çekildiği an güzelce pakenlenmiş en küçük boy paket kahve alabilirsin.
= Kurukahveci Mehmet Efendi

istanbul: mandabatmaz (istiklal)
izmir: küçükavcı (karşıyaka)

ihsan kurukahve. eminönü'nde mehmet efendinin az ilerisinde. çok şanslıysan metro grossmarketlerde bulunabiliyor. mehmet efendinin bulunduğu sokağın az ilerisinde nuri toplar var.
kurukahvecininki güzel gelmiyor artık.

ankara’da bulmam gerektiğini yazmayı atlamışım.

Kurabiye.
www.youtube.com

Badem unu + ezilmiş muz + 2 yumurta = güzel bir krep. Süte alerjim olmasa ben içine azıcık da süt koyardım. Üstüne bal ve ceviz ya da fındık koyup yersin, enerji bombası olur. Tam regl dönemlerinde tatlı krizi yatırştırmalık.

Hamurun içine biraz da yabanmersini kurusu atabilirsin bak şimdi aklıma geldi, güzel olur.

Külliye'de beşamel sosunu badem unu ve badem sütünden yapıyorlarmış, denenebilir.

Lüzumsuz olduğunu düşündüğünüz şeyleri bir araya koyun, mesela bir kutuya, poşete falan. Sadece ihtiyacınız olduğunda oradan alın. İki hafta/bir ay vs sonra kutunun içinde kalanları elden çıkarın, demek ki kullanmıyorsunuz. (Mevsimlik şeyler hariç)

Uygulanabilir bulduklarim:

- Belli bir süredir o esyalarin kullanilmadigini ispatlamak adina süre siniri koymak. Orn: "Giysi dolabinda son 6-7 ayda hic giyilmeyenleri elemek."

- Gozumu yoran, odada fazla gozuken esyalari once depoya kaldirmak. Yoklugunu yine bir süre hissetmemissem, uzulmeden freestuff gruplarina koyuyorum.

Lazım olur dediğim küçük şeyleri şunlara koyuyorum.

www.hepsiburada.com

Hem hepsi bir arada duruyor hem de saklaması kolay.

Yoksa direkt çöpe.

Son 1-2 yılda 2’den az kullandığım şeyleri ihtiyacı olanlara dağıtıyorum. İstifcilik bana göre değil.

Son 36 ayda hiç kullanılmadıysa gerekli kategorisinde değildir.

Gecen sene tasinirken duyurudan birinin arkadasi gelmisti bana. Onla baya cok sey ayirmistik. Beni tanimadigi icin "yaa ama belki kullanirim bak biliyosun" dedigim hicbiseye kulak asmadan cat cut atti vallahi :D

1 yil gecti tasinmamin ustunden, 1 kez bile ihtiyaicm olmadi o seylere, evet.

bir kaç ay önce kendime bir kural koydum. her gün en az bir, gereksiz ya da kullanmadığım eşyayı çöpe atıyorum ya da ihtiyaç sahibine veriyorum. şimdi sıra atmaya kıyamadığım ya da anısı olan eşyalara geldi. ama kural kuraldır diyerek sıpıtıp atıyorum her gün bir şey seçip. baya azalttım gereksiz eşyalarımı.

Eğer o da seni eklemediyse evet atabilirsin, okur ama sana cevap yazamaz.

Karaköy civarı (olta ve misina için)

kadıköy barış manço kültür merkezinin tam karşısında bu tarz bir yer vardı. hala orada mı bilemiyorum ama

Karakoy +1

decathlon - web siteleri mevcut mağaza listesi orada var.

Karaköy iskelenin olduğu meydanın bir arka sokağında var. Yeraltı camii nin olduğu sokak.

üsküdar'da da hayli var, uncular cad. ve doğancılar cad. civarında

türlü türlü psikolojik rahatsızlık var. ne olduğuna bağlı.

Birlikte oldugumuz zamanlarda normal davranirdim. Ufak tefek arizayi pek sorun etmezdim ancak olayin boyutu normal olcutleri epey asiyorsa yapacak pek birsey kalmayabilir.

ne tür psikolojik rahatsızlık olduğuyla da ilgili biraz bence.
herhangi gelişen olumsuz bir durumda nasıl davranmam gerektiğini bilmeyebilirim ve bu beni tedirgin edebilir.
ama geri zekalı muamelesi yapacağımı sanmıyorum.

gerçeklik algısını kaybettiği bir durumsa muhtemeleen uzaklaşırdım ama böyle bir durum yoksa sorun yok benim için.

En yakın arkadaşıma daha dün rapor çıkardı psikiyatristi. Zaten narkotik ilaç kullanıyordu birkaç aydır. Çok ciddi ya da çevresini etkileyecek kadar büyük bir rahatsızlığı yok aslında ama kendisine üzülmek dışında hiçbir şey hissetmedim ya da düşünmedim açıkçası.

Herkesin başına gelebilir, öyle şeyler yaşar ki insan her şeyi değişir.
Trafik kazasından farkı yoktur, her an herkesin başına gelebilir.

Eski erkek arkadasimin bu tarz sorunlari vardi, eski olmasinin nedeni bu degil. Baltali katil, seri katil, pedofil, vb olmadigi surece kimseden uzaklasacagimi sanmiyorum.

Gerizekali muamelesi nedir? Zeka ile ne ilgisi var bunun.

En kinadigimiz kisiye donusmekten anlik uzakliktayiz. Herhangi bir insanin yargilayacak durumda olduguna inanmiyorum.

Rahatsızlık var rahatsızlık var. Uzun süren depresyonu, bunalımı olmuşsa/varsa başkaaaaaaa, sürekli yalanlar uydurup kendi de inanıyorsa başka, çocuk tecavüzcüsü olma eğilimi varsa bambaşka.

Sapıklığı, sadistliği, sahtekarlığı vb. bir durum yoksa, "psikolojik rahatsızlık" sebebiyle bir arkadaşımdan niçin uzaklaşayım? Her hareketini değil ama dikkat çekecek kadar anormal bir hareketini görürsem "belki hastalığıyla alakalıdır" diye düşünürdüm mutlaka.

Zekanın bununla bir alakası yok. Geri zekalı diye düşünmez/öyle muamele etmezdim.

yaklaşıma bak. sana ne muamelesi yapılmalı şu anda?
soruya cevap, bu yükün altına girmeye değecekse girersin.

Psikolojik rahatsızlık ne? Depresyon mu mesela? Depresyona girmeyen kaldı mı bu devirde hayatı boyunca :)

neden öyle bi şey yapayım ya?! neden yani, sebep ne? yaşayabilir, insana gerizekalı muamelesi yapmak nedir ya da deli muamelesi? çok öküzce şeyler bunlar. sevdiğim bi insansa elimden geleni yaparım, aram yoksa da ek bi uzaklaşma çabasına girmem.

Yoo, ben de psikolojik deli olduğum için sorun yok.

Yazılım gibi fiziksel olmayan şeylerin patenti nasıl alınıyor? Neleri kapsayacağına kim karar veriyor, geçerliliği ne oluyor?

Geçenlerde manyağın biri "responsive design" patenti aldığını ve responsive kullanan bütün siteleri uyaracağını ve kendisine telif hakkı ödemeyi reddedenlere yaptırım uygulattıracağını söylüyordu mesela.

Linki bulursam eklerim buraya :)

İşte o manyak: www.dijitic.com

- patent almak neden cok pahalı? maddiyati indirecek bir alternatif yol var mi?

- hangi ülkeden patent almak daha mantıklı?

- tum dunya ülkelerinde geçerli olacak bir patent alinabilir mi? ya da birden fazla ülkede gecerli?

- Edison ampulun patentini aldi, simdi tum ampul şirketleri Edison'a para mi oduyor? oduyorsa ne kadar ve ne sıklıkla? patentin zaman asimi var mi yani ne kadar zamandan sonra insanlığa ait oluyor?

patent troll'ü şirketler bizim ülkemizde de var mı? bu şirketler hakkında ne söylemek istersiniz, etik buluyor musunuz?
ülkedeki patent alma istatistikleri nelerdir, örneğin senede şu kadar patent, kaç tanesi hangi sektörde?
insanlarda patent bilincinin oluşması için neler yapılması gerekli?

gibi klişeden ölen ama cevabına göre yararlı olabilecek sorular geldi aklıma.

patenti alınabilen ve alınamayan şeylerin ayrımını yapsa biri mesela bana ben çok memnun olurdum.

yani ben bir vida çeşidi bulduğumda bu vidayı kim yapabilir/yapamaz neden yapabilir/yapamaz? gibi.


patentlerin ömrü var mıdır?

selçuk inan'ın galaxy s8 patent olayı da güncel mesela belki işine yarayabilir

@chicha: yazılım konusu biraz karışık. ülke ülke çok değişiyor. avrupa yaklaşımı (bizim de içinde olduğumuz) şu; yazılım normal kodlama faaliyetinin ötesine geçip teknik karakteri olan bir iş yapıyorsa, patentlenebilir. örnek olay aklında varsa sor, yardımcı olmaya çalışayım.

patent konusunda hiçbir şey fiziksel değil, her konuda sadece fikirlerden bahsediyoruz.

@ tomcruise:
-patent almak pahalı değil, kim demişse yalan söylemiş.
-hangi ülkelerde ticaret/üretim/takip yapma gücün olacaksa o ülkelerden
-hayır, ülke ülke tek tek başvuru yapma zorunluluğu var, küresel patent ya da uluslarası patent diye bir şey maalesef yok.
-hayır, patent 20 yıl ile sınırlı. ayrıca Edison ampulün patentini almadı, bir ampul için patent aldı. ampul yapmanın bin tane daha yolu var.

@ Bruce: patent troll ülkemizde de var. patent bir mülkiyet, belki kiraya veririm diye dükkan almak ile bire bir aynı şey. etik buluyorum.

yılda toplam 3.6 milyon patent, 1 milyon çin, 350-400 bin abd, 14 bin türkiye. 14 binin 8 bini yerli, 6 bini yabancı.

zamanla oturur, dışarından yapılacak fazla bir şey yok.

@baharat:kabaca her şeyin patenti alınabilir, birkaç istisna tedavi usulleri, tohum ıslah yöntemleri, insana yapılan genetik müdahaleler, genel ahlaka aykırı konular (mayın vb.) hariç.

o vida yeni ise patentlediğin ülkelerde senden veya lisans verdiğin kişilerden başkası yapamaz, yaptıramaz, satamaz, satmayı teklif edemez. maksat seni yeni bir vida yapmaya teşvik etmek.

patentin ömrü başvurudan sonra 20 yıl. sonra isteyen bakar yapar.

1) Sadece Japonya patenti ile dünya patenti arasında fark ne?
2) Fark varsa, bu farktan yararlanarak başkasına ait sadece Japonya patentini sadece Türkiye patentini alabilir miyiz? Hayır ise, o zaman tekrar 1. soru

@ baharat:

1-japonya patenti japonya sınırlarında geçerli. dünya patenti diye bir şey yok.
2- hayır, alamazsınız. patent alabilmek için başvurunuzun dünya çapında yeni olması gerekiyor.

@babilbaligi

Uzmanlık alanınızda bizi bilgilendirmeniz çok hoş ve değerli.
Müthiş bir kamu hizmeti.
Teşekkürler.

rica ederim. seminer de çok güzel geçti zaten.

daha sorusu olan varsa ister buraya yazsın, ister mesaj atsın. cevaplarım, elime mi yapışacak!?

Somon

@veritaslibertas somon derken? norveç somonu mu karadeniz somonu mu?

norveç somonu out, karadeniz somonu in

www.haberturk.com

artık sushilerde karadeniz somonu daha çok kullanılıyormuş. en iyi balığın ben de somon olduğunu biliyorum ama o da maalesef ki tavuklar gibi çiftliklerde yetişir oldu malesef.

Çoğu çiftliklerde tavuk gibi yetiştirildiği için normal karşınıza çıkan somon değildir.

Çiftlik olmayan somon ise tamam.

Cevap: Çiftlikte yetişmemiş ve dip balığı olmayan balıklardır.

somon ile ilgili www.atillaalpbaz.com şu siteyi inceleyebilirsiniz. sitede iddia edilen her konunun doğru olduğunu söyleyemem ama çok konuda da bence haklı.
en sağlıklı balık sorusu ise gerçekten zor soru. bu soruya istediğiniz gibi bir cevap veremem fakat eğer tanışmadıysanız belki şu site www.turkomp.gov.tr size her türlü gıdanın besin değerleri hakkında bilgi verecektir. sitede alabalık, sardalya, hamsi levrek gibi balıklara ait verilerde mevcut. afiyet olsun :)

hatta turkomp'ta yer alan su ürünleri www.turkomp.gov.tr

Çinekop ya da lüfer tabii ki.

Bebeklerde tamamlayıcı beslenmeye geçerken hamsi, sardalya, istavrit gibi küçük balıkların yedirlmesi öneriliyor.

Küçük balık, deniz balığı ve elbette mevsiminde balık.

hamsi küçük balık olduğu ve yağlı olduğu için

Muhtemelen, hatta daha da kolay olur, laktozlar parçalanmış olduğu için.

Sütü yoğurt yapan şey zaten maya, laktozlu laktozsuz fark etmez, kaldı ki laktozsuz süt teknik olarak laktozsuz değil zaten içinde ekstra olarak laktaz var.

Yani yapilan yogurt laktozsuz olmaz mi bu sekilde? Nasil yapabilirim?

Laktozlu olur ama laktozu parçalanmış olur, tükettiğinde vücudun laktozu parçalamak için uğraşmaz, laktoz duyarlılığın varsa bu şekilde sıkıntı yaşamaktan kurtulmuş olursun.

yapılır. biz yaptık oldu.

(seninle) bir ilişki istemiyorum (ve sana bunu en az zararla böyle söyleyebileceğimi düşünüyorum).

:)) önce kanım çekilir gibi oldu, sonra bastım kahkahayı. Çok komik bir hal anlatılmış bence.

''Samimi yaralı kalp'' :) Bu türk filmi romantizmine de ayrıca bayılıyorum. Güçlü erkek figürü ama yetmez bi' acısı olmalı - bi' kavgası :) dırıdırırın. (misal: ayakkabı tasarımcısı abimiz, o büyük aşk acısıdan sonra mükemmel vücuduyla kendisini yalnızlığa hapsetmiş olan)herneyse

seni seviyorum ama ilişki istemiyorum, kendimi kaptırıp gitmekten tekrar aynı acıları çekmek istemiyorum zokasına hoşgeldiniz. Nerede kaldınız yahu, gerçekten trafik bu kadar da fazla olamaz doğruyu söyleyin evden çok mu geç çıktınız ?

Darılmaca gücenmece yok; şimdi karşınızdaki sizi istemiyorsa yeterince ''sevmiyordur'' çünkü sanılanın aksine(ilgi budalası değilse insan), sevgi öyle olursa olur olmazsa da başkası olur gibi birşey değil buna izin vermez.

Ama sizde görüyorum ki izin de verebilir. Zaten bu başlı başına ''ilişki istememek'' için yeterli bir sebep. Bir de bazı özelliklerinizle devam edebileceğini düşünmüyor da olabilir. Mesela ben sigara içen kadınlarla ilişkimi sürdüremiyorum, yine aynı şekilde gereksiz ünlem kullanan, pasif agresif bir karaktere sahip olan, argo kullanan kadınlarla da. Bir de kısa boylu olanlarda. Onlar hep ilişki istememe tarafında kalıyorlar. hayat çok acıklı, bunu ilk aciziyetimde hissetmiş bir geceyarısı da farketmiştim(böyle söyleyince çok romantik oldu, seversiniz siz)

edit: sanırım zorunuza gitmiş ki aynı minvaldeki birsürü cevap sizin için ''cevab bu'' ama bu değil. :)) trajik bir davranış biçimi :))
(bkz: kendi kendini doğrulayan kehanet)
bunlardan korkmayın ama, böyle şeyler geliştirecektir sizi. Siz; söyleyebilecek cesareti olmayan insanlardan korkun, ya da boşverin siz hiçbirşeyden korkmayın zaten '' tabiki de korkmazsınız(!) '' -da :)))
(yemedim)

yazıdan sonra aklıma geldi; dinledim: youtu.be

bu arada zeka sohbetine dair; bende iq teknik olarak 140+ kapışıyor muyuz ? :)) - çok eğlendim -

ilişki istemiyorum: yeterince güzel ve çekici değilsin.

acik konusalim:

"gel arada cakayim cunku sana cakmaktan zevk aliyorum ama ote turlu cekilir dert degilsin, diger zamanlarda uzagimda dur."

demis.

**

sen de daha hala yok romantizm, yok kendini kaptirmak istemiyor vs. valla once acidim, sonra bastim kahkahayi ne diyeyim. bu saflikla isin zor.

"ilişki istemiyorum" illaki "yeterince güzel ve çekici değilsin" demek değil. bilinçli bir insan pekala çok güzel ve çekici olduğunu düşündüğü ve hatta iyi anlaştığı birini ilişkide gelecek görmediği için istemeyebilir. büyük bir sorumluluk bu. ayrıca darbe alma kısmı da var tabii. kimisi ayrılığı çok ağır yaşıyor, bütün düzeni ve hayatı bozuluyor vs. kimse durduk yere bu yükün altına girmek istemez.

bir erkek olarak kendi adıma tüm samimiyetimle durumun böyle olduğunu söyleyebilirim. üst paragrafta bahsettiğim şey tam olarak bu. çok güzel ve bana ilgi duyduğunu bildiğim, aramın da iyi olduğu bir kız var. çok iyi anlaşıyoruz falan ama ilişki konusundaki beklentilerimiz olsun, hayata bakışımız olsun vs. farklı. birlikte çok iyi vakit geçiriyoruz ama "birlikte" olamayız. ben 8 aydır hala eski sevgilimi özlüyorum diye ağlıyorum, aynı şeyi bir daha yaşamayı öngörülebilir bir süre için istemiyorum. yeri değil, zamanı değil. ama bu yüzden iyi anlaştığım, kendime yakın bulduğum bir insana da "ilişki istemiyom sie" deyip rest çekemem. niye iyi bir arkadaşımı kaybetmek isteyeyim bu yüzden?

ilişki istemeyen her erkek "BAS GEÇ KANKİTO XD" diyen kalpsiz womanizer olmuyor yani, pekala gerçekten acı çekmiş, ürkek vs. olabiliyor. az buçuk zeka kırıntısı da varsa her iyi anlaştığı, hoş bulduğu kadına atlamayacak seviyeye geliyor bi yerden sonra.

Herkes zaten o kişinin sizi sevmeyebileceğini söylemiş. Onu tekrar etmeyeyim. Ama bu kişi başka birini seviyor da olabilir. Benim şu anda sevgilim yok ama hoşlandığım biri var. Bir kız bana şu anda senden hoşlanıyorum dese onu reddetme olasılığım yüksek çünkü aklım başka yerde. Kısaca, erkekler duygusuz, odun gibi yaşayan varlıklar değil aslında. Kuzey Güney'i izlemişsindir. Orada Kuzey sevdiği kadını başkasıyla gördüğünde gözleri doluyor. Erkekler de üzülebilir, erkekler de ilişkilerden zarar görebilir. Bir erkeğin karşısındaki kıza böyle şeyler söylemesi her zaman taktik değildir. Burada samimiyete bakmak gerek.

İlişki bir çok bağlanma ritüel keyif ve acıyı beraberinde getiriyor. Seni bu saydıklarımı yaşamaya değecek kadar önemsemiyorum demektir bu. Siz de birinin hayatında 2., 3. kişi olarak hayatınıza devam edersiniz sindirebilirseniz. Hani yoklukta gideri var tarzında.

Ek:

Bu tür konularda karşı tarafın da dediklerini çok ciddiye alıp kesin doğru bir ifade gibi ele almamak lazım. Günü kurtarmak için söylenmiş politik bir söz, arkasında bir filozofi, bir hayat tarzı yok. Doğru kişi olarak gördüğü birisiyle bir bakarsın 3 ay sonra nişanlanmış o ilişki istemem diyen.

''O da dedi ki "çünkü korkuyor ,kendini kaptırmaktan korkuyor. Çünkü hep acı çekmiş,darbe almış " hahaahahaaa. ilk defa bu platformda bir şeye güldüm sağolun ilişki istemiyor değil sizinle ilişki istemiyor.

''"seni, bırak evlenip "eşim" olarak yanımda görmeye, sevgili olup "sevgilim" olarak yanımda görmeye dahi layık bulmuyorum. ama seninle yatmaktan yana bir sıkıntım yok. benim için bir nevi escort gibisin. tek fark, escorttan daha hesaplı olman. senin gibi birkaç kişi ile daha aynı anda birlikte olabilirim. ancak senin gibi birine karşı sorumluluk duyacağımı sanıyorsan, yanılıyorsun." cümlesini daha kısa bir biçimde ifade eden erkektir.

size sürekli böyleleri mi denk geliyor?

kıyamam...

(bkz: sad but true)''

anlamalık bir şey yok bu tarz adamlarla muhattap olmayacaksın. seven insanın nasıl davrandığını herkes bilir zaten. böyle tipler vur-kaç erbabıdır. onlara kızmıyorum hatta destekliyorum kafalarına göre takılsınlar ama siz bunu göre göre niye üzülüyorsunuz onu anlamıyorum her şey çok açık.

bence o kişi seninle ilişkiyi istemiyor.

Belli olumsuz yaşanmışlıklardan sonra, belli bir yaştan sonra yeni birini tanımak, yeni birine inanmak, onunla birşeyler paylaşmak, tanımaya çalışmak, güvenmek o kadar zor geliyor ki..

"Sevişmek istiyorum ama ilişki istemiyorum" yazanlara bakma.. Nadiren de olsa öyle olabilir ama bu durum farklı..
güven duygusunu kaybeden, aldatılan, olumsuz şeyler yaşayan bir erkek yaralarını bir kadına göre daha zor sarıyor hatta bazen saramıyor..

Gerçekten seviyorsan üzerine düşüp iyi etmeye yaralarını sarmaya çalışabilirsin. Çıkmadık candan ümit kesilmez..

Şu paragraf bence konuyu özetliyor
"Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi; boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna. Tedirgin etme beni. Bu sefer geride bir şey bırakmadım. Tasımı tarağımı topladım geldim. Neyim var neyim yoksa ortaya döktüm. Beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim. Bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim. Beni uyandır."

Oğuz Atay

Bir tahtravalli düşün, kim ötekine yanaşsa, bu kişi, üzerine fazla gelindiğini görüp uzaklaşıyor.

Erkek tarafı kadını beğenip yaklaşınca da aynısı başına geliyor. 21. yüzyılda nihayet kadınlar da artık erkek problemleriyle boğuşuyor.

Devir böyle oldu.

Feministlerin ilişki bulamaması da feminizmden geliyor bu arada. Öyle de bir durum var.

Feminizm aile kurumunu yıkan bir akım olarak kadını aileden özgürleştirdi. O yüzden boşverin ilişkiyi sevişin geçin.

Şu olaylar erkeklere orta ve uzun vadede çekici gelmiyor: galeri2.uludagsozluk.com

Seninle sevişelim ama düzgün bir kız ile ilişki kovalayım kafası bu. Türk erkeklerinin geneli böyle maalesef, kız sevişiyor ise ilişki yaşanacak kız değil ama sevişmem de lazım napayım? Issız adamcılık oynayım.

Def edin.

ilişki istemiyorum demek illa beğenmemek değil ki? ilişkinin getireceği yüke sorumluluğa vs. katlanmak istemiyordur. eğer bu konuda kötü deneyimleri varsa, rahatını bozmayacak dozda ilişki alıp huzur içinde yaşamayı tercih etmiştir.

Bence o da seviyor olabilir ama henüz acılarının üstesinden gelebilmiş değildir, geçmişi onu rahatsız ediyordur. Zamanında yaşadıkları hala canını acıtıyordur belki de. Ona biraz zaman tanımalı, yaralarını sarmasına-iyileştirmesine izin vermeli. Bu konuda ona yardım da edilebilir, daha fazla şefkat ve ilgi göstererek onun izin verdiği ölçüde çok boğmadan yanında durulabilir. Eğer Onu seviyorsa peşinden gidilmeli, öyle ilk tümsekte bırakılmamalı. Aşk iyiştirir. Bence siz ve aranızdaki şey buna değersiniz. Tabi bence.

bence arkadaşınla aynı kişiyi seviyor olabilirsiniz, biraz berrak bir kafayla düşününce aklıma bu geldi. başka ihtimal kalmadı çünkü; hiçbirini beğenmiyorsun. ama benim halen bir umudum var ve ben diğerlerine de benzemem malum, ben tik için yazıyorum.

Önce acıdım sonra bastım kahkahayı +1

“Bana değer veriyor biliyorum ama çok hassas ve de darbeli bir zat olduğu için kendini kaptırmak istemiyor :((((“ Ajahah yok öyle bir şey. Hele bir aşık olsun, karşısına çok beğendiği, çok sevdiği, başını döndürecek biri çıksın bak o zaman nasıl zevkle kaptırıyor kendini.

Dolayısıyla bunun meali tam olarak: “İlişki istemiyorum değil, seni istemiyorum ama arada sevişecek biri lazım olduğu için elimin altında dur” +1

Yalnız o değil de hala Issız Adam taktiği ile düşen kızlar kalmış. Çok şaşırtıcı.

Bence olgunun özünde karakterin yalnızlığa bakışının izdüşümü var. Yani karakter geçmişinde yaşadığı bir çatışmadan sonra dünyaya olan bakışını ''kendi amacını sonlandırmak'' olarak tanımlamış olabilir. bu da pektabi bazı sosyal sıkıntıları yanında getiriyordur, mesela ''zurna sendromu''. halk arasında ''beni beğeneni ben beğenmem benim beğendiğim ise beni beğenmez'' dedikleri şey. İşbu yüzden de bazen fiziksel ihtiyaçlardan birisi olan cinselliği giderebilmek için de eldeki avuçtaki imkanlarla yetinmesi gerekebilir.

Herneyse, Bence bakın burası çok önemli; işin özünde eğer samimi ve yaralı bir kalp ile birlikte imkansız da bir aşk varsa yapılacak şey bellidir.

Seviyorsan git konuş. Bence tabi tüm bunlar.

Bence aslında seviyor ama sevgisini gösteremiyor, geçen gün arkadaşımla bu konuyu konuşuyorduk; o da ''seven adam kıskanır abi'' dedi. Konuyu tam anlamamış olabilir herneyse, yani sonuç olarak sevdiklerinizin peşinden gidin, bırakmayın.

Hutbemi bir ingiliz atasözü ile bitiriyorum; Life is journey enjoy it

elde

çok aşırı önemli bir şey değilse makineye atıyorum ben. 15 dklık programda yıkıyorum, sıktırma yapmıyorum.

çekebilir, boya verebilir vs diye elde yıka demiştir.

Çoğu makinenin elde yıkama ayarı oluyor. Bir bakım sizinkinin de olabilir.

Makine çok büyük, kocaman makineye tek bir tane hırka mı atacağım? Bir şey olmaz mı? Bir de deterjanı ne kadar koyayım? :(

Çok teşekkürler.

annem yıkardı. ben hiç yıkamadım öyle. elde yıkamaya karar verdim.

E L D E

Makinenin elde yıkama ayarında benzer renklerle, veya yünlü soğuk ayarında da olabilir. Bir diğer çözüm kovaya ılık su+deterjan koyup hırkayı bekletip, ardından sert olmayacak şekilde, çitilemeden katıştırıp (nasıl anlatacağımı bilemedim) en son suyu değiştirip bir miktar yumuşatıcıda beklettikten sonra asıp kurutabilirsin. Tabi lekeliyse bu yöntem fazla da efektif olmaz.

yıllardır bu tür şeyleri makinenin elde yıkama seçeneği ile yıkıyorum, hiç bir sorunla karşılaşmadım.

lekeli değil. kovada dediğiniz gibi yıkamaya çalışacağım. sıvı makine deterjanı kullanıyorum. ondan koysam olur mu?

Makinede elde yikama programinda yikiyorum oyle seyleri.

bence malzeme önemli
Yüzde yüz pamuksa makinede yıkanır her türlü
Yünlü akrilik karışık ise makinede yıkanır her türlü
Polyester ise makinede yıkanır her türlü
Kaliteli çamaşır makinesi elde yıkamaktan daha iyidir

Yüzde yüz sentetik demişsin at makineye hiçbir şey olmaz

Sıvı deterjan da olur yalnız epey uğraştırıcı olur suyu 1-2 defa değiştirmelisiniz ben bu yöntemi sadece kaşmir ve angora kazaklara uyguluyorum.

+1... :(

Sevmek serbest, sevilmek için bir başkasının eyleme geçmesi lazım.

Dostluğa gelince en kral biziz ama sevmeye gelince biz ölelim

Cirkinlik diye bir sey yok aslinda. Entellektuel degilsinizdir belki. O kisimlari sorgulayin. Oradaki eksikligi tespit edip onu kapatmaya calisin.

bunu sormadan önce senin sevdiğin insanı dış güzelliğinden bağımsız olarak mı sevdin diye sormak lazım.

high hopes of the sozluk +1

muhteşem!!!

sonuç olarak çirkinsen sevilmeye hakkın yok yani

gerçekten çirkin olmak baya zor, genelde farklı problemler daha etkin ama diğer sorunları adreslemek hem daha zor hem de daha acı verici.

beyler :(

+1 koyup durmuşsunuz, sevin işte birbirinizi :p

çevremdeki tonla çirkin erkek ve kadının gayet seviliyor oluşunu ne yapıcaz ? yakışıklı ve güzellerden daha fazla bence çirkinlerin sevilme oranı.

çirkinlik ruhta, karakterde. böyle insanların sevilmeye hakkı yok.

kikoya bir bak fena değil.

Flormar.

kiko'yu beğeniyorum ben. bakabilirsin.

Öyle bir krem yok, o yüzden sonradan hayal kırılığına uğrama.
İlk yapman gereken: alkolden ve sigaradan uzak durmak, sonra, sağlıklı beslenmek.

Ayrıca gerekiyorsa standart cilt nemlendirilerini kullanabilirsin.

www.sanalmarket.com.tr

indirimdeymiş, 3-4 tane al pişman olmazsın.

Maalesef o işler %90 genetik. Ama Doakimya'da satılan laktik/glikolik asitler cidden işe yarıyor. Tabii birkaç gün boyunca, bebek poposu yerine, tüp patlamış bir suratla dolaşmayı kabul ediyorsanız :)

Değildir.

Bir sorun çıkacaksa ilk başta çıksın, 10 yıl sonra değil.

Değildir. Bi Yalanı seveceğine gerçekleri sevelim ki

bu soruyu soracak kadar saf olduğun için dene ve gör diyorum. öğrenmiş olursun.

Aptallık olmadığına inanmak istiyorum. Ben herşeyi en başta ortaya döken biri olarak şeffaflıktan yanayım. Eğer karşındaki bu durumu suistimal edebilecek potansiyeldeyse bunu da görme şansı verir hem. Değilse zaten mis.

Dostum, bilmiyorum hiç dikkat ettin mi ama ilişkilerde "gizem, mistisizm" isteyen, "biraz gizemli olsun" diyenler kadınlardır. Gizemli olmak demek kabaca "bazı şeyleri gizlemeyi" gerektiriyor en azından. Buradan pay biç işte ne kadar dürüst davranman gerektiğini veya bunun aptallık olup olmadığını.

Evet, sanirim %100 durust olundugunda ortada merak edecek hicbir sey kalmiyor ve iliskinin tadi kaciyor. Ancak bir seyler saklanarak yasanacak iliski de bana gore degil. Ben her zaman kartlari acik oynamaktan yanayim. Insan bu denli sevdigi ve deger verdigi birine bile icten pazarlikli olarak hareket edip bir seyleri saklamak zorunda hissedecekse o iliskiyi hic yasamamasi daha iyidir. En azindan kendimize olan saygimizi yitirmemis oluruz.

Dediklerinde çok haklısın, gönül ister ki senin dediğin gibi düşünen birilerini bulalım ama neredeyse yok gibi bir şey. Mevcutta da durum böyle, o yüzden üzülmemek için akılda tutmak gerek bunu.

geçmiş konusunda yalan söyleme ama genel olarak hiçbir şey söyleme. konuşmak istemiyorum de, bir şekilde hallet. benim hayatım sikildi afedersin o konudan. onun dışında kendi hisleriniz için dürüst olun. naçizane tavsiyem söyleme konusunda cimri olursanız yukarda anahtar kelimeleri geçen heyecanlı ve gizemli bir ilişkiniz olur. yalanla dolanla da doğru düzgün ilişki olmaz. el özet; yalan söylemeyin, doğruyu da çok söylemeyin.

her zaman doğruları söyle, ama doğruları her zaman söyleme.

@icim urperiyor bu ne kadar güzel bir laftır. çerçeveletip asmak lazım duvara.
altına imzamı atıyorum.

her ilişki rol ve saklama gerektiriyor. bu sebeple %100 dürüst davranmak aptallıktır.

uyguluyor muyum peki doğru olanı? hayır. hiç bir zaman. hep aptal oldum.

aptallık değil ama her doğruyu da söylemeye gerek yok bence, yalan söylemeden de söylenmemesi gereken şeyler söylenmeyebilir.

Yüzde yüz dürüst olmak, hayatına dair herşeyi anlatıp çıplak kalmak demek eşittir tüm zaaflarını kullanılır hale getirmektir. kimse ilişkide dürüstlük palavrasını atmasın, kimseye yalan söylemem fakat şu hayatta öğrendiğim tek bir şey varsa birinin beni tümüyle bilmesine izin vermemektedir, çünkü "insanlar kötü". O kadar saf olmamayı yaşayarak öğrenen bilir. @İdexo +1

ben de tersi açıdan bakayım. dürüst olmadığına dair herhangi bir his uyanınca karşı tarafta, bence bunun dönüşü olmaz. ilişki uzun ömürlü olsun diye bir şeyleri gizledin ve bu taktikte başarılı oldun, sonuçta ilişki uzun süredir devam ediyor diyelim; bu ilişkide geçmişe dönük bilgilere sahip olma olasılığı doğru oranlı olarak artacak. ve bunlar öğrenildiğinde, ola ki güven ilişkisi ortadan kalkarsa ve karşıdaki "ya yine aynı şekilde davranıyorsa" derse, pek tadı kalmaz diye düşünüyorum...

Dürüst olmakla her doğruyu söylemek arasında ufak gibi gözüken ama çok büyük bir fark var

evet, herkes bilmesi gerektiği kadar bilmeli.

eski sevgililer ile olan özel şeylerden, arkadaşlarla olan özel şeylerden bahsedilmemeli, sevgilin sana zamanında güvenmiş olan ya da güvenen insanların seninle paylaştığı özel şeyleri bilmek zorunda değil.

eğer çıkma tarzı bir ilişkiden bahsediyorsak ilişkiye dair olan her düşünce bence açıklanmalı , alttan alma gibi bir durum olmamalı kartlar açık açık oynanmalı öbür türlü illa zamanla sabır bitiyor.

Sır / yalan başka şey "gereksiz dahi olsa hislerini bütün çıplaklığıyla ifade etmesi" başka şey. Tarz meselesi. Ben bir sürü insan tanıyorum, patavatsızca birilerinin yüzüne hakarete varan eleştirilerde bulunup arkadaşlaığı bozulunca "çok dobraydım, taşıyamadılar beni" diye ağlaşan.
Siz ilişkinizde dürüst olun, yalan söylemeyin ama lütfen yerine göre konuşun. Hislerinizi bütün çıplaklığıyla değil, lisan-ı münasiple ifade edin.

evet tatlı çekiyor. kuru üzüm,kuru kayısı vs ile bastırmaya çalışıyorum. kesmezse 1 çay kaşığı bal da yerim. ama bu anlarda dilin altına 1 dilim bitter çikolata atmak en sağlıklısı.

Evet, çekiyor. Alışkanlıkla alakalı. Kimi dönem yemiyorum kimi dönem biraz daha serbest davranıyorum.

arsız bir FAT BOİ olarak ilginç bir şekilde meşrubat dışında canım hiç tatlı bir şey çekmiyor benim. çikolat, kurabiye, bisküvi vs. pek sevmem, çok nadiren isterim. haliyle yemiyorum ama canım çekse yerdim. iradem olsa zaten böyle olmazdım jsfks

Hicbir zaman cekmiyor, tatli cok nadir yerim.

Hiç aklıma gelmez

Çekmez, genel olarak tatlıya düşkünlüğüm yok.

Çok nadir.

Bir zamanlar öğünde cok yemek yersem sonrasında kan şekerim normale dönsün ve çok tok hissetmeyeyim diye yiyordum.
Alışınca sonu kötü oluyor yalnız, kontrolü bırakmamak lazım.

Bu bi döngü oluyor bende yersem hep çekiyor. Özellikle soğam sarımsal bol baharat filan varsa çok çekiyor. Ama bi noktada şekeri kesiyorum. 3-5güne o his geçiyor. Yersem hep istiyor, yemezsem unutuyorum. Arada sırada olayo bende pek işlemiyor.

Sonra çekmez, yemekle çeker bazan, çoğu zaman yemem. Annem geçen cevizli tahin pekmez yapmış şu sıralar ondan alıyorum çatalın ucuyla.

Hayır, eskisi kadar tatlı sevmiyorum.

Evet günde 7-8 kere çekiyor ama yemiyorum :/ diyetteyim

Cekiyor, yemiyorum.

Boyle bir soylem var ama bence alakasi yok.hayvanin kaninin tamamen akitilmasi uzerinden gidip et daha kirmizi,ben bir goruste anlarim falan diyorlar ama genelde bos beles muhabbet iste.italyan kasaptan aliyoruz hem oyle diyorlar hem gomuyorlar.

Hocam bence bariz bir kırmızılık var. Bizdekiler pembemsi mesela.

Helalini bilmiyorum da gezen inegin eti kahverengilesiyormus, kapali duran ineginki kirmizi kaliyormus. Gecen kasap dedi, o yuzden ne kadar gezeni makbul kabul etsek de goruntu itibariyle kirmizi olan tercih edildigi icin gezdirilmeyen inekleri goruyoruz raflarda.

Ete kırmızılığını veren myoglobulindir, kas hücrelerinin yapısında bulunur, yani hemoglobin (kanın kırmızı rengini veren madde) çok bir fark yaratmaz.
Vejeteryan bir agnostik olarak profesyonel görüşüm bu kadar..

Naif hayvan +1

Ayrıca helal kesim olmayınca kan içeride kalmıyor, yine kesince hepsi akıtılıyor. Sadece oldurulmesi farklı.

Hayır.

Kesim konusunda bilgilerim kulaktan dolma. Sadece bariz kırmızılık o sebepten mi diye merak ediyorum.

@beet
Bu kahverengilik beni geçen gün bayağı korkuttu. Etteki parçaların yarısı kahverengiydi.

Helal kesimdeki tek mantık hayvan kesilirken Allah'ın adıyla kesilmesidir. Farkında olmadan Allah'ın adıyla kesmeyi unutursan sıkıntı yok, bilinçli olarak Allah'ın adını anmaz ya da Allah'a şirk koşup başka bir tanrı adına kurbanı kesersen o hayvanın etini müslümanlar yiyemez.

Teknik olarak bir fark yok yani, bir budist ve bir müslüman aynı mezbahanede aynı koşullarda yetişmiş aynı ırk iki hayvanı yere yatırsa biri Allah'ın adıyla kesse diğeri de kurbanı Buda'ya adasa hayvanların etleirnde bir farklılık olmaz.

Lan ben ciddi ciddi cevapladım, soru makara değildi di mi?

etin helal olmasının şartlarından biri hayvanın boğazının kesilerek öldürülmesi.
oysa yurtdışında, kafalarına elektroşok verip öldürüyorlar.
elektroşok olunca:
1) hayvan çok hızlı ölüyor, daha az streslenip kasılıyor, dolayısıyla eti daha yumuşak oluyor, deniyor.
2) kan hayvanın vücudunu daha geç ve daha az tazyikle terk ediyor. canlı ve adrenalinli bir kalpten fışkırdığı gibi olmuyor. bu da fark ediyor olabilir.

Evet.

Günümüz teknolojisinden de eski bir teknolojiyle Dünya yörüngesinde saatte 270000 kilometre hızla hareket eden uzay istasyonu yapmışlar, onu da yaparlar herhalde, iskele kurup kayaları bir araya getiriyorsun işte, matematik falan da baya biliniyor, sorun olmaz gibi sanki.

Ayıpsın, üst üste 5 tane bile yaparlar.

Var zaten Las Vegas'ta. Las Vegas Luxor

giza piramidi tonlarca ağırlıkta taştan oluşuyor. tek parça halindeki tonlarca taşı o kadar yükseğe kaldırmak vs. bunlar günümüz inşaat makineleriyle yapılabilirmiş gibi gelmiyordu o yüzden. herhangi bir vince baktığımda tahmin yürütüyorum sadece.

Piramitlerdeki kayaların ağırlıkları 25 ile 85 ton arası değişiyor.
Şu an basit bir vinç kiralama şirketi dahi 120-150 ton kaldıran mobil vinçler kiralayabiliyor.
Ben bundan 15 yıl evvel elektrik trafosu değişeceği zaman çok daha fazlasını kaldıran vinç gördüm mahallede, bütün sokağı boylu boyunca kapatmıştı.
Basit bir örnek: coskunvinc.com

Yani şu an değil piramit yapmak, isteseler Mısır'ı baştan kurarlar bu teknolojiyle.

5000 yıl önce yapılan şey niye şimdi yapılmasın ki yaw? nasıl yaptıklarını da biliyoruz sonuçta hiçbi şey yapamasak aynısını yaparız ama dana gibi vinçler var koy gitsin.

Şu biraz fikir verebilir,
www.youtube.com

babası bile yapılır
ama soru 5000 yıl sonraki insanları hayrete düşürecek bir yapı yapılır mı olsaydı o zaman biraz düşünürdüm.

uzayli kakasi lazim taslarin birbine yapismasi icin

eğer tartmadan atıyorsa siz yarım kilo istediğinizde içerisine 600-700 gr atıyor.

ilk çıkanı alıp kıyma makinesinin üzerine koyuyor çıkandan size kıyma veriyorsa büyük oranda kendi çektirdiğiniz etin kıymasını alıyorsunuz. tabi içine yine başka et karışıyor.

büyük makinelerin prensibini bilmiyorum ancak küçük makinelerde arkadan bir şey atmayınca içerisi tamamen boşalmıyor. yani başka bir maddenin onu itmesi gerekli.

istedigi kadar bosaltsin illa ki baska et karisacaktir

İçinden çıkanı içine ger koyup benim çektirdiğimi veriyor boşaltmış oluyor bir nevi

benim için kestiği eti doğrudan makineye atmıyor. önce makineyi çalıştırıp içindeki kıymayı dışarıya alıp onu ayrı bir yere koyuyor. daha sonra benim için kestiği eti iki kez makineden geçirip finalde ilk başta ayırdığı kıymayı tekrar makineye koyuyor.

O şekilde homurdanan kasaplar alış veriş yapmıyoruz yaptırtmıyoruz. Önce insanlık ve adalet.

Her gerçek söylenmez.
Her fikir paylaşılmaz.

Nerde, ne zaman, nasıl ve kime açık sözlü olduğun onemli.

Güneş gözlüğü camı gibi olmak lazım, ne tam şeffaf ne de tam opak.

"Çok" açık sözlüymüşsün. o zaman sadece açık sözlü ol..."çok" olma...

kendini olmadığın birine çevirmene gerek yok neysen osundur yalnız her şeyin bir yeri ve zamanı var tabii ki..

Açık sözlülük en doğrusudur. Fakat bu, konuşurken belli üsluplar kullanmayacağın anlamına gelmez. Nasıl konuşacağını bilmek, yani "ilm-i siyaset" (siyaset kelimesi bugünkü devlet yönetimi konusunda kullandığımız kelimeden epey uzaklaştı, aynı şey değil) denen şey budur işte.

Gayet açık sözlü ama gayet zarif üsluplu olabilirsin. Ya da işte söyleyeceğin şeye göre hem açık hem cesur/akıllı/zekî/eğlenceli/çocukça/vs vs söyleyebilirsin. Bu biraz üzerinde durmayla gelişen bir şey. Anadilimizi düzgün kullanmak için sürekli dikkat etmek gibi, bir süre sonra alışkanlık haline gelir.

Ayrıca nerede ne zaman açık konuştuğun da önemli. Her doğru her zaman ve her yerde çot diye söylenmez. Çünkü insanlarımızın genellikle psikolojilerinde güçsüzlük vardır, açık sözlülüğü beceremezler, çok açık sözlüsün diyenler çoğunlukla açık ve doğru sözü de kaldıramayanlardır. O sebeple bunun bir dengesini bulmaya çalışmak en doğrusudur.

açık sözlü olmak bence kötü değil, direk özgüven belirtisi. insanların karşısında yalandan ezilip büzülmüyorsun demek ki, benim saygımı kazanırdın.

ama tabi bu işin bir de nasıl'ı var. nasıl söylüyorsun? başkaları hakkında açık sözlü olurken kaba, incitici ya da alaycı şekilde mi davranıyorsun?

Bence patavatsızlık yapıyorsun ve bu insanları irrite ediyor. Evet, patavatsız insanlar pek sevilmez, ben de sevmem. Belki de yine doğru konuşmalı ama seçtiğin sözcükleri tekrar düşünmelisin. Ve tabii üslup da önemli, belli ki sende o da sıkıntı.

Patavatsizllik +1

Acik sozlulukle karistiriliyor genelde.

çok açık sözlüsün dediğimiz bir arkadaşımız var. kendisi aslında çok kaba, patavatsız ve empati yoksunu. eleştiri kaldıramadığı için en kibar haliyle açık sözlüsün diyoruz. onun argümanı da insanların arkasından konuşmamak. kendisine anlatamadığımız daha doğru anlamak istemediği şey, açık sözlü olacağım derken karşısındaki insanı kırması. biz de açık sözlü olup kendisine hödüksün diyebiliriz ama açık sözlüsün demeyi tercih ediyoruz.
yazmış oldukarımla siz de böylesinizdir demiyorum sadece arkadaşa dair çok dolmuşum.

şöyle düşün, karşındaki insan da senin gibi "çok açık sözlü" olsa ve sana gelse patavatsızsın dese kırılmaz mısın? bunun yerine bu şekilde söyleyerek hem senin bunu sorgulamanı sağlamış hem de seni doğrudan kırmamış oluyor.

yerine göre açık sözlülük budur işte.

Bunu iyi kullanman lazım.

"Adamına göre" veya "yerine göre"

Açık sözlülükle densizlik/kırıcılık/patavastızlık gibi seyler arasinda bi cizgi var. Muhtemelen o çizgiyi geçiyorsun. Birinin açık sözlülüğünden rahatsiz olmadıkca acik sozlusun denmez genellikle. Demek ki rahatsiz etmiş bu tavrın. Her seyin dogrusunu soylemek gerekir ama her dogruyu soylemek her zaman gerekmiyor.

ilk cumleyi okudum, yaziyorum: biz ayiyiz. onu demeye calisiyorlar. "aciksozlu" onun politik dogru hali.

ikinci cumleyi okudum: ayi olmak mi? sence?

uc: insan mi da bunlar!

dort: insanlar... kufretmek istemiyorum.

soruya cevap: meditasyon yap.

bir tırnağını boyayıp sonuca baksan olmuyor mu?

şimdi oje tarifi mi vereyim sana erkek halimle?

Ben 3 yıllık bir ojemi bulup kullandım geçenlerde ve gayet normaldi görüntüsü. Kuruma yoksa sen de sür gitsin bence. Zaten bir tırnağında deneyip 5 dk kurusun diye beklesen anlarsın kötü durup durmadığını.

Hızlı cevap: Anlattığın koşullarda pratikte neredeyse sonsuza kadar.

Yasal cevap: 2-3 yıl genelde. Etiket bilgisinde yer alıyor.

Ojede genelde açıldıktan sonra 36 veya 24 ay içinde tüketin gibi bir ibare vardır, ve bu EU'nun genel bakış açısıdır. (açıldıktan sonra en fazla ne kadar muhafıza edilir). Kozmetikte FDA'in bu konuda genel şüphesi içindeki bakteri oluşmasıdır, ki oje için bu İMKANSIZ çünkü kimyasından dolayi kasıtlı olarak bile bakteriyel çoğalma imkansız.

Baggage drop-off contuar'ından bagajı bırakacaksın.

etiketsiz mi bırakacağım kontuara?

2 yolu var:

1) deskteki kişi verecek etiketi
2) deske gelmeden orda otomat olacak, otomattan alıp, sen kendin takacaksın, sonra deske gideceksin.

wizzair'in bagaj teslim kontuarına gideceksin ''bag drop'' diye yazar ekranda, onlar teslim alacak.

Avrupa'da en ucuz Türkiye'de bulursun, en pahalısı İsviçre'de olabilir ama : )
Yine de şansını dene: www.tutti.ch

Hastaneye yatırılınca.

Arkadaslar bas komutanimiz Sumer Kolcak'i bulmaya calisiyorum ama kendisi sosyal medyayi terk etmis gibi, cok uzucu.

@purple rain
Harun Kolçak'ın babası mı?

"we're all mad here!:)"

wateroxconsulting.com

Dohdurlar da ne biluur ciğerun acisini........

Deli olduğunu anlayamazsın.

deli miyim bilmem ancak borderline olduğumu düşünüyorum. bunu da duygusal ilişkilerde tepkilerimi analiz ettiğimde farkettim.

Senin durumunu senin millete attığın mesajdan anlıyoruz.

ya sağlık bakanlığının da önerdiği bir ilaç vardı, championx diyesim geliyor. champix sanırım. yorumlar epey iyi, insanı tiksindiriyormuş resmen sigaradan. ama işte bazılarında yan etki olarak da sürekli uyku hali, halüsinasyon vs. şikayetleri mevcut.

araştırın derim.

Direkt burdan yardım alın: alo171.saglik.gov.tr

Kaliteli bir e sigara alın 6 mg sıvı ile ben de bu şekilde azalttım sigarayı hatta günlerdir normal sigara bile içmedim.

Champix sigara birakma merkezlerinde ücretsiz veriliyormuş ama çabuk tükeniyormuş, her zaman ellerinde olmuyormuş.
Champix kullanan tiksiniyor bir daha içemiyor diye biliyorum. Bi yakınım o ilaçla bırakmıştı bir süre sonra birine kızdı inadından içmeye başladı. Tiksine tiksine içiyordu, içmeye devam edince tekrar alıştı tabii.
Sonra sağlık gereği acilen bırakması gerekince başka bi yöntemle tekrar bıraktı. Şimdi içmiyor.

Allen Carr videolarıyla bırakanlar da oluyor, hiç bir şey kullanmadan bırakan da oluyor. Ziyaretine geldiğinde bi göğüs hastalıkları hastanesi yatan hasta bölümüne gidebilirsiniz. Epey caydırıcı oluyor. Öncelikle kafada bırakması gerekli. Karar vermesini sağlayacak doneler yardımcı olabilir.

Bir ara doktora götür ve onu korkutması için baştan anlaş doktorla.
Korkunun dozu iyi ayarlanırsa hayatta kalmaya sebep olur.

okumaktan nefret eden biri değilse
www.idefix.com

Diğer insanları bilmiyorum acetaminophen için ölçü şu şekildedir 'çok kahve':

Espresso ise günlük > 6 shot
Filtre kahve ise günlük > 4 kupa
İtalyan moka ise günlük >= 5 shot
French-press ise günlük > 2 french-press aparatı dolusu
Türk kahvesi ise günlük > 6 fincan

min. 5 X günlük/hafta

Cok kahve diye bir sey yok bence :D

5'ten sonra icmemeye calisirim ama.

2 bana göre .

Hocam delirdiniz mi siz ya? Günlük 6 shot espresso nedir? ne espresso'su bu? Bence kaliteli bir espresso gün içinde en fazla 2 veya 3 kez tüketilir. Günde 6 kez tüketiliyorsa o kaliteli bir espresso felan değildir. lütfen. veya aynı şey diğer örnekler için de geçerli. Benim için 3 fincan Türk kahvesi sınırdır, sonrası fazla değil aşırıdır.

ayrıca "fazla" olgusu kişiden kişiye değişir. kendi vücudunuzu bilip, ona göre hareket etmekte yarar var. yukarıda yazdıklarım tamamen kendi vücudum içindir.

Herkese göre değişir ama benim için 1 kahveden fazlası çok.
Tabi 2 kahve içene çok kahve içiyorsun demem.

2 türk bir filtreden fazlası bana iyi gelmiyor.

herhangi bir kahve türünden günde üç kupa / fincandan fazla tüketiyorsa fazla olduğu düşünülebilir kanımca. geçtiğimiz günlerde bir ingiliz araştırmasına göre günde 3 bardak kahvenin vücut için oldukça iyi olduğundan bahsediliyordu. ha benim iddiam bundan ileri gelmiyor. günde 600ml filtre kahve içiyorum (3 büyük kupa ortalama), iyi hissediyorum bi zararını görmedim ama wc'ye gittiğimde ortamın buram buram kahve kokması normal olmayabilir.

Yerli, muhteşem bir yapıt var. siz kaçırıyorsunuz.

Yabancıdan uyarlama.
Orjinali: www.imdb.com

bol diyalog,entrika ve ihtiras soslu türk dizisi. Zaten alternatifinin de bu memlekette tutma imkanı olmadığından bütün diziler aynı minvalde dönüyor. Ekşi de zaten entelektüel bir oluşum olmaktan ziyade toplumun izdüşümü.

yerli muhteşem bir yapıt diye bir şey mümkün değil. haftada 2-2.5 saatlik bölümler halinde yayınlanan bi dizi hiç bi koşulda muhteşem olamaz. boş.

İşsizlikten birbirine saran zengin kadınların salak hayatlarını anlatıyor. Diğer dizilerden farkı kadınların adamların biraz daha güzel etrafın biraz daha bir parlak olması. İçerik bomboş.

Yerli muhteşem bir yapıt diyemeyiz ama iyi oyuncuların toplandığı içinde de bol bol entrika olan bir dizi.
Hikaye olarak saçma salak bir mevzu ama gerçekten kendisini izleten başarılı oyuncular olunca başında oturup kalıyorsun.

Ben de izliyorum dün akşam kaçırdım gerçi ve yerli dizilerin şöyle bir kötülüğü var;
Televizyon başında izleniyor da internetten açıp o dizi süresini görünce dayanamayıp kapatıyorum.
Bunalıyorum.

Dün akşamki bölümün de mecbur özetini izleyeceğim haftaya.

ağalı, doğulu, silahlı dizilerden millet kustuğu için herkese hint kumaşı gibi geliyor. senaryoda ciddi hatalar oluyor ama oyunculukların birçoğu iyi olduğu için izliyoruz işte. tadında bırakırlarsa güzel de hatırlarız.

bir de sonunda bir cinayet işlenmesi gerek. millet teoriler üretiyor. ondan bu kadar entry giriliyordur.

muhteşem bir yapıt değil.
ama diğer dizilerden değişik, olaylar hızlı ilerliyor. bol dramlı, şiveli, ağalı, silahlı tipler yok. bayağı şehir hayatındaki zengin kadınlar entrikalar filan.
biliyorsanız desperate housewives tarzı bir dizi. haliyle türkiye'de pek örneği olmayınca ilginç geldi.

düne gelince dünkü bölüme özel bir durum. gerçekten inanılmaz bütün olayların çözüldüğü bir yemek sahnesi vardı. diziyi takip edenler için zirve denebilecek bir sahne. ve yapanları tebrik etmek lazım her zaman hatırlanabilecek kalitede çıkarmışlar bu işi. o nedenle bu kadar entry girildi.

tek bir örnek vereceğim, az spoiler soslu.

--

ortada bir intihar var, normalde koca bir bölüm ayrılıp sonunda intihar sahnesi ve ertesi hafta iyileşme süreci kafa sikene kadar gösterilir.

Burada çok hızlı ve teknik geçişlerle 5 dk.'da müthiş bi şekilde anlatılıp geçildi.

--

İkinci Bahar'dan sonra izlediğim ilk Türk dizisi diyebilirim.

türk kanalı izlemek için tr'de mi yaşamak gerekiyor ajdjdjfjff vay arkadaş. araya sıkıştırılmış resmen.

güzel dizi. çok güzel değil, kanser edebilir ama izlenir.

Yani sadece kavrulmuş ve öğütülmüş çekirdeklerden olacak: Türk kahvesi, espresso, filtre kahve, French press, İtalyan moka ile hazırlanmış kahve. Birim hacim başına en hafifi filtre kahvedir. Damak tadı olarak açık ara ilk tavsiyem espresso (yaklaşık yarım Türk kahvesi hacmi kadardır).

Filtre kahve ve french press için özel makina gerekiyor mu ? Türk kahvesi gibi cezvede olur mu ?

filtre kahve için makineler var, her yerde satılıyor. makine dediğime de bakma işte, google'larsan görürsün.

French press: target.scene7.com boyle bir manuel alet

Filtre kahve: filtre içindeki toz kahvenin üzerinden sıcak su geçirilmesi. Genellikle özel bir elektrik cihazlar var (asda.scene7.com ancak manuel olarak da yapılabiliyor (upload.wikimedia.org )

Normalde filtre kahve cihazları çok ucuz (18-20 Euro kadar) anlaşılmayan bir sebebten ötürü aynı cihazlar astronomik fiyatlara satılıyor yurtiçinde. Benzer uçuk fiyat farkları espresso cihazları için de geçerli. İnanılmaz gerçekten. Merak edenlere: 40-50 euro'ya çok hoş normal ev tipi espresso makineleri var yurtdışında.

ayrıca: www.eksiduyuru.com

İstersen al. Filtre kahve yaptığı için elde edilen kahvede kalite farkı olmayacak.

Filtre kahve = Konik filtre içindeki öğütülmüş kahvenin üzerinden sıcak su geçirilmesi ile suyun süzülüp filtrenin altında toplanması.

Bugün aynı makineyi almayı düşündüm ben de... yorum yapan olurda sevineceğim^^

a101de 60 liraya kiwi marka vardı, marka önemsemiyorsanız bakın derim. kullanmadım bilmiyorum ama

filtre kahve makineleri hep aynı mantık. o yüzden işinizi kolaylaştıracak olan şey su haznesinin ayrılabilir olması bence. :)

filtre kahve makinelerinde kapsülsüzlerin su ısıtmaktan başka işlevi yok. tchibo kapsüllü öneririm.

Al bence markaya takılma. 7sene önce 20tlye kettle fiyatından ucuza darty den bir kahve makinası almıştım, hala sıkıntısız kullanıyorum ki her haftasonu kesin bir kere kullanırım:)

Şu işe yarayabilir:

www.ihtiyacharitasi.org

Kızılay kumbaralara atılan kıyafetleri presleyip hindistana satıyor diye biliyorum.

araba almak ile sosyal aktiviteleri karşılaştırmak yanlış.
bence her gelir düzeyinde araba olmalı.

Araba alsan da trafikten pek araba sürecek yer mi kaldı, ayrıca maliyetler de yükseldi. Bence toplu taşıma + başka aktiviteler.

arkadaşım var. araba almak yerine gideceği her yere taksiyle gidiyor. arabadan daha ucuza geldiğini söylüyor.

Ev iş yakınsa, başka semte çıkmıyorsan, hastane okul, eş dost vs elinin altındaysa alma.
Yoksa al, bi palio olsun ama acil durumda taksiye kösülmekten, normal durumda toplu taşıma ile gitmekten iyidir.

ben, hatta 26 yasina geldim ehliyetim bile yok. gerci artik taksici tribi yemekten gina geldigi icin 60-70 bin bandinda bisey almayi dusunuyorum ama daha karar vermedim

Aylık 1500 nasıl oluyor ya?
Ben yakın zamanda ilk arabamı aldım, aylık yakıt masrafım 200 tl. Dizel ve manuel olduğu için yakmıyor araba. Polo 1.2
Hadi ben pek gezmiyorum sadece işe gidip geliyorum. 300 olsun, 400 olsun çok gezen insan için.
Arabayı şu an satsam aldığım paranın üzerine bile satabilirim.
Kasko, mtv, zorunlu trafik sigortası masrafım oldu işte 2500 falan toplamda. 1 yıllık toplam sabit giderim bu oldu ekstradan.
Araba bence direkt hayat standardını doğrudan yukarı çeken bir şey. İstanbul’da toplu taşıma malum. Trafik saatinde de çıkmayıverin. Köprü geçmediğim için belki böyle rahat konuşuyorum.

Ben İstanbul'da yaşasam araba kullanmam. 80 bin liraya araba alacağına taksi tut her yere, hatta düzenli gittiğin yerlere über veya kaçaktan taksi ayarla kulun kölen olurlar.

Bir de arada sırada metro, otobüs, metrobüs de yapılabilir. Gezmeye geldiğimde araba falan kiralamıyorum. Alayına taksi kullandım.

Araban var derdin var.

Bakım, trafik, cezası, çevirmesi, park yeri derdi, sigortası, kaskosu, muayenesi, vergisi, hgs'si, kış lastiği, yaz lastiği, suyu, sileceği, yıkaması ööööf ne gerek var lan. Fakir boş adam işi araba.

yaşadığın semte göre değişir.Metronun dibinde İstanbulun ortasında yaşıyorsan bekarsan arabaya ihtiyaç duymayabilirsin.Ama şehrin hafif merkezi dışında yaşayan evli barklı biri isen arabasız ne yapacaksın? İstanbul genel olarak arabasız konforlu yaşam sürmeye göre dizayn edilmemiş.

Etrafimizdaki araba sahibi kisilerin cogundan daha iyi gelirimiz var, istesek hemen araba alabiliriz ama arabamiz yok zira kullanamiyoruz :) Ben Istabul'un trafiginden cok korkuyorum, erkek arkadasim da araba kullanmayi hic sevmiyor. Genelde taksi kullaniyoruz.

Birkac kere araba almaya yeltendik, gittik baktik filan ama kullanamayacagiz diye korktugumuzdan almadik. En sonunda ders alip oyle araba alalim dedik. Bence asil Istanbul'da araba ihtiyac zira toplu tasimalar rezalet. uzak yerlere gitmek isteyince de lazim oluyor muhakkak.

istanbuldayım, kira ödeyerek yalnız yaşıyorum. güzel bir gelirim ve iyi bir araba alacak param kenarda var. ama almıyorum. lazım olunca şirket arabası, şehir içi ise toplu taşıma. taksiye bile acelem yoksa binmiyorum. iş yerinin servisini bile kullanmayıp çoğunlukla toplu taşıma kullanıyorum. araba almak hiç mantıklı gelmiyor. ailemle aynı ilçede oturuyoruz. onlarda da araba yok. araba gereklilik. ama çok fazla masraflı. her şeyi vergi. ayrıca araba alacağıma o parayı başka yerlerde, hisse, borsa, döviz gibi yerlerde değerlendirip üzerine koyuyorum. park sorunuydu, bakımıydı, yakıtıydı, arızasıydı akıl alır gibi şey değil. çok masraflı. inanın taksi kullansanız çok daha ucuza geliyor.

taksi+vapur+metro+saridolmus+uber.

Bunlarla yaşıyorum, araca pek ihtiyacım olmuyor.

Eldiven takıp çıplak elle dokunduğu her yere eldivenle de dokunduktan sonra eldivenin de bir faydası yok.

bir karikatür vardı umut sarıkayanın pilavcıyla ilgili kesin buna tükürüyorsun terini atıyorsundur ama tadı çok güzel falan bulan olursa tam bu soruya denk bir cevap olur.

edit: hahah buldum galeri14.uludagsozluk.com

eskişehir'de kalburüstü bir dönerciye gidiyorum epeydir. bir tane garson tezgaha usta tarafından konuulmuş tavuk döneri göbeğiyle kağıdın içine ittirdi, sonra gidip tişörtünü sildi. aynı yerde garsonlar temizlik bezleriyle temizlik yapıp gelip çıplak elle ekmekleri müşteriye servis ediyor. erzurum'da garson çamur içindeki yere düşen ekmeği alıp yerine geri koydu, biri tepsideki pidelere salyası aktığı halde devam etti yine eskişehir'de aynı yerde adam aldığı ekmek aralarının içine elini sokuyordu... yahu para vererek yemek yiyorsun neden yemek isteyesin ki bu pislikleri?

Oluyu fazla yikarsan ya osurur ya sicar derler cok kasmamak lazim.

Ben düşünmemeye çalışıyorum açıkçası çünkü bu işin sonu yok yani. Ya dışarıda hiç yemeyeceksin ya da gözünü bazı şeylere kapatacaksın. Ha bi iğrençliğini gördüğüm yere de tekrar gitmem tabii ki ancak göz görmeyince gönül katlanıyor diyelim :)

Bir de bir miktar pisliğin bağışıklı sistemini güçlendirmeye yaradığını biliyoruz. Özellikle de çocuklarda. O yüzden faydaları da var yani assdfsdf.

Dışarıda yediğiniz yemeklerin hepsi maalesef öyle. 3 saniye kurali denen şey her yerde var. Hatta bu 20 saniye kuralına kadar uzuyor. Bununla alakalı şaka da waiting filminde vardı.

Arkadaşım su doğuş grubunun fırençayzing her yerde olan adını unuttum su an, lokantasında çalışıyordu bi ara. Burası kalburüstü bir yer, burası bile leş gibi Sakın dışarıdan yemek yemeyin diyordu.

He yiyor muyum at gibi yiyorum. Ama pis olduğunu bile bile yiyorum.

Ayrıca karikatür +1

Dışarıda temizdir kesin dediğim sokak satıcısı ve büfe kesinlikle yok. Cafelerde çok aç değilsem yemek yemem genelde. Restoranda el mahkum. Seçip gitmişim zaten. Olduğu kadar.

Bunun bir de eldivenli versiyonu var. O da çok iyi. Hani gıda hijyeni değil, Kendi hijyenini düşünüyor ya da kafa pek çalışmıyor olanlar hani işte. Elde eldiven var ama parayı da o elle uzatıyor, kendini de o eldivenli el ile kaşıyor, gıdayı da o el ile hazırlıyor. Sıkıntını anlıyorum. Göz görmeyince gönül katlanıyor.

Şimdi birileri kapsül kahve içilmez, işte şunu alacaksın şöyle yapacaksın falan diyebilirler, normalde haklılık payları da olur ama senin sorun belli sonuçta.

Benim tavsiyem nespresso'dan yana çünkü daha lezzetli oluyorlar, kapsül meselesi.
Tabi yanlış bilmiyorsam kapsülleri nescafe'ye göre de pahalı idi.

Ve son olarak kesinlikle TR'den almanı tavsiye etmem makineleri, çok dolandırıyorlar bence :D Zaten kapsüllere para vereceksin.

ben de merak ediyorum :P,

bi de mathillda'nin dedigine gore;
Dolce Gusto 320 gayme imis,
Nespresso 500 gayme imis.
fiyat performans icin bunu da degerlendirebilirsiniz sevgili barista gardaslar.


Dolce Gusto ==> 320 gayme
www.mindsoupblog.com

Nespresso Essenza ==> 500 gayme

Fiyat amazon'da nespresso 320'ye gelir.

şahsen dolce gusto yu kullanıyorum oldukça geniş yelpazede ürün çeşitleri var. fakat şahsi görüşüm kapsüllerinin biraz pahalı olması. günde 8-10 tane içinde biraz masraflı oluyor. ama şu tarz tr.aliexpress.com yeniden doldurulabilen kapsüller var.

İkisi de güzel espresso yapar. Ancak, Gusto'nun hem cihaz hem de kapsül maliyeti çok daha uygundur. Nespresso, daha zengin espresso çeşidi sunmaktadır. Kendi damak zevkini bulup ona göre karar ver derim. Ben Gusto'yu kullanıyorum evimde.

İş yerinde "ya bi siktir git Allah aşkına" diyeceğim konulara gülüp geçiyorum. Sevmeleri için değil de fazla sivrilmemek için.

Gerçekten ama gerçekten hayır. Birkaç konu haricinde olduğum, hissettiğim gibi görünmeye çalışıyorum hep. Zaten sırf bu yüzden "Ne değişik bir manyaksın sen?" gibi serzenişler duyuyorum genelde.

Arkadaşlarımın çocukları ortada vızır vızır dolanırken, ağlarken ya da muhabbetin ortasına dalarken rahatsız olmuyormuşum gibi yapıyorum. Gerçi sevdirmek demeyelim de, arkadaşlığı korumak için yapıyorum.

Yapıyorum. Orhan gencebay'dan beni böyle sev şarkısını gönderiyorum

Nefret edilmemek icin ugrasiyorum daha ziyade.

anlaşılabilmek için bazen ekstra sakin kalıp çaba gösteriyorum, açıklama yapıyorum veya zamana bırakıyorum. bu süreçte o ilişki oluşursa zaten oluşuyor.
kuru kuru sevginin bir anlamı bence yok. derinliği olan bir yakınlığın ardından sevgi olabilir.

kendini sevdirmeye çalışmak çok "needy" (türkçesini bulamadım). bu durum her zaman için de ters teper işe yaramak yerine zarar verir.

"sevdiğim insanlara" iş yerinde abur cubur ve küçük boyutta hediyeler veriyorum kızlara (kendi yaptığım genelde) ve iltifat ediyorum gayet içten şekilde. erkeklere saçma şakalar yapıp gaz veriyorum. seviyorlar.

Çoğunluğa uymayan düşünce yapım var. Kendi düşüncelerimi pek söylemem bu yüzden.

Inanılmaz manipüle edebiliyorum insanlari. Ne zaman kizacaklari bir sey soyleyerek beni sevecekerini, ne zaman sessiz kalirsam seveceklerini, ne zaman sevkat gosterirsem sevebileceklerini biliyorum. Hangi insanin hangi tepkiye ne gosterecegini de.
Kopekler icin de gecerli mi? Kendimi sevdirmek icin kafamı köpegın boynuna surtuyorum, patisini sallıyor kafama, ısırmaya calisiyor, seviyor (*-*)

iş hayatı ile sosyal hayatı ayırıyorum ben bu konuda. iş yerinde sevsinler diye değil de, yakın ve samimi görsünler diye uğraşıyorum. çalışanlarla iç içe olmam ve onların sorunlarını dinlemem gerektiğini düşünüyorum, bu yüzden normalde olduğumdan daha "sevimli" olmaya çalışıyorum. bir de birim müdürümün suyuna gidiyorum, gıcık kaparsa sıkıntıya düşerim çünkü; hasta bi tip.

sosyal hayatta ise insanların beni sevmesinden çok hoşlandığım söylenemez, bu yüzden görüyorum ve arttırıyorum; "nope, beni seven de sevmesin"
sevdirmemek için bişeyler yaptığım doğrudur ama. bazen 5 yaşındaki sinir bozucu yaramaz veletler gibi oluyorum bu uğurda, ne kötü...

düşündüm, hayır.

Doğal davranıyorum seviyolar. Bi tek çok yakınken yapmayacağım gereksiz iyilikleri yeni tanışırken yapıyorum.

yapmiyorum. cabuk seviliyor ve bundan hoslanmiyorum. hayatim insanlari atlatmaya calisarak geciyor.

iyi bir insan olmak en başta gelir.

Profesyonel bir destekle aşabilirsin belki.

babayla ve anneyle görüşmek zorunda değiliz.
ama "geçmişi hatırladığımızda öfkeleniyor ya da üzülüyorsak, o geçmemiştir".

şu anda travmatize bir ruh halindesin.
babanla olan sorununu kendi içinde çözmen lazım.
bunun yolu, "tamam, affediyorum" ya da "görüşmem, olur biter" diye kestirip atmak değil.
gerçekten çözmen lazım.
yoksa bütün hayatına etki eder.

Psikeart dergisinin affetmek temalı sayısını okumanı öneriyorum.
Bazen insanları affedemeyiz, affetmememiz ama bunu aşmamız gerekir. Çok kolay suçu başkalarına yıkmak. Babanın büyük ihtimalle hayatındaki bütün olumsuzluklar üzerinde etkisi vardır ama bunu bilmek neyi değiştiriyor? Hiçbir şeyi. Bir şekilde aşıp yoluna bakmalısın. Sana yapabileceği en büyük kötülük seni zayıf bir insan haline dönüştürmesi; buna izin verme. Onu aş ve ondan iyi ol. İletişimi minimize et ve onu kafanda bitir. Tüm bunları deneyip meseleyi aşamıyorsan profesyonel yardım almayı dene.

Ayrıca direk değil direkt.

Belki profesyonel yardim alabilirsin. Blatta Hiberna'ya katiliyorum, ailemizi secemeyiz. Ancak su anda issiz oldugun icin de bu destegi alman zor olabilir.

Bir de gozlemledigim kadariyle erkek cocuklar ozellikle ergenlikten sonra babalariyla anlasamiyor. Bu konuda bence yalniz degilsin. Eminim cok daha basit nedenlerden dolayi babasindan siddet goren insanlar var. Seninle ilgili iyi olan sey ise bunu unutmamis olman. Cunku kucukken babasinin ona kotu davrandigini iddia eden bircok kisi kendi cocuguna da iyi baba olamiyor. Sonunda kendi babasina donusuyor.

böyle hissettiğin bi insanın yakınında olduğun sürece aşabileceğini sanmıyorum. önce bi sakinlik dinginlik lazım. uzaklaşmak lazım. durulduğunda belki aşar, affedersin vs. ama bi mesafe olarak uzaklaşmak, görüşmemek lazım. bağları koparmak için de finansal güvencen olması lazım. iş bulman önemli yani.

29 yasinda adamsin calismiyorsun ve 2 yildir adamdan birseyler istiyorsun o da yapmiyor.neden yapsin abi.29 yasinda sorumluklarini almayi birilerinden birseyler istememeyide ogrenmis olmalisin.

Evet bazilarinin babalari otobusle para verebiliyor,torpil koyabiliyor,gemi alabiliypr ama bazilarinin iste.bazilarina sagli sollu iki tane topu kaliypr babasinin.

Lisede izin almadan denize gittin adamda nerede bu herif seside cikmadi oldu mu kaldi ki merak etti,gelince bakti ki o kendini kahrederken oglusu deniz banyosunu tamamlamis,tabi sinirin cikmasi lazim,seninle antreman yapti.birde telefondan honkurmus falan,birak abi bunlari.bana kalirsa kendi bahanelerini uretmissin.

Hicbirmizin psikolojisi iyi degil,ama olan durumu en iyi sekilde degerlendirmek zorundayiz.sende bahanelerin arkasina siginmayi birakip biryerlerden baslamak zorundasin.

+çocukken arkadaşlarımla denize kaçmıştım. annem iple dövmüştü beni.
+ağzımdan küfürlü bir laf çıktığında babam ağzımı karabiberle doldurmuştu mesela.

zorbalık mı şimdi bunlar anlamadım? yani sana nasıl zorbalıklar yapmış ki baban? daha açıklayıcı olursan biz de beraber nefret ederiz. ama daha çok @duptıs'in de dediği gibi şu an projelerine destek olmuyor diye ondan nefret ediyorsun gibi geldi bana.

aşmaya çalış. veya gerçekten nefret ediyorsan babanla iletişimi kes. bu kadar basit.

Cevaplari okumadim ama senin yazdiklarini okudum. Yasadigimiz her seyin sorumlusu biz kendimiziz. Anne, baba, arkadas, akraba degil. Yasadigin her seyin sorumlusu sensin. Ve meseleyi disarida ariyorsan bu sorumlulugu kabul etmemissin demektir. İpleri eline al, basinin caresine bak, kendi kararlarini ver ve hickimseden bisey bekleme. Profesyonel yardim alarak da bu sureci hizlandirabilirsin.

duygun neyse senin için gerçek odur, o yuzden bu konuya odaklanma, normal hayatına bak.

bu hakemlerle bu lig bitmez hocam

isaretlemek makalenin kiymetine itibar etmekle alakali, galiba. yayimdan once calismada hata var mi, intihal var mi, calisma kulliyat icinde kiymetli mi diye bakilsin, hatta yorumlarla beraber donsun, goze aliyorum, demek gibi...

hakemli makaleler akdemisyenler, araştırmacılar tarafından tercih ediliyor. hakemli makaleler söz konusu derginin abone olduğu endekslerde anahtar kelimelerle aratıldığında bulunabilir. daha ziyade bilimsel yöntemle hazırlanmış ve bilimsel gelişmeye katkı sunması beklenen (en azından umulan) çalışmalardır. hakem değerlendirmesine giren makaleler yazarının ismi olmayan makale metninin hakem tarafından okunup, akademik ölçütlere göre değerlendirildiği ve sonuçta onay, düzeltme ya da toptan reddedilme gibi cevaplar alır.

hakemin onayladığı metin editöre gider. editör'de sıradaki sayılardan birine makaleyi konumlandırır.

hakemsiz makale'de ise yorum, görüş kişisel değerlendirme gibi ampirik yönü zayıf ve daha subjektif metinler dikkate alınıyor. bunları tahmin ediyorum doğrudan editör inceler, redaktör yazım hatalarını düzeltir ve yayın sırasına konulur.

makalen hakemli değilse doçenlikte vb şeylerde sana bir katkısı olmaz.
hakemli makale şöyle oluyor, makalen o konuda uzman iki kişiye gönderiliyor. bu kişiler makaleni akademik açıdan inceleyerek ya kabul veriyorlar ya da bazı değişiklikelr yapmanı istiyorlar. bu değişiklikler küçük olabildiği gibi tekrardan araştırma yapmanı gerektirecek büyük şeyler de olabilir. bazısı da bundan cacık olmaz diye düşünüp red veriyor. o zaman yayımlanmıyor.
bence sen şey diye sor, makalem red alsa dahi hakemsiz olarak bastırabilir miyim diye. önce hakemliyi zorla, sonra baktın olmadı hakemsiz bastırt.

şöyleymiş: ingilizcerevizyon.home.blog

yahu inanmayin söyle seylere. yok bioenerji diye bir sey arkadasim.

bu olay gercekten var diyelim hadi o kadar matah adam olsa hic bir devlet(gizli servis etc.) o adami acikta birakmaz, sana bana para karsiligi bakmaz.

anekdotal kanıt kanıt değildir. bilimsel yöntem 101, ders 1, konu 1.

Hoff eksisozluk her s,ke kulp takma teami yetişmiş. Bilim nedir diye sormadik

var elbette. transformerslar tarafından kullanılıyor. türkiye'dekilerin çoğu decepticon, yani şarlatan. ama iskitler'deki optimus prime hocaefendi bu işi hakkını vererek yapan, az sayıdaki transformerlardan bir tanesi.



şaka lan şaka, ne biyoenerjisi. yok öyle bir şey. sdflkjsdlfkjsd.

"Ben inanıyorum aslında"

o zaman vardır.

Eski çalıştığım firmada mimar bir ablamızın afedersin tuvalete çıkmada sıkıntısı varmış, abartmış olmayım haftada 1-2 defa ancak çıkabiliyormuş ve hep bir şişkinle geziyormuş. kadın bursada bir bioenerji uzmanına gitti ve düzeldi. normalde ben de pek inanmam ancak bu gittiği kadın sonuç verdi. öyle diğer şarlatanlar gibi de çok para istemiyordu. seası 50 tl den 1 haftada çözüyorum diyordu. daha sonra kayseride bir adamı aradım büyük ihtimalle şarlatanlardan seasnı 500 tl dedi ehh ebenin şantı dedim yani.

art arkadasim, istedigine inan, para kaptir güzelce, ama olmayan bir seyi sirf senin keyfin olsun diye de "var arkadasim biyoenerji coh güzel aslinda" seklinde yazamayiz.

denge bilekligi bu biyoenerji filan diye basladi satisa, al oku bak, biyo enerji , fal gibi sarlatan aldatmacasidir, aksini iddia eden varsa buyursun.

bu arada bioenergy tam olarak şu oluyor;
en.wikipedia.org

boyle bi şey var yani. ama mucize diye bi şey var mı; yok.

Böyle bir şey var evet ama bunun yerine bir reiki masterden reiki alsan hem kendin hem de çevrendekiler için daha faydalı. istediğin zaman hem kendine hem çevrendekiler reiki verebilirsin

inanirsan etkili

Genelde tezi üniversitenizde birkaç hoca ve arkadaşları, makaleyi ise basıldığı yere bağlı olarak (SCI makaleleri ise) tanımadığınız ve alanında iyi işler yapmış insanlar (genelde) değerlendirdiği, aradığı ve okuduğu için makale daha önemli.

Ancak iki ürünün de ayağa düştüğü (çakma dergiler...) ya da çok kaliteli olduğu durumlar da var. İyi üniversitelerde, iyi hocaların, iyi öğrencilerinin yazdığı birçok makaleden daha değerli tezler de var. Ama az tabi.

tezin akademik olarak bir değeri olmadığını söylerler. o yüzden mesela, tezini internete yükleyen kişi makale haline getirene kadar erişimi engelleyebilir.

tez neticesinde akademik unvana ulaştığınız için tez daha önemli bence.

tabi ki makale. tartismasi bile olmaz.

tezi yazdigin gibi birakir hicbiryerde bastirmazsan, o oylece kalir, bir anlami da olmaz. mesela benim doktora tezinden 3 tane makale cikiyor. ancak bastirinca bir anlam ifade edecek. turkiye'de yazilan tezlerin cogu zaten bir boka yaramiyor onlari gec.

Makale. Tez icin az sayida ve genellikle kendi sectigin (farkli anabilim dallarinda da olabilir) juri uyeleri karsisinda savunma yaparsin. Ama prestijli bir dergide hic yuzunu gormedigin, seni tanimayan ve yayin yaptigin alanda calismalar yapmis juri karsisinda savunma yapmak zorunda kalirsin. Sozun ozu makale didik didik incelenirken tezde o kadar inceleme yapilmaz genelde.

ikisi de önemli, ikisi de ground-breaking olabilir

yurtdısında artık tezler, makale seklınde yayınlanıyor (ornegın bızde yayınlanma zorunlulugu var), haylıyle tezın eskisi gibi bir nıtelıgı ve öenmi olmadıgı ıcın uluslararası bır sısteme yonlendırmeye calısıyorlar.
tabı makaleyı nerede bastıgında onemlı.
ornegın doktora tezını efsanevı bır teorı/kesıf vs. yaparsan ve ustune tez yerıne nature ya da science gıbı journallarda basarsan kım tutar senı.
yenı dunyada hersey impact factor.
yanı efsanevi bir tez yazdın, o universitende kaldı ne işe yarar, önemli olan bilim camiasının bundan haberi olması (maksat insanlıga hızmet degıl mı?)

aslında tez makaleden önemlidir veya makale tezden önemlidir denilemez. ikisi de akademik yayındır ve yapmış olduğu katkı aynıdır. eğer doktora tezin, makaleler gibi erişilebilir ve insanların anlayabileceği dildeyse makalenin yaptığı etkiyi yapabilir. zira binlerce atıf almış doktora tezleri mevcut.
diğer taraftan, doktora tezi komisyonun hakemliğinden geçer, ancak makale bir hakem sürecinden geçer. mesela eli yüzü düzgün bir dergi bizi şu anda süründürüyor. normal değil ama şu an toplam 14 hakeme gitti makale ve her hakem bir şeyler istiyor. hali ile de çalışmanın kalitesi artıyor.
türkiye'de danışmanın okumaya bile tenezzül etmediği tezle, makale bir değil tabii ki. ancak çok iyi denetlenmiş ve gayet erişilebilen tezlerin etkisi de önemli. bu tarz tezler malesef türkiye'de pek yok.

Soyle ki, benim dr. Yaptigum okulda, dr Tezi yerine uc tek isimli makale yazsaniz phd unvanini alabiliyorsunuz (savunup kabul aldiktan sonra tabii yine).

Bu durumda makale +1000

şurda detayı bulunuyor: ingilizcerevizyon.home.blog

değiştirmeden birebir kullanmak istediğin alıntıları bildiğim kadarıyla 1-2 cümle ise paragrafta tırnak içerisinde belirtebiliyorsun, daha uzun bir alıntı ise ayrı bir paragrafta ekstra 1 cm sağdan ve soldan alınarak veriliyor ve genelde daha düşük puntolarla ve elbet sonunda yine dipnot vermek zorundasın. diğer halde ise alıntı yapmanın ve dipnot kullanmanın esprisi biraz da ben bunu kıçımdan uydurmuyorum, buradan esinlendim ve kendi cümlelerimle kullandım kendi makalemde, daha geniş bilgi isteyenler ilgili çalışmaya dipnottaki kaynaktan ulaşabilirler şeklinde.

sorduğun şey anlaşılmıyor. cümlelerini daha anlaşılır hale getirirsen belki faydalı bi cevap verebilirim ana neyi sorduğunu anlamadım.

babacanlar şimdi ben bir kaç makaleden faydalanarak bir makale yazacağım ( ya da makale benzeri bişey ) fakat alıntıları belirtmem gerekiyor.Bende direk olarak cümleleri copy paste yapıyorum.Ama her cümleyide tırnak içerisinde italik olarak yazamam saçma bişey olur.Yani nasıl yapsam bunu soruyorum

linkte bilgi veriliyor: ingilizcerevizyon.home.blog