doruğa çıkan baskıcılığı ise hem anti-demokrasi demekti hem de tarım burjuvazisine verilen tavizlerin sürdürülmesi, gelişen üretici güçlere karşı siyasal iktidarın gözünü yumması... Hadi ilk ikisi için feodalizm genel başlığını kullansak, Özal bambaşka bir yerdedir, tek bir piyasa hâline gelmiş dünya kapitalizmine entegredir: Krizdeki Türkiye burjuvazisini; 24 Ocak'la ve 12 Eylül sonrasındaki Anap iktidarı ile ihya etmiştir. AKP de sermayenin bir başka krizini çözmek için İMF politikalarını şartsız uygulayacak bir "tek parti" olarak, çoğunlukla muhafazakar kitlelerin desteği ile iktidara geldi. 12 Eylül 2010 tarihine dek olanlara da -bir günde bitmiş değil her şey, o tarihte resmileşti sadece- basbayağı restorasyon diyebiliyoruz demek ki.
Bunların üstüne "kült" dediğimiz şeyin ve kitleyle ilişkisinin "gerçek" anlamının da bir partiyi ya da lideri iktidara taşıyanlarla; o parti ya liderin siyasetinin arasında "gerçek" ilişkiye dayandığını söyleyebiliriz. Abdülhamit kitlenin önünde, tıpkı yukarıda verilen cevaplarda olduğu gibi "halifelik"le, "cambazlık"la vesaire duruyor. Altı bomboş... Bu yüzden sorunun "asıl" ama "yanlış" cevabı bunlardır belki de...
0