abi yaş ve tecrübe olarak çok farklı kulvarlardayız bunu sen de biliyorsun zaten ama şöyle söyleyeyim... annem ve babam ayrıldığından beri "aile kahvaltılarımız" benim için dünyanın en kıymetli şeylerinden biri. "ben annemle kahvaltı yapmayı planlıyodum" deyip iş bırakmışlığım var.
babam hayattayken herkes sürekli gergindi. onun ölümünden sonra anne, kız, iki oğlan olarak pazar kahvaltılarımızdan aldığım tadı dünyada hiçbir şeye değişmem. imkanımız el verdiği kadar güzel sofralar hazırlar, sonrasında çay-sigara-kahve eşliğinde yerine göre pazar günü ÜÇ SAAT sofrada otururduk. ben 30 yaşındayım, bunu hiçbir şeye hâlâ değişmem. erkek kardeşim 22 yaşında, aynı fikirde. kız kardeşim evlenip gitti, çocuğu oldu, hâlâ kahvaltılarımızı çok sever :)
bu biraz benim için "denk geliş" oldu ama dediğin gibi işte direkt aileyle, akrabalarla kaliteli iletişim vs. benim dünyamı değiştirdi diyebilirim. ergenliğimi "atayiz gomaniz" olarak onlardan kaçarak geçirdiğimi düşünürsek özellikle. benimsediler, sevdiler. o açıdan çok şanslıyım.
kendi adıma şunu söyleyebilirim: huzur içinde yatsın, her türlü üzerimde emeği büyüktür ama rahmetli babam çok gergin ve hiç "aile adamı" olmayan birisiydi... ben kendi ailemle, çevremle ondan sonra tanıştım diyebilirim. ondan sonra kendimi keşfettim, kendim olabildim, olduğum halimle kabul gördüm vs...
duyduğun söz bence kalite. hele ki halihazırda aile kurmuş bir adam için. gerçekten, sürekli bir sonrasına bakarsan varacağın yer ölüm oluyor, başka çıkar yol yok.
ben kendi adıma üç kuruşu olmayan eşşoleşşeğin teki olarak ailemle geçirdiğim her dakikayı çok kıymetli sayıyorum. yani tabii ki ben de yatlarım, katlarım olsun isterim ama hakikaten annem ve kardeşlerimle yaptığım bir pazar kahvaltısını ben hiçbir şeye değişmem. kendimce bu da benim zenginliğim diyorum.
herkesin aile ilişkisi ya da bakış açısı aynı değil elbette ama bence çoğu insanda yaşlandıkça aile veya "yakın grup" mefhumu güçleniyor. benim için böyleydi. daha demin başka bir duyuruda yazdım... 23 yaşındayken, "31 yaşında annenle yaşayacaksın" deseler kendimi asardım muhtemelen.
şimdi seviniyorum. kadın yaşlandı. ben yaşlanıyorum. herkes ya ölüyor ya farklı yerlere gidiyor... geçireceğimiz süre kısıtlı. ben ailesi olan bir adam da değilim. akşamları anamla çay içmekten, ara sıra kardeşimi görmekten neden gocunayım? babam zaten öldü gitti, istesem de göremem artık. bunlar çok kıymetli şeyler bence.
velhasıl bana sorarsan insan yaşlandıkça, hele ki ailesine biraz sempatisi varsa ister istemez oraya çekiliyor. onun her hareketi, her davranışı seni de etkilemeye başlıyor. ve naçizane, BENCE bunda utanılacak/sıkılınacak hiçbir şey yok.
hepimiz bir tane hayat yaşıyoruz. kimimiz 20 yaşında, kimimiz 80 yaşında ama sonuçta ölüp gidiyor... şahsen ben bu hayatı annem, kardeşlerim, sevdiğim birkaç akrabamla beraber yaşamayı tercih ederim. yine KOMÜNİZM VE SOSYAL MEDYA mevzuuna girmeyi hiç istemiyorum ama bunun etkili olduğunu düşünüyorum açıkçası. ben de "yakınlarımdan" nefret ederek, onlardan soyutlanarak büyüdüm... yav ne olursa olsun, neticede "ben geyim" desem de, "ben komünistim" desem de benim yanımda olanlar beni bebekliğimden beri tanıyan insanlar oldu. farkındayım herkes bu kadar şanslı değil ama ben öyleydim neyse ki. 30 yaşına geldim. anamın, bacımın, biraderimin, halamın, amcamın, yeğenimin vs. ne kadar yaşayacağının garantisi yok. benim hiç yok. ben onları kaybetmek istemiyorum.
resim ve dağlar konusuna hiç girmiyorum, o konuda kitap yazarım. sadece şöyle söyleyeyim, ben kırklareli'de bir dağ köyünde samanyolu'nu görünce ağlamıştım. bir ya da iki sene önce. "boşa yaşıyoz amk" diyorlar ya, hakikaten öyle... eğer sevdiklerimiz, buradaki varlığımızı anlamlı kılan birileri yoksa gerçekten öyle. istediğin kadar para biriktir, günlük zevk tat, neye yarar?
0