Bunu biraz fırtınaya benzetiyorum.
www.disastercenter.com 
Kendi içimizde fıldır fıldır dönüyoruz. Atıyorum, doğan bebek ateşin kötü olduğunu bilmeyip elini yakıyor. Bir bebeğe bakınca aklıma gelen şey "Üfff, daha bunun öğreneceği ne çok şey var. Valla, hiç baştan öğrenemezdim" oluyor.
Yani kendi içimizde dönüp dolaşıyoruz ama fırtına gibi de kendi içimizde aynı havayı döndürürken iyi-kötü bir yerlere de gidiyoruz. Bir yandan tekerrür eden bir tarih var. Bunlar çeşitli şekillerde dile getirilmiş. Hatta "Tarih tekerrür eder; ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak" olarak demiş Marx. Tekerrürün bol bol örnekleri de var. Örneğin, hem Napolyon'un hem Hitler'in kış günü Rusya ile savaşmaya çalışması gibi.
Bu biraz da geniş bir konu. Bir yandan elimizde "Tarih tekerrürden ibarettir" var, bir yandan da "Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz" da. Hatta "Zaman bir nehirdir" diyen bir atasözü de. Başka bir ecnebi atasözü de "Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçları beklemek" aptallık da der. Eğer zaman bir nehirse ve aynı nehirde iki kere yıkanamıyorsam, şartlar değiştiğinde aynı şeyi yaptığımda farklı sonuç bekleyebilmem gerek. Aynı şeyi yaptığımda farklı sonuç elde edemiyorsam, şartlar yeterince değişmemiş ve aynı kalmış; nehirden hala aynı su akıyor demektir. Dolayısıyla farklı şartlarda Rusya'ya kışın saldıran biri Rusya'yı yenebilir de.
Çok fena konudan saptım, bir U dönüşü ile geleyim. Fırtınanın içindeyiz, kendi içimizde aynı şeyi döndürüyoruz. Biz fırtınanın fır fır dönen kısmıyız, bu fırfır dönen kısım, dönerken bir yöne de ilerliyor. Çocuk büyüyecek, ilk sevgilisi olacak, başka konularda bir ton tecrübesizlik olacak. Millet bakıp "Anaam, yazııık. Daha neler bilmiyor" diyecek, vb. Diğer yandan da ilerlediğimiz bir yön var. Telefon, televizyon, internet, bilcümle kablosuz teknoloji; aynı devinimdeki insanlardan geliyor. Duygu ve bilinç olarak bizden önceki insanların yaptıklarını tekrar ediyoruz ama bilgi olarak hayvani bir birikim var ve bu birikim teknolojik, bilimsel alanda iyi bir yerlere götürürken, bir yandan da küresel ısınma, nükleer savaş, vb. gibi kötü yerlere de taşıyor. Hem de "Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete" hızında. Tabii kıyamet dediğimiz maksimum entropi noktası.
Örneğin, rönesans zamanında her haltı yapan adamlar var. Leonardo da Vinci, ressam, heykeltraş, mühendis, overlokçu, ıvır, kıvır; ne varsa hepsini olmuş. Çünkü adamların zamanındaki birikim daha az, insan ömrünün yeteceği bir zaman var. Şimdiki bilgiye ve "rönesans adamı" olmaya insan ömrü yetmiyor. Deli gibi bir bilgi birikimi var. Bilgisayarlar çok yardım ediyor ama bilgisayarlar işliyor; bizim öğrenme hızımız yine bize bağlı. O yüzden, kendimiz yerine bilgisayara öğretiyoruz; "makine öğrenmesi" oluyor. Sistemlere toplu bir bakış açısı bir insan için imkansız hale geldiğinden, ilk önce bireysel bilimden laboratuar çalışmalarına geçiş, o da yetmeyince "disiplinler arası çalışma" kavramı önem kazanıyor. O bilgi birikiminin içinde tek kişinin her şeyi yönetmesi mümkün ama uygulayarak yapması mümkün değil. Acaba bunun da yetmediği noktada ne olacak? Zira, şu noktada yapılan her şey "en iyi" mi değil mi, bilmiyoruz bile. Bulduğumuz iyi bir nokta etrafında bir şeyler yapmaya çalışıp, aklımızın almayacağı bütünü kaçırıyoruz. Yaklaşımlarımız bütünsel değil, sezgisel. (intuitive anlamında değil, heuristic anlamında sezgisel)
Bir de son olarak değinmek istediğim bir nokta var: genetik hafıza. Bir belgeselde vardı. Göçmen kuşlar, göç yollarında okyanus üstünde bir yerlerde uzun süredir patır patır ölmeye başlıyorlar. Bu ölümler, nesli tüketecek hale gelmeye başlayınca, bilimciler de ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Meğer orada 40 yıl kadar önce bir ada varmış, göç yolunda o kuşlar o adada dinlenirlermiş. O ada da nükleer denemeler sırasında patlatılmış ve yok edilmiş. Böylece kuşlar durup dinlenecekleri yerde dinlenemeyince güçleri tükeniyormuş. Yalnız, sorun şu: Adanın patlatılışı atıyorum 30 küsur yıl, yaşayan en yaşlı kuş da atıyorum ki 10 yaşında. (Rakamları unuttum) Aradan iki tam nesil geçmiş. Bunlar bu adada dinlenileceğini nereden biliyor? Biri büyüğünden öğrense, diğer nesil nereden biliyor? Buna da genetik aktarım demişler.
Hafıza ve anılar,DNA'larla aktarılmıyor; ancak yaşadığımız bazı şeyler DNA'larda değişikliklere yol açıyor (mutasyon gibi sanırım, tam da olayı bilmiyorum) ve bu sana aktarılıyor. Örneğin, ejderha mitini, ilk insanların dev kertenkeleler ve sürüngenlerden korkusunun bir yansıması olarak ele alıyorlar. (bunu atıyor olabilirim, nerede okuduğumu hatırlamıyorum) Aynı şekilde, bazı kişilerin rüyalarının ve "Önceki hayatımda şöyleydim" gibi görünmesinin genlerle aktarılan bilgi olduğuna dair kanıtlanmamış hipotezler var. Bilgi DNA ile aktarılmıyor ama neyle ne aktarılıyor ve nasıl bir aktarım var genetik olarak; burada da bebek adımları ile ilerleyen bir bilim var. Bir bebek baştan her şeyi yaşayacak ama atalarından gelen de minik bir bilgi kalıntısı var. Tamamen
tabula rasa değil.