Türkçe öğretmenlerimin içinde bir tanesi, üniversitedeyken aldığım, Türkiye'de dilbilimi konusunda sayılı isimlerden biri imiş. Kütüphanesi benimkini 100 kere katlar, bilgisi milyon kere katlar. Ama açıklarken öyle bir dikte ettirirdi ki, ağzımı açmaya çekinirdim. Korkunç değildi ama apartman yönetimini ele geçiren emekli albay havası vardı. Sözlükte ve birçok yerde bilgisine methiyeler düzülen bir adam, ki haklılar da ama bilmekle öğretebilmek arasında uçurum var bence. O derste çekinirdim, soru sormazdım, saygı duyamazdım. Bir sonraki dönem başka birinden ders aldım hemen 'Bildiği ona kalsın' diyerek. Adamın yüzünden söylediği konularla 10 yıl daha geç ilgilendim. O an söyledikleri ilginç konulardı ama anlatma şekli Nazi ciddiyetinde olunca 'Bitse de, bir daha söylediği şeyleri görmesem, kurtulsam' gözü ile baktığım için gitti. Birisi soru sorduğunda 'Merhaba dünkü b.k, şimdi sana anlatayım' der gibi bir havası vardı.
Ortaokuldaki öğretmenim belki onun bildiğinin 10'da birini biliyordur. Yani, ben 1 birim biliyorsam, o belki 10 birim biliyordur, o korktuğum adam ise belki 100000... biliyordur. Yine de dersini alacak olsam 10 birim bileni seçerdim. Çünkü adam rahattı; saygısız değildi ama çok da ciddi değildi sınıfta. Hani, 'dersini gereğinden fazla ciddiye alan resim öğretmeni' gibi başlıklar var ya, hepsi için geçerli bence bu durum; resim için de, matematik için de, başka dersler için de. 'Hayattaki en önemli şey bu değil' havasını arıyorum ben.
Her öğrencinin de durumu ayrıdır sanıyorum. Ben o ciddiyeti görünce gerilebilirim, başkası o ciddiyeti görmeyince 'İmam böyleyse, cemaat de benim' diyerek hepten şımarabilir. Gerçi sınıfta rahat davranmayıp dersini takip ettiğim hocalar çok oldu, benim bir dersi takip edememem zaten iyice ilgi alanımdan milyon kilometre ötede bir ders olması demek. O adamın da dersini zorlaya zorlaya takip ettim ama katılmadım, katılmak istemedim.
0