Adamda çok bir şey göremedim. Çok kişi gibi İstanbul'la sevgi/nefret ilişkisi var işte. Çoğu kişi olarak İstanbul'dan nefret ediyoruz ama biri "Eee burada yaşama" deyince "Ben mecburum, sen yaşama" diyoruz. Hepimiz aynı konumdayız ve birbirimizden nefret ediyor, yaşadığımız kaos için birbirimizi suçluyoruz. Oysa, bu da şuna benziyor
www.biketoworkblog.com 
Huzur bulduğumuz, mutlu olduğumuz tek zamanlar İstanbul boşken veya İstanbul'da değilken yaşadığımız zamanlar. Objektif değil çünkü duygusal, her gün İstanbul harbi ile savaşan insan nasıl objektif olsun İstanbul konusunda. Adam bunalmış ve patlama noktasına gelmiş, bu durumda da en ufak sevindirici şey böyle çelişkili, tutarsız mutluluklara neden oluyor. Demek ki adam stresten çıldırmış İstanbul'da. Bu da aşırı normal bir şey. Açıkçası İstanbul'da değilken ve İstanbul boşken seviyorum İstanbul'u.
Belki başka bir örnek üzerinden daha iyi anlardım. Bu örnekle ufkumu yeterince açamadım, demek istenileni hissedememiş olabilirim. Şu an adamın dötlüğü ile başka bir döt olarak süper empati yapabiliyorum.
Ha, yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmemek denebilir de, kabuk da kabuk olsaymış.
Edit: godoşu beklerken "hınç" demiş, güzel demiş. Gerçekten de İstanbul'da yaşamanın getirdiği bir hınç var.