hiç kimse tam anlamıyla bir başkasının hissettiklerini anlayamaz. empati yapmaya çalışır, iyi niyetiyle düşünür, anlamaya çalışır ama tam olarak anlayamaz; hissedemez. ne yaşıyorsunuz bilmiyorum. ama şunu biliyorum, gerçekten çok klişe olacak ama, inanın şu yaşamda "intihar" bir seçenek bile değil, olmamalı... bir çok başarı, ard arda gelen başarısızlıklardan sonra gelir. bazen kişinin mutsuzluğu, salt şımarıklıktır. kaçmak mı kurtulmak mı sorusuna cevap vermek gerekirse, ikisinin de olduğunu düşünmüyorum. zira, ruhunuz ve bu yaşamdaki bedeniniz bir problemle karşı karşıya. eğer onu yenip, olgunlaşırsanız aşmış oluyorsunuz. aşmamayı tercih edip, kendi değiminizle kaçıp kurtulmaya çalışırsanız bence sadece problemi ertelemiş olursunuz. ruhunuzun o probleme, o problemi çözmeye, bu tecrübeye ve sonuçta edineceği olgunluğa ihtiyacı varsa; ki olmasa neden karşı karşıya gelesiniz? bambaşka bir polarizasyonda, buna ister öte taraf diyin, ister reenkarnasyon, neye inanırsanız inanın, benzer bir problemle tekrar yüzleşeceksiniz. taaki bunu aşma olgunluğunu gösterene kadar... bu elbette benim kişisel fikrimdir. kimseyi bağlamaz. ama bazen düşündüğümde, onca mutsuzluklarıma rağmen, hayatın en ufak biriminde en ufak olumlu bir şey gördüğümde nadir de olsa mutlu olabiliyorsam eğer, hayattaki onca hırsın, paranın, mevkinin, ne değeri var? bunlar zaten yok.. olmadığı için yoksunluğundan mutsuz oluyoruz. ama olan kişileri de görüyoruz, olduğu için mutsuzlar. :) bu bir döngü, bir sınav.. ferrarim olsaydı satıp bilge olmazdım, caddede gazlardım. ama satıp bilge olan erdemleşiyor. bu elbette popüler bir örnek, ama anlamak için yol olabilir. hiç bir şey, Tanrı'nın verdiği nefesi sonlandırmanızı makul kılmayacak... tam tersi burada kalıp savaşmalısınız. her ne ile savaşıyorsanız. ancak o zaman değerli olur kazandığınız şey, ve aslolan huzur, olgunluk, tecrübe ve bilgi birikimi... "yaşamaya mecbursun!"
0