Büyüdükçe dünya görüşü ediniyoruz; bu politik, kültürel, vb olabiliyor. Çocukken bir dünya görüşü yok ortada; dünyayı oyuncaktan yemekten ibaret görürken ve her çocuğun gördüğü buyken, kişi de her çocukla aynı şeyi paylaşıyor ve daha kolay kaynaşılabiliyor. Ergenlikte de dünya görüşü yavaş yavaş ortaya çıkarken, çoğunda "Şu çocuk çok tatlı", "Şu kızla çıksam mı" gibi düşünceler hala ortak. Dünya görüşünün önemi hala biraz daha az. Büyüdükten sonra dünya görüşü önemli oluyor, çevrede seçici olmaya başlanabilir. Örneğin, en yakın çocukluk arkadaşın senin siyasi görüşünün ya da hayat görüşünün tam tersini 7/24 kafana kaksa, onunla daha ne kadar uzun arkadaş kalabilirsin.
Bir yandan da hem deneyimlere dayalı olarak hem de evrimsel açıdan insan benzerlerine yaklaşmaya çalışır. Çünkü zarar farklı olandangelir. Bir sır tutarken, bir iş yaparken en çok kendimize dayandığımız için, kendimize benzeyen insanları daha güvenilir buluruz.
evolution-institute.orgDolayısıyla farklı olandan zarar gelmesinden çekiniriz. Bu politik, dış görünüşle ilgili, kültür, espri anlayışı, müzik zevki gibi şeyler oluyor. Çocukken herkese karşı önyargısız oluyoruz, farklılıklar önemli olmuyor o yüzden. Büyüdükçe önyargının olması azı karar, çoğu zarar bir durum. Örneğin, hiç tanımadığınız biri "Hadi gel, sana babanın hayrına 1 milyon dolar vereceğim. Bunun için bir yere götürmem gerek" desek gitmez kimse ama çocuğa şeker versen gidebilir. Çünkü böyle işlerden zarar geleceğini öğrenmiş olur, bu hayatta kalma içgüdüsünün sosyal normlarla yoğrulmuş hali. Belki başka bir kültürde, bizim yemeyeceğimiz iyilik kisvelerinin yaygınlıkla yapıldığı kültürlerde, başkaları bunu hayati tehdit olarak görmez ve gidebilirler. Örneğin, Tepebaşı'nda tekin görünmeyen bir sokağa sen girmezsin ama Fransız bir turist oranın güvenli olmayabileceğini düşünemez ve çocuk naifliğiyle gider, başına binbir türlü iş gelir. Bu nedenle, öğrenilmiş bazı önyargılar hayatta kalmak için önemli. Örneğin, tekinsiz biri sana yaklaştığında kaçınırsın. Çünkü, kaçtığında aslında iyi bir adamı kötü olarak yargılamanın maliyeti o adamı tanımamak olur, ama kaçmadığında ve adam kötü biri çıktığında bunun maliyeti hayatın kadar yüksek olabilir. Bu nedenle Tip iki hata adı verilen "yanlış negatif" hatasının maliyeti çok yüksek olacağından, bu tip öğrenilen şeyler insanı hayatta tutar. Ama bu önyargı abartılırsa da kendinden olmayana tahammülsüzlük derecesine çıkabiliyor.
Bir yandan da daha refah içinde yaşanan bir ülkede tanımadığın biri ile konuşmaya çalışırsan çok sevinip sıcak tepkiler de alabilirsin, sürekli terörün olduğu bir ülkede başka biri ile konuşmaya çalıştığında "Ne cins bu" deyip gebertebilirler de. İstanbul'da millet hayattan bezmiş yaşıyor, karlı bir günde iş çıkışı saatinde metrobüs itişikliğine giren hangi insan düzgün bir psikolojiye sahip olabilir ki? Bunu yıpratıcı bulanın psikolojisi ayrı yıpranır, normal bulanın zaten sadizm, mazoşizm, sosyopati, vb. değerlerinden şüphe duyarım. Şehrin yoğun bir beyaz yaka nüfusu olsa da, daha yoğun bir asgari ücretli kesimi var. Adam eve ne yemek götüreceğini düşünürken ve kafasında binbir ağırlık varken ya da hayat gailesinin içindeyken birinin merhaba demesi kadar rahatsız edici bir şey olamaz. Ülkecek zaten mahalle baskısı ayrı, dini baskısı ayrı; bizden çok baskılanan toplumlar da var ama hiç fena değiliz. Baskı enerjiyi alır götürür, insanı haşlanmış yumurta gibi katı yapar, hareketini kısırlar. Kraldan çok kralcı yapar. Dolayısıyla, kişi zaten "Kimden ne zarar gelecek" baskısı ile büyümüş, üstüne de hayatın, bu coğrafyada yaşamanın da getirdiği baskı ve enerjisizlik var. Bunu sporla, arkadaşlarla, sevişmeyle, kendini geliştirmeye çalışmakla, vb. üstünden atabilen insanlar var ama çeşitli sebeplerle bunu üstünden atamayan bir kişinin, insandan rahatsız olması veya insandan tiksinmesi normal geliyor.