Merhaba, güzel bir soru. Benim hikayem şöyle; 15 yıl kadar hak savunulucuğu üzerine STÖ' lerde gönüllülük esasıyla çalıştım. Aile içi ilişkilerimde, romantik ilişkimde ve arkadaşlıklarımda dikkat ettiğim mevzu; duygu ve ihtiyaçlar. O an soylenen söz, yapılan hareket her neyse; kişisel almamaya gayret ediyorum. Karşı tarafın kendisiyle ilgili diyorum. Ha bazen bunlar bana konforlu, bazen de konforsuz duygular hissettiriyor. Yine sebep aynı: kendiyle ilgili. Ben karşımdakini duygu ve ihtiyaçlar yönünden dinlerken, yargısız, etketsiz yani düşüncelere teslim olmadan dinlemeye bakıyorum. Düşüncelere teslim olduğum anlar oluyor elbette, o zaman da sempatiye düşmüş oluyorum. Bunlar da benimle ilgili şeyler diye yaklaşıyorum olaya. Gönülden vermek diye bir tabir var. Burada beni kaç kişinin okuyacağı ya da okumayacağı umrumda değil. Belki bunları değerlendirmeye hazır olan bir kişi yararlanır, hayata bakışına bir katkım olur motivasyonuyla yazıyorum. Gönlünden geçerse sorar, teşekkür eder, kurcalar ya da hiç tepki vermez. Böyle bir karşılık beklemiyorum.
Romantik ilişkimde fark olarak sevgi dilimi öğrensin, geri bildirim versin, saygıyı yitirmesin ve beni de gelişmeye teşvik etsin. Bunlar zaman istiyor. İnsanların duygu ve ihtiyaçlarını öğrendikten sonra kızgın kalamıyorum. Klinik psk. Marshall Rosenberg diyor ki; her türlü öfkenin temelinde, karşılanmamış bir ihtiyaç yatar. Bunu bildikten sonra, öfkeden önce, aidiyet ihtiyacımı belirtmek kalıyor geriye. İhtiyaçlar değil, bizi bu ihtiyaçlara ulaşmak için seçtiğimiz stratejiler çarpışıyor. Bir adım geri atıp o insanda neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorum, tahminlerde bulunurum ya da onu dinlerim. Zaten bu aşamada bağ kuruyor ve yer kaplayamamak ya da parçası olamamak diye bir süşünce geçerli olmuyor.
Bu arada; yer kaplayamamak, parçası olmamak gibi duygular demişsiniz; bunlar duygu değil. Duygu sanılan düşüncelerdir.
0