ekteki fotoğrafı çoğunuz biliyordur zaten. bilmeyenler için özet geçeyim. fotoğrafı çeken kişi güney afrikalı bir fotoğrafçı `kevin carter`, bu fotoğraf sayesinde `pulitzer ödülü` alıyor. fotoğraftaki küçük sudanlı kız, açlıktan ölmek üzere bir şekilde ilerideki yemek dağıtılan merkeze sürünerek ula
ekteki fotoğrafı çoğunuz biliyordur zaten. bilmeyenler için özet geçeyim. fotoğrafı çeken kişi güney afrikalı bir fotoğrafçı
kevin carter, bu fotoğraf sayesinde
pulitzer ödülü alıyor. fotoğraftaki küçük sudanlı kız, açlıktan ölmek üzere bir şekilde ilerideki yemek dağıtılan merkeze sürünerek ulaşmaya çalışıyor, arkasında da bir akbaba, kızın ölmesini bekliyor.
kevin carter, pulitzer ödülünü aldıktan 3 ay sonra intihar ediyor. o küçük kızın fotoğrafını çektikten sonra akbabayı o anlık ordan kovuşturmaktan başka hiçbir şey yapmadan oradan ayrılmayı kendine yediremiyor. oysa ki afrikaya giden herkese ölümcül hastalık kapma riski yüzünden yerli hiçkimseye dokunmamaları sıkı sıkı tembihleniyor. ama yine de bu sahne sürekli rüyalarına giriyor ve en sonunda dayanamayıp kendi canına kıyıyor...
soruma gelecek olursak; başkalarının rüyalarına hiç girmiyor mu böyle yitip giden hayatlar? hiç uykularından uyanmıyorlar mı kan revan içinde? verdikleri yanlış kararların ağırlığı hiç düğümlenmiyor mu boğazlarına? intiharı zaten saymıyorum, istifa etmek niye kimsenin aklının, onurunun, gururunun ucundan geçmiyor?