soyle alintilar vereyim, umarim aciklayici olur:
"(...) Birileri soğuktan it gibi titrerken içinde şöminesi, saunası eksik olmayan villaların tanıtımını izlemek,
Açlıktan kırılırken lokantalardan yükselen kebap kokularına yemek buğularına katlanmak,
Sevdiğin, yakının ağrılar içinde kıvranıp doktor, ilaç yüzü göremezken magazin programlarındaki sefahata katlanmak oldukça güç.
Tarihsel süreç içinde tam da bu güç noktada birtakım cin fikirliler devreye girer.
Düzenin korunumu için, ezilen kitlelerin tümlüğünü bozmak için, yahut gerekli görülen bazı dönüşümler için paçavralıların ateş gibi yakıcı öfkesinden yararlanırlar.
Bu öfke uygun görülen kanallara aktarılır.
Böylelikle, gözümüzü açıp kapayıncaya kadarlık bir sürede gördüklerimiz, duyduklarımız, algılarımız değişiverir.
Kötücül olan zenginin yoksulu ezmesi değilmiş gibi görünür örneğin. Tüccarların, sermayedarların çalışanları sömürmesinde değildir aslında yanlışlık.
Kötü olan, yanlış olan, içimizde beslenen kimi gizli düşmanlar, hainler, pisliklerdir. Milletimizin sırtından malı götüren soyu bozuklardır.
(Dönemin özelliklerine göre yahudi, ermeni, kızılbaş, sönme, sabetaycı vb. olabilirler)
Onlar ki vatanımızın, milletimizin gövdesine sancı gibi saplanmış, bütünlüğünü tehlikeye sokmuş urlu hücrelerdir.
Onları kesip atsak, sırtımızdaki bu kenelerden kurtulsak, kanımızı emen bu sülükleri kurutsak her şey düzelebilir.
Dinsel bağnazlık kaynaklı bazı düşmanlıkların, barbarlıkların dışında çağımızda “öteki” düşmanlığına uzanan en kalabalık cadde budur.
Geçtiğimiz yüzyılın başından ortalarına kadar hem yurdumuzda, hem Avrupa’a Asya’da yaygın söylem, medya perdesinde yazılan çizilenler, karikatürler, fıkralar, haberler, kitaplar, dergiler hep bu duyguyu beslerdi.
(...)
Bugünün popüler kültüründe bile bu yaklaşımlar yaygındır.
Örneğin yurdumuzda kitlelere en yoğun propaganda aşılayan kanallardan “Kurtlar Vadisi”ndeki yahudi karakterlerden İplikçi Nedim (banker), yahudiler arasında yokluk çeken bulunmadığı yönündeki düşmanca kanıları körükleyen şakasını pis bir sırıtışla kapatıyor:
“(...) İplikçi:«Benim 1500 burslu öğrencim var», Polat:«Nerede? İsrail'de mi?» İplikçi:«Aman kuzuum. İsrail'de nerede bulacaksın okutacak fakiri!» (...)”
Yahut, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yoksul halkın kanını emenlere ilişkin bir menkıbe şöyle akıp gidiyor:
“(...) «Bu villa kimin?» «Kirkor Efendi'nin Paşam!» «Şu köşk?» «Dimitri Efendi’nin Paşa Hazretleri!» «Ya şu ilerideki konak?» «Salamon Efendi'nin!»
Atatürk bu kez, az ötedeki toprak damlı, virane bir evin sahibini öğrenmek için sorunca, Adanalı gazi cevap verdi: «Recep Çavuş'un Paşam!»
(...) Recep Çavuş gelince bir asker selamından sonra, «Emredin Paşam» demişti. Ata, bu kez
Recep Çavuş'a sormaya başladı: «Bu villa Kirkor Efendi’nin, bu köşk Dimitri Efendi’nin, şu konak Salamon Efendi’nin, o virane de senin! Bu ermeniler, rumlar, yahudiler şu binaları dikerken sen neredeydin?»
Recep Çavuş yılllarca savaş meydanlarında koşturmanın verdiği gönül yorgunluğuyla cevap verdi: «Sizinle beraberdim Paşam! Trablusgarp'ta, Çanakkale'de, Sakarya'da!..» (...)"
Düşman yaratmanın, savaş kazanmanın en etkili yollarından biri, hedef kitleyi karşılarındakilerin onlar gibi olmadığına inandırmaktan geçer.
Duygudaşlık ortadan kalkınca, karşınızdakinin yerine kendinizi koyamayınca, karşınızdakini insan gibi göremeyince her şey olur.
Tecavüzcü bir canavara, Allah düşmanı bir kâfire, milletin kanını emen bir soysuza, küçük çocukların kanını ekmeğine katan bir çıfıta, kuyruklu ve kotu kokan bir hanzoya her şey mübahtır.
Dövülür de, sövülür de, sürülür de, katledilir de, yakılır da.
(...) "
0