simdi acelem olduğu icin dinleyemedim ama basliktan jay jay johanson gibi duruyor.
i belive in u
you believe in me
how come that you dont believe in us.

adi da believe in us.
yanlissa kusura bakma.

ı-ıh :( ama bu da fena parça değilmiş hani.

inner- my philosophy

böyle bir aletten daha fazlası beklenmez zaten. ses çıkarttığına dua etmelisin bence.

Bildiğim kadarıyla iğne girebilecek kadar küçük bir delik oluyor Minton'larda, oraya iğneyi sokup cihaza sıfırlama yapabiliyorsunuz. Deneyin derim.

yarın bir gün araya o kablo vasıtası ile enerji alacak bir malzeme bağlandığı zaman ekstradan kabloya ek yapmamak için bu şekilde bağlanmış olabilir. amaç kabloda pay bırakmak. 150 metrede en olası bu geldi benim aklıma.

ya da tesisatı çeken vatandaş kendince figür yapmış
başka bir amacı olsn sanmıyorum.

kablo israfında çok kelepçe israfı yapılmış gibi geldi bana ama işin özü nedir nedendir bilemedim.

ben de cok merak ettim bayadir dusunuyorum ama henuz cozemedim. bu ne kablosu ve arkasi neresi acaba? bunlar belki biraz daha aydinlatabilir.

onun disinda kablonun direge degip a$inma ihtimali aklima geldi ama cok da iyi bir sonuc degil.

Böyle bişi buldum gayet alakalı olabiler:
Strain-Sensitive Cable

Strain-sensitive cables are transducers that are uniformly sensitive along their entire length and generate an analog voltage when subject to mechanical distortions or stress resulting from fence motion. They are typically attached to a chain-link fence about halfway between the bottom and top of the fence fabric with plastic ties.

www.nlectc.org

olası kuvvetli bi rüzgarda direklerin yerlerinden oynaması durumunda kablo zarar görebilir, direkle tel arasına sıkışabilir, soyulabilir. sonracıma yine metal direkte vuku bulacak olası paslanma, korozyon vs. durumlarında, kablo direğe değerse zarar görebilir. bu sebeplerden olsa gerek.

benim aklıma şu geldi:

mesela tel örgülere otomobil girmesi veya fırtına gibi tel örgüleri gerecek/parçalayacak durumlarda kablonun kopması gereksiz elektrik şoklarına sebep olabilir. öyle durumlarda böyle her direk başında bir bolluk bırakmışlar ki, mesela araba örgülerden içeri girip kabloyu çektiğinde her bir tyer-up (plastik kelepçe?) kırılsın ve kabloya hareket payı kalsın.

ayrıca, şu da olabilir:

kablonun bir şekilde hasar görmesi durumunda sadece hasar gören kısım kesilip atılır; açıktaki iki uç, bırakılan pay sayesinde birbirine tekrar yaklaştırılabilir ve kablonun tamamı değiştirilmeden onarım yapılmış olur.

süpersiniz, teşekkürler :)

yahoo chessmaster hala güzel.

kesKinlikle yahoo chessmaster.

kasparovu yenen bi oyun vardı. israil yapımı. o nasıl ve nedir.

bir de yahoo chessmaster göremiyorum torrentlerde

yahoo.com'da bevada. üyeliğin olsa yeter.

deep fritz

deep blue. eski bir satrançcı olarak öneririm. ayrıca kasparov ile oyunundan;

1 - deep blue wins
2 - kasparov wins
3 - draw
4 - draw
5 - kasparov wins
6 - kasparov wins

www.uschess.org bu siteden maçların hamlelerine de ulaşabilirsin. ;)

pc ile satranc oynamanın dışında,
www.chessclub.com a git.
ordan download software yap
7 günlük trial üyelik al.
baglan değişik insanlarla satranc oyna + büyük ustaların bile birbirleriyle maçlarını izle.

bir hafta önce gönderilen iletiyi almışlığım vardır. yalnız şöyle bir şey var. eğer msn'in çevirim dışı ileti göndermeyi desteklenemeyen bir sürümünüyle oturum açılırsa gönderilen mesaj puf oluyor.

pardus-kopete kullanırken çevrimdışı mesajlar gelmiyordu, işyerinde windows-live messenger'dan login olmak zorunda kalınca iki küsur ay önce gönderilen offline mesajları aldım.. bu süre beş aya kadar uzar mı bilmem..

bi de mac'te kullanılabilen msn sürümleri de desteklemiyor o hikayeleri. böyle tiril tiril online olmak zorunda kalıyor insan...

kibritsuyu doğrusunu yapmışsın, ileride yumurta veya yavru olduğunda farketmeden zarar verseydin daha kötü olurdu. sen o zor durumu ortadan kaldırmışsın bana göre.

kuşlar genelde kuytu ve ulaşılamayacak yerlere yuva yaparlar. ağaçlar, karanlıkta kalan pencere kenarları, soba borusunun çıkışı filan.
zaten sürekli erişiminizin olduğu bi yere yuva yapması mantıklı diylmiş.
rahat edemez yani kuşcağız. iyi etmişsiniz. müsterih olunuz.

Aynı şey bizimde başımıza geldi. Küçük balkonumuza kaç kez çalı çırpı taşıdılar. Annem her seferinde daha yeni yapılmaya başlamış yuvayı bozmak zorunda kaldı. Çok da üzüldük ama elden birşey gelmedi maalesef. :(

Bizim de basimiza bu olay gelip duruyor. yuvayi yaptigi yer mukemmel bir yer olmamasina ragmen 2 defa yuva yapti, yumurtladi, kuluckaya yatti ama ne yazik ki yumurtalar orada durmadi ve pit diye bizim balkona düstü :(

ben de bir tane sepet (ekmek sepetlerinden) alip yuva yapmak icin kastigi yere telle bagladim. gelsin simdi pasalar gibi yumurtlasin.

güvercin hayvanı biraz aptal oluyor. yuva diye koyduğu şey de iki tane çalı çırpıdan ibaret. oysa doğada birçok kuş yumurtalarını korumak için şahane yuvalar yapıyorlar. of aslında düşündükçe daha da üzülüyorum. annemlerin evinin yanındaki binada tuvalet penceresinin önüne, daracık yere yumurtladı. yavruları çıktı, çıktığı gibi de o daracık yerden aşağı düştüler. iki yavruyu da kaybettik. aynı yere yine yumurtladı, yine yavrular çıktı, biz düşecek diye endişelenirken bu sefer de galiba kargalar kaptı. barbekü kargalr için ve yavrunun aşağı düşmemesi için güvenli. ama bizden rahatsız olabilir. ben de vicdanımı rahatlatmak için mangalı falan oradan çıkardıktan sonra sepetten yuva yapabilirim aslında. balkona da öteki kullanmadığımız kapıdan çıkarız.

daha kötüsü geldi geçen hafta başımıza, kumrunun biri geldi balkondaki kombinin üzerine kondu, korkutup kaçırdık, bir kaç saat sonra bir baktım karşıdan bizim balkonu kesiyor, kıllandım, tabureye çıkp bir baktım kombinin üzerine çalı çırpı olmadan yumurtlamış, erken doğum herhalde, bütün gün çaktırmadan bekledik geri gelir diye gelmedi, kaldı yumurta orda.. ne yapalım şaşırdık, yumurta hala duruyor..

güvercinlerin aptallığı konusunda hemfikirim, bence yanlış falan yapmamışsın, sabah sabah onların bana yaptıgının yanında az bile..
sabah servis beklerken bi ses duydum, sonra tepemdeki teldeki güvercinleri görünce (o anda pis pis sırıttıklarına eminim) gelen sesin ne oldugunu anlamam uzun sürmedi.. o değil de o nasıl başarıdır bir kerede üstümdeki hırkaya, çantama, ve sabah biraz serin oldugu için yine üstümdeki şala, elimdeki su şişesine ve elimde deney raporlarının oldugu poşete pisletebilme..
dün görmüş olsaydım bu soruyu "yazııık yuva da yapmış" falan derdim ama bugun sinirliyim onlara oh olmuş işte..

Arkadaslar güvercin ya da vs kuşların yuva yapmasını istemiyorsanız birkaç tane rüzgar gülü bu işi kökten çözer :)

yalnız kibritsuyu adına herkese söylemekte fayda var;
yuva bozanlar, yuva yapmasına engel olanlar filan dışarda hazır değişik ebatlarda kuş yuvaları satılıyor. çoğunluğu ahşap. camilerde filanda görmüşsünüzdür. ha işte onlarda alıp daha tenha yerlere kurarsanız hem vicdan sızısından kurtulursunuz hemde hayırlı bir iş yapmış olursunuz.
yoksa hepinizi panter emel yesin diye beddua ederim.

normalde çatı pervazlarına falan yuva yapar bunlar. aslına bakarsan o güvercin sana tanrı tarafından gönderilmiş bir hediye. yani gidip barbeküyü bulması ve hatta içine çer-çöp koymasının tek açıklaması var: pişir beni.

baştan engellediğiniz iyi olmuş. sonra herhangi bir şekilde yuvaya dokununca yumurtaları bırakıp gidiyorlar, daha kötü oluyor. aklımızca daha güvenli ve rahat hale getirmiştik biz de yuvayı. ama kuş evi yapmayı hep istemişimdir, alttaki galericilerin sabote edeceğinden emin olmasam dakka durmazdım.

gugıl hafızadan bile etkili :)
4.sezon 1.bölüm; North by North Quahog
familyguy.wikia.com

@frant1c: teşekkürler. ama şansıma bak ki mininova offline anasını satayım.

www.divxplanet.com
www.divxplanet.com

@kojiro
teşekkür ederim ama part2 için 2 cd 25fps yok o sayfada.

çok kolay. gom player kullan. birinci cd bitip ikinci cd'yi açtığında tek cd'lik altyazıyı da aç. filmi durdur ve alt+e bas. altyazı liste halinde önüne gelir. ilk cd'deki son konuşmanın olduğu yere bir kez tıkla ve üstteki onay tuşundan onayla. eğer bir kaç saniye senkron farkı olursa '.' altyazıyı ileri, ',' geri alır.
ben bu şekilde 10 parça halindeki bir filmi tek parça altyazıyla izlediğimi bilirim.

@insanimsi
teşekkür ederim ama ben divx playerda izlemek istiyorum. söylediğin yöntemi bsplayer'da sık sık uyguluyorum.

senin derdin büyükmüş.
inndir.com

dermanın burda:
www.allsubs.org

www.kingston.com

bi de bunu yukleyip dener misiniz

yazmayı unutmuşum ama evet bunu da denedim. bu da "win98 sürücüsüdür, yüklenemez" dedi.

sen benden daha iyi biliyorsun sanırım ama benim flash diskimi görmeyen bilgisayarlarda böyle yapıyorum:
bilgiysayarım sağ tık, yönet, disk yönetimi, üstteki liste halindeki disklerin içinden benimkine sağ tık, (eğer aç simegesi inaktifse) sürücü harfi veya yolu değiştir, tamam.
yalnız böyle açtığım zaman ismi uzun olan dosyaları diske kopyalatmıyor.

hayır onu da denedim ama malesef bilgisayar flashdiski hiç tanımadığı için orada sürücü olarak bile gözükmüyor. hani taktığımda tanısa, yeni donanım bulundu diyip kursa da flashdiski içini açamasam, dediğin gibi kullanılan başka bir sürücünün harfini almış olabiliyor. disk yönetiminden harfi düzeltince düzeliyor. ama hiç tanımıyor. yeni donanım falan bulmuyor takınca. "usb aygıtı tanınmadı" diyor. acaba power supply yetmiyor olabilir mi diye bir şey geldi aklıma. akşama bişeylerin elektrik kablosunu çekip deniycem bi de.

depresyonda değilsiniz ki antidepresan kullanasınız. ağustos'a kadar farklı insanlarla günlerinizi olabildiğince dolu geçirmeye çalışın, sıkıldığınızda ve üzüldüğünüzde sevgilinize telefon açın.

biraz pistir ama işini görür: maraş otu.

Webcam + mikrofon.

çikolata ye sürekli. guy lian tercih ederim ben mesela. normal çikolata da olur tabi ama bitter yerine sütlü dene. blue olduğunda at ağzına bir parça bak ne oluyor. bir de long distance relationship zor oluyor ona bir çözüm getirmeye çalış. bazen bu çözüm ayrılmak bile oluyor.

- doktor degilim doktora sorun aslında-

antidepresanların cogu zaten 2-3 hafta kullandiktan sonra etki gosteriyo. olmaz yani diyorum.

sürekli uykulu, uykuda ve uyuşuk gezmek istiyorsan git depresan al..
ya da mary jane al :p ( manyak mısınız yahu :))

spor + çikolata + b12

Git denir. Baska turlu gitmez oyleleri. Bir sure daha birakirsaniz yeni bir ev arkadasiniz olmus olur.

evde olur olmaz gürültü yapın.

olmazsa dışarı çıkmak zorundayım deyin, telefon geldi falan. ayrı yöne gidin. izinizi kaybettirip 5 dakika sonra geri dönün.

anlamaz/yemez ise "yanlız telefon sevgilimdendi, beraber dönmek zorunda kalabiliriz de eve.." deyin. "kalabiliriz de"deki "de" çok önemli.

burdan sonrasında hâlâ anlamıyorsa başkası ne yapar bilmem ama ben döverek çıkartırım. o kadar basit.

dogruca git demeyin, dolayli yoldan soyleyin ilk olarak.
mesela
"ohooo yahu haspam havada iyice karardi haaa" gibi. baktiniz bunu anlamadi zat
"yahu karanlik havalarda guvenli olmuyor, ben olsam daha fazla kararmadan evime giderdim" vs. vs.
hala da anlamiyorsa, "evine git artik" i saka yollu soyleyin derim.
"hadi neyse sohbetimize artik bir dahaki sefere kaldigimiz yerden devam ederiz. ahahaha, di mi yaa" gibi. hala anlamiyorsa, kuruyemisciye gonderin, apartmandan cikar cikmaz cebini arayip," ya ben vazgectim onlardan, neyse ben yatiyorum bir gorusmek uzere" dersiniz olur biter. bu durumda gelip kapiniza dayaniyorsa da polis cagirin derim :S

-işin çıkmış gibi yapıp,acele evden çıkmak ve otobüsten 2 durak sonra inmek.
-Ya da temizlik yapıcam yarın ananem,dedem vs ziyarete gelecek yok temizşiğe katılırsa süper olur
-En tutanı kız/erkek arkadaşım veya flörtüm gelecek anlarsın yha yürü koçum/shekerim, trip atmasın ayalarına yatmak.
-Benim bi kere yaptığım ise eğer çok sevmediğim biriyse evde (özellikle evde yani senin hakim olduğun mekanda ) boktan yere kavga çıkartmak hem sinirini atıosun,hem de barıştığınızda fazla gözükmüo.
-En mantıklısı ve işleyeni ,dışarda sohbet edip,kakara kikiri güldükten sonra samimi bi insan olduğunuzu söyleyip yalnızlıktan hoşlandığınızı sen de sık geliyorsun kendime zaman ayıramıyorum depresif oluyorum, biliosun git de diyemiyorum bundan sonra davetle gelsen demek

yok yok denedim.. adam geldi gitmek bilmedi. "yarına da çok işim var, biraz uyusam iyiydi" filan dedim, alınmadı. "eee.. bende yatıcam, sen napıcan" dedim, oha di mi? adam sen yat, "ben seni uyutur giderim" dedi. derhal uyudum, adam gitmek bilemdi. sonra uyandım, "arkadaş aradı hemen çıkmam lazım" dedim (zira sabah olmuştu) adam "bende geleyim" dedi!!! yaaaaaaa.. yangın var! diye bağıracaktım!

-Dostum amerikalıların çok meşhur bir sözü vardır bilirmisin?
-Nedir abi?
-Fuck you...

denebilir herhalde..

evden kovulacak kişide ya bir cinsel çıkar, ya bir korumacılık oyunu, ya da bir yoksunluk meselesi (gidecek yeri yoktur/yalnız kalmaktan korkuyordur/yolda peşine düşecek insanlar vardır) yoksa en ufak bir ima da bile aynı gün inatçılığından gitmese de bir daha ya hiç gelmez, ya da geldiğinde gitmek için sabırsızlanır.

ima demişken, onu evde yok sayman yeter. misal televizyonu açıp rastgele kanal değiştir. hatta onu biraz tanıyorsan, sevdiği programı bir-iki dakika izlemesine izin verip sevmediği bi programı açarak -sevmesende- ''bu programı çok severim'' gibi muhabbetler kurabilirsin.

altını çizmek istiyorum; cinsel çıkar dışındaki konular da elini vicdanına koyman daha iyi olur.

edit: nasıl unuturum! (bkz: #6974746)

Zorda, darda değilse "sevgilim gelecek sevişecez deli gibi, ufaktan yol al" demek işe yarar. En öküz adam bile bu duruma saygı gösterir.

oturduğunuz yerde uyuklayın. kafanız falan düşsün. doğruya doğru. direkt "uykum geldi gitde yatayım" mesajı vermiş olursunuz. anlamayacak kadar hıyarsa bilemem.

bu kişiyle aynı cinsiyette misiniz?

bir bulaşıcı hastalık icat ediversenize...
çok kötü olmayan ama sinir bozan...
ya kurdeşen olmuşum deyip hatır hatır kaşınma...
ya da geçen gün köpek sevdiydim, kuduz mudur nedir, iğne mi yaptırsam, korkuyorum da..
ya da, aman tuvaleti dikkatli kullan, çok kötü idrar yolları enfeksiyonu kapmışım, kimden bilinmez, allah vere de daha kötüsü olmasa..
ya da, inşallah havluya yüzünü silmedin, çok kötü uçuk/arpacık/konjüktivit başlangıcım var..

gider de gider, "gachayım" der karşı taraf, siz de rahatça yayılırsınız.

valla, siz fazla yüz vermişsiniz anlaşılan.. daha en baştan, insanlara yüz verirken dikkatli olun derim ben, yoksa tepenize çıkarlar böyle..

sözlükte var zati.

(bkz: misafire siktir git demenin alternatif yollari)

Çok soru var, derhal cevaplıyorum...
1. karşı cinsten.
2. çok samimiyet yok, daha önceden en fazla 1-2 kez görüşülmüş, tesadüf eseri olaylar rastgeldiği için eve gelmiş kişi...
3. ortak dostumuz var ama bana daha yakın.
yani sevgilim gelece işe yaramaz, ufff üzülsün, kalbi kırılsında istenmez...her şeyden önce ortak bir arkadaş grubu vardır ve bir kez daha bu kişiyle karşılaşmak kaçınılmazdır..

bu arada :
@nihilnat
o entry tam buna karşılık gelmemekte, okudum ama bu biraz daha yüzsüz!

Etiler Uygulama oteli kabul ederse sizi orası iyi bir seçenek olabilr.

sahibinden.com türevi emlak sitelerinde arat. tam ihtiyacını karşılayacak düzeyde bir yer bulabilirsin.

teşekkrler arkadaşlar

metamorfoz tabiki.

@nomukasonduka: metamorfoz, dönüşüm'ün diğer adı mı oluyor?

evet. bunların dışında "başkalaşım" diyenler de var.

önce kafka'nın öykülerini okumanızı tavsiye ederim. öykülerinden az çok varoluşçuluklşa alakalı birtakım bilgiler edineceksinizdir. Yalnız Dönüşüm misal Cem Yayınlarında sadece o öyküyü içeren bir kitapken, bazı yayınevlerinin kitaplarında içinde diğer kafka eserleriyle beraber yer almaktadır. Ben de bir de Epsilon'un öyküleri var. Hepsi Kafka öyküsü ama Dönüşüm en tepededir tabi.

Sonra Dava gelir. Dava biraz sıkar ama sabrederseniz Kafka'yla alakalı taşlar yerine oturur. Ondan sonra Şato gelir. Bu arada Dava tam bitmiş bir eser değildir.

Sonra Amerika'yı okuyabilirsiniz. Bunları okuduktan sonra zaten siz kitaplardaki aforizma adayı cümleleri çoktan tespit etmiş olursunuz. Bir yazarın eserlerini okumadan sadece büyük lafları aklınıuzda tutmak mantıklı değildir. ( Açıkçası hava atma niyeti de olabilir)

Kamuran Şipal çevirisini bazı kimseler sevmese de ondan okumak daha faydalıdır.

"kitapları öylesine okunup geçilecek bir yazar olmadığını bildiğimden"
bir kere böyle önyargıları bırakın, onun bunun lafıyla önkabulleriyle yola çıkmak zaten baştan hata. okumaktan o tarz bir "verim" alınmaz ayrıca,sadece okurusunuz misler gibi, ne verimi yahu? tarla mı bu?
kafanızı vura vura kıra kıra okuyun, 17- 25 yaş grubunun "kafka okuyorum" tavrının dışında pırıl pırıl kendinize özgü bir şekilde okuyun. her türlü önyargının da geçmişini s.keyim, her boka set çekmeyin lan.( artık her kimse o set çekenler...)

selamlar, sevgiler, sevgiler, selamlar...

saçma olduğunu biliyordum zaten. ühü...

atıyorum, tut:
nazi döneminde bir toplama kampı.
hayvanat bahçesinde birden ortaya çıkan dev goril.
spider-man imza günü.
bir oyuncak mağazısının açılışı.

deviantart abiye sorduk bakalım, cevap gelirse yazarım.

bence harry potter'in toplu izlenimi cocuklar tarafindan.
gerci eski bi foto gibi ama..

sirk

pink floyd un ilk konseri.
e malum hayranlar da minikmiş o zaman =P

bir filmden olamaz mı. yani senoryolu bir poz?

salliyorum: bana hayal meyal bir truffaut filmi sahnesini andirdi. o olmasa bile fransiz bir film sahnesini. sanki.

fotoğraf - "Children at a puppet theatre, Paris, 1963"
fotoğrafçı - "Alfred Eisenstaedt (1898 - 1995)"

gerçi soru 6 aylık ama (:

google'da arat bakalım.

hukuki bir gerekçe olmadıkça operatörler de vermiyor ad soyad.
aramak dışında bir çaren kalmadı sanırım.

başkası arasın numarayı..

ne yaz tatillerinde giderim, ne de sürekli yaşarım. bir kaç kez değişik zamanlarda içinden geçtim sadece. gördüğüm kadarıyla gençliği biraz hırçın -kurtlar vadisi izleyip gezen tiplerden. insanları görünümleriyle yargılayabiliyorlar. yabancılara karşı pek iyimser değiller.
turizm mekanından çok bir tarım merkezi. her tarafta sera var.
elbette bunlar yüzeysel gözlem.

çok mu alakasız olur bilmiyorum ama Erdal Kınacı Anamur'da yaşıyor.
hani şu National Geographic fotoğraf yarışmasında insanlar kategorisinde birincilik alan adam.
erdalkinaci.deviantart.com'dan ulaşabilirsiniz belki, eğer başka hiçbir çareniz kalmazsa.

schlotzkys var? ismini dogru yazdim mi bilmiyorum ama..

subway.

(bkz: duran sandwiches)

yer olarak nerelerde ? şişliye yakın yerlerde mi?

duran, şişli adliyesinin orda vardı. istiklal caddesinin girişinde de var.

subway esentepe'de.

eminönü duraklarında ki seyyar satıcı amca.

subway gibi çeşit olmasa da, ekmek olsun lezzet olsun senelerce bağ pastanesinden beslendik. şimdi sadece bağlarbaşında değil her köşede de şubeleri var. denemesi sizden.

sekiz kardesler var bircok yerde subesi var (z.burnu, aksaray vs) pastane olani yapmiyor da digerleri yapiyor.

bana anormal gibi geldi. zira ben günde bir kez yapıyorum bu işlemi. allah kolaylık versin ne diyim...

sabah kalkınca ve akşam yatmadan önce bana kafi geliyor. tabii sindirim sisteminin işleyişiyle ve yediklerinle de bağlantılı olması lazım. fazla sıvılı veya püreli yiyecekleri tüketmezsen daha az tuvalete gitme ihtiyacı hissedersin. ama kabız olma tehlikesini gözardı etme derim.

Verdiğin sayıların anormal olduğunu sanmıyorum. Bünyeden bünyeye değişmekle birlikte, günde 2 kezin en sağlıklı olduğunu okumuştum. 3 niye olmasın ki? 13 değil sonuçta...

ben haftada 1 yada 2 kez giderim .

bence fazla yada ben anormalim

normali diye bir şey var mıdır yok mudur bilmemekle beraber o sayıda endişe edecek bir şey yoktur bana kalırsa. ben de duruma göre günde birden fazla giderim tuvalete, duruma bağlıdan kastım da popomun rahatının yerinde olup olmadığı... evimdeysem 3-4'e bile çıkabiliyor bu sayı ama mesela ortaokul hazırlıkta bir sene yatılı okumuştum hafta içi komple yapmadığımı da bilirim (poponun da bir psikolojisi var yani, göt deyip geçmeyin).

bir diğer etken de su içme alışkanlığıyla ilgili olabilir (tamamen sallıyorum elbette, ama bu yanıldığımı göstermez), o da şöyle: malum kalın bağırsak pek kıymetli suyun geri emilimi için var, eğer benim gibi bol su içen biri iseniz bağırsak bünyenin su ihtiyacı olmadığı için bekleme yapma devam et diye yol veriyor olabilir bol bol. normalde aldığım sıvı miktarının altında kaldığım zamanlar tuvalet ziyaretlerimin insanlık ortalamasına yakınsadığını da gözlemlediğimi söyleyebilirim hatta.

bir de doktor görüşü ekleyip bitireyim: bebekliğimden beri durum böyle imiş, hatta annem bir ara endişelenip doktor olan dayıma sormuş dayımın verdiği yanıt da tam olarak şu: "bokun bi faydası yok bırak sıçsın".

(bkz: spastik kolon)

klasör seçeneklerinden gizli dosyaları göster seçeneğini işaretlemen yeterli olacaktır kanımca.

@axijazz: zaten dosyanın içinde bulmak istediğim bilgiler. bildiğin salt okunur .mp3 dosyası işte. onun özelliklerindeki benim göremediğim ama programların gördüğü bilgiler.

tag rename.

karakterlerden kedili olanları girmen gerekiyor

sadece 4 tane girmen gerekiyor zaten. kedili olanlar girilecek sadece.

6 harf veriyor sana. 2 si köpekli, 4 ü kedili. Senden kedilileri istiyor.

3200 [ek$i sözlük yazari] (25.04.08 00:17:15)

bir ba$ka duyurudan alinti.

hmm, teşekkürler.

soruna cevap olurmu bilmiyorum ama ben askerdeyken tatbikatlarda bize kuru sıkı mermi verirlerdi.fakat manevra tertibatı diye bi dalga vardı.g3 ün alev gizleyenini çıkartıp yerine onu takardır.o dalgada ucu kapalı bir boru parçasıydı.böylece mekanizma kuruluyodu.

omer460'ın cevabına ek yapayım. ben de askerde g3'le atışa gitmeden önce komutanın elindeki 4 tane kurusıkıdan birini deneyen şanslı askerim. evet alev gizleyeni çıkarıp namluyu tıkamadan normal şartlarda kurusıkı mermi ile atış yapınca ne tüfek geri tepti, ne mekanizma kuruldu. haliyle mekanizma geri gelemediğinden boş kovan da dışarı atılamadı. kurma kolunu çekip çıkardık boş kovanı.

sakıncası şudur ki; eğer o kurusıkı mermi parabellum'un kapak takımını geriye itecek kadar kuvvetli değilse, yani silah kurulamazsa, o patlayan ve patlamanın etkisiyle deli gibi ısınan kovan da dışarı atılamaz. soğuyunca içeride şişer. haa soğumadan hemen tabancayı elle kurup kovanı çıkartırım diyorsan bir şey olmaz.

kursun/kurmasın, namluyu kurum kaplar bir kaç atıştan sonra.

hehe askerdeyken silah temizleme sanatını modern yorumlarla icraa etmiş bir vatandaştım :D

test ettim.
ilk aldığım mermileri şarjöre koyduktan sonra makineyi kurdum, ateş etmeden önce elimle kapağı geri çektim (bakalım mermiyi verip diğerini alacakmı diye) mermi tam çıkmadı, ikinciside onun üstüne bindi mekanizma kitlendi, tekrar çekip içini boşalttım.
mermileri geri verdim daha iyisini aldım, ama farkettim ki yeni aldıklarımda 9mm olmasına rağmen çapı gerçek mermilere göre küçük abi. normal mermi şakır şakır oturuyor, geliyor. kurusıkı tıss.
yeni mermiler biraz daha iyiydi. tekrar şarjörü doldurdum, güvenli bir şekilde bir deneme yaptım, iyi ses çıkarıyor ama mermi namlunun içinde kalıyor. kovan dışarıya çıkmıyor. illaki elle çıkartmak gerekiyor. elle çıkartıyorsun bu sefer yine diğer mermi üstüne biniyor. vel hasıl kelam iyi ses çıkarıyor ama takır takır atmazsa ben ne yapayım sesi.

valla küçükken trende tuvalete gidip delikten direk rayları gördüğümü hatırlıyorum. hatta korkmuştum düşcem diye delikten. bu da böyle bir anımdır işte...

doğu ekspresi'nin tuvaletlerinde şöyle yazdığını hatırlıyorum: ''tren istasyondayken tuvaleti kullanmayınız''

mavi tren mi, mavi ekspres mi birşey var afyona doğru gider, öyle eski falanda değildir, o treninde wc sinde rayları,toprağı görmek mümkün, yani direk doğaya bırakılıyor, eee topraktan gelen topraga gidiyor işte:)

trenle sık seyahat ederim. bir çok eksprese bindim. hpesi raylara bırakıyor. tren istasyonda durduğunda hortumla su tutuyorlar sadece tuvalete.

aslında en güzeli de toprağa bırakma yöntemi. neticede doğal bir atık ve tekrar aynı noktaya gelme ihtimali milyonda bir. zaten 5 günde de toprak olur gider. çevre kirliliği oluşturmaz. boş yere onu biriktirip ekstra işlem yapmak da israf olur zannımca.

Avrupa'da da yeni eski bircok trende raylara birakildigina kendimi tanik etmisimdir. Hani sartlanmis olabilirsiniz Turkiye'de trene binmenin bok yoluna gitmekle es anlamli olmasina diye soyluyorum.

konuyla alakası yok ama oh ne güzel püfür püfür. ehehe

bu adam sikmektir.

westone ve shure modelleri var bu fiyatlara. westone um2 kullanmistim bir kere gercekten inanilmaz kaliteli ses veriyordu. tabi her muzikte ve her kulakta anlasilmaz fark. ayrica belirtmekte yarar var bu kulakliklar daha cok disaridan iceriye ses gecirmeme ozellikleriyle on plandalar. fiyatlarin ucuklugu buradan kaynaklaniyor.

lüksün boku çıkmıyor. bunu anladım.

snobizm diye biş vardı. bi şeyin fiyatı arttıkça ona talebin artması. yani olacaktır buna para verip de kendini iyi hissedecek kamiller ama kalkıp da kimse bana fındık kadar kuluklığın anam ses kalitesi böle demesin kınarım.
tamam shure olsun sennheiser olsun önemli markalar ama mantık dışı bu.
ayni paraya 2 tane yaratık gibi jbl hoparlör al dinle evde nedir bu.
sinirlendim.

turkiyede malesef elektronikte herkes tuttugunu opmeye calisiyor... www.audiolines.com linki incelerseniz bu alet 250 dolar civarinda...

dorian greyfurt haklısın fakat profesyonel amaçlı kullanım olunca o tarz aletler hayat kurtarıyo.
herkeze tavsiyem türkiyeden bişey almayın abicim.biz böyle kazık yiyeceksek girmesin abi tr ye para falan.türkiyedeki satan adam da kazanmasın.
mesela abi şöyle bir hadise daha var fitil olduğum.amerikaya mail atıyosun abi ben bu aleti istiyorum nasıl olru diye.adam diyo bizim türkiye bayiliğimiz var .git ordan al
bakıyon fiyatlara 2 katından daha fazla

o alet 250$ ama kanyon da dolaşan fiyatınamı bakar ihtiyacı varsa alır bizim gibi bir ürün içi interneti talan etmez-lanet olsun içimdeki insan sevgisine-

darknum'a $iddet ve hiddetle katiliyorum. soyledigi gibi bu adam sikmektir. hadi dj kulakligi falan olsa bi yere kadar "he canim olabilir" diyecegiz de lan bildigin kulakici kulaklik i$te hatta sennheiser cx300 (electroworldde 47 lira) ile de cok benziyor. bunu alan neyle kullancak peki? 4000-5000 liraya satilan mp3 playerdan a$agisinda at skine konmu$ kelebek havasi yaratir ama onun da bi hal caresine bakmi$tir elektronik devleri.

(bkz: giffen goods)

profesyonel kullanım için dizayn edilen araçlar herzaman pahalı olur. şimdi ferrari de çok pahalı ama ben binmem diyen olmaz heralde dimi. parası olmayan adam alıyorsa kendini sikiyordur esas. yoksa kimsenin kimseyi siktiği yok.

iriver ise gözün kapalı alabilirsin.

t60 kullanıyorum. mutluyum.

afedersin ama iriver sicsa alirim. boyle yani bu. sen de al

konyak deneyiniz.

viski basta pahali da gelse kanimca fiyat/performans orani mantikli. ictikce aciliyor insan. verilen paraya da degiyor. keltlerin bi bildigi varmis.

çay için bence. bi değişiklik yapmış olursunuz :)
hem de ucuz.

konyak ile nescafe 3ü bir arada karıştır ya da normal nescafe işte. atom atom

@elido
barmenliğime gerçekten laf söyletemeceğim şimdi.

Benim istediğim değişik tatlara açık olduğum. Sizden kokteyl tavsiyesi istedim.
cider benim için şampanyadan farksız. prosecco içerim cider içmem. Buğday viskisi yine gusta gibi iğrenç bir tat veriyor.ondan da nefret ediyorum.

konyak nescafe pipo içerken yaptığımız ikilem. Ama hazır 3ü bir arada onun da tadı pek güzel olmuyor açıkası. Kahveyi ben çekip sütü ben köpürtmedikten sonra farklı bir tat alıyorum çok kuru geliyor açıkçası....

@fizikopat
çay içmek hiç aklımıza gelmemişti:)

2-3 adet limon, istediğiniz çeşitte meyve suları ve votka ile bir sürü değişik tatta kokteyl yapılabiliyor. votka pahalı birşey değil (en azından likör kadar değil), meyve suyu ve limon da öyle.

mesela bir su bardağı meyve suyu, 3/4 su bardağı votka ve bir limonun suyu ile iki kişiye leziz birer kadeh içki çıkabiliyor. hangi meyve suyu olursa olsun.

kendi şarabınızı yapıp için. renk katar hayatınıza.

öğrenci evisiniz, çok kişisiniz de niye kahlua mahlua antin kuntin şeyler arıyorsunuz. kurun sofranızı muhabbet ede ede rakı için. mis gibi.

kendi şarabınızı yapacaksanız da imalatçısı olarak tavsiyemdir, üzüm mevsimini bekleyin. hazır üzüm suyuyla yapmayın. ya da %100 merlot, cabarnet, kalecik karası suyu falan bulursanız ondan yapın.

Cin çeşitlemeleri de yapabilirsiniz.

kahlua baymıştır, white russian yapsanıza kahlua ile. lık lık gider valla.

rakı gibisi yok yav, sofra seviyorsanız tabii :)

yoksa votkayı deneyin, hem votka bir sürü şeyle karışabildiği için monoton olmaz. ben cappy %100 turunçgil karışımı ve biraz limon denedim, sevdim. evde kendi meyveli votkasını yapanlar var.

bu arada bir büyük votkaya bir elmanın kabuğunu ve bir kaç tane karabiberi koyup, 2-4 hafta bekletince çok lezzetli olduğu söylendi ama bilemem, denemedim.

kedinin öldürüldüğünü nasıl anladınız???

vücudunun ve kafasinin hiç bir yerinde ezik kırık yara bere kan vs yok. sadece gözleri yuvalarından cıkmıs. ve agzindan kan gelmiş dövülmüş izlenimi uyandirdi bizde ailece. buralarda kuş besleyen bir adam var. onun yapmis olabileceginden süphelendik. belki de olayin ilk soku ie boyle düşünüyoruz bilemiyorum. ama hani araba ezmesi filan olsaydi daha kötü bir fiziki durumda olurdu ihtimali geldi aklımıza...

kedinizi kaybettiginiz icin uzgunum, saglik nedenleri yuzunden hayvanlarin sehir icinde gomulmesinin dogru olmayacagi soyleniyorsa da gomenler oluyor. bir metreye yakin kazmaniz lazim, baska hayvanlar gelip onu cukurdan cikarabiliyorlar oyle olmazsa. sevdigi bir seye sarin, battaniyesi varmiydi? sonra plastik bir torbaya koyun ve gomun. kirec iyi olabilir. plastik torba, kokusu disari gitmesin diye kullaniliyor.

açık konuşmak gerekirse bir bok yapamazsınız yasal olarak, acı ve net. ha puştun teki çıkıp ben yaptım derse (yada belli ederse yaptığını) dövdürün, camını kırın, her türlü şeyi yapın, zira haketti. yaparken açıktan yapmayın tabii başınız derde girmesin.

bi de gömerken kireç dökmek fayda edebilir ama ağaç filan varsa dibinde ağacı da öldürür kireç dökmek.

gezmis olsun/basin sagolsun oncelikle. vucudunda gozlerinden baska hic bir hasar yok mu? Bence eger gozleri yuvasindan cikmissa bana araba ezmistir gibi geliyor.

bir de gomerken poset kullanmak ne kadar dogrudur? sonucta beden curuyup topraga karismayacak mi? e posetin curumesi de yillar aldigindan o ceset posetin icinde ne hale gelir tahmin edemiyorum.

tekrardan basiniz sagolsun...

gözleri pörtlemişse araba ezmiştir.sakin olun.

başınız sağ olsun. bir insanın bunu yapabileceğini aklım almıyor, özellikle de hayvan besleyen birinin. belki başka bir nedenle ölmüştür.
umarım yavruyu hayatta tutabilirsiniz.

bir aracın direk kafasına çarpma ya da kafasına güçlü bir darbe vurulmuş olma ihtimali yüksek. gözlerinin dışarı çıkmasını başka şekilde açıklamak zor.

geçmiş olsun üzülme.
valla sokakta o kadar çok şerefsiz dolaşıyor ki, geçen kadikoyde bir yaşlı teyze gördüm kedilere yemek veriyor 3 4 tane toplanmış başına, 6 7 tane de liseli p.ç geçiyor geçerken bir tanesi kediye tekmeyi basıyodu ki kedi son anda kaçtı. Bende 50 metre uzaktan geliyorum, teyze dedi ayıp değil mi bu yaptığın nasıl insansınız siz, p.çler diyor ki 666 teyze. Sktrin gidin lan diye bağırdım hepsi toz oldu. Teyzede bana soruyor 666 ne evladım diye... Böle bir ülke işte İnsan sevgisi yok ki hayvan sevgisi olsun. Ancak anlattıklarımdan yola çikip gaza gelmeyesin, bence de kedini araba ezmiş gibi geldi. Yani ani bir darbe yemiş gibi gözlerinden sanki. Öteki türlü birisinin kediyi yakalayıp karnından boğazından basınç uygulamak suretiyle boğması gerekiyor gözlerinin çikması için, buda yukarda bahsettiğim p.çlerin bile yapabileceği bişey değil gibi. Tekrar başın sağolsun.

Başın sağolsun :(((((((

bir insanın kediyi döverek öldürmesi kesinlikle çok zor. kedilerin hızına yetişebileceklerini sanmıyorum. insan anca zehirleyerek falan öldürebilir bence. araba ezmiştir fikirleri en yüksek olasılık. ama ondan sonraki olasılık, köpek çeteleri. gündüz uyuz uyuz ortada dolaşan sokak köpekleri geceleri sürüler halinde terör estirebiliyor.

eğer gözleri pörtlediyse; ya araba altında kalmıştır ya da vahşi bir kedi kavgası sonucu merhume olmuştur. çünkü kediler genelde birbirlerinin gözlerini oymaktan pek zevk alırlar(nedense?)
gömerken muhakkak kireç kullan. yoksa kokusu, börtü böceği ve özellikle de bir ton mikrobu ile asla başa çıkamazsın.

basiniz saolsun. ulkemizde hayvan haklari hic yok malesef. olduren kisiyi kanitlarsaniz, 100-200 ytl ceza verip ugurluyorlar.

plastik poşet kullanmayın, bedeninin toprağa karışmasını zorlaştırır.
başınız sağolsun.

tavsiyeleriniz, görüşleriniz ve acımı paylaştığınız için çok teşekkür ederim arkadaşlar. umarım hiçbirimizin hayvan dostunun başına böyle birşey gelmez. ben artık şurubun emaneti yavruya iyi bakmaya çabalayacağım. tekrar teşekkürler...

şu sıralar ilk okulda okuyanlar arasında hayret edilesi şekilde tekrardan popüler olmuş.

Ufak bir araştırmayla hepsi atlayabilir o kaynaklara. Benim elimdekiler böyle oldu çünkü:)

cegv e falan bagislayabilrsin..

sahafa verilerek.
ayrıca zamanında o brittanica dediğinin 18. cildi için dolaşmadık sahaf bırakmamıştım.

Çöpe atmayın da ne yaparsanız yapın. Bir ilk öğretim okuluna da bağışlanabilir. Muhakkak birilerinin işine yarayacak şekilde değerlendirin.

Merhaba, ansiklopedileri İstanbul veya ba$ka bir büyük$ehirde herhangi bir ilkokula vermeye kalkı$ma rezil olursun. Çünkü çok bilmi$ hocalar/müdür yrd. / müdürler koltuklarından kaykılarak $unu diyeceklerdir: evladım artık internet - gogıl denen $eyler var çocuklar oradan ara$tırıyorlar derslerini. Ba$ıma iki okludada geldiği için genelleme yapmak doğru mudur bilemiyorum ama bundan farklı bir cevap alacağını pek sanmıyorum.

ansiklopedilerini en kısa zamanda ve masrafsız adresinden alacak olan bir sosyal sorumluluk projesine yönlendirmek isterim sizi. Ben iki okuldan darbe alınca buraya ba$vurdum ertesi sabah saat 9'da gelip tüm kitaplarımı alıp gittiler. Temiz i$.

tnt.com.tr - "444 0 868" telefonla ileti$im kurup anında kayıt verebiliyorsunuz, gelip alıyorlar kitaplarınızı.

tnt aldığı bu kitapları ihtiyacı olan ta$radaki okullara gönderiyor içiniz rahat olsun.

@robinhook, aksam tasnifi yapayim, tnt ye vericem

eve gelip giderken yol üzerinde dilenen yaşlı bir adam görürdüm hep, bir gün o adamın arabaya atlayıp gittiğini gördüm.

düşün artık ne kadar kazanıyosa, dilenmeye arabayla geliyo amcam

webarsiv.hurriyet.com.tr

googleda basit bir "dilenci milyar" aramasıyla buldum. Link yeterli cevap olacaktır =o)

bizim burda bi teyze var..haberlere gazetelere cok cıktı..yıllardır Kursunlu Camii yanındakı parkta durur..

kadına sordular nasıl durumun dıye.2 tane cocuk okutuyo universitede 1 tanede lisede sanırım.1 evi varmıs..tam olarak hatırlamıyorum ancak bu sekılde..
dusunun bır dılencı gordugunuzde yada camii den cıktıgınızda 50 ykr falan veriyosunuz sonuc olarak..bu sekılde 300-400 kısı verıyo gunde.bıde bunların 3-5 ytl verenlerı varkı hıc saymıyorum onları..gunluk tahminimce min 250ytl alıyolar..tabı ramazan ayında işler daha yogun vs..ayda 7500ytl yapar.hadi 500ytl sini sil..gorunmeyen masraflar falan (: kaldı sana 7000 ytl..

genellemedir; yanlıştır. dilenciden dilenciye değişir.
dilenci vardır şarap ve/veya yemek (artık o anki ihtiyacı neyse) parasını toparlar çekilir kenara, dilenci vardır günde cebine net 100 lira koymazsa gözüne uyku girmez.

internette veya gazetlerde haberleri arattığımızda doğal olarka dilencilerin fakir olduguna dair bir haber bulmak çok zordur. hani "insanın köpeği ısırması haberdir" mottosu gibi dilencinin zengin olması haberdir neticede. haberlere konu olan insanların yüzdeye vurursak toplam dilenciler içerisinde çok küçük bir orana tekabül edeceğini düşünüyorum. kaynak tabi ki kıçım :)

valla bizim buralarda takılan bir dilenci vardı, 4 sene önce yazın datça'da begomvil sitesinde karşılaşmıştık.

benim bir arkadaşımın çılgın babası, ulan ne çılgın adamdın hakkı amca, neyse sırf bu sorunun cevabını çok merak ettiği için bir gün cuma namazından sonra bir caminin önünde sadece yarım saat dilenip iki büyük rakı parası çıkarmıştı. evet hagaden rakı alıp içmişti o parayla.

Hocam cenaze sahibiysen kimse seni ayıplamaz, kimse sana kızmaz. Cenaze sahibi adam zaten kendi derdindedir. Cenzaye gelip de senden özel ilgi bekleyen adam varsa, ayıp oldu diye hiç üzülme. Olması gereken olmuştur. Öyle saça böyle tarak. Kaldı ki o kadar kayışı koparmış adam olacağını sanmıyorum. Sen kendini koy yerine. Bir tanıdığının cenazesi olsa gittiği o bunları yapsa sen bozulur musun? Sana ayıp olur mu?

Kısacası cenaze sahibinin gelenle gidenle ilgilenmesi gibi bir durum söz konusu değildir. O işi komuşlar, yakın arkadaşlar üstlenir.

Son olarak ölmüşlerimizin mekanı cennet olsun, yaşayanlarımıza Tanrı'm uzun ve sıhatli ömürler versin.

suratına kalın siyah gözlüklü bir maske tak. öyle takıl işte sayın sijwocaq'in buyurduğu gibi. kimse bir şey çakmaz korkma.

1- gelen insanlar size gelip "başınız sağolsun" diyeceklerdir, sizin her insanın yanına gitme gibi bir durumunuz yok.
2- fırsat olursa tanıştırırsınız. olmazsa da ayıp olmaz.
3- demezler.
4- kim isterse o iner, naaşın yerine konmasına yardımcı olur. inmezseniz ayıplanmazsanız.
5- ayıp olmaz.
6- telefonda söze "naber lan ibne" diye değil de "nasılsın" falan diye girip böyle böyle oldu diyceksiniz işte.

Başınız sağolsun.

gelen adam(patron mesela) zaten biliyor ne yapacağını, seni gördükten sonra içeriye geçip tanışıyor biraz oturup çıkıyor. cenaze sahibinin kusuruna bakılmaz da dışardan geleninkine bakılır genelde.

[1-5] Kafanıza estiği gibi davranın. kimse siz o durumda iken sizi yargılama hakkına sahip değil. etrafınızda sizden daha büyük olanların yaptıklarını izleyip ilk adımı onların atmasını bekleyip onların hareketlerine öykünebilirsiniz.
6- Sakin bir şekilde telefonda anlatın. Ölen kişinin size yakınlığına göre de değişir tabii konuşma. Yine aynı şekilde 1-5'in cevabındaki ilk cümle burada da geçerli.

bu arada başınız sağolsun.

öncelikle cenaze sahibiyseniz başınız sağolsun.
1- birşey yapmanıza gerek yok, kimsenin bir beklenti içinde olacağını zannetmem. ayıp olmaz yani.
2- tanıştırmasanızda olur, onlar başsağlığı dilerler.
3- insanlar öyle birşey demezler. tabut zaten koştura koştura taşınmaz, 4 kollu derler ama en az 7-8 kişi taşır.
4- mezara yakın akrabalarından (genellikle oğulları iner bizim memlekette) 1-2 kişi iner (dedemin cenazesinde ben inmiştim) rahmetliyi mezara indirirler, sağ yanı üzerine çevirirler. mezar tahtalarını yerleştirirler (bu esnada tecrübeli olan vatandaşlar, hocalar falan olur onlar yardım ederler).
5- ayıp olmaz
6- sakin bir şekilde çok fazla detaya girmeden ...kaybettik şeklinde bir giriş yapılabilir. o ruh haline göre zaten karşınızdaki kişi de anlar.

6. en sıkıntılı anınızda herkese haber vermekle uğraşacak değilsiniz, aklı başıda olan hiçbir kişi beklemez sizden bunu. en yakın arkadaşlarınızdan birine siz haber verin, arkadaş çevresinde geri kalanlara haber verme işini o şahıs halleder siz rica ederseniz. kişilere tek tek ulaşma işini yakın arkaşın yapması veya bir şekilde koordine etmesi daha uygun olur bu durumda. aile çevresine verilecek haberi de gene aynı şekilde...

İlk başta eğer soru farazi değilse başınız sağolsun. Diğer arkadaşların da dediği gibi cenaze evinde istediğiniz gibi davranabilirsiniz kimse sizi ayıplamaz, bunun dışında eğer kessin haber verilecek insanlar, akrabalar dışındaki kişilere sizin haber vermeniz gerekmez. Genellikle duyan insanlar başka arkadaşlarını arayarak haber verirler ve haber bu şekilde yayılır. Haberi duyan kişilerin sizi arayıp baş sağlığı dilemesi gerekir.

Tabut taşımanın çok büyük sevap olduğu söylenir, bu yüzden herkes tabutu taşımak ister. Fakat bunun bir tekniği var ben de tam bilemiyorum sağ önden girilip sol arkadan mı çıkılıyordu ne.

Mezara inecek kişinin vefat eden kişiyle evlenemeyecek birisi (nikah düşmez deniyor sanırım) olması şarttır. Yani bir kadının kocası dahi mezara inemez,vefat edenin babası, oğlu, kardeşi filan olmak zorunda...

3) tabut tasimak sevaptir. her koldan 10 ar adim tasinir. sag onden girilir, sag arkaya gecilir, sol on ve en son olarak da sol arkadan tasinir. toplamda 40 adim atilmis olur tabut sirttayken. 40 buyuk gunah affolur seklinde de bir hadis veya ayet vardi yanlis hatirlamiyorsam.

ayrica basiniz sagolsun. bir de ayiplayan varsa iliskinizi kesin o insanla. o derece.

mrtksn - annesi/babası yada çocuğu ölmüş birine nasıl haber vermek gerekir?

telefonla olmaması haberi duyduğunda yanında onu teselli edecek birileri olması açısından uygun bir davranış olur. bunu da tercihen teselli edebilecek birinin yapması bir yandan da. bir de alıştıra alıştıra söyleme metodu var ki bence acıyı kat ve kat arttırır. dallandırıp budaklandırmadan söylemek gerekir.

ben 3 senedir yanında yaşadıgım babaannemi kaybettim. Sabah ilacını içirmek için uyandırmaya çalıştıgımda anladım. Amcamı "amca bir gelsen iyi olur babaannem..." dedigim de kendisi anlamıştı zaten.
Sonra diger kardeşlere, kuzenlere amcam haber verdi.

BU bahsettigim cenaze de babaannem'in cenazesi idi zaten.
Bütün yorumlara teşekkürler.

2. soru, geyik cevap: arkadaşım beğenmemesini eser hakkındaki bilgisizliğine yorarak, bıkmadan usanmadan eserin özelliklerinden bahsederim.

2. Bir kere çokyönlü olamıyorsa kendi kaybeder ama onun bu anlayışsız tarafını yüzüne vurursak daha da kötü olabilir, o yüzden hep iyi yönleriyle bir şekilde beğendiğim tarafları dikte etmeye çalışırım

iki soruya karışık bir şekilde ben şu şekilde cevap verirdim. Bir sanat eserinin değeri bir bakışta ve tek bir örnekte anlaşılamaz. Bu her şey için geçerlidir. bir sanatçının tek bir resmine bakarak onun hakkında fikir sahibi olmamız mümkün değildir eğer başka eserleri de varsa.

Ayrıca eserin konusuyla birlikte yapılma zamanı, yapıldıgı yer de onun degeri için önemli unsurlardandır. Kısaca o eser hakkında bizim henüz keşfedemediğimiz ve anlamını bilmedigimiz şeyler olabilir. Bu da sanat eleştirilerini okuyarak ya da dönemin sanat anlayışına göz atarak öğrenilebilir. Sanat için sanat, toplum için sanat olayı. Sanat için ise yine o sanat dalını iyi bilmeden eserin güzelligini derecelendirmek bize düşmez derim.

Sanat eserine gelince, bunun tanımı da kişiden kişiye göre değişmekle birlikte, insan elinden çıkma ve ikinci, üçüncü kişilerin duygularını harekete geçiren, bir anlam ifade eden her şey sanat eseridir bana göre. Bir heykel düşünecek olursak, bir insan birebir boyutlarda oluşmuş heykellerden hoşlanıyordur, diğer insan devasa boyutlarda, diğeri de minyatür heykellerden. Biri çamurdan yapılmışını, diğeri metalden yapılmışını seyretmeyi seviyordur. Bu görecelik kavramından ziyade eserin vermek istedigi mana anlaşılmıyor ise o zaman "okumaya" ihtiyaç vardır derim.

İki soru da birbiriyle bağlantılı zaten, sanat eleştirilerinin gerekliligi üzerine.

mevzu biraz alengirli. aslında mevzuyu alengirli kılan dönemlere göre yapılan değerlendirmeler mi, yoksa genel geçer yargılar mı tartışılır. geçilen süreçlere göre değişen sanat anlayışı ve süregelen tartışmalarla birlikte bu mevzuda kesin bi yargı oluşturmak zor. bir eserin veya eser demiyelim, bi uğraşı sounucu ortaya çıkan bir şeyi sanat eseri olarak değerlendirmek kimsenin tekelinde değil. böyle bi kurum, kuruluş yok ki "evet evet, bu çok kral bi sanat eseridir" desin. kaldı ki bunu diyecekse, görece nedir? modern sanat anlayışına göre bi eserin maddi bi değeri olması gerekir, yani bi kapital oluşturması gerekir, modern sanat, modern topluma yani tüketim toplumuna(toplum mu sanat mı mevzusuna şimdi girmiyrm) hitap ediyor dolayısıyla bunlar çirkin, kötü vs. deniyor. tabi kimileri buna katılmasa da böyle bi tartışma var. bu anlamda sanat eleştirilerine "zırva" demek biraz güdük kalıyor. neye göre zırva, eserin para etmesine göre mi, yoksa bi hikayesi olduğuna mı? neyse bu mevzu alengirli dediğim gibi.

aslında @nihilanth'n dediği gibi 2. soru da birinciden çok da bağımsız değil. biri beğenmeyebilir bi eseri ve sen ona eserin güzelliği konusunda ikna etmek istiyorsun çok sağlam kozların olsa bile bu, anlayışa göre değişiyor işte. eserin anlattığı hikayeden, sorunlardan veya her ne haltsa bahsetmek güdük kalabiliyor. toplumcu gözle bakarsan ve sanatı o şekilde algılarsan, bi sorunu, evrensel bi problemi dillendiren bi eser sana çok güzel gelebilir.peki sanatçının dünya, evren, savaşlar vs. sikinde değilse ve hiç bunlara bi gönderme yapmıyosa onunki değersiz mi oluyor? yada değerden kasıt ne? kapital oluşturması mı? hayır, bu adamların(sanatçılar) bu işi çoğu zaman bi diğerinden üstün olmak, daha fazla beğeni kazanmak, takdir edilmek için yaptıkları da rivayetler arasında.

yine dediğim gibi, beğenilmeyen bi eseri, birine "güzel" olarak anlatmak zor. şu var tabi, özgün olması çok mühim.bi sanatçı ortaya bi eser çıkarıyor ve çok özgün, ayrıca bi hikayesi var, devrine göre çok ileride, avangard falan feşmekan, o zaman o eser için yüksek ölçüde bi sanat eseri denebiliyor.

önemli olan eseri döneme göre değerlendirmek ve eleştiriyi ordan getirmek, tabi modernleşmeyle birlikte sanat-kapitalizm ilişkisini de göz ardı etmemek lazım.

bir yapitin (heykel, tablo v.s) sanat eseri olup olmamasi, ona bakan kiside uyandirdigi duygulara baglidir. bir eseri begenmek demek, o eserde kendinden bir sey bulmak, onunla (ve dolayli olarak sanatçı ile,sanatçının duyguları ile) empati kurmak(einfuhlung) demektir. Demek istediğim, bir şey, insanlar o eseri beğendiği sürece sanat eseri olacaktir, kendiliğinde bir sanat eseri olma durumu yok. Yani bir yapıt kesinlikle sanat eseridir diye bir şey yok. Picasso'nun bir tablosu sana göre sanat eseridir, bana göre saçma sapan bir şeydir. Ben onu beğendiğim sürece bir sanat eseridir. Fare pisliği de bende gerekli duygulanmayi yaratabilirse, benim için sanat eseri kivamina gelebilir. (Tabi bu durumda nasil bir empati geliştirdiğimi, kendimde fare pisliğinden neler bulduğumu soracaklardir lakin felsefenin estetik dalı çerçevesinde konuşuyorsak bu böyle)

Bir de kişide estetik duygusu doğuştan gelmez, eğitimle geliştirilebilir bir duygudur bu. Bu nedenle değerli eserlere, ya da çoğunluk tarafından beğenilen büyük yapıtlara bu gibi bok atma durumlarının olması hoş olmayan bir şeydir, kişilere gerekli eğitim verilerek o kişilerdeki güzellik anlayışı geliştirilmelidir ki önemli yapıtlar hak ettiği değeri bulsun. Arkadaşına bir eseri beğendirmek istiyorsan, o eserde kendisinden bir şeyler bulmasını, empati kurmasını sağlamalısın. Bu da yukarıda bahsedildiği üzere, arkadaşının ilgisini çekecek hikayeler, kendisiyle ilgili bağlantılar anlatılarak mümkün olabilir.

Sanat ve felsefe hakkında herhangi bir eğitimim olmadığını baştan belirteyim. Söyleyeceklerim 'sokaktaki sıradan insan'ın yorumları olacağından estetik dersinizin sorularına makul cevaplar olmayacaktır muhtemelen.

2. soru, 'neye göre kime göre' probleminin çözümü, zaten estetiğin tarifinde yatıyor fikrimce. Estetik olarak kabul ettiğimiz bir nesne veya bir eser, mutlaka başka bir şeye gönderme yapmakta, kısacası bir şeyleri temsil etmektedir. O halde, estetik ürünün bizde yarattığı duygunun sebebi, gerçek olarak addettiğimiz kavramlardaki bazı mantık ilişkilerini onun temsili (estetik ürün) üzerinden yakalayabilmekle alakalı olmalı.

O halde, bir şeyin estetik olup olmadığı hakkında tartışma varsa, estetik bulan taraf diğer tarafı ikna etmek için estetik nesnede gördüğü mantık ilişkilerini/benzeşimleri ortaya koymalıdır. Bu durumda karşı tarafın tepkisine göre iki ihtimal ortaya çıkıyor.
1. karşı taraf bu benzeşimleri yakalayamadığı için nesneyi estetik görmemiştir.
2. karşı tarafın estetik değerlendirmesine göre sizin estetik bulduğunuz şey aslında kitsch'tir. Yakaladığınız mantık ilişkileri, daha farklı bir noktadan bakıldığında aslında zayıf kalmaktadır. Bu durumda, roller değişir ve ikna etmesi gereken taraf, nesneyi kitsch olarak tanımlayan kişi olur.

şurada fikrimi daha açık ifade etmiştim:
(bkz: estetik/@vulpius)

umarım vaktinizi boş yere almamışımdır. sınavlarınızda kolaylıklar dilerim.

ilk ben yazayım: nokia n95.

asus p535 derim ama edge yok haberin olsun. onun yerine windows mobile 6.0 verelim?

hp 6915, ancak windows mobile 5'dir. yeni bir modelini beklersen iyi olur, hatta yurtdışında var sanırım. ama sadece o özelliklere ihtiyacın varsa ikinci el bir 6915 işine yarayabilir.

(bkz: htc p4550) gayet iyidir ama en iyisi için (bkz: i mate ultimate 9502)

nokia e51

en önemli olan şeyler gps ve wi-fi ise ben ce n95 derim. fazlasıyla memnunum.
negatif olabilecek tek yönü symbian olması sanırım.(o da kime göre neye göre)

samsung i550.

Hp iPAQ 514

Cep telefonu statüsünde değil pek, daha çok bir pocket pc. Windows mobile 6 yüklü. Çok memnnum.

edgeden vazgecip asus p535 `te karar kildim. tesekkurler.

ipaq 514 önerilmiş ben de memnunum ancak o cihazda gps yoktur ayrıca pocket pc değildir smartphonedur.gps şart değilse alınır ama gördüğüm kadarıyla şart :)
zaten geç kalmışım :)

hukukçu değilim ama, cep telefonunu gidip alman için emanetçiye yazı yollayacaklar: theli gelip telefonunu alabilir diye.
cep telefonun ankarada mı bulundu? ankarada mı çalındı? orasını anlamadım tam olarak.

"telefonunuzu bulduk ama telefonu satın alan adamların hırsızlık malı bilerek satın aldığına dair delil elde edemediğimiz için satın alan adamlar (şüpheliler) hakkında işlem yapmaktan vazgeçtik. telefonunuzu adli emanetten alabilmeniz için de yazı yazdık. gelip alabilirsiniz" diyor mealen.

muhtemelen yollamazlar. hatta başkası bile gidip alamaz. ancak vekaleti varsa alabilir.

Ben sincan'a yakın yerde oturuyorum. Sen bir sor soruştur, eğer yerine başkası alabiliyorsa ve ankara da alacak bir arkadaşın yoksa yardımıcı olurum helalinden. Aklında bulunsun...

selimse cok saolasin. nereyi aramam gerektigini bilsem hemen sorcam da.. yarin savciliga bi tlfn edeim yonlendirirler heral.

telefonu vekalet vermediğiniz sürece sizden başkasına vermezler.

1.2 motordan 80 beygir üretmek te efsaneymiş.. erken patlar o motor orası ayrı da..
yakıt tüketimini düşürmek için düşük devirde kullanacaksın arabanı.. ha illa yüksek devirde kullanıcaksan tork-devir ayarını yap o da yaklaşık 2800-3000 devir gibi bi değer eder sanırım.

rölanti ayarını falan kontrol ettir, bakımını yap, motorun bakımının yapılması yakıtı düşürür.. ondan sooracıma lastik havalarını ve lastiklerini kontrol et, rot-balansına baktır..

bir de 1.2 araba biraz ufaktır, 75-85 beygir civarındaki normal arabalar senin arabayı küçük görüp ezmeye çalışıyorlardır, sen de "ulan serseriler görün gününüzü" diyip böyle yer yer tokatlıyorsan diğer arabaları, yapma o da arttırır yakıt masrafını :))

yalnız böyle dalga geçilen arabayla o dalga geçenleri tokatlamak ta oldukça zevkli bir şey ya...

bu bizim reno klio değil mi yahu..hemen tanıdım..İlk 50 metrede lada samara hariç hiçbir arabanın şansı yok ona karşı,arkadan yetişir ancak..
Aslında istanbul trafiğinde 6.5 litre sanırım zaten çok iyi bir rakam..
uzun yolda zaten düşük yakıyor..

yok yok clio değil, adıyla sanıyla MİCRA!

6,5 lt sehir ici tuketım ıcın ideal bi rakamdır.
yogun trafik demişin.frene cok fazla basman bile yakıt tuketımını etkılemektedır.

dahada dusureyım dersen soyle birde yenı bı sistem mevcut..
(bkz: cng)

motor civarında bir tür vana varmış, buradan yakıt emişini kısabiliyormuşsun. ama motoru çekişten düşürüyormuş bunu yapmak. böyle duydum ben. bir araştır derim.

Aslında sanırım kendimi iyi ifade edememişim. Motora vs yapılacak müdahalelerle değil de, daha çok sürüş teknikleri ile düşürmek istiyorum.
ani hızlanma ya da ani frenlerden kaçınmak ve arabanın bakımını düzenli yaptırmak dışında ne gibi birşey önerirsiniz?

1 litre benzin 3 ytl günde 1 lt az yaksan ayda 90 eder gayet iyi bi tasarruf olur aslında. arabayı kırmızı ışıklarda falan boşa almak olabilir, bi de boşla gidebileceğin yokuş aşağı yerler varsa ve araba otomatikse rahat olur boşta gitmek.

- vites değişimlerini çok yüksek devirlerde yapma
- öndeki araç 1m ilerleyince senin de ilerlemen sana bir şey kazandırmayacaksa hareket etme. Yalnız başka bir aracın burnunu sokamayacağı kadar da az tut mesafeyi.
- yokuş aşağı gaza basma, mümkünse boşa atmadan uygun vitesle sallan gitsin.
- mümkünse gittiğin güzergahtaki ışıkların zamanlamalarını öğren, uygun süratle dur kalk yapmadan geçmek için uygun süratleri ayarlayabilirsin.

cng denmıs de, benim bildigim dolum istasyonu yok bi kere onun.

kalkışlarda yan koltukla mürekkep dolu bir bardak olduğunu ve onu dökmemen gerektiğini düşün.

eğer gerçekten 6.5 litre yakıyor ve benzinli bir araçsa daha ne istersin? orta ve üst sınıf arabalar bu bahsettiğin şartlardaki güzergahta 10-11 litre yakar..

(bkz: passiflora)

(bkz: valerian root) allah sabır versin

seninle aynı durumdayım. fakat ben çaresini bulamadım. sana şunları sormak istiyorum: sürekli ve doz artırarak uyku ilacı içmeye kararlımısın? çünkü ben aylarca kullandım düzelir diyerekten bir değişiklik olmadı. ne zamandan beri aynı yatakta uyuyorsun? çünkü yatağı değiştirince biraz düzelebiliyor.
gene de soruna cevap: atarax

arkadaşlar bunların hepsi reçetesiz mi?

valerian root reçetesiz. zaten bitkisel bir ürün olduğu için sağlık bakanlığının değil tarım bakanlığının denetiminde satılıyor olması lazım.

(git: 24761)

nero ile cd'ye yazın, öyle izleyin. nrg bildiğim kadarıyla nero'nun image dosyası.

alchol denedim gene restart istiyor.

nero kullanmalısın dendiği gibi, neronun disk imageıdır çünkü. restart istemeden halledebilirsin sanırım.

deepburner kullanabilirsin.

7-zip ile açmayı deneyebilirsin, olmadı "*.iso"ya çevir o zaman kesin açıyor 7zip.
iso yapmak için:
www.google.com

"Kurma ve yeniden başlatma derdi olmayan programlar(misal 7-zip) gerekli" dersen, şu iki siteye göz at:
portableapps.com
www.portablefreeware.com

late viper: iso yaptım, 7-zip indirdim. olmadı: arşiv hasarlı ya da tanınmıyor.

e dosya sağlam mı peki? Ben isoları açıyorum 7-zip ile.
Emin olmak için, hazır da "*.iso" yapmışken, deamon tools dene, onunla da açamazsan ya senin dosya bozuk ya da "*iso"ya çevirme işlemin başarısız.

dosya bozuk olmadigi surece winrar, 7-zip nrg uzantilari acar. uzantisini rar yapmaniz ve buryaa cikart demeniz yeterlidir.

doktor değilim lakin anlattıkların başka bir hastalığın belirtisi gibi. belki sıgarayı bıraktığın zaman tesadüfen başka bir hastalığa yakalandın. bağlantısı olmayabilir yani. sen genede bir doktora görün derim.

beklediginiz belirtinin tam tersini gormeniz de tibbi acidan oldukca dogal. nikotin beyinde aktivator etki yapmaktayken aniden kesildiginde depresif etkiye yol acan yoksunluk sendromunda basrolde yer alir.

ortalama 1-2 ay icerisinde bulgulariniz tamamen duzelecektir, olur da duzelmezse psikolojik destek almaniz gerekiyor.

Bu kadar ağır bir tiryaki zınk diye bırakmamalı, doktorlar daha iyi bilir ama vücuda verdiğiniz nikotini azalta azalta sıfıra çekin. Nikotin bantları veya sakızından faydalanabilirsiniz.

oncelikle azminizden dolayi sizi tebrik edip, gecmis oldun diyorum. ben de yasadiklarinizin psikolojik olabilecegini dusunuyorum. biyolojik yonden vucudun nikotini ozlemesi, bagimli olmasi, sigarayi yavas yavas birakmalisiniz vs. safsatalarina da inanmayin derim.

size tavsiyem, her ne kadar ilintili gibi gozukmese de, kime tavsiye ettiysem sigarayi biraktiran allen carr in kitabini okumaniz olacaktir. onceki duyurularda da deginilmis bu amcaya
www.eksiduyuru.com
bu kitabin hem turkcesini hem de ingilizcesini internette bulabilirsiniz(100 sayfa bisey zaten).

tekrardan gecmis olsun ve tebrikler

çok uzun süreli tiryakiliklerde benzer etkilerin görüldüğünü gözümle gördüm. dayımın oglu tekel ikibin içiyordu yıllardır. sigarayı direkt bıraktı. aynı senin dediğin gibi halsizlik, yorgunluk uyku problemi ve gözleri de sürekli kısık oluyordu. ama 1.5 ay sonra etkiler yavaş yavaş azalmaya başladı. tam iyileşmişken kendisi yeniden başladı.. sen sakın başlama bu kadar bırakabildiysen.

işte 1 ay sonra falan vücudun rahatlar ama bu seferde canın sigara çekmeye başlayabilir. çekirdekle, çayla, kahveyle idare etmeye çalış derim. spor yapmaya başlayıp daha kolay da kurtulabilirsin bu bitkinlikten.

detox dur o detox. madde bağımlıları ne olursa olsun kullandıkları hedeyi birden bırakmamalıdırlar. çeşitli yan etkiler olacaktır ve bu bedenin kendini temizleme sürecidir genelde. sıkıntılı ama geçer.

bildiğim kadarıyla nikotin bağımlılığı 3 gün falan sürüyor. muhtemelen vücudun adapte olmaya çalışması ya da psikolijiktir. ben de sigarayı bırakınca yemeyi azaltmıştım. çünkü sigara içerken midem kazınıyor habire, hani altlık derler ya, öyle bir şeyler atıştırmak istiyordum. sakın vazgeçmeyin

tıbbi açıklamasını bilemem ama sigara bırakılınca çok uyuma kesinlikle oluyor. kendim de yaşadım, sigara bırakan başka bi arkadaşımda da gözlemledim. bi ay kadar sürebiliyo sanırım. normalde sürekli uykusuzluk çeken bi insanken, sigarayı bırakınca mışıl mışıl uyumuştum. iştah kesilmesi de olmuştu aynen, baya kilo verdim. ben de hiç krize girmemiştim, bıraktığım andan itibaren hiç canım da istememişti. yalnız bi gün çok kafam bozulduğunda, ihtiyaç hissetmememe rağmen, iyi gelir belki diye yaktım bi tane.. onu yapmamanızı tavsiye ederim. nasıl olsa rahat bıraktım, canım çekmiyo diyip gevşememek lazım. sonra toparlanamıyo olay bi daha.

.pls, .plc, .lst

flp
m3u8

mp3 player la tanıstıramazsın sanırım soyle bi olay var dizin olarak adresliyor sarkıları. mğ3 playerin uzantısı yok bi kere. ya da kendi yazılımının olması gerek bunun için fln. unut sen onu.

mp3 player'inizin marka/model bilgilerini de yazsaydiniz ke$ke.

sony ise mp3 çalarınız, şarkıları attığınız program (sonicstage veya connect player) ile playlistler oluşturup atabiliyorsunuz.

iriver t60

zaten kendi içinde playlist uzantısı varmış bunun: .pla

öncelikle çok uçuk bir fikir değil, yani medya ile bütünleşik olarak çalışabilen yazılımlar mevcut. mesela kendiliğinden codecli bazı yazılımlar cd'ye atıldığında filmleri doğru şekilde çalıştırıyor başka bir codec kurmaya gerek bırakmadan. tek yapman gereken soulseek'in öyle bir versiyonu -ki ben sanmıyorum- varsa bulup diske atman

Senin ihtiyaç duyduğun şey tam anlamıyla U3 bir flash disk. Zira bu flash disk'lerin özel bi programı var içinde ve ona program kurup başka bir bilgisayarda kullanabiliyorsun. Toshiba'nın var böyle bir flash disk'i.

(bkz: u3)
www.u3.com

Bir de portableapps diye bir şey varmış o konuda ama onu denemediğimden bir şey diyemem...

Soulseek i bilmiyorum ama peer2peer programlarının yüzde 90'ı herhangi bir kurulum yapmaya ihtiyaç duymaz. Hatta bazıları direk zip dosyasını açtıktan sonra direk exeye tıklayarak çalışır. Yok soulseek de bu geçerli değilse www.portablefreeware.com den flash disk için soulseek veya alternatifi programları araştırabilirsin.

mümkün ve çok basit bir olay (benim durum da seninkinden farksız):
herhangi bir bilgisayarda soulseek'i kur. program files'dan soulseek'in dosyasını olduğu gibi flash diskine kopyala. sonra flash diskin içindeki soulseek dosyasından soulseek ikonuna sağ tıklayıp flash diskine gönder. işte böyle.

@insanımsı:
flash diskin içindeki bir şeyi gene flash diske yolluyoruz yani, doğru mu anladım? flash diskin içinden de çalıştırabiliyoruz programı, öyle mi?
bir de soulseek'te download yapabilmek için belli bir miktarda dosyayı düzenli olarak paylaşıyor olmamız gerekiyor sanırım, kaç mb'lık dosya paylaşmam yeterli olur sence?

kusura bakma cevabını yeni gördüm:
sen programın kurulu haldeki dosyasını alıyorsun sadece. yani her pc değiştirişinde sıfırdan kurman geremiyor. öte yandan sanırım kişisel bilgiler, ayarlar kaydedilmiyor. gönderme kısmı da sadece kısayol oluşturmak için. yani kendi diskinin içinde zırt pırt dosya açmamak için kısayol oluşturuyorsun. bir nevi flash disk masaüstüsü;)
soulseek'te dosya paylaşımı mb olarak değil, parça olarak birimlendirilir. 50+ dosya upload edersen kimse bir şey demez. bir de sağlam arşivli ve bağlantılı birisini kafalarsan zevkten dört köşe olabilirsin.

dediğin şeyi aynen yaptım fakat bir başka alette açtığım zaman

"SoulSeek's installation is corrupt or missing. Please reinstall SoulSeek"

şeklinde bir uyarıyla karşılaştım.. sinir şey yaa, her seferinde tekrar tekrar mı yükleyecem ben bunu yaani..

ben yapınca her açışta kullanıcı adı-şifre girmemi istiyor sadece. install yapmıyor yani.

e bende de install yapmıyor zaten, tekrar install etmemi istiyor.. bi yerde hata yaptığımı da sanmıyorum ama, neden kaynaklandığını anlayamadım bi türlü.. yine rapidshare kasıcam galiba, öyle gözüküyo..

sorun nedir tam çözemedim ama soulseek öyle bir saatte kurulan bir program değilki. 15-20 saniye içinde aramaya hazır hale gelir. sadece install dosyasını (822 kb'cik) yanında taşısan yeter aslında.
ayrıca rapidshare üyeliğin yoksa rezil olursun anca.

yok canım, ne rezili.. yine iyi idare ediyorum valla.. :))
install dosyasını taşıma fikri fena değil, öyle de bi deneriz olmazsa..
ilgilendiğin için saol..

bende ankara karanfil caddesi üzerindeki dost kitabevinde görmüştüm bunu. ama yazarı sanki yabancı değildi gibi hatırlıyorum.
psikoloji sitelerinde bir arat bakalım.

kitabın ismi "oğlunuzu ibne olmaktan nasıl kurtarırsınız?"

hahaha o kitap değil ki ağır roman'da geçen bi replik. gerçi filmde kitap olarak ta var ama gerçekte olduğunu sanmıyorum.
hem benim dediğim kitap bunun tam tersini anlatıyo yanlış hatırlamıyorsam. oğlunuz delikanlı maço serseri tip olacağına gey olsun sisi olsun felan gibi bölümleri var mıydı neydi hatırlamıyorum ki. bi bulsam....

kitabın adı bu olabilir mi acep: "Harbi Delikanlılar Oğullarımızı Delikanlılık Efsanesinden Nasıl Koruruz?"
bu da link lakin tükenik...
www.ideefixe.com

@hobele
Evet kesinlikle bu. Süpersiniz :)

ankara tren garı'nın orada var bir altgeçit. aradığın yer orası. yer: tandoğan.

özelikle cumartesi pazar günleri, tandoğan meydanına gidip, 100 metreden asker olduğu belli olan çarşı iznine çıkmış sivil mehmetçiklerin peşine takılırsanız, sizi direk tandoğan ' daki askeri malzeme satan yerlere götürürler.

orada bayık ses ile şiir okunmuş asker kasetlerinden künyeye, komando beresinden traş sabununa kadar her şeyi bulabilirsiniz.

benim tavsiyem acil olmayan hiçbir şey alma yanına..ben toparladım gittim, çoğunu kullanmadan geri getirdim,atmaya kıyamadım.tren garının ordaki yerde ihtiyaç duyabileceğin herşey var,listeleri var ellerinde zaten senin düşünmediğin şeyler bile mevcut.toplamda pazarlık yapmadan para ödeme, indirim kopartırsın mutlaka..

tandoğan alt geçidi tam aradığınız yer.

virüstür. İyi bir anti-virüs programıyla bilgisayarınızı taratın derim ben.

@galadnikov: ya ismi farketmiyor her dosyanın içinde aynı isimli bir tane daha var.

her dosya derken her klasörün içinde demek istedin sanırım.
evet öyle bir virüs var, her girdiğin klasörün içine klasör ismiyle bir dosya oluşturuyor. yani klasör görünümlü exe dosyası.

sistemine virüs bulaşmış. iyi bir antivirüs lazım

@erfuz: evet haklısın klasör ama klasörün içindeki de klasör. dosya değil yani. açılmayan olanından. içine falan bakamıyorum.
avast home free indirdim taratıyorum. bakalım neler yapacak.

evet virüs o. avast halletmezse ve flashın içinde gerekli bi şey yoksa biçimlendir gitsin.

virus adini arat, registry temizligi gerekiyor mu ogren.

aslında klasörün içindeki de klasör değil.
klasörün içindeki klasörle aynı adı taşıyan bir exe dosyası. yalnızca dosyanın simgesi klasör simgesiyle aynı.
o dosyayı tıklarsan kendi makinanda da aynı olay (klasör içinde klasör) meydana gelir. hatta bu virüs "araçlar/klasör seçenekleri" menüsünü ve "regedit" e girişi de engelleyebiliyor.

flash diskte ''.'' araması yaptım. boyutu aynı olan ve farklı isimlerde olan bütün klasörleri sildim. kurtuldum.

olm aklını başına topla, ölmek mi istiyorsun

daha mantıklı bir bence şöyle olabilir. halıcıoğlu, hasköy, kasımpaşa, karaköy, kabataş, beşiktaş. madem sahile gitmek amaç, doğrudan sahilden gitmek güzel olur. hem daha az tehlikeli, hem de kıyıdan kıyıdan manzaralı..

türkiye'nin en berbat karayollarından biri olan ısparta-antalya yolunda canımı hiçe sayarak yaklaşık 170km lik bir yolculuk yapmştım.
gerçekten tehlikeli olabiliyor bazı kontrolsüz/emniyetsiz yollar. özellikle de statiği bozuk ise hem görüş ve manevra kabiliyetini kısıtlıyor, hem de seni fiziksel olarak gebertebiliyor.
ancak işin içinde bisiklet sevdası varsa, bir dakika bile düşünme derim ben =)

işin gaz olayı bir tarafa; eğer gerçekten zor bir parkur ise bahsettiğin, yüksek oranda kondüsyon gerektirebilir. mesela ben yukarıda bahsettiğim gezi için tam 10 gün boyunca antreman yaptım. en kısa antremanım 40km, en uzun antremanım da 120km idi.
ayrıca hoş olmayan sürprizlerle karşılaşmamak için mutlaka hazırlıklı olmak lazım. yanında yedek fren teli, vites teli, yedek iç lastik, soğuk yama vs gibi ekipmanlar bulundurmak hayat kurtarır.

@co2s2,
bahsettiğin istikamet çok iniş çıkışlı, karaköy e kadar canımı çıkartır.önceden valide sultan köprüsünden balat a geçiyordum(köprü iptal edilenden beri binmemişim, kondisyon da kötü yani), o daha iyiydi "kıyıdan kıyıdan manzaralı".zaten en kötü ihtimal, piyalepaşa yolundan dolapdere ve ordan tek ciddi yokuşum elmadağ caddesi olacak.

@punkertifo,
daha önce uzun mesafeli geziler yapmış biri olarak, kondisyonumun yetersiz olduğunun bilincindeyim.daha kısa mesafeli gezilerle kendimi geliştireceğim.ayrıca daha önce yol üzerinde olacak en kötü durumlardan birini yaşamışlığım da var.zincirim koptu ama karaköy gibi bisikletçi cenneti olan bir yerde olduğu için bu olay şanslıydım.artık şansa bırakmayacağıma emin olabilirsin.

sakın e-5 de emniyet şeritlerini kullanayım deme. hergün görüyorum. sürekli vızır vızır o emniyet şeritlerden giden araçlar var. kendini nfs de sanıyorlar. makas yapıyorlar ara sıra bu emniyet şeridine aniden girip yeniden çıkıyorlar filan.

ayrıca olsası bir kaza durumunda 8 de 8 sen suçlu olursun. çünkü otoyolda bisiklet sürüyorsun. diğer araçlar sana bakarken belkide dikkatlerini kaybedip önlerindeki araçlara vurarak kaza yapacaklar. bunlarında sorumlusu sen olursun.

bisikletinin katlanma / ayrılma gibi bir fonksiyonu varsa kutuya koy bin halk otobüsüne git istediğin yere.

sizinkisi "ölmeyi bayılmak sanmak" bence. bisiklet-motorsiklet suruculeri istanbul trafiğinde "trafikte koşan yaya" dan farksiz aslinda.

ölürsen bebekte de ölürsün, yollar dar yani biraz. yola öğlen saatlerinde çık. bişeycik olmaz.

kadıköy'de tepe natilius'da olması lazım. ayrıca rıhtımdaki binaların kapılarında da ufak tefek tezgahlarda satılıyor.

"top benim oynatmıyorum" deme hakları var bildiğim kadarıyla. Yalnız 3 kişi film izlediğimi hatırlıyorum. Görevli "kimse olmasa bile oynatmamız gerekiyor" demişti. Özetle sinemasına göre değişir.

20 kişi olmadığı için izleyemediğimi bilirim.

Ben de tek başıma izlediğimi hatırlıyorum.

oynatmayabilirler ama bileti iptal etmemeleri lazım.

3 kişiden az olduğu zaman oynatamıyoruz denmişti bana ama ısrar edince izleyebildim.

Oynatmıyor vicdansızlar, ben çok döndüm sinema kapısından.
Bazen 2 kişiye oynattıkları oluyor, o da şansa...

Tek kişiye oynatmamanın mantığı ne peki?

değişiyor bu olay. mekanın müşteriye tavrına bakar. capitolde paşa paşa oynatırlarken, izmitte hiç bir yer oynatmıyor.

ben izmir-kipa cinecity de defalarca 2 kişi film izledigimizi biliyorum şaşırdım valla ne yalan söyleyeyim?

cinepol öyle ya zaten etrafta başka sinema yok. heveslenip gidiyosun bide. yok efendim oynatamıyoruz. gidipde kaç kere istemediğim bir filmi izledim belki güzeldir diye.

@ermanen



"içerde ölürse kimsenin haberi olmaz!" değil tabi tek kişiye oynatmamanın mantığı olsa olsa tamaaamen duygusal (para işte anla), tek kişi masrafları karşılamaz, uğraşmaya değmez felan filandır diye düşündüm.

bir keresinde abimle tek başıma film izlemiştim koca sinemada. işin ilginç kısmı ise biz salona geç girmiştik. yani gerisini siz düşünün.

Küçükken ucuz fiyatlı sabahtan akşama kadar eski, türk erotik filmleri yayınlayan pespaye bir sinemaya gitmiştim. Sabah 9 dan akşam 18 e kadar filmler oynuyordu. Sinemaya girdim, yaşlı bir adam geldi ışıkları söndürdü, baktı salon bomboş bir tek ben varım, önce kendi kendine mırıldan dı sonra: -ooohh salon bolboş rahat rahat osbir çekersin dedi ve filmi oynatmaya gitti. tam iki film izledim "rahat rahat":D... sonra da askerler geldi!
Diyeceğim o ki o adam o seansta bilet alıyor ve filmi izlemeye hakkediyor, ya seansı kaldır ya promosyon yap mağdem insanların vakitlerini telef etme, eski pornocular kadar yok şimdikiler....

düzcede üniversitedeyken tek kişiye (yani ben :) oynatmamışlardı, bende evden arkadaşımı çağırdım iki kişi izledik filmi.

Ölsen kimsenin haberi olmaz deyince aklıma düştü...

M.Köy Profilo'da DeathProof'u izliyordum. Arkada köşede de bayan ve erkek bulunmaktaydı (Toplamda üç kişiyiz yani). Herif film başlar başlamaz kadını dövmeye başladı, çaat çaat ses geliyor. Neyse fantezi yapıyorlardır belki diye pek oralı olmadım. Uzadıkça uzadı... Müdahale ettim sonunda kestiler... Ters bir durum da yaşanabilirdi açıkçası...

Normal şartlarda müşteri olarak kızarsın duruma, ki etik olarak doğru değil oynatmamaları, salt ticari olarak düşünmeleri açısından. Ama bu gibi durumlar da aklınızda bulunsun...

Ha bir de bu izlediğim Grindhouse'daki Fake trailer'lardan "don't" geldi aklıma tabi... "If you want to.... watch this film alone.... don'T"

madem öyle olcak, 2 bilet alırdım gişeden..
birini kendime saklar, diğer bileti de orda olan herhangi birine yarı fiyatına satardım..
maksat gıcıklığa gıcıklıkla karşılık vermek, eheh..

kediyi ele alalım evcil bir kedi ve arada sokağada çıkıyor. diğer kedilerle çal oynasın vur patlasın alem yapacak bi ton yavru kedi dünyaya gelecek ve onlarda yine senin başına kalacak yada sokakta telef olacak. ben modada oturan biri olarak, sokak kedilerinden bıkmış durumdayım. evde besledigim 2 tane kedimiz var. bu kediler apartmanın arka bahçesine doğdu 3 yıl önce kıyamadık öleceklerdi sokakta bizde eve aldık. 3 yıl önce bahçedeki kedi sayısı 3 5 iken şimdi 15 20. Sebebi kıyamıyorsun su tası koyuyorsun, her akşam düzenli yemek veriyosun ve işte sonuç. Benim uyuz oldugum yavru kedi alıp beslemeye başlayıp bi şekilde bakamayıp canı sıkılıp sokağa atanlar malesef.

şimdi kısırlaştırılmayan kedi/köpeklerin yaşadıkları her azgınlık döneminde salınan östrojenler eğer hamile kalmadıysa-yani hamilelikte salınan progesteronlarla karşılanmıyorsa- meme ve over kanseri riskini arttırıyor ki kedilerde meme kanseri çok azımsanacak düzeyde değil. hatta amerikada kedilerin cinsel olgunluğa erişmeden yani hiç azgınlık dönemi geçirmeden kısırlaştırılması önerilmekte...

bunun dışında olayın başka bir boyutu en az 3 yavru doğduğunu düşünün,emin olun bu yavruların hepsi ev bulamıyor ve ne yazık ki nihai istikametleri sokak oluyor,hem sağlıksız yaşayıp kısa bir süre sonra ölüyorlar hem de kontrolsüz çoğalıyorlar vs. vs.

erkek kedi için veterinerin dediğini aktarıyorum

"hayvan için kızışma dönemlerinin olmaması dışında bir fark olmayacaktır. acı macı da çekmiyorlar bu operasyonda."

ayrıca o kadar çok kedi köpek var ki etrafta. keşke yasa çıksa tüm evciller kısırlaştırılsa. isteyen sevmek isteyen sokaktakini alsa baksa.

şimdi kimse kusuruma bakmasın ama benim anladığım şudur: evcil hayvanlar evlerin bir nevi süsü, neşe kaynağı falan olarak görülmektedir ve bizlere bağımlı oldukları için de kendimize onların aile planlaması hakkını veriyoruz.
beni rahatsız ediyor bu durum açıkcası.
alternatif olarak evcil hayvanların tekrar yabanileşmesini soruyorum; şehirlerde kendilerine bakacak yüzeysel vicdanlı insanlara muhtaç olmaları yerine, doğada kendi başlarına yaşamaları ya da besin zinciri davası sonucu ölmeleri daha iyi değil midir?

değildir efendim çünkü ne doğa bildiğin doğadır ne de besin zinciri lise kitaplarındaki besin zinciridir. bu hayvanları sokağa terketmek onların çocuklar tarafından bıyıklarının kesilmesi ve tekmelenmesi,arabalar tarafından ezilmesi,belediyeler tarafından zehirlenmesi anlamına geliyor ve emin ol biz yüzeysel vicdanlı insanlar onlara evlerimizde en azından birine bile olsa daha iyi ve uzun bir yaşam sunuyoruz.
işin bir de şu yanı var zaten sokağa atılan kediler iyi çalışan bir belediye ( mesela izmir)tarafından alınıp kısırlaştırılıp geri bırakılıyorlar.

yani olay burada''çiftleşipte başıma dert açmasın, onun yavrularıyla uğraşamam'' olmaktan kalkıyor ve senin benim vergilerim paralarım harcanıyor senin zamanında kısırlaştırmaktan kaçındığın kedinin yavruları için

şimdi hayvanseverlik güzel birşey ama empatinin de snırları vardır. tutup yok onun da yavruları olsun mutlu olsun gibi bir yaklaşım olmuyor bu mevzuuda

@october swimmer: tamamen yanlış anlamışsın. sormaya çalıştığım, özellikle ayırdığım gibi ''şehirlerde'' değil de, bildiğin yabanıl doğada (insan yapılarının olmadığı ya da çok az olduğu yerlerde) yaşamaları, orada kendi başlarının çaresine bakmaları. sonuç olarak her evcil hayvan bir zamanlar yabaniydi değil mi? hem benim bildiğim evcil hayvanların tümü belli bir amaca hizmet etsinler diyerekten evcilleştirildiler. misal kediler fareler için, köpekler koruma için falan. peki şimdiki büyük şehirlerde ne diye evciller?
ayrıca bir hayvansever olduğumu söyleyemem.

evcilleştirilmiş hayvanlar doğal ortamda avlanamazlar yüzyılları hatta binyılları aşan evcillik öyküsü onların evrimlerine kaçınılmaz olarak etkimiştir ve artık ne tasarıldıkları gibi avcıdırlar ne de hayatlarını onları evcilleştirenlerden hariç idame ettirebilecek yeterlilikte...

özetle tutup bir sokak kedisini ormana atarsan yaşayamaz,çünkü evcilleştirilmiştir ve bu evcillik uzun süreden beri varolduğundan genetik yapısına da işlemiştir ve ne yazık ki ormanda karıştıracak çöpler yoktur,onlara yemek artığı verecek mahalle teyzeleri de yoktur.

tabi salarsan bir milyon kediyi vahşi yaşama belki aralarından en güçlü 1000 tanesi sağ kalacak ve ve bin yıl sonra o kedilerin soyundan gelecek olanlar evrilecektir ama sanırım bu senin sorununa kısa vadeli bir çzöüm sunmuyor?

not: tabi hayvansever değilse insan ne diye bunlara kafa patlatır,diye düşünmeden edemiyor. ki en nihayetinde amaçsızca kafa patlatan insanımsıya da ne diye oturup uzun uzun laf anlatırsın diye de kendine soruyor...

cevabımı aldım, teşekkürler.

ayakbasti ucretinden kurtulamazsin, bankamatik kartini yemezler. oralarda rezil olursun.

herhangi bir otel ismi soyle, rezarvasyonum var de pek sallamazlar. adres gerekmiyor yani.

pasaport problem olmaz.

gidemedim zaten:(

kibris'ta "turkiyeli"leri pek sevmezler ve turkiye'den gelip kacak calisip duzeni bozduklari icin pek istenmiyorlar. dolayisiyla ucak harici gelenlere boyle zorluklar cikariyorlar. o yuzden ucakla git. antep'ten ve adana'dan kibris seferleri oluyor sikca.

Hesabına para yatan kişi parayı dilediği gibi çekip yiyebilir ve banka (tabii dava açmak haricinde siz de) bu durumda ona hiç bir şey diyemezsiniz. Banka adama yatan parayı geri sizin hesabınıza aktarırsa çok büyük problem aslında, çünkü birinin hesabına kendi rızası dışında müdahale ediyor ve bildiğim kadarıyla bu yasak. Bazen bankalar durumu çözmek amacıyla böyle işlemler yapıyorlar, ama ben o adam olsam ve bankaya dava açıp "bunlar benim hesabıma müdahale etti" desem kazanırım. Banka işi çözerse ne ala, çözmezse karşı tarafın iyi niyetine kaldınız.

peki eft yaparken hesap bilgileri yaninda ad soyad sorulmuyor mu ?

bankatik üzerinden yapılmışsa sorulmuyor sanırım.

iki üç kere yaptım ben bunu (evet dikkatsizlikten) sonradan kendi şubemi aradım "şu hesabın sahibiyim, şu hesaba havale-eft yapmaya çalışırken sehven şu hesaba gönderdim. bu işlemin iptalini ve paranın hesabıma iadesini talep ederim" şeklinde bir talimat geçtim. bunu yaptığınızda karşı tarafın hesabında bu paranız bloke ediliyor ve yanlışlıkla hesabına para geçen kişi o parayı alıp yiyemiyor. sonrasında yanlışlıkla havale yapılan kişinin şubesi ile irtibata geçiliyor (sizin şubenizdekiler tarafından) onlar da o şahsa ulaşıyorlar v.s.. neticede para iade ediliyor. 2 gün içinde almıştım ben en geç, sürekli takip etmek gerek ama durumu, kendi şubenizi veya yanlışlıkla havale yapılan şubeyi arayıp "ne oldu bizim iş?" demek gerekiyor. hiç icra takibine falan gerek kalmadan çözüldü benim hatalı işlemlerim, muhtemelen sizinki de çözülecektir.

sevgili kantalem, senin musterisi oldugun bankayi ve havaleyi yolladigin bankayi da belirtir misin ? bankadan bankaya fark ediyor davranis malum.

genelde eft lerde isim ve soyisim girmek zorunlu. böyle aksiliklerde ordan karşılaştırıp mağduriyetleri gideriyorlar.

bankamatiklerden eft değil havale yapılır. ve havalede isim ekranda çıkar. numarayı yanlış girdiğinde farklı bir isim çıkar ve onu onaylayan da artık nası yanlışlık yapar bilemem

@nochristrequiress
garanti bankası ve akbank'tan ayrı ayrı birkaç kez yanlış hesaplara eft ve havale yaptım(internet şübelerinden yaptım havale/eft'leri) hangi bankalar olduğunu hatırlamıyorum ancak bir faks ve sürekli diyalogla çözdüm tüm problemleri sonrasında.

@efruz
havalede onay veriyor haklısın ancak otomatiğe almış bir biçimde tıklayınca insan isme-cisme bakmıyor; kısa bir süre içerisinde iki kere yaptım bunu. olmaz olmaz deme olmaz olmaz.

bunun tam ve kesin bir çözümü var ise şöyleb ir risk doğmuyor mu? misal ben birine bir şey sattım, adam parasını eft ile yolladı, hesabıma baktım, kargomu verdim o arada. sonra adam bankasını aradı yanlışlık yaptım dedi... uğraşıp duracak mıyız?

Bir keresinde de bir arkadaş bana eft yapacaktı, gereksiz diye isim kısmını tam doldurmamış. Para arkadaşın hesabından çıkmış gözükmesine rağmen elime ulaşmadı. Bankayı aradık hatalı isimli eft lerde para 1-2 gün içinde hiç bir işlem yapmadan göndericinin hesabına iade edilir dediler. Gerçekten de öyle oldu para geri döndü. O yüzden isim yanlışsa endişe edilecek bir şey yok diye düşünüyorum...

hallettim cok sukur az once. yaziyim nasil oldugunu da basina gelen olursa ornek alsin:

isim tutmadigindan oturu para ykb nin havuzunda bekletiliyormus. parayi hesabima aktarmak icin is bankasinin onlara fax cekmesi gerekliymis. neyse arkadasim 3-4 kere soyledi is bankasini arayarak, anca bugun haber verdiler. el .kiyle gerdege girmek bu olsa gerek. gittim bankadaki kadina yalvar yakar -hesap babamin adina ve kendileri sehir disinda yasiyorlar- hesaba aktarttim. uzun, burokrasisi bol, yorucu, sinir bozucu bir surec, cok dikkat edin yollarken bir yerlere bir seyler. bir de soyle bir sey var, call center ile hic ugrasmayip direk subeye gidin. call center da 3 kere yonlendirilirsiniz bir yere, 4.de teli kaparlar. is bankasinda da ykb de de aynen bu surec yasandi 6-7 kere. eskiden call center da calisan bir arkadasin dedigine gore, bu tip durumlarda yonlendirirn bir yerlere sonra kapatin diyorlarmis. neyse, bu kadar iste. dikkat edin.

yüzleri hatırlayamama vardı bi hastalık olarak ama adını zerre hatırlıyosam allah da belamı versin.

önce şöyle bir düzeltme yapılması kanaatindeyim:
unutma, bir süreç olarak yok olma değildir.
yani unutulan bir veri (bir kişinin yüzü ya da olay vs) yok olmaz,
bu teknik olarak imkansız.

bu ne demektir?
hafızada olan her şey yerli yerinde kalır ve doğru yol bulunursa,
hiçbir şeyin unutulmadığı görülür.
bunun içindir ki ya kullanılmayan ya da bastırılan bilgilerin unutulduğu söylenebilir ama onlar belirli bir şekilde zihinde yer işgal etmeye devam ederler ya da şekil değiştirerek bize semptom olarak geri dönebilirler.

"gösteren" ile "gösterge" arasındaki ilişkide yaşanan kopukluktandır bu. yani işin türkçesi ise, aşıksın işte, hepsi bu.

hastalıklı bir durum değil, bence sağlıklısınız.

evet var böyle bir şey. hani görsem tanırım ama görmediğim zamanlarda kesinlikle aklıma getiremem yüzünü.

genel bir cevap öncelikle, sadece hoşlandığım kişilere oluyor, mesela 2 senedir görmediğim arkadaşımı 1000 kişinin arasından 10 sn de bulurum, eğer hoşlanmıyorsam:)

benim bilimsel olarak sorduğum bir verinin yok olması değil, düşünmeye, ayrıntılandırmaya çalıştıkça görüntünün yok olmaya başlaması, ya da ayrıntılarının azalmasıydı..

ayrıca evet, aşık olmamdan ve beraberinde gelen dalgınlık hallerinden olabilir, muhtemeldir..

sade ve düz anlatacağım,
elbette konunun uzmanı olduğumu iddia edemem.

**

sevmediğiniz kişileri daha çabuk/sık hatırlamanız da hastalıklı bir durum değildir!
nefret ve cinsellik fevkalade güçlü duygudurlardır,
bazen birbirlerinin yerine geçerler.

mesela ihtirasla (ve tabii ki cinsellikle) arzulanan bir şeye erişememek,
eğer o kişinin engellemesinden kaynaklıysa,
cinsellik tabanlı sevgi nefrete dönüşür ve nefret duyguların doruğudur!
ondan daha keskini yoktur!

misal bir kadının/erkeğin peşindesiniz,
hem çok seviyor ve hem de arzuluyorsunuz.
sürekli reddedilirseniz,
bilincinizin altı ile bilinç çatışacaktır.
üstad rainer funk buna acı adını verecek ve
nefretin bu acından kaynağını aldığını söyleyecektir!

elbette yapılacak yorumlar falcılık olabilir,
o yüzden çok genel yazmağa çalışıyorum.
arzulanan bir şeye kavuşulamaması ya da ele geçirilmeye/üzerinde tahakküm kurulmaya/geçilmeye çalışılan bir şeye karşı belirli bir hırs duyulabilir.
bu duygu yoğunlaşırsa nefrete dönüşür.

**

arzuladığınız kişiyi (âşık olduğunuz diyelim) tam olarak gözünüzün önüne getirememeniz, bir çeşit kaçış.
çünkü son derece arzuluyorsunuz kendisini, olsun istiyorsunuz.
"eğer olmazsa" korkusundandır o kişinin hayaline alışmayı yadsıyor olabilirsiniz.
ama nefret ettiklerinize dair herhangi bir beklentiniz olmadığı için ve nefret son derece güçlü bir duygu olduğu için diğerlerini hatırlıyorsunuz! diyebilirim.

ama tabii ki kesin % 100 şeyler değiller.

prosopagnosia

prosopagnosia değildir problemim..

evet bende de böyle birşey vardı.yüzünü unutuyordum sevdiğim kızın.resmini veya kendisini görene kadar nasıldı ki diye kıvranıyordum.işin garibi alakasız insanların yüzünü unutmazken onun yüzünü unutmaktı tabi.

yüzlerin tuhaf bir durumu var. ben kendi yüzümü bile hayal edemiyorum bazen. ama aynaya bakınca şaşırmıyorum da. çevremdeki insanların yüzünü de hayal edemediğim çok oluyor gel gör ki bir kere gördüğüm yüzü, bir daha gördüğümde daha önce görmüş olduğumu asla unutmam(yani tanıştıysam falan). neden olur nasıl olur pek bilgim yok.

bana hep ilk buluşmadan sonra olur. ama ikinci bir defa daha gördüğümde bir daha unutmam. sanırım beyin amcıklamasıyla ilgili bir şey.

tek tek model gösteremem ama bakman gereken ideal markalar şunlar olabilir:
adidas
nike
diesel

luminox
www.saatfarki.com

şiddetle g-shock tavsiye ediyorum.ben saat kullanmaktan nefret ediyorum ama dayımın kolunda onlardan bi tane var ve adam 8 senedir kullanıyor çokta süpercool bir duruşu var yani

swatch ve g shocklar iyidir.resimdekine cok benzer bir saati yaklasık
10 sene kullandım (swatch idi ) hala da calısıyor.
sezen aksunun da dediği gibi "seyirlik degil ömürlük olsun."
tsk pls

o resimdekinden bende vardı kayış değiştirmekten bıktım valla hemde kokuyordu yıkamazsan. çelikten şaşmayın kokmaz,kopmaz,eskimez.

arkadasin da dedigi gibi, bez ve kumas kayislar senin tenini emeceginden koku yapacaktir. alacaksan plastik al derim. mesela swatch un skin modelleri harikadir. siddetle tavsiye ederim.

kesin bir ipucu verir mi bilmiyorum fakat 120 milyarlık bir ev için 700 ytl kira istendiğini biliyorum.
tek örnekle genelleme yapmamak lazım fakat kiralar istanbulda pahalı evet..

zaten benim de amacım,
bu paraya maksimum kira getiren bir ev bulmak, her halükarda, Ankaradakinden daha çok getireceği de kesin gibi...

biraz yukari cikabilirseniz butcede z.burnu tarafindan alip 800-1000 civarinda kiraya verebilirsiniz.

beylikdüzünde oturuyorum. ve 100-140 arası piyasa buralarda. ve kiralar minimum 600 civarı. bir göz atabilirsiniz.

Akıl vermek gibi olmasın ama 120bin TL'yi minimum %15 faizle bankaya yatırsanız bile ayda 1500TL civarı faiz getirir. Üstelik acil toplu paraya ihtiyacınız olduğunda direk çekebilirsiniz parayı, evi değerinde satmanız haftalar sürer. Ayrıca kiracının kirayı geç yatırması, evin tadilat masrafları ya da kiracıyla oluşabilecek hukuki sorunlarla uğraşmazsınız. Ya da ne bileyim iş falan kurun ama yatırım amacıyla emlak almak pek mantıklı bir yatırım değil bence, kendiniz oturacaksanız ayrı tabi...

arkadaşlar da söylemişler bende tekrar edip iki örnek vereyim,
önemli olan muhit, eğer işlek biryerlerde ise, yakınında okul, hastane, iş merkezleri, askeriye gibi yerler varsa, bu kira konusunda bir artıdır, bu gibi merkezi yerlerde aile bireylerinin genelde ikisi çalışır, yada tek kişi çalışır iyi bir maaş alır, kira ödemesi daha rahat olur, gaziosmanpaşa gazi hah. bir dairem var ortalama 80-90 bin eder buranın getirisi 350 ytl. (doğalgaz falan yok evde) şu an oturduğum yerde (ayazağa) kiralar 600-1000 arası değişiyor (sitelerde daha pahalı), çeliktepe,gültepe (4.levent tarafı) ev çok aşağılarda kalmamak kaydıyla en az 700 ytl getirir. ev seçimi biraz zor, hele ankarada oturuyorsanız buradaki evle uğraşmak biraz zor olacaktır (ben gaziosmanpaşadaki evle zor uğraşıyorum :) alacaksanız yeni yapılan/yapılacak bir yer bulup oraya girmek daha iyi olacaktır. henüz inşa halindeki daireye yatırım yapmak, ev bittikten sonraki haline yatırım yapmaktan bir kaç bin ytl uygun fiyata gelir. iyi araştırın.
biraz karışık olmuş olabilir :)

alakasız ama benim bildiğim kira ahlakı, aylık kira evin değerini 10 yılda amorti edecek şekilde düzenlenmelidir der.

mecidiyeköy gülbağ'da alın, ben daha 2-3 ay önce 100 milyara oradaki evimi sattım, saniyesinde 750ytl'ye kiraya verildi. üniversitelere ve bilimum yere yakın olduğu için çok talep görüyor, yalnız iyi araştırın istanbulda her evin bi sakatlığı olabilir kazık yemeyin..(benimkinin bile vardı, yanlış pafta üstüne kurulmuştu, yıkılma kararı çıksa çıkar, tabi zor ama :))

entrapmen: bütçe daha yukarı çıkamaz sanırım,ancak ev düşündüğümüzden daha iyi bir fiyata satılırsa neden olmasın.

minerva: beylikdüzü sanırım biraz uzak, mesela alibeyköy taraflarından evler 80 civarı ama 500 lira kira getiriyor. alibeyköyden mecidiyeköy yarım saat filan.

crown: parayı faize yatırmakla, gayrimenkul almak arasındaki farkla sanırım bir başka duyuruda daha açıklanmıştı. ev likit değil ama uzun vadede, değer artışlarından dolayı vs daha çok gelir getiriyor. ayrıca, evin batması gibi bir durum da yok pek.

vicenzo: muthit olarak benim de planım şu aslında; şimdi karşı tarafta evler güzel, muhit güzel ve insanlar orada yaşamaktan hoşlanıyorlar. bu yüzden emlak fiyatları pahalı. oysa, mecidiyeköy, gültepe gibi yerlerde, insanlar oturmak istiyor (merkezi olduğu için) ama semtler pek iyi olmadığından ev sahibi olmak istemiyor. ben de aslında böyle bir yer arıyorum. annem ve babam ankarada ama ben istanbuldayım. buradan onlar adına takip edebilirim sanırım.

insanimsi: işte bazen o oranı aşabiliyorsun. kiranın yüksek,mülkiyetin düşük olduğu yerlerde.

erostrada: bence de gülbağ mantıklı gibi sanki...

evinizi satın, üstüne kredi çekip beşiktaştan 160-180 binlik bi ev alın, misler gibi en az 1.000ytl'den kiraya verin.

Eğer İstanbul değil de İzmir'i düşünürseniz Balçova civarından 130 gibi (hatta şimdilerde daha düştü satılık ev fiyatları) bir ev alabilirsiniz. Burada bir adet üniversite (İEÜ), bir adet de Tıp fakültesi (DEÜ) olduğundan, ve dahi Balçova'da neredeyse her yer jeotermal enerjiye geçtiğinden kiralar inanılmaz artışta. Minimum 650-700'den başlıyor. Bilginiz olsun.

ben de bu soruya bir yerden dahil olmak istiyorum. ailemin biri haznedar/ist, biri corlu/tekirdag da olmak uzere 2 evi var. kendileri lojmanda oturuyorlar isyerinin sagladigi, cerkezkoyde. annem, bu 2 evi satip, yine o civardan villa almak istiyor ileride oturmak icin. fakat bu villanin su an icin bir kira getirisi olacak degil pek, en azindan ben oyle saniyorum. bu 2 evi satip - 200-250 bin eder ikisi, su anki toplam kira getirisi 900ytl - besiktas civarindan bir daire alsak diye bir oneri getiricem ben de. boylece 2 kiraci yerine tek biriyle ugrasmak daha sorunsuz olur. bir de sahibinden.com gibi sitelerde baktigim kadariyla evlerin kira degerlerine satanlar 1300-1400 kira getirir, icinde 1200den kiraci oturuyor gibi seyler yazmislar. hakikaten bu kadar kira getiriyor mu besiktas civarindaki evler ? eger dogruysa o civardan ev almak gercekten daha mantikli olur. bunun disinda baska bir oneriniz var mi 200bin civarina, kira getirisi daha yuksek olacak ?

140.000 Lira'ya Şişli civarından alınacak olan bir ev ayda 1.000 Lira kira getirir. Baktıklarım satılmadıysa ev bile önerebilirim.