şiiri asla dinleyemem. dinlemem rahatsız olurum nedense. o ses tonu hoşuma gitmez. hiçbir ses tonu gitmez gerçi. şiir benim için sessizce okunur. kendi kendine yorumlanır.
bir gün hocamız çok sevdiğim bir şiirin anlamını açıklamıştı o haya kırıklığımı anlatamam, ben çok farklı bir şey düşünüyordum halbuki o şiiri her okuyuşumda. ahmet haşim'in bir sözü var aklıma hep o gelir bu konuda.
"bir şiirden anlam çıkarmaya çalışmak, bülbülü eti için kesmeye benzer."
işte tam da böyle benim için. her okuyan kendi anlamını çıkarır şiirden. bu sadece şiire has bir şey. diğerleri bunun kadar karşılayamaz bu tanımı.
senin yaşadığın duyguları, hissettiklerini birisi yaşamış ve dillendirmiş. bu çok iyi hissettirir. bunu yaşayan tek kişi olmadığını düşünürsün, anlaşıldığını hissedersin biraz da.
az önce dediğim gibi açık uçludur şiir. o yüzden kendine uyarlayarak bir anlam da çıkarabilirsin.
metaforlara gelince, hani bazen hep gözünün önünde olan bir şeyin, bir başkası gelip çok farklı bir ayrıntısını yakalar da gözlerin açılır, şimdiye kadar benim aklıma nasıl gelmedi dersin ya işte bu da o etkiyi bırakıyor insanda biraz. o yaratıcılık, tasvirler, benzetmeler insanı kendinden alabilir.
son olarak kelimeleri kullanma. güzel konuşan, kelimelerle oyun oynayan insanlardan herkes etkilenir. e şairler de bunu yapmıyor mu? alttan alta o kelime zenginliği, yaratıcılık, düşünce boyutları... bizleri etkiliyor.
liste uzar gider böyle. dediğim gibi dinletileri ben de hiç sevmem. evet nazım hikmet'i çok severim hem de entellik olsun diye değil sahi severim.
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!
Ağlama salkımsöğüt,
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!
0