taraflı gözle bakarsan.

hepsi darbeci olduğu için müebbet aldı der biri.
muhalif olduğu için de müebbet aldı der biri.

ikisi de var ama hiç kimseye muhalif diye müebbet vermezler. birşeylere bulaşmıştır.

yargısız infaz yapıldığı için hukuka aykırıdır.

Muhtıra yayınlayanın altına araba aldılar(Dolmabahçe görüşmelerini hatrlayın).
Darbe girişimde bulunana müebbet verdiler.

Halihazırda darbe yapanlar dışarıda
Teşebbüs edenler müebbetle içeride.

Sorun burada başlıyor.

Ek olarak: Teşebbüsün olduğuna da en azından bazı isimler için inanmıyorum.

www.radikal.com.tr

aihm tarafından meşruiyeti kesin bir dille kabul edilmiş bu mahkemenin. orda sorun yok. tutukluluk sürelerinde de aynı şekilde.

gerekçeli kararı görmeden cevap vermek atış olur.

aihm tarafından meşruiyeti kabul edilmiş diye bir şey yok. aihm önüne gelen davalarda başvurulan hususlarda sözleşmeye aykırılık olup olmadığına bakar. ergenekon davasında da tutukluluğun yasallığına (meşruluğuna değil, yasallığına yani türkiye'deki pozitif yasa metnine uygunluğuna) bakıldı ve tutukluluğun pozitif hukuk anlamında yasal olduğuna hükmedildi. bu tutukluluğun süresiyle ilgili değildi.

adil yargılanmanın ihlaliyle ilgili olarak ise aihm davanın sonuçlanmasını bekler. bunun için de iç yargı yollarının tüketilmesi gerekir. bunun için henüz iç yargı yolları tüketilmedi. bu arada bm keyfi tutuklamalar çalışma grubu da geçen hafta, türkiye’nin koşut bir başka davası olan balyoz yargılamasında insan hakları evrensel beyannamesi’ni ihlal ettiğine hükmetti. yarım bilgiyle gazeteden okuyarak hukuki konular hakkında yorum yapmamak gerekir. aihm'in bir şeyin meşruluğuna hükmettiği falan yok.

şu suçlu, şu suçsuzdur demeyeceğim. diyeceğim tek bir şey var: insan hakları sözleşmesindeki anlamıyla adil bir yargılama olmadı. bu yargılama için yüzlerce örnek verilebilir, en basitinden cmk, nihai hüküm açık duruşmada açıklanır diyor. buna uyuldu mu? vali çıkıp gidenler suç işler dedi. bu ne rezillik? sırf bu bile (hükmün açık duruşmada yapılmaması) bozma sebebidir. yargıç bilmem kaç duruşma bazı sanıklara duruşmaya katılmama cezası verdi ki böyle bir şey ne cmk da var ne de başka bir kanunda. avukatların hiçbir itirazı dinlenmedi. avukatların tanık olarak dinlenilmesini istediği kişiler dinlenilmedi, dinlenmek zorundaydı cmk'ya göre. yargıç tutup "avukata her duruşma söz verilmez" diyebildi. böyle bir şey yok. savunma hakkının kısıtlanmasıdır.

şimdi hepsini yazmaya kalkmayayım. ama suçlu suçsuz boyutuna girmeden (çünkü böyle bir şeyi ancak adil yargılamayla bilebiliriz) bir hukukçu olarak bunun adil bir yargılanma olmadığını söyleyebilirim. adil yargılama yapılsaydı sonuç muhakkak farklı olurdu. bir insan olarak da ancak şunu demek elimden gelir: "bir kavme (veya millet ve topluluğa) olan kin (ve düşmanlığınız) sizi sakın adaletsizliğe itmesin. " maide/8

@microfiction yarım gazete bilgisiyle filan söylemedim. aslına bakarsan hiç takip etmedim bu süreçleri. geçen akşam tvde melih altınok diyordu bu mealde şeyler, ordan duyduğum bu yani. tamam söyleyiş tarzım biraz değişik olmuş. e illaki aihm "ben bu mahkemeye kefilim" dememiştir.

amcam feride koydu. çalıkuşu feride.

sanırım vermezdim. zira karakteri sevip ismi sevmeyebilirim. ismi de seviyorsam zaten tek sebep karakteri sevmemiz olmaktan çıkar.

zaten düşündüğüm bir isim yeni bir dizide popülerse bile o isimden vazgeçerim.

4-5 yıl sonra Kuzeyler Güneyler okula başlayacak misal.

veririm. hatta albus koymayı düşünüyorum. o derece.

köpek olursa da boomer. o da independence day filmindeki köpeğin adı.

İsterim lakin bir karizması olmalı.

Mesela @elorelia Albus demiş. Eğer dumbledore'dan geliyorsa hiç koymasın daha iyi. o çocuğun arkadaşı olsam "ailen de ne ergenmiş ha, albus diye isim mi koyulur" derdim.

Bir aralar oğlum olursa adı Güney olsun diyordum, Kuzey Güney dizisinden sonra vazgeçtim. Tersi durum da mevcut bende.

kızım olsa adını Arwen koymak isterdim:) ama W sorun çıkartır, Arven desem de çakması gibi oluyor bilemedim...

Sherlock koymak isterdim ama benimki de Şerafettin'den öteye gitmez sanırım.

ben acuvue advance'i bilgisayar başında oasys'e göre çok daha başarılı buldum. Acuvue'den sasmamak lazım .)

24 yıldır lensliyim, son yıllarda acuvue2 kullanıyorum, bilgisayar da dahil hiçbi hususta rahatsızlık çekmedim.

1. tr.wikipedia.org

sgk'ya yatırılan devletin çalışanlarını zorunlu sigorta ettirmesi sisteminde, hem sağlık harcamalarınız için hem de emeklilikte alacağınız maaş için prim ödersiniz. şu anki sistemde alınan primler emeklilerin maaşını ödemeye yetmiyor, hatta sağlık harcamalarını ödemeye de yetmiyor. devlet her sene bütçeden kaynak aktarıyor sisteme.

şirketler farklı sigortalar sağlayabilir, özel sağlık sigortası, hayat sigortası, birikimli hayat sigortası, bireysel emeklilik işveren (sponsor) primi gibi.

2. mantığı dediğiniz şekilde ama devletin sisteminde çalışanların primleri onlara geri ödenmiyor, siz belli bir oranda prim yatırıyorsunuz sonra emekli olduğunuzda hayatınızın sonuna kadar maaş almaya hakkınız oluyor. diğer emeklilik sistemlerinde yatırdığınız primleri geri alırsınız, fazlasını değil.

3. buradan bakabilirsiniz. www.vergidegundem.com
toplamda %15 sigorta primi ve sonrasında brüt ücretinizden kalan tutar üzerinden aşağıdaki dilimlere göre %15-35 arasında vergi alınıyor.
www.vergidegundem.com

4. 3.000 TL brüt ücret aldığını düşünürsek, %14,5 işveren sigorta primi + % 2 işveren işsizlik primi ile birlikte 3.495 TL.

Douchebag'in cevapları güzel ancak,

1. Sigorta risklere karşı koruma sağlar. kamu veya özel kaynaklı olabilir. Bu konu çok karmaşık 10 saat konuşssak bitmez
2. Bu konu da çok karmaşık 10 saat konuşssak bitmez
3. Sgk primine tabi ücretin tavanı vardır o tavanın üzerindeki tutardan sgk kesintisi yapılmaz.
4. Cevabında %5lik indirim dahil edilmiş. Gerçek maliyet farklı olabilir. Ayrıca iş koluna göre sgk primi değişir bu hesap risk sınıfı düşük bir çalışan ve prim vs. Borcu olmayan bir işveren için geçerli.

Hmm...

Devlette zorunlu olarak her türlü sigorta, vergi kesintisinin yapılacağını farzederek sorularımı özel sektör tabanlı yöneltiyorum öyleyse.

1. Şimdi bu durumda ödediğim prim miktarı bittiği zaman ömrümüzün kalan kısmında ödeme alamama ihtimalimiz mi var ?

2. Sigortaların nitelikleri farklılık arzedebiliyor öyleyse ? Peki emeklilik sonrası sona erme durumu var mı bunların ? Farzedelim çok uzun yaşadık :)

3. Sigorta ve emeklilik primini çalışanın doğrudan değerlendirme imkanı oluyor mu ? Farzedelim 3000 TL maaş alıyor olsun, kesinti ve primleri 600 TL olsun. Sisteme yatırmak yerine "Bırakın ben kendim karar vericem, diyip" 3600 TL alınabilir mi ?

4. Aynı şekilde vergi vermemek adına çalışan işverenle anlaşıp maaşının tümünü elden alabilir mi ? Gerçi bu durumda hiç çalışmıyormuş gibi görünüyor herhalde ? Dolayısıyla işten atılma, tazminat gibi haklarını da yitirir sanırım ?

devlet ve özel sektör derken çalışanların işyarlerini kastediyorsunuz gibi geldi. özel sektörde de çalışsanız sigortanız sgk sistemine dahil veya devlette de çalışsanız bireysel emeklilik primi ödeyebilirsiniz. yanlış anladıysam kusura bakmayın, ama ilk ve sonraki sorularınız bu izlenimi verdi.

özel veya kamu nerde çalışsanız da sigorta priminiz sağlık hizmeti ve koşullar sağlandığında emeklilik hakkı sözkonun. ayrıca bireysel emeklilik sistemine dahil olabilirsiniz ve ödediğiniz kadarını alacağınız bu sistemdir. çalışanın ücretine göre hesaplanır ve sgk yerine çalışana ödenemez. sigorta kaydı varsa böyle, kaydı yokken çalıştırmak zaten suç. son sorununzun da cevabı aynı.

Kendileri mutluysa niye üzüleyim ki? Ha sağlık sorunu olan bi tanıdığım illa da oruç tutacağım dese ve tutsa üzülürüm tabii de böyle bi engel olmadığı sürece umursamam.

öncelikle inandığın her neyse sabır versin. bir tane numunelik gelmiş, diğerleri de gelecek belli ki. inanmayanların sürekli atom parçaladığı ya da günah işlediği sanrısı kötü bir şey tabii... adam 7/24 sevişebilse müslüman olmayacak herhalde.

neyse. üzülüyorum ben de, evet. böyle cennete gideceğiz diye sevinmeleri, uğraşmaları falan anlamsız geliyor. ama daha çok, nefret ediyorum. en "normal" olan annem. diğer akrabalardan tiksiniyorum.

bildiğin devlet memuru badem bıyıklı "gelsene mübarek" adamları hepsi. kadınlar desen ayrı beter. nefret ediyorum ben açıkçası, üzülmekten çok.

Ben oyle temel seyleri yapanlara degil de cuma ezani saatinde anlamini bilmeden arapca kuran okuyan adama falan biraz uzuluyorum. Anlasa ona da uzulmem.

yoga kimi insan için epey güzel bir bedensel faaliyet, psikologların neden bundan mahrum kalması gerektiğini anlayamadım. fiziksel durumun ruhsal durum üzerinde etkili olduğunu bile kendileri deneyleyip kanıtlıyor.
bir de insanlar hayatını boşa harcıyor ve sen onların hayatını boşa harcadığına üzülerek şu an akmakta olan hayatını boşa harcamıyor musun? ayrıca namaz kılan normal vatandaştan bişey olmaz, allah bunu yok etmemizi emrediyor, destekliyor diyen, katilliğine, osuna busuna din kılıfı geçirenlerle ilgili travmalar yaşıyorum ben. yoksa (sağlıksız şekilde) oruç tutarak vücuduna eziyet edene, sigara içerek, ya da daha başka şekillerde eziyet edenden daha fazla üzülmem doğrusu.

Uzulmek ne alaka hafiz? Bosa gecirmek falan? Goren de tanrinin yoklugu ispatlandi zannedecek. Yokluk ispati he.

onlara anlatmayi denersin ama olmuyorsa olmuyordur. Radikal kararlar alamayabilir herkes.

ben uzulmuyorum. Buradan bakinca sevimliler hatta.

Onlar da senin için üzülüyordur merak etme.

(bkz: personal thoughts)

onlar da emin ol senin için aynı düşünceler içerisindedir ve üzülüyorlardır. boşa hayatını harcıyor yazık lan diyorlardır. bi de ailense bunlar anne baba yani emin ol senin üzüntün onlarınkinin yanında sıfır kalır.

sonuç hayat bu dostum. kimse için üzülme. elinden gelen en iyi şekilde açıkla kendi düşüncelerini. kabul eden eder etmeyen etmez. gerisi de seni bağlamaz.

sanane olum. kim neye istiyorsa ona inansın. çevrede inançlı insanlar gördüğünde rahatsız olmanın ve üzülmenin sebebi içindeki şüphe olur. herkes bir şeylere inanıp içindeki boşluğu dolduruyor. peki sen?

vicdanını ve insanlığı bırakıp ikinci üçncü... yüzüncü plana alan, olaylara "din olmasa anama bile hallenirdim" şeklinde bakanlar, "okunmuş pirinç" tipi şeylerden, sakaldan hırkadan türbeden medet umanlar, yoksulluk ve sefalete "tanrının adaleti" diyebilme yüzsüzlüğünü gsterenler... Bir de "dinsiz"liği sevişebilme özgürlüğü olarak görenler daha çok mide bulantısıyla üzülme karışımı bir his uyandıryor. Ama mide bulantısı ve tiksinme ağır basıyor.
Namaz ya da yoga niye üzüyor hakkaten anlamdım bir de, kimseyi etkileyen bişey değil ki kendisi hariç.
Müslümanım bu arada, ne farkediyorsa.

@hepiniz oleceksiniz: iste mesela ayni senin yaptigin gibi, benim icimde bir bosluk oldugunu dusundukleri zaman ona da uzuluyorum.

@dafaiss: namazi saymamin sebebi su ya namaz kilan insanlar tum gunu namaza gore planliyor icgudusel olarak. surekli bir "dur ikinci okunacak, aman aksam kacacak" ruh hali. bana zarari yok yani ama tanidigin bir insan gozunun onunde kaziklaninca uzulursun ya, onun gibi bir sey.

aslında o zaman biraz mantıksız bakıyorsun; namaz için kaza namazı muhabbeti var, ikincisi dediğin biçimde obsesif planlamayı herkes yapmıyor; o daha çok onu yapanın karakteriyle ilgili.
yoga için niye üzülüyorsun bir de? Hadi namaz için öyle dedik vakit gününü ayarlama vb. ; yoga için bildiğim kadarıyla öyle bişey sözkonusu değil, daha doğrusu o kadr katı bir vakit anlayışı yok. Yani senin kitap okuyarak, dışarı çıkarak... geçireceğin vakti psikoloji okuyan arkadaşın da meditasyonuna ayırıyor, kendi tercihi ve bir şeyleri ihmal etmesine neden olmazsa (yukarıdaki obsesiflik meselesi) üzülünecek hiçbir yanını göremiyorum.

yoga'nin fiziksel kismi ile sorunum yok da, bunun bir de ruhsal yani yok mu? oyleyse namazdan ne farki var ki? yani tamam hayati o kadar kisitlamiyor da, boyle bir seyden medet ummalari biraz komik geliyor.

ted.com da bir konuşmada insanın aldığı pozisyonların kortizol yani stres hormonu seviyesindeki etkileri anlatılıyor, yani gayet ruhsal bir durum, ha ruhani olur olmaz benim yazdığım o değil. ruhsal rahatlama ile manevi rahatlama arasında bir fark var mıdır onu da bilemedim şu an.

yatmadan yazayım dedım dayanamadım.

hacıt bu kadar bılım meraklıysan bıraz da benefits of spiritual practices on well being gıbı seyler oku, ne bılıyım gıt varoluscu felsefe de oku. uzulup kendını buralarda helak etmeden once.

quality of utility baglaminda degerlendirerek ne faydasi olursa olsun anlamsiz buluyorum ya.

varoluscu felsefe de okudum tabi. uzuluyorum deyince kendimi helak ettim zannedilmis sanirim. yani boyle aklima gelince veya bu tur bir sey gorunce "yazik lan... neyse ne dusunuyordum ben..." oluyorum.

"that doesnt make any sense" diye bağırma noktasına gelmişsen önce kendine üzülmelisin.

başarmaya uğraşmıyorum, zira üzülecek bir durum yok. size sıkıntı gelen olnlara gelmeyebilir. düzensiz bi' adam namaz vakitleri sayesinde disipline olup faydasını görebiliyordur. oruç tutan biraz sıkıntı çekse de gönlü rahattır vb.

bağırasınız gelecek kadar takacak ve travmatik bi' mesele yok sanki.

herkes nasıl mutluysa öyle yaşasın diye bakıyorum ben olaya.
ama yaşayışınıda getirip kimseye dayatmasın.
aksine arkadaşım namaz kılacam abdest almam lazım ama su yok desin, 10 km ötede su olduğunu bilsem gider getiririm ona yeterki huzurlu olsun.
ama ya sen neden inanmıyon veya gel sende namaz kıl derse bir tarafına girerim.
kimseyi sorgulamıyorum inanç konusunda.
-neden inanıyorsun?
veya
-neden inanmıyorsun?
gibisinden soruları sormam asla.
nasıl mutlu ve huzurluysa öyle yaşasın.
sevdiğim bir insanın mutluluğu ve huzuru beni de olumlu/olumsuz etkiler.

yakın çevremde nedense ne oruç tutan var nede dini vecibeleri yerine getirenler. ama olsaydı ben de üzülürdüm onlar adına ama yapcak bir şey yok onlar kendilerini böyle iyi hissediyorsa

bana benzemeyen şeylere acıma ve nefret ile baktığım zamanlar oldu.
Ama ne zaman ki cücüklükten çıkıp biraz insan oldum değişti herşey
Bu hayatta insanların tutunduğu şeyler farklılık gösteriyor evet

yok ya, niye üzüleyim? neticede, kendi iradesiyle yaptığı bir şey.
ancak ola ki bir zorlama vardır; işte orada üzülmek gerekir elbet; ancak onun yanında tepki de göstermek gerekir diye düşünüyorum.

e ortada imzalanan sözleşme falan yoksa edilebilir tabi.

özenle ve dikkatle engel olsun, çok çamurlar. veremedikleri hizmet için borç çıkardılar. pc, modem, adsl, ttnet, telekom vb ile ilgili sorun olmadığı test ve teyit edilmişti, gelip ilgilenmediler. başka yerden hizmet aldım, 2-3 ay boyunca borç çıkardılar, fatura kestiler diyemiyorum zira sms ile bilgi verildi. sonunda ödeme istemelerinden bıkıp durumu anlatan bir ihtarname gönderdim noterden. ama hala takip açıyoruz, açtık, açıcaz teraneleriyle arıyorlar. tabii laf, icra takibi açıldı mı dersen kem küm, dosya numarası istersen cevap yok.

sinirimden uzun uzun yazdım, gerekirse adamlar gelmeden arayıp iptal edin. bi gelince kuramasalar bile kullanmasanız bile uğraştıracaklardır bana olduğu gibi.

öyle bir teminat vs. gerekmiyor şahıs şirketi kurmak için. kurulumda ödeyeceğiniz kağıt kürek masrafı, sonraki dönemde kendiniz başka yerde çalışmıyorsanız kendi bağkurunuz, muhasebeci ücreti vb. sabit masraflar bunun dışında bi minimum gelir olayı yok.

sorum yanlış anlaşıldı galiba. demek istediğim yapacağımız işten aylık gelirimiz ne kadar olmalı ki şahıs şirketi kurabilme hakkımız olsun?

bunun için hak etmek gerekmez, hiç gelir elde edemeyecek de olabilirsiniz. (şirket ortaklık demektir, birden fazla şahıs ortaklık kuracaktır. tek kişi mi kuracaksa şahıs işletmesi olur. sorulan sorunun cevabı değişmez, çok karıştırıldığı için açıklama maksatlı yazdım.)

aylık gelir elde etmen gerekmiyor, zarar da edebilirsin hatta, hiç zarar eden şirket duymadın mı ? :)

haklısınız zarar eden şirketler var :) biri bana min 3000 tl gelir elde etmelisin ayda gibi bir şey dedi de. sormak istedim. teşekkürler yanıtlarınıza.

Vergi tevkifatı;

● Müellif, mütercim, heykeltraş, hattat, ressam, bestekar, bilgisayar
programcısı ve mucitlerin ve bunların kanuni mirasçılarının şiir, hikaye,
roman, makale, bilimsel araştırma ve incelemeleri, bilgisayar yazılımı,
röportaj, karikatür, fotoğraf, film, video band, radyo ve televizyon
senaryo ve oyunu gibi eserlerini gazete, dergi, bilgisayar ve internet
ortamı, radyo, televizyon ve videoda yayınlamak veya kitap, CD, disket,
resim, heykel ve nota halindeki eserleri ile ihtira beratlarını satmak veya
bunlar üzerindeki mevcut haklarını devir ve temlik etmek veya kiralamak
suretiyle elde edilen kazançlar istisnasından yararlananlardan %17,
● Dar mükellefiyete tabi olanlara, telif ve patent haklarının satışı dolayısıyla yapılan ödemelerden, %20,
● Diğer serbest meslek kazançlarında %20, oranında yapılmaktadır.

Serbest meslek faaliyetiyle uğraşanlara yapılan ödeme esnasında yapılan
kesinti bir ön vergileme olup, bu kesinti yıllık beyannamede hesaplanan
vergiden mahsup edilecektir. Mahsubu yapılan kesinti tutarı, beyannamede
hesaplanan vergiden fazla olduğu takdirde, vergi dairesince mükellefe yazı
ile bildirilir ve mükellefin tebliğ tarihinden itibaren bir yıl içinde müracaatı üzerine kendisine iade edilir.

(www.gib.gov.tr)

erman toroğlu planlamış olabilir. işi sulandırmakta eksper o çünkü.

valla onu anlamadığım gibi bir şekilde eylemciler adına görüş ve talepleri de ileten kişilerin kim tarafından ne şekilde lider seçildiğini pek anlayabilmiş değilim.
bu insiyatifin doğal liderleri olabilir, Sırrı Süreyya, ÇArşı, Levent Üzümcü gibi ancak garip garip kişiler üzerinden sözcülüğün sendika , parti, dernek yöneticilerine evrilmesinden tırsıyorum. muhtemelen kendine görev addeden birileri düzenledi bu konseri de aynı şekilde

fırsatçılar

"muhtemelen kendine görev addeden birileri düzenledi bu konseri de aynı şekilde"
aynen ben de böyle düşünüyorum, görüş talepleri için de. bu da zart diye çıktı ortaya.



ama bizim de bunlardan haberimiz olmuyor bunu da bilin. birden ortaya atılıveriyor bu tarz şeyler sormadan etmeden. bunlar ya salaklığa varan bir saflıkla hareket eden insanlardan çıkıyor, ya da gayet açık ve kasıtlı hareketler diye düşünüyorum.




biri de çıkıp demedi ki "şu insan veya gruptan şu şekilde çıktı" diye. "kaynak götüm" olan şeyi haber diye verenler var.

belki şu olabilir; www.birgun.net

yani baştan beri bir inisiyatif vardı muhtemelen. bahsedilen etkinliklerin nisan ayı için planlandığı belli, ama eylemlilik açısından bakıldığında bu inisiyatifin öncülüğü var gibi.

eskiden okumazdım, çoktandır okuyorum. sadece kitabın içeriği değil, ilgili kitap/yazar/edebiyat hakkında bilgi ve fikir sahibi olmayı sağlıyor. okuma amacına göre değişir önsöz okuyup okumamak. bazı durumlarda önsözü okumadan kitabı okumak yetersiz bile kalabiliyor.

Kitabın hikayesine dair bir şeyler anlatılıyorsa önsözde okurum, bunun dışında bayrak töreninde müdürün konuşmasını dinlemek gibi ızdırap veriyor, okumuyorum.

okuyorum

bende de tam tersi okuma takıntısı var sanki kitabı eksik bırakmışım gibi hissediyorum okumayınca

önsözü muhakkak okurum..

ben genelde okumam lan.

okuduklarımın beşte dördünde hay seni yazanı diye küfrederek bitirmişimdir, ama kalan beşte biri bilgilendirici olur diye okurum.

yazarına göre okuyorum. bazısı çok güzel yazıyor. sıkıcıları okumuyorum.

benim de hoşuma gitmiyor. kitabına göre okuyorum. bazı önsöz yazarları sağolsun kitap hakkında spoiler vermekten dahi çekinmiyor. kitap düşündüğümden daha ilginç ise bazen kitabın ortasındayken önsöze geri dönüyorum, bazen de önsöz'ü kitap bittikten sonra sonsöz olarak okuyorum.

okurum kesinlikle, bazı kitaplarda önsöz süsü verilmiş prolog yazdıkları da oluyor, okumayınca eksik kalıyor hikaye.

okuyorum. adı üstünde önsöz. önsözde yazanlar kitabın içeriğine ya da geçirdiği aşamalara vakıf olmanızı sağlar.

ben ne zaman, nerede, kaç adet basıldığı sayfadan başlıyorum. bu bilginin bana faydası var mı bilmem ama kitabı daha yakından tanıdığımı hissediyorum.

Adı Habibe Dişçi

www.zaman.com.tr

www.haberler.com

son 3 yılımı taksimde geçirdim. görmedim.

ben geçen yıl görüyordum ama bu yıl hiç denk gelmedim, hemen her gün istiklalden geçiyorum.

B - patronun arkadaşın olmak zorunda değil, işsiz kaldığında A'nın dostluğu bir işe yaramayacak B'nın verdiği bilgiler işe yarayacak diye düşünürüm.

b

b
patronla kanka olmak gibi bi zorunluluğum olmadığından, birilerinin götünü toplamakla uğraşacağıma ,düzgünce iş yapabileceğim yeri tercih ederim.

b ıyıdır

artık patrondamı secıyoruz.

a amk allahın selamını kimden esirgiyo koduğum...

patron nitelikleri haricindeki tüm koşullar eşit mi? çalışma süresi, ortamı, ücreti, tatil vb durumları da seçimi etkilemeli bence.

cırcır

besin zehirlenmesi

kesinlikle ishal. kanıt isteyemezler. grip olsan akan burun isterler, ama cırcıra isteyemezler. kabız deme zaten yapamıyosun gel çalış derler.

soranlara da, son derece siddetli kasılma seklinde karin agriniz oldugunu, sık sık tuvalete ciktiginizi aam birsey yapamadiginizi, daha cok sivi gibi diskinizin geldigini, eklemlerinizde agri ve halsizlik oldugunu ve canınızın bir sey cekmedigini, ara sira mide bulantiniz oldugunu söylersiniz.

belin tutulabilir mesela. sabah kalkarsın çok ağrıyordur hareket edemiyorsundur. korkup doktora gitmişsindir. doktor kas gevşetici, ağrı kesici hap ve krem yazar. kremleri sürmüşsündür şimdi bir nebze daha iyisindir ama sağa sola dönerken ağrıyordur hala.

gün boyu belinden kısıtlı hareket etmeyi unutma.

evet en iyisi ishal veya gıda zehirlenmesi.

hastalık dışında da, sabah kalktığınızda evi su basmış bulabilirsiniz mesela. benim başıma gelmişti, su kesintisi ve açık kalan bir musluk falan da yoktu, çamaşır makinesinin hortumlarından sular fışkırmış, evin her yanını su basmıştı. aileyle yaşasanız bile, o günlerde tek başınıza olmanız lazım ki, iş başa düşmüş olsun.

bir de, ben olsam hazır mazeret bulmuşken öğleden sonra da gitmezdim.

(bkz: basur)

köpeğin kayboldu.

ortakulak iltihabı.

kas spazmı. kas gevşetici iğne olup döndünüz. hafif aksar gibi yaparsınız mis :)

köri soslu tavuk yada soya soslu

biftek, salça soslu...

www.youtube.com

mantar mantar

minik kuşbaşı etler, haşladıktan sonra soğan domates biberle yağda çevirip çok az ve yoğun soslu kıvama gelince indirip pürenin üstüne döşeyebilirsiniz.

pasaportun hep yanında olsun, kaybederim diye otelde çantanda falan bırakma, bir markete girip iki üç yiyecek bir şey aldığında bile sorulabiliyor.

londra icin diyorum; ucakta verdikleri o kucuk kartciklari (ad, soyad kac gun kacaksin nerde kalacaksin, pasaport no falan gibi sorularin oldugu kart) al ve inmeden doldur. sonra kuyrukta kalemdi ne yazacaktim, otelimin adresi neydi diye ugrasmazsin. rahat rahat dolur ucakta:)
iyi yolculuklar.

pasaportunuzun fotokopisini de kaldığınız yerde bulundurun, kaybetseniz de ezbere bilmediğiniz veriler elinizde olmuş olur.

gittiğiniz yerlerin paralarını (en azından ilk etapta gerekecek kadar) hazır tutun, orada uğraşmayın.

sıcaklık farklarını dikkate alarak yedek giysi bulundurun.

sağlığınızla ilgili sürekli kullanmanız gereken ilaç, malzeme vb. varsa almayı unutmayın, oralarda zorda kalıp uğraşmayın.

salak değil; ama şanslı bir piçsin. kıymetini bil.

Salaksın evet.

salaksın, hormonların çalışıyor ama yine salaklık yapmışsın. ahlak kavramın olmadığı için götürmen lazımdı. o yüzden salak dedim zaten

malda diyebiliriz.

evet, soru net. salak mıyım? ama biraz da yorum olsa hani fena olmazdı. direk hakaret etmeye toplanmış herkes sanki asdasfasfassa

aslında özellikle kadın kullanıcılar "yoo gayet de çocuktan kurtulmak için yapmış, senlik bir durum yok" ya da "biz böyle şeyler yapmayız" tarzında düşüncelerini söylese çok iyi olurdu, çok da güzel olurdu.

sadece diğer çocuğu başından atmak istese bu kadar yakınlaşmaya gerek duymazdı.

dokunmakalbime +1

kız istemiş olsa diğer adamı çok farklı şekilde postalardı sana ihtiyacı yok emin ol. buradan ip ucunu al. kız ortayı yapmış sen golü atamamışsın.

belki kendinizle diyil de arkadaşınız arkadaşıyla ilgili düşünmelisiniz:

1) diyelim ki adamı savmak istedi, bunun için sizden yararlanması gerekmezdi, yalnız olsaydı adamı sav(a)mayacak mıydı? (bence bu konu mühim, es geçmemeli, tabii ilişki kurmak niyeti varsa, maksat "takılmak"sa dediğim dikkate almayın.)

2) adamı savacağından diyil de, sizi tavlamak yahut yakınlaşmak istedi diyelim, bu sefer de amacını gizleyerek bahane yaratma gereği duymuş. (bence bu da mühim, maksat "takılmak"sa tabii geçiniz.)

özetle, maksat takılmak ise, siz anlamamışsınız. ilişki kurmaksa amaç, karşı tarafın hareketi hangi amaçla yapıldıysa da pek sağlam durmuyor.

imza: kadın kullanıcı

cezve yoksa tencere vardır.

En küçük boy tencere?

ne kadar ısıtman gerekiyor ?

evde kettle varsa su kaynat. kaynar suyu bi kaseye döke sütü bardakla kaseye koy 5 dk bekle.

tavada olabilir, demlikte olabilir.

bardağa koyup çakmakla alevi bardağa değdirmeden de olabilir.

Düdüklüde ısıt 45 dk kadar. Sonra üstündeki mandalı yavaş yavaş aç tıslasın iyice havası bitince sonra kapağı aç yoksa patlar.

1 ton süt ısıtmayacaksan, düdüklüde 45 dakikada uzun bir süre olabilir

videolar da var.

Brain Story (toplam 6 bölüm), 1. bölüm:
www.youtube.com

God is in The Neurons:
www.youtube.com

bunlardan başlayabilirsin...

nörolog ol sen kestirmeden:) bu merakla buluş yaparsın.

nöroanatomi diye bir kitap vardı, yazarını falan unuttum ama. o kitaptan beyin anatomisini sağlam öğrenirsin.

@the kene, merakımızı kaybettiğimiz an zaten monotonlaşıyoruz. teşekkürler kitap için arayalım soralım öğrenelim.

Aynen, ben de beyin konusuna cok merakliyim, pek aradigim gibi kitaplar bulamadim. Bulamiyorum.
ntv yayinlarinin 'beyninize hosgeldiniz' adli sari bir kitabi var. Onu alabilirsin ama cok anatomik bi kitap degil.

Tubitak yayınlarından "Beynine Bir Kez Hava Değmeye Görsün" adlı kitabını öneririm. Beyin cerrahı bir doktorun kendi ağzından yazılmış kısa kısa anılarından oluşuyor. Anılarını anlatırken fizyolojik ve anatomik bilgilere de yer veriyor.

@karanliklar efendisi, o kitabın tanıtımını şimdi okudum ve anatomisi ile ilgilenmiyor. Biraz daha bence psikolojik şartlanmalara yöneltir gibi geliyor. Fakat @the kene'in önerdiği kitap sözlüktende baktığımda tıp fakültesinde okutulan ve komiteleri oldukça sıkıntılı geçen ders-kitap. Anladığım kadarıyla latince olmadan tam anlamıyla anlamak mümkün değil gibi.

Evet ikisinin ortasini bulmak için arastirmak lazim sanirim, belki vardir öyle kitaplar.
Bulursam, rastlarsam söylerim size :p

şimdi ben yerinde olsam;

konularına göre antonio damasio'nun ve m.saffet turanın kitaplarıyla başlardım. ilgi çekicilikleri açısından.
histerik bilinç, ve descartesin yanılgısı.

öte yandan, gene visual cortex fizyolojisi yoğunlukta olan sevdiğim bir kitap daha bu:
www.metiskitap.com

kesinlikle ingilizcen iyi ise bu ders serisi : www.youtube.com

Öte yandan son 5 yılın yeni trendi connectivity analysis (henüz türkiye bu aşamaya gelemedi), normalde eskiden amygdala duygu bölgesi, Prontal Area thinking, decision making falan diye adlandırılıyordu. Ama şuan biliyoruz ki beyin bir bütün olarak connectivity ile çalışıyor. bu bağlamda, artık EEG analizleri ve Frekans analizlerinin yerini başka bir perspektif aldı, gercekten ilgiliysen çoook güzel araştırmalar var.

hangi besinler beyini etkiler diye bir soru cevaplanmıyor ne yazık ki, en fazla drug addiction üstünden gidebilirsin. o kadar. yani daha dogrusu hangi kimyasal beyni nasıl etkiler daha iyi bir soru. üstte yolladıgım 20 serilik ders çok güzel anlatıyor butun sorularını.

karısını şapka sanan adam (oliver sacks) okunabilir, ilgi çekicidir, bilimle sanat apayrı şeyler olmayabilir netekim.

daniel goleman'dan duygusal zekâ'yı okumazsanız, bilgileriniz eksik kalır!

evet benim önerdiğim kitap ders kitabı ama beyni tam olarak anlamak istiyorsan en temelden öğrenmelisin. yoksa öyle "iki dergi karıştırayım beyni çözeyim" diye bir şey olsaydı herkes alim olurdu:) anatomideki latince dediğin üç beş terimdir hemen öğrenirsin onları.

yavruların fotoğrafını çekip sahiplendirme ilanı verebilirsiniz.
bahçenize gelmelerini istemiyorsanız mama vs. evden uzakta bir noktada verin.
bir de bu kadar takılmayın, bölgede kedi sayısı arttıkça, yemek kaynakları yetersiz kalınca başka bölgelere giderler zaten.

sikerim kedisini alcam hepsini fırlatcam arabayla gidebildiğim en uzak noktaya. yeter ya hayatımı zehir etti amına kodumun hayvanları. 1 hafta üzülürüm 2 hafta üzülürüm sonra geçer.

ben seni hiç anlayamadım.bu kadar hayvan seven,saygı duyulası bi insanken nasıl bu kadar düşman oldun.senin bahçene doğurur tabi.çünkü senin onları sevdiğini,zarar vermeyeceğini anlamışlar,sana güvenmişler.şimdi alıcam hepsini fırlatıcam bi yere diyosun.

bıktım tozu al.
bıktım şarkısını dinle.

en tıklanası cevap yine kendinizinki (yani sormanız gereksiz olmuş):

"sikerim kedisini alcam hepsini fırlatcam arabayla gidebildiğim en uzak noktaya. yeter ya hayatımı zehir etti amına kodumun hayvanları. 1 hafta üzülürüm 2 hafta üzülürüm sonra geçer."

onay mı istiyorsunuz? (soruya soruyla cevap vermek zorunda kalmak)

1 kg fazla et al, paylaşmak güzeldir kardeşim.

moralim bozuldu ha.

atmadım bu kediler, bahçede durdular. ama bu sabah yavruların neredeyse tamamı ölmüş. 2 yavrunun ölüsünü buldum, diğer 2'sinin bulamadım ama artık sesleri gelmiyor.

sanırım annelerinden bir hastalık bulaşmış. şu kedilerin yüzünde sık sık çıkan tümör gibi bir şey vardır, bir süre sonra patlar ve kabuk bağlayıp geçer.

yavruların suratında da öle izler vardı. (annelerinde de var şuan) sanırım o hastalık nedeniyle ölmüşler. üzüldüm gerçekten. anneleri miyav miyav miyavlıyor yavrularını arıyor. acıklı bir ses. üzüldüm baya.

nasıl bir hastalık ? çıkaramadım.

orda karaciğer varmış liver = karaciğer
www.insanvucudu.net
düşük bir ihtimalle safra kesesi de olabilir diyorum

(bkz: karaciğer) (bkz: safra kesesi)

etkiler muhtemelen (antibiyotikler karaciğeri). ciddi ilaçlarsa zaten karaciğer testlerini de takip etmesi lazım doktorun. bildiğim bu. ilacı verene de danışmayı ihmal etmeyin.

ikisi de dogru. ayni sekilde burda ve burada'nin ikisinin de yazimi dogru.

yatcaz kalkcaz ordayim
yatacağız kalkacağız oradayım

neredesin yazılır nerdesin veya neredesin okunur. Ama nerdesin yazılmaz.

bunun için bir kaynak var mı bildiğiniz, iki haliyle de doğru olduğunu söyleyen?

NEredesin dilbilgisi olarak doğru olandır.

Nerdesin ise günlük dil.

ikiside doğru kısaca

yazarken "neredesin" olmalı sanki.

www.tdk.gov.tr

şimdee böyle konularda kesin sınırlar hem çizilebilir hem çizilemez doğru veya yanlış diye.
gitcez, gidecez, gidecüz, gidivecez, gedecüz vs. bunların hiçbiri yanlış kullanım değil. Türkiye nin çeşitli yerlerinde bunlar böyle kullanılıyor. nasıl yanlış diyebiliriz.

Bilge Kagan "sabım" demiş biz bugün "sözüm" diyoruz. şimdi dilimizin asıl kaynağına atalarımız sahipmiş. yani doğru kullanımı bir kelimenin onların kullandığı gibiyse bugün kullandıklarımıza toptan yanlış demek durumunda kalırız. bence ikisi de doğru ama gidip hocana sorarsan belki başka şeyler söyler.

7 8 sene oncesine kadar nerde yazmak yanlisti gayet..
dil bilgisi ogretilirken okulda burda nerde gibi seyleri yanlis olarak ogrendim.. bana kalirsa yanlis
konusma dili cok degisir, her dilde boyledir ama yazili dile gecmemeli o farkliliklar

evet hatalı olur.
neredesin yazılır.tercihen nerdesin; ya da neredesin diye okunur.

@scorpion (bkz: lehce)

''nerdesin'', ''burda'', ''yatıcaz'' vb. yazım hatası değildir diyenler ya ilkokul ikiden terkler, ya da dalga geçiyorlar. kafanıza göre saçmasapan iddialarda bulunmayın. duyuruda sorulan böyle yazılırsa hatalı mı olacağı, cevabı da evet.

"nerdesin" yanlış bile olsa galat-ı umumi diye bir şey var. nasıl hile hurda dendiğinde yanlışlığı ileri sürülmüyorsa öyle. doğrusu hile hud'a aslında, ama hile hurda dedi yanlış ahaha demek cehalettir. bildiğini ve en doğrusunu bildiğini iddia edip diğerlerini bilmemekşe suçlayanlar da cahildir.

''nerdesin'' yazım hatasıdır, bunu tartışmanın alakasız örnekler vermenin bir anlamı yok. anadolu'da ne şekillerde telaffuz ediliyormuş, geçmiş yüzyıllarda konuşma dili nasılmış, lehçeymiş ağızmış bunlar sorulmuyor duyuruda anlamıyorsunuz galiba. kimin nasıl konuştuğundan nasıl yazdığından bağımsız şekilde ''neredesin'' doğrudur, ''nerdesin'' yanlıştır. bu kadar.

İçilebilirsiniz yalnız arka arkaya içmeyin ikisi de mideyi zorlayan ilaçlar çünkü en az 1 saat boşluk olsun arada.

içilir. cipralex sürekli kullanılan bir ilaç zaten, onun yeri ayrı diğerinin ayrı.

psikiyatri.net

Peder bey polis emeklisi ise senin Emn. Gen. Müd. den "Sosyal Tesislere Giriş Kartı"n olması gerekiyor. o varsa kalırsın.

öğretmen evleri halka açık ama yer varsa girebilirsin. polis evleri polis yakınlarına vs. öncelikle uygun diye biliyorum ama yer varsa onlar da alırlar bu yaz bir kere kalmıştım sinop'ta sanırım

öğretmenevinde herkes kalabilir, fiyatlar öğretmen, kamu ve diğer olarak üç kademe (ucuzdan pahalıya). babanız kamu fiyatıyla kalabilir sanırım. yalnız her öğretmenevinde fiyat farklı olur, arayıp sormanız gerek. polisevi daha avantajlı olabilir belki emekli polis için.

vaşak

çünkü çok estetik bence. çok yakışıklı ve güzel.

mirket

tasasız...

bal porsuğu

özelliklerini öğrenince hayran kalmıştım.bir de gözümün önüne mahalledeki eli tespihli dayılar gelmişti aynı anda.

at.
çok asil.

koala. ooo koy rahvan gitsin hayvanı

kedigillerden olacağım kesin, biraz düşünüp kar leoparı'nda karar kıldım. kış mevsimini ve karı çok sevdiğimden, bir de kedigillerin genel özellikleri çok zeki ve çok güzel hayvanlar olmaları.

kedi ya da köpek olup sürekli mıncıklanmak isterdim

at
özgür ve asil

ayı
bir uyudum uyandım tüm dünya değişmiş.

gergedan

lemur

ifadesi süper. kelime de tatlı.

www.hurriyet.com.tr

oluyor öyle. ama öğr.görevliliği esas işi sayılmıyor. misafir oluyor ünv.de ücretleri de pek iyi değil. kişisel tatmin için yapanlar var.

devlet memuru olmuyor, memur maaşı almıyor, saat ücretiyle çalışıyor.

irbat'ın yolladığı yazıya göre anlaşılıyor ki kadrolu olanlar da yapabiliyor.

ilk madde ve son paragraf :)

25. yıl gümüş yıl, 50. yıl altın yıl falan gibi mi?

altın-gümüş-bronz klasik değer muhabbeti işte.

The names of some anniversaries provide guidance for appropriate or traditional gifts for the spouses to give each other; if there is a party these can be brought by the guests or influence the theme or decoration. These gifts vary in different countries, but some years have well-established connections now common to most nations: 5th Wooden, 10th Tin, 15th Crystal, 20th China, 25th Silver, 30th Pearl, 40th Ruby, 50th Golden, 60th Diamond.

en.wikipedia.org

ekvatorda üst katta içiliyodu eskiden ama şuan durum ne bilmiyorum.bi bakabilirsiniz.

nargile kafeler var
(bkz: kallavi) var

sabırlı kedi (mis sokak, istiklalden girişte solda)
karakedi (bekar sokak, istiklalden girişte sağda)

kafemsi barlar, ister çay kahve ister rakı bira.

aşağıdaki metinden anlaşılıyor aslında. zihinsel faaliyetimizin vahiyle gelmediğini düşününce, yaşadığımız dönemin/coğrafyanın oluşturduğu ortam ve belli başlı kişileri, mutlaka zihinsel yönelimlerimizi etkiler (olumlu/olumsuz, az/çok).

Basic in explaining a theory is through tracing its intellectual roots – the ideas in philosophy where it made a synthesis in order to carry out its explanation. As San Juan (1968; 2004) argued, Rizal owed intellectual debt to the ideals of the enlightenment philosophy. San Juan mentioned a lot of thinkers that became influential to Rizal’s thinking but for the purposes of this paper, Hegel is the most potent to discuss. In such a case, we can point out comparisons with Marx, for Marx’s theory is grounded on Hegelian elements.

bi hocam vardı gittiğim almanca kursunda. 8 dil biliyor. almanca ana diliydi. ancak annesi ve babası farklı ülkelerin insanları olduğu için +2 dil de ordan gelmiş. Annesinin de ebeveynleri farklı iki ülkeden, e bunlara ek olarak litvanca, letonca yı öğrenmiş, kısmen benziyor zaar. tr ye gelince türkçeyi de öğrenmiş. her ne kadar gramer olarak kusursuz olmasa da oldukça akıcıydı.

yani mesleğinin dil öğretmenliği olması, küçük yaşta farklı dillerin konuşulduğu ortam içinde bulunması ile bu kadar dili öğrenme fırsatı bulmuş.

Dayımın oğlu...yedi dil biliyor. Japoncayı yazabilmek için iki yıl japonya da kaldı. Kendisi lise mezunu. Öğrendiği dilleri kendi çabasıyla ögrendi. Şu anda istanbul un hatırı sayılır bir otelinde yönetici. İngilizce ve fransızcayı bildiğini adım gibi biliyorum. Japonca konusunda ise japonlarla sohbet ettiğini gôrodukten sonra inandım. Neyse fazla uzatmayayım. Durum bu.

lisedeki ingilizce öğretmenim. kendisi türkiye'de yıllardır yaşayan bir belçikalıydı.

flemenkçe,almanca,fransızca,ingilizce,türkçe,ispanyolca ve italyanca konuşuyordu rahatça. belçikalı olunca zaten ilk dördünü rahatça öğrenmiş, türkiye'de türkçeyi, arjantin'de ispanyolcayı sökmüş birisiydi. italyancayı ne ara öğrenmiş onu hatırlamıyorum.

beş dil biliyordu (şu anda hayatta değil), çok iyi/anadili düzeyinde idi. lise mezunu. çocukluğunda ve gençliğinde 1-2 yabancı ülkede (batı+doğu) bir süre kalmış, ancak bildiği tüm dilleri oralarda öğrenmemiş, tam olarak her bir dili nasıl öğrendiğini bilmiyorum. mesela anadil düzeyinde fransızcası olduğu halde, ileri yaşında fransız kültürün konuşma/sohbet kuruna devam etmişti. yabancı kanalları izlerdi tv'de. lise bittiği gibi çalışma hayatın atıldı, bazı kamu kurumları ve büyük bir yabancı şirketin türkiye ofisinde çalıştı. genellikle yabancılarla burada ve yurtdışında muhatap olacağı işlerdi.

kitap okumayı son zamanlarına dek bırakmadı. sadece dil değil, başka konularda da meraklıydı. düzeli, disiplinli, mantıklı, farklı kültürleri yargılamadan değerlendirebilen, insanları tanımaya çalışan, yardımsever ve espritüel biriydi.

dedem. 9 dil biliyordu. 78 yaşında 10. dil olarak Rusça'ya merak salmıştı. Enteresan bir insandı.
İngiltere'ye gittiğimizde İngiliz misiniz? Nerede bir ingiliz gibi ingilizce konuşmayı öğrendiniz diye sorarlardı.
Ben hayatımda duyduğum en "temiz" almancayı onda duydum. Çok iyi İsviçre dialekti de konuşurdu.
Kuzenim Tevfik Fikret + GSU mezunu. Çok iyi Fransızca konuştuğunu söylerdi.
Amcam bir İtalyanla evli. Onunla da sorunsuz konuştuklarına şahit oldum.
Doktordu, dahiliyeciydi.
Radyoda klasik müzik çalarken "Bach'ın piyanosundaki siyah tuşları duyuyor musun? Bu yüzden bu adam bu kadar önemli bir besteci" diyebilirdi.
Bunun bir kabiliyet olduğunu, genlerle alakalı olduğunu savunurdu. Kitaplardan öğrenmiş, hafızası çok kuvvetliydi. Bir de 18 yıl İsviçre'de Başhekimlik yapmış Almanca ve Fransızcayı orada öğrenmiştir sanırım.
Osmanlıca, Arapça ilkokul zamanlarından kalmış zaten

peki bu insanların hayata bakışları nasıl? kültürleri, amiyane tabirle oturup kalkmaları nasıl? kendilerini ifade konusunda sıkıntı yaşıyorlar mı? olaylara bakışları nasıl? belirttiğim gibi, bir dil bir insan lafından ilerlersek, cidden bu adamlar bir kaç insanın hayat görüşüne sahipler mi?

@dahinnotha biz (babam, ben , annem ve amcam) yakın zamanda farkına vardık ki durumlar karşısında hep dedemin bir lafını söylüyoruz. dedem derdi ki... diye başlayan cümlelerin ardı arkası kesilmiyor. Ve yazmaya karar verdik. Not alıyoruz artık. Dedemin hikayelerini, laflarını, hayata bakışını, özlü sözlerini, bize anlattığı çocukluk hikayelerini. Yavaş yavaş unutmaktan korkuyoruz sanırım. Aktarabileceğimiz kimse kalmadı çünkü.
Bugün 30 yaşımda bile başım sıkıştığında, karar veremediğimde, ne yapacağımı bilemediğimde hala onun bana 1989 yılında bir ilkokul çocuğunun hatıra defterine yazdığı 1 sayfalık yazıyı okuyup her defasında dünyam aydınlanıyor.
Kültürüyle, adabıyla, gustosuyla inanılmaz biriydi. Tek kötü özelliği (ki bence onun yerinde biri için kötü bir özellik sayılmaz bile) kibiriydi.

kuzenimin arkadaşı vardı. ingilizce, almanca, isveçce ve türkçe biliyordu.

ege ünv. edebiyat fakültesi alman edebiyatı bölümünde gertrude durusoy.
oturup konuşmuşluğum yok ama kendisi alman. üniversitede ingilizce çalışıyor. sonra italya ve ispanyada görev yapıyor. oradan polonya'ya gidiyor. (bu arada dillerini öğreniyor bu ülkelerin) daha sonra türk bir akademisyenle tanışıp türkiyeye geliyor. şimdi de ege ünv'de profesör. türkçesi de su gibi şakır şakır konuşuyor.
almanca, ingilizce, ispanyolca, italyanca, lehçe ve türkçe. bunlar benim bildiklerim. ekşi sözlük'te 10 dil bildiğinden bahsediliyor. (bkz: gertrude durusoy)

geçen hafta 3-4 gün yaktım ben. şuan yakmıyorum, zira hava güneşli.

aralık 20!ye kadar yanmaz istanbul'da. doğalgaz çok pahalı lan!

1 haftadır yakıyorum.üşütmeyin bir yerlerinizi geceleri soğuk oluyor.

yakmadık henüz.

ben elektrikli soba alcam artık vakdi geldi.

Yakmaya baslamistim ama bu aralar fena diil hava

sürekli minimumda bir haftadır, aniden havalar soğuyunca ısınması kolay olsun diye. ama gece serinliğini de kırıyor.

bizim apartmanda ve ofiste yanıyor ama güne de bağlı. bugün sıcak mesela yakmıyorlar.

ben gece yatarken en kısıkta açıyorum, sabah çok soğuk oluyo

haklısın ama onların da haklı yanı var. dumanımla kimseyi rahatsız etmediğim sürece kimse bana bir şey diyemez, demiyor da.

@1 saat bende 50 dolar anlamadım, biraz daha açsan?

izninle gönderdiğim mesajı paylaşıyorum aynen; takdir ediyor, ayakta alkışlıyor, destekliyor ve önünde saygıyla eğiliyorum :)

aga şimdi açık hava olsa dahi içtiğimizde dumanı başkalarının üzerine, sağına soluna gidiyor ya, o zaman şikayet etmeleri normal bence. anca o zaman karışabilirler demek istedim. yoksa onları zerre ilgilendirmemeli. ha çok samimi arkadaşın valla içme,kendine zarar verme diyebilir ama bir kere kibarca sanane dersin, o da susar.

Laf sokulan kişi olarak cevap verme hakkımı kullanıp gidiyorum:

Benim sigara içenleri aşağıladığım, içmeyerek kendimi üstün gördüğüm falan yok. Sonuçta kısa bir zaman önce ben de fosur fosur tüttüren ve sigaramla mutlu olan bir adamdım. Sadece sigarayla mutlu olmadığımı ve kendimi kandırdığımı anladım. Kimsenin gözüne bir şey de sokmaya çalışmıyorum. Tek düşüncem belki bir kişi de olsa görüp de sigarayı bırakır diye yazdım onca yazıyı. Beni de birileri tetikledi ve bıraktım, belki ben de birini tetikleyerek zinciri devam ettiririm diye düşündüm.

Sana sigaranla mutluluklar, kimsenin, özellikle de benim sana bir şey dediğim, karıştığım, gözüne bir şey soktuğum yok.

@mr rosebud bak işte burada bile sigarayı bırakmış olmanın reklamını yapıyorsun. bundan bahsediyorum işte ben.

adamsın.

maalesef öyle. kırk yıldır rahatsız olmayanlar yasaktan beri bir rahatsızlar, eskiden beri olsa neyse. misafirin içeceği bir tek sigaraya burun kıvıranlar var. çocukların kendi odasında takılsın efendim, üstelik kendin de sigara içiyorsun, rahatsız olacak diyilsin. hem insan arkadaşının bir sigarasından rahatsız olacaksa, yarın bir gün nelerden rahatsız olmaz, kimse kimse için en ufak sıkıntıya katlanmayacak bundan böyle. ki tek bir sigaradan ölen ya da hastalanan olmuş mu merak ederim. (evine senede bir bile gitmediğiniz birini düşünürseniz daha iyi anlarsınız.)

bu yasak öyle sadece sağlık meselesi diyil, toplumsal ilişkileri ve sahip olduğumuz olumlu nitelikleri de silip geçecek. demedi demesinler...

@tedirginlik hucresi benim derdim o da değil. İçirmemeyi de anlarım bi yerde kapalı ortamlarda falan. Benim iyiliğimi ister gibi yapıp alttan alttan sigara içmemekle övünenlerden bahsediyorum.

sigarayı bırakamayan insan iradesiz, ezik, zayıf, dombili ve de taocu bir insandır. bilinçli olarak bırakmayana bir şey denmez zaten. sadece sağlık problemi olanların ve küçük çocukların yanında sigara yakanlara, başkasının suratına üfleyenlere kafa atma hakkı saklıdır.

al işte bi tane daha :)

sigarayı bırakın, nargile için. çok daha güzel.

kapalı yerlerde içilmediği sürece bence problem yok. ama siz de kokan nefesinizi, parmaklarınızı ve dişlerinizi uzak tutacaksınız.

-sigara dumanına hassas olan insanlar var yolda içerken sis içinde bırakıp nefessiz kalmalarına neden olabiliyorsunuz.
-özellikle apartmanımda ailesinden gizli gizli sigara içene söylüyorum. havalandırma boşluğunu bok gibi kokutmuşsun pencere açamaz oldum lan.
-sigara içilmiş ortamlarda iğrenç bir koku kalıyor farkında değilsiniz rahatsızım birader
-sigara dumanı - pasif içicilik - o kısmı biliyorsundur zaten.

-yani öldürceksen kendini yine öldür hatta öldür yahu. iç hatta bonzai şu bu hepsine bulaş pipo al daha hızlı olur ama bırak bunu bana dokunmadan uzakta yap. canına verdiğimiz önem önemli değilse yine öl ama uzakta öl.

olmaz mı?

bencede problem yok içte geber banane ama dumanın herhangi bir şekilde bana gelip durmasın. ne demiş ünlü bir üçüncü sınıf öğrencisi buna hakkın yoh buna hakkın yoh

yahu siz okuduğunuzu anlamıyor musunuz? içilme yerinden falan bahsetmiyorum ben, o yönden savaşın sigarayla, istemediğiniz bir şeye maruz kalmayın zaten. ama ben o kabul ettiğim kanunlar çerçevesinde bile sigara içsem bu sefer de "sigarayı bırakın sağlığınıza zararlı" diye başımın etini yiyorsunuz. size ne yahu, benim sağlığım.

arkadaş aramızdan biri çıkıp sana öyle bişey dedi mi? ailen diyordur, arkadaşların diyordur, ya da yanında sigara içip rahatsız ettiğin biri diyordur. onlara yap tribini.

ben de otobüs durağında beklerken, bir kafede dışarıda otururken vs. dibimde sigara içip yeni yıkanmış giysilerime ve saçıma sigarasının dumanını, külünü savuran insanlar beni rahat bıraksın istiyorum, rahat rahat temiz hava alayım istiyorum, ama maalesef hayatta her istediğimiz olmuyor.

insanlar "açık hava bir şey olmaz" zihniyetinden kurtulup biraz düşünceli davrandıkları sürece kimin sağlığına ne zarar verdiği ya da vermediği beni en ufak ilgilendirmiyor.

ey sigara içenler,

sizin sigara içmeniz umrumda değil. ama beni rahatsız ettiğin noktada umrumda olur ve bi gün biriniz çok tersime gelecek, yazık olacak. ayrıca gelip sana içme şunu diyen adam seni düşünüyordur muhtemelen.

dumanın herkesi rahatsız ediyor, genlerini bozuyorsun ve gelecek nesiller eciş bücüş olacak senin yüzünden :(

şaka bir yana illet oluyorum sigara olayına, bana zararı olmayacaksa geberene kadar için de bazen dibimde içen oluyor o çok fena.

kız arkadaşım astım hastası ve sigara içen birçok dingil yüzünden çok sıkıntı çekiyor.

insan bile bile kendini, çoluğunu, çocuğunu, anasını, babasını, tanımadığı insanları zehirleyip bir de üstüne para verir mi? hakikaten tuhafsınız la.

esas bizim sigara içenlere çemkirmemiz lazım.

insanların 'içme sağlığın' demekle ilgili şöyle bir 'minicik' hakları var. sağlık giderlerine vergilerimizle katkıda bulunuyoruz ve sigara müthiş bir oyuk açıyor bu giderlerde. amerikada bazı yerlerde sigara içiyosan bırakmadan seni tedavi etmeyebiliyolar. böyle de bi balkış açısı olabilir.

sivrisinek eğer toplama kampında değilsen çalışan herkesin 5 dk molaya ihtiyacı var, sigara içse de içmese de. ara vermeden eşek gibi çalışmak verimi arttırmıyor düşürüyor.

Tepkisi olan buradan versin demişsin ama sadece kendi görüşünü destekleyenlere tik koymuşsun?

İşte sigaraya bakışınız da bu şekilde. Tek taraflı, tek açıdan bakıyorsunuz. Sizin yüzünüzden herkese ait olması gereken caddede, sokakta bile NEFESİMİ TUTMAK ZORUNDA KALIYORUM. Sen kendi dumanınla kendini zehirle, beni zehirlemeye ne hakkın var?

doktor-hasta ilişkisi tümüyle güvene dayalı, iyileşme de o güvenle olabiliyor zaten çoğu zaman. böyle şeyler duydukça zorluyor işte o güven, illa her boku bilmek, emin olmak zorunda hissediyor insan. halbuki bunca yıl okulunu okuyan o, hastanın sorumluluğu değil bunları bilip bildirmek.

benim doktorum bu sanirim. Ahaha yapti ya ben de bilmiyordum yapilmadigini.

çok sakat bi nedenden kaynaklanıyorsa, nedeni bulmadan ağrıyı kesmek hayati (yani ölümcül) olmaz mı ki? ben bile cahil bi' hasta olarak doktor görene kadar kıvranıyorum ilaç içmeden, karnımda tanımadığım türden şiddetli sancı olunca.

spazmolitik vermiştir belki ; o da hafifletir ağrıyı.

www.eksisozluk.com

bu yazının konuşma kaydı işini görür mü?

şu belgesel işini görebilir;
www.youtube.com

bununla birlikte Toprağın Çocukları diye yine köy enstitüleri ile ilgili bi film çıktı ancak konusu tam nedir, ne denli işine yarar, izlemediğim için bilemiyorum...

okumadysanız mahmut makal'ın bizim köy kitabını okuyarak doğrudan gözlemlere dayalı bilgiler edinmekle kalmayığ dönem edebiyatını da görmüş olursunuz. (unesco ve tdk ödülleri almıştır.)

genel fikir edinmek için vaktiyle edebiyatçılar tarafından ne şekilde değerlendirildiğini gösteren şu linke de bakın:
www.radikal.com.tr

sanat ve edebiyattaki yeri: keeaum.sdu.edu.tr

Butun cevaplariniz icin cok tesekkur ederim hepsi cok yardimci oldu. Gorsel olarak onerebileceginiz seyler var midir?

işyeri açılışını (gereken 3-5 evrakı) vergi dairesinden öğrenebilirsiniz de, her ay kdv, üç ayda bir geçici vergi, üç ayda bir muhtasar, yılda bir gelir vergisi beyannameleri vermek, bunları vermek için gereken muhasebe kayıtlarını tutmak, çalışanları sigorta etmek ve her ay bildirgelerini göndermek, bir gün gecikirse cezalara katlanmak sizin için sorun olacaksa muhasebeci bulmanız gerekecektir.

kdv, geçici, gelir vergileri kazancınıza göre değişecek, muhtasar ise kiranıza, çalışan sayısı ve ücret düzeylerine, muhasebe ücretine bağlı olarak değişeceğinden kesin bir rakam vermek zor.

Günde 2-3 bardak çok muymuş? Türk dediğin zaten kahvaltıda 1 bardak minimum içmez mi? Neresi çok abim.

2-3 bardak çay cok degildir ki.

ben günde iki üç demlik çay içen adamım lan. tihe, olaya gel. :))

sen rahat ol, o çay iyi gelir sana. bırakma.

bizim oralarda 2-3 bardak ihmal edilir ya. benim gunde en az 20-25 bardagim var temiz. hele haftasonu kahvalti yapiyorsam kafadan 5-6 bardak iciyom zaten. aksam yemekten sonra, cafe nargile icerken, is arasi cay molasi vs.

devam et sen. hatta arttir biraz. turk insanina cay dokunmaz

10 bardaktan asagi icmem. Cok degil seninki az bile. Birakma cay iyidir, yasil cay diolar cok iyi diye.

yok denecek kadar az çay içiyosun o yüzden midendeki rahatsızlığın sebebini başka biyerde ara bence.
bu arada benim günde 10-15 bardak çayım garanti.

şekersiz içiyorsan sorun yok. çok demlenmeden tazeyken iç çayı kansere karşı faydalı.

Elf gözlerimiz bunu da mı okuyacaktı? 2-3 bardak dediğin nedir ki! Kahvaltıda ve çalışırken içtiklerim hariç az önce biraz büyükçe bardakla 2 tane içtim. Üstelik bu azaltmış halim.

Ben uzun süre çay içmeyince başım ağrıyor.

Sivrilik yapmak istemem ama : ) her gün EN AZ 2-3 bardak (çaybardağından büyük) çay içiyorsanız ciddi demir eksikliğiniz olabilir, bu da en başta saç dökülmesi, halsizlik, uyku problemlerine yol açabilir. yavaş yavaş meyve/bitki çaylarına yer vererek daha sonra haftada bir kaç bardağa indirerek azaltabilirsiniz. mideniz içinse yemekten sonra soda/mineralli su iyi gelecektir.. ayrıca çay mideyi uzun vadede daha kötü yapar..

dişlerdeki sarılıktan hiç bahsetmiyorum..ıyy leş.

İngilizler her gün onar yirmişer bardak içerek dünyayı yönettiler. İçin 2-3 birşey olmaz.

çay içmek tek başına demir eksikliği yapmaz, yemekle birlikte veya çok az arayla içmedikçe ve dengeli beslendikçe böyle bir sorun olmaz.

faydaları da az değildir. içtiğiniz gayet normal. az bile.

özel hastaneleri tercih etme görüntüleme merkezleri var oraları seç yüz yüzelli tl ye yaparlar.

ablam baltalimanı kemik hastanesinde muayene olduğu günün akşamına mr çektiler, gece de çalışıyorlar. yoğun olsa da 2-3 günde çekilir gerek görülürse.

yaklaşık 1 buçuk ay önceine kadar Bursa Acıbadem fiyatı 1300 civarıydı.

basit şurup (sirop simple). türlü şekilleri var:

cocktails.about.com

enfesto.wordpress.com

haklısın. bunu bil.

Allah seni inandırsın, kaynımda da var aynı tip bi arkadaş. Düzelir düzelir, merak etme.

sen de çok duygusuzmuşsun :)e aşık olunca olur öyle

eleman çok yüz veriyo demek ki. eve gelince 3 saat konuştukları kesin kızın dedikodu yapmasıdır. pes oynarken de diyecek kıza "oyun oynuyoruz bitince ararım ben seni" diye. sorun kızdan çok arkadaşında.

çocuğun ilk kez yoğun olarak aşk duygusunu yaşadığı ilişkisi mi bu? ilkse normal. ondan umudu kes. master lig falan yap. oyuncu kas tek başına. ha daha önce sevgilileri olduysa ve hepsinde böyle metamorfoz geçiren bi' tipse. yine master lig yap tek başına. antrenmana gir. serbest vuruş çalış. kondisyon geliştir.

boş muhabbet, ne olabilir ki? haklısınız, oynamayın bence bu şekilde.

tamam telefonda konusmanin bokunu cikarmamak lazim, sevgili disinda da aktiviteler, ugrasmalar olmali ama adam sevgilisni birakip, sevgilsine 'caktigimin kizi' diyen adamla oturup sikko sikko pes mi oynasin? yapsin mi bunu cidden?

Alıntı yapıyorum "lan bizimde sevgilimiz oldu, yeminle 1. yıdan sonra ben sevgilim olduğunu unuturdum lan." Ara ara şimdi neden sevgiliniz olmadığını ya da ilişkilerinizin uzun sürmediğini kendinize sorsanıza. Arkadaşınız aşık, umarım bu uzun sürer. Pes oynamaktan daha eğlenceli aktiviteler var kız arkadaş olunca...

eğer aynı şehirlerde yaşıyorlarsa sevgililerin günde toplam 30 dakikadan uzun telefonda konuşmaları saçma. 60 dk. payını da o gün(lerde) görüşememişlerse diye veriyorum.
hoş, aşık olunca yapışık ikiz olunabilir; ona izin var. ama hem mıcır vicir görüşüp hem de saatlerce telefonda konuşmak gerçekten boş, yeteneksiz, kendilerine zaman ayırmaları gerekmeyen, yaratıcı olmayan insanların işi. onlarla aynı dünyadan olduğumu sanmıyorum.

Yayla çorbasını knorr'dan hazır al bence daha güzel olur. İçine de kaynarken yarım kaşık salça ekleyip bol bol karıştırırsan çok daha lezzetli oluyor.

Maliyeti düşük en kolay yemekler kızartma ve makarnadır. Pilav yapabilirsiniz, oldukça kolaydır zaten.

Her türlü sebze yemeğini yapabilirsiniz. Zaten sebze yemeklerinin yapılışı genelde aynıdır. Soğanu kavur, sebzeleri doğra içine at, 10 dakika yağda pişir, sonra üzeri kapanacak kadar suyu bas, pişmeye bırak.

Yok aga uğraşamam daha basit olsun dersen çeşit çeşit omlet yapabilirsin. Biberli omlet çok güzel olur. Patateslisi bir harika.

yumurtasız olmaz diye bişiy yok, ama olsa iyi.

maliyeti düşük yemekler herhalde sebzelerdir. kabak, patlıcan patates, ıspanak, kereviz, karnıbahar, lahana vb. bunların tümü benzer şekilde yapılır, soğan domates yağda kavurulup sebze de doğrandıktan sonra suyu tuzu istenirse baharatı ekleyip pişirebilirsiniz. ıspanak ve kabakta azıcık pirinç güzel olur, kabakta ayrıca dereotu çok yakışır.

çorba, sebze, makarna-pilav hepsi de öğrenciye uyar. yayladan başka tarhana, şehriye, mercimek çorbaları da yapılabilir. salata ve/ya yoğurt da eklerseniz beslenme işi hallolur. arada et, sık sık balık yiyebilirsiniz. balık da hem ekonomik, hem pratiktir. yapılması diğer yemeklerden uzun sürmez, salatayla yersiniz. tavuklar aslında tavuk olmadığından, ekonomik de gelse yememeye çalışın.

1 adet havuç
1 adet soğan
1 adet patates
varsa 1 adet kırmızı biber (kapya biber dediklerinden)
3/1 paket kırmızı mercimek
1 litre su
tuz,
zevkine göre baharatlar, karabiber, kimyon vs (bugün biri zerdeçal koyduğunu söyledi mesela)

hepsini ayna anda koy kaynasın. düdüklün varsa hele 10 dakkada hazır,
eğer blender gibi bişey varsa daha kolay olur yoksa iyice haşlandıysa çatalla bile ezilir, iyice ezip püre haline getir. al sana süper ve ucuz çorba. istersen servis yaparken üstüne yağ yakıp kırmızı pul/toz biberle ondan azcık gezdir.

üstelik durdukça katılaştığından her seferinde üstüne su ilave ederek ısıtman gerekeceğinden bereketli de oluyor.

bir öğrenci çorbası daha:
1 adet soğan
3 bardak yeşil mercimek
2 bardak marketlerde paket halinde satılan ev makarnası

bi soğanı yağda kavur. yeşil mercimekleri de ekleyip biraz daha kavur. varsa az salça güzel olur. üstüne bol su ilave et, baharat koy, tuz, karabiber pul biber vs. kaynayınca makarnayı koy. mercimekler yumuşayıncaya kadar pişir. suyu az gelirse sıcak su ilave et. ben bunu çorba gibi değil, suyunu az koyup yemek gibi yapıyorum. istersen rendelenmiş havuç da koyabilirsin.

domates çorbası:
marketlerde meyve suyu gibi satılan domates suları var. çok az domates-biber salçasını az yağda kavurup, domates suyunu koy. içine bol karabiber, tuz (domates suyu tuzlu olabilir, kontrol et) kırmızı pul biber. kaynat. üstüne kaşar rendeler. al sana mis gibi domates çorbası.

ek: kış geldiğine göre güzel güzel kurufasulye, nohut yemekleri de yapabilirsiniz. bunları da haşladıktan sonra, soğan-domates/salça ile pişirebilirsiniz. bazı sebze yemeklerine de yeşil mercimek, nohut koyarak lezzetini ve faidesini arttırabilirsiniz.

mesela endüstri mühendisliği bölümünde "yönetim ve organizasyon" dersini veren hocamız bir şirketin ceo'suydu. ales, kpds, toefl falan uğraştığını zannetmiyorum. okul yönetiminin tutumuyla ilgili olsa gerek.

bildiğim kadarıyla, lisans mezunu olarak önlisansta ders verebiliyorlar. konusunda deneyimli olmasına bakılıyor. ales falan yok. abim yapmıştı bir süre, zevk için.

tabii ki sınav yapıp not veriyorlar. saat ücreti alıyorlar ve parası için yapılacak bir ücret değil (devlet üniversitesi için, diğerlerini bilmem).

normalde yüksek lisans veya doktora yapan kişiler de, belli bir süre iş deneyimi olan kişiler de öğretim görevlisi olarak çalışabiliyor. bu kadrolar için ales, üds isteniyor ve öğretim görevlisi alımları için yök'te ilan veriliyor. ales ve dil puanı hesaplamalarına göre de adaylar sıralanıyor falan filan.
bill gates gelse de bir şekilde kılıfına uydururlar herhalde, misafir öğretim üyesi falan gibi ama bilmiyorum pek.

akademik kariyeri olmadan üniversitelerde ders verenler "sözleşmeli öğretim görevlisi" olarak adlandırılır. o dersi verecek kimse yoktur, bu adam da o konuda iyidir ama bi üniversitede kadrosu yoktur. o derse o girer. misal, bizim idare hukukuna kaymakam giriyordu, medeni hukuka da avukat.

kadrolu öretim görevlisi olabilmek için, üniversiteden üniversiteye değişmkle birlikte en az yüksek lisans yapmış olma şartı aranır. bunlar doktora yapmasalar bile kadroya alınırlar ancak doktora yapmadıkları sürece ne uzalır ne kısalırlar. öyle öğretim görevlisi olarak kalırlar. baba dersler için değil de daha çok adam yokluğundan idare etsinler diye kadroya alınırlar.

bir de doktora yapmış öğretim görevlisi vardır. bunlar aslında yardımcı doçeny olacaktir ama üniversitenin boş kadrosu yoktur. araştırma görevlisi olarak kalmalarındansa, öğretim görevlisi olsunlar denir, bir nevi sus payı olarak "öğretim görevlisi yaptık işte, daha napalım elimizden bu kadarı geliyor" denir ama asıl amaç derse girmelerinin sağlanmasıdır. çünkü doktora yapmış olsa bile araştırma görevlisinin ders anlatması yasaktır. yılda bi-iki mazur görülür ama bizim üniversitelerde daha çok, hoca özel üniversiteye ders vermeye gittiğinden işleri çok yoğun olur (!) ve asistanı olan araştırma görevlisini yıl boyu derse sokar. (üniversite öğrencilere not: eğer hocanız derse kendi girmiyor sürekli asistanını sokuyorsa şikayet etme hakkınız vardır ve lütfen şikayet ediniz... )

hayır. alanında uzman olduğu düşünülen kişiler, hangi prosedürlerden geçiyorlar bilmiyorum ama, ders verebiliyor.

hemen zart diye cikaramazlar, merak etmeyin. anlasma yoluna gidin. tamam, cikacagiz acele ettirmeyin. uzatirsaniz mahkeme ile ugrasiriz bos yere her iki tarafta zararli cikar deyin.

hukuki süreci nedir? yani sözleşmemiz olmadığı için istediği zaman çıkarabilir mi?

uzun bir süreç var önünüzde. yasal prosedür şu şekilde. evi alan kişi, aldığı tarihten itibaren 1 ay içinde size ihtarname çekip 6 ay sonra tahliye davası açma hakkına sahip. yani dava falan derken sizin tahliye edilmeniz 1 seneyi geçer. bi şekilde uzlaşma yolunu seçin.

"tapuda $erh yoksa yeni ev sahibi cikarma hakkina sahip


no avalon (20.01.11 20:29:30)"

bizde hiç bir sik yok..?

GAYRİMENKUL KİRALARI HAKKINDA KANUN
madde 7/d: Gayrimenkulü Medeni Kanun hükümlerine göre iktisabeden kimse kendisi veya eşi veya çocukları için tamamen veya kısmen mesken olarak ve yine kendisi veya eşi veya çocukları için bir meslek veya sanatın bizzat icrası maksadiyle iş yeri olarak kullanma ihtiyacında ise iktisap tarihinden itibaren bir ay zarfında kiracıyı keyfiyetten ihtarname ile haberdar etmek şartiyle altı ay sonra,
Tahliye davası açabilirler.

kira sözleşmesi her yıl yenilenmeli buna dikkat etmeli idiniz. siz orada kira sözleşmesi olmaksızın oturuyorsanız size bir intifa ya da sükna hakkı tesis edilmiş gibi oluyor,intifa ve sükna hakkı şahısla kaim irtifaklardan yani hak sahibi(siz) ölünce sona erer fakat bu da belge ile belirtilmemiş ileri sürebileceğiniz böyle bir hakkkınız da yok. yeni malik size çıkın diyebilir ama bunu nedene bağlaması gerekir. neden de ihtiyaç nedenidir, eşinin kendisinin ya da çocuklarının oturacak olmasıdır. böyle bir nedenle 1 ay içinde ihtarname gönderir, 6 ay sonra tahliye davası açabilir. mülkün kullanım hakkı önce sahibine aittir ama fakat kanunumuz kiracı mağdur olmasın diye böyle uzun süreler vermiştir. oldu da sizi çıkardı 3 yıl boyunca başkasına kiraya veremez.

en iyisi anlaşmaya çalışın en az 7 ay oradasınız, 5 ay daha verin bize deyin hiç uğraşmayalım dava falan yanaşırlar kanımca.

edit: benim ev sahibim özellikle 1 yıl sonra yenileriz dedi ki ben de yenileme taraftarıyım. otomatik uzuyor olabilir tabi ki ama böyle bi durumda ellerinde 1 yıllık sözleşme olsa idi bu soruyu sormalarına gerek kalmazdı.

sadeleştiriyorum;
yeni malik satın almadan itibaren 1 ay içerisinde size ihtarname yollayacak "çıkın" diye.
bu ihtarnamede ise 6 ay içinde çıkmanız ihtar edilecek.
yani 7 aylık süreç var raad ol.

kira sözleşmesi yazılı olmak zorunda değil, ilk yıl yazılı yapmışsınız fakat ikinci yıl sözlü bir sözleşme olmuş, sıkıntı olmaz hiçbir türlü 7 ayınız var en az ama anlaşma yoluna gidin derim, hem canınız sıkılmamış, uğraşmamış olursunuz.

Kira sözleşmesi her yıl yapılmaz. Bir kere imzalanır ondan sonra kanundan doğan sebepler gerçekleşmedikçe (örneğin kira bedelinin ödenmemesi gibi) kiracı tahliyeyi istemediği sürece sözleşme devam eder, uzatılmış sayılır.(tabi yeni Borçlar Kanunu ile 10 yıllık kiracılar bakımından bir istisna var ama o zaten sizi ilgilendirmiyor.) Yani siz sözleşmesiz oturuyor falan değilsiniz. kanunun kiracı bakımından düzenlediği her hakka sahipsiniz. onun dışında size ihtar çekilip tahliye davası açılsa bile mahkemelerin yoğunluğu göz önünde bulundurulursa bir yıldan fazla zamanınız olduğunu söyleyebilirim :)

ya, hukuki surecin tamamini istiyorsan avukata danisma ucreti odeyeceksin ogreneceksin. degilse kendin aratacaksin. sana her seyi anlatmislar hala zart zurt. ne belesci insanlarsiniz arkadas.

kira sözleşmesinin her yıl yenilenmesi falan gerekmez.

yaptığınız ilk sözleşme sonlandırılmadığı için otomatik olarak yenilenmiş sayılır. davayla tahliye ile uğraşarak vakit kaybedeceklerine çıkmanızı beklerler muhtemelen.

birkaç aya kadar çıkarsanız iki taraf da mağdur olmamış olur.

@entrapmen avukata verecek param yok

siz kiranızı zamanında ödeyin-1 gün bile kaçırmadan- merak etme çıkaramazlar. yasal süreç zaten arkdaşların dediği gibi en kısa 7 ay ve sonrasında da kendisi oturmak ya da kiraya verememek durumunda.
benim bildiğim kadarıyla da evi satın alan kiracıyla satın almış durumda ve ancak sözleşmenin bitim tarihinde ihtar çekip sözleşmeyi yenilememe hakkına sahip. yani mesela bir kişi bir şirketi satın aldığında borçlarını da satın almış oluyor. sonuçta bu da o hesap. sözleşme tarihi önemli burada ve kirayı zamanında yatırmanız. 1 gün bile gecikse ihtar çeker, tekrarlanırsa da kendinizi kapı önünde bulursunuz.

belirli bir süre için müdür atandığınızda süre bittiğinde

veya

sizin istifanızla yeni müdür ataması tescil edildiğinde müdür sıfatınız sona erecek. müdür sıfatınız devam ettiği sürece yasal yükümlülükleriniz sürecek. yeni müdür atama kararında sizin görevinizin sona erdiğinin belirtilmiş olmasına dikkat etmeniz yeterli.

malesef :(

yuh o nasıl bi yavşama modudur arkadaş
annene bahset bence
seni evladı gibi sevmiyorsa şayet, böyle şeyler söylemesi pek normal değil.

haha, kadın niyeti bozmuş. :) çok tiksindim yalnız, annemin arkadaşlarını düşündüm de.

tehlike kapıda hacı kaç kaç kaç.

ben bile anladım. biraz milf filmi izle ve kendini şova hazirla. uuuuuuu beybi !!!

arkadaşının çocuğuna "yeğeni" gözüyle bakmıyor gibi.

ne apmak lazım hacılar?

aynen öyle. milf fantezin yoksa ve ortaya çıkmasından tırsıyorsan kibar yoldan siktiri çek.

hacı abi mature seviyorsan bence düşün ama "yok lan anam yaşında kadın" dersen annenle konuş bence. uygun bir dille anlat. annen ayar çeker.

gideri varsa kaçırma.

facebooktan sevgilinin adına yaz: sevgilime böyle şeyler yazıp durmayın gibisinden.

aradığında da sevgilimle planım var dersen birkaç kere bir daha aramaz.

kötü ihtimal: hırs yapıp kaçtığın için kovalayabilir

iğrenç. ya tersle ya da hiç cevap verme uğraşmak istemiyorsan.

bence alırlar, tabii kıdemi yeterliyse. sanırım şu sözleşme olayından dolayı bunu sordunuz, sağlık müdürlüğüne sorabilirsiniz.

657'li devlet memuru olmadıklarından alamazlar sanırım. yeşil pasaport 657 sayılı kanunla belirlenmiş bir konu.

ek: 657'li olup olmadıklarını araştırmadım, sadece tahmin ediyorum.

başka reklamlarda da kullanılmamış mıydı, ben mi yanlış hatırlıyorum. a milli takımla mı ilgiliydi neydi?
hepsini kullanmıyorlar ya, belki ordan açık kapısı vardır.

yani bir küçük düşürme unsuru falan yok ki, ancak gurur duyma var. yasalarda da böyle bir şey olduğunu sanmıyorum. kendi kendine tabu yapmışsın.

niye ki? adinda türkish diyerek iyi kötü reklam yapiyo zaten.

takilmamak lazim ben böyle logo, sembollere takinilmasina karsiyim, amerikanlar negzel bayrakla, sarkiyla herbiseyi yapabiliyolar serbest serbest.

iş bankası da atatürk kullanmıştı sanki, emin değilim. tahkir içermese de, ben de ticari çıkar için kullanılmalarını tuhaf karşılıyorum.

youtube a leyla ile mecnun göndermeleri yazınca 3 4 tane video çıkıyor hepsinin de açıklaması var

benim hatırladığım kadarıyla ismet özel, sezai karakoç, yahya kemal'den alıntılar olmuştu. ayrıca yavuz'un sevgilisine okuduğu kitaplar vardı, onların zaten kapakları görülüyordu.

mesela, filmlerden birine atıf yapılıyor. filmi izlemeyen adam için iş zor. dizi yayınlandıktan sonra bilenler 'şu filme bir göz atın' diyebilir.

neşet ertaş'ın ölümünden bir gün önce de neşet baba'ya gönderme vardı:

"ben adam kaçıracak olsam zaten neşet ertaş'ı kaçırırım. zaten kaçırmama da gerek kalmaz. kalender adam. rica edersin, gelir, o çalar sen söylersin..." gibi birşeylerdi...

iki sicil numaranız var ve ayrı ayrı baktığınızda birinde döküm görüyor, diğerinde görmüyor musunuz? son işyerinizdeki aylar kayıp görünüyorsa, işe giriş bildirgenizi, aylık e-bildirgelerinizi ekleyip dilekçe verebilirsiniz.

her ikisi görünüyor da ikisini birleştirmek istiyorsanız, sicil numaralarını belirterek dökümlerinizin tek sicil altına geçirilmesi için dilekçe verebilirsiniz.

bence din kitapları hayatın bir kaç döneminde, eleştirel bir bakış açısıyla okunmalı. hele de türkiyede kuran okumamış insan olmamalı. din toplumdaki her şeyi etkilediği ve din üzerinden siyaset yapılarak aptal insanlar çok kolay yönetilebildiği için.

felsefe okunmalı. düşünmeyi öğrenmek için.

psikoloji okunmalı. insanları anlayabilmek, empati yapabilmek için.

sıra o kadar önemli değil. dinde önemli olabilir. (birbirlerini çok etkilediği için.)

(bkz: umberto eco)

hocam bana göre bir insan kendini ve toplumu anlamak istiyorsa okumaya sosyoloji ile başlamalı. sosyoloji için temeliniz varsa, kadir cangızbay'ı okumanızı kesinlikle tavsiye ederim. sosyolojiler değil sosyoloji, sosyolojik praksis, hiçkimsenin cumhuriyeti gibi çok güzel kitapları var.

Conversations with God 4 serilik bir kitaptır. insanın kendisini, toplumunu, tüm toplumları ve evreni anlamanızı sağlayacak bir araçtır bence. ben tüm seriyi 2 kez okudum. bu aralar tekrardan okumayı düşünüyorum.

tarih olmazsa olmaz bence, ve edebiyat da gayet fayfalı olacaktır.

vaktim yok şu anda, ama mesajla hatırlatırsanız yazar-kitap önerisinde bulunurum.

uğraşma. ayakkabıcıya götür, iki çekiçlik iş zira.

watsonslarda falan sandaletlerin kaymasını önleyen tabana yapıştırılan şeyler var alıp onlardan yapıştırabilirsin 3-4 lira civarındaydı fiyatları

kullandıkça kayganlığı azalır genelde

ayakkabıcıya verin, altına gerekli ilaveyi yapar. hemen olur.

www.antalyaotogar.com.tr

idari büro telefonu var, sorun isterseniz.

Otobüsle her türlü otogara gider (o taraftan otogara gitmek pek uzun sürmez), gidemesse taksiyle gider, onunla da gidemesse ben bırakırım =]