1680 yılında bir gün, sabahın erken saatlerinde, Luigi Ferdinando Marsigli adlı genç bir İtalyan, İstanbul açıklarında Boğaz’a demirlenmiş bir gemide, aşağıya ağırlık sarkıtıyordu.
Bütün denizciler Karadeniz’in Boğazlardan kuvvetli bir akıntıylabatıya doğru aktığnı ve Marmara Denizi ile Çanakkale Boğazını geçerek Akdenize ulaştığını bilirler ve daima bilmişlerdir. İÖ üçüncü yüzyılda, Rodoslu Apollonios, İason’la Argonotların teknelerini Boğazdan geçirip akıntıya karşı mücadele ederek nasıl doğuya doğru gittiklerini, “iki tarafı engebeli kayalıklarla çevrili rüzgarlı bir geçitten, alttan akan güçlü burgacın suları ilerliyen gemiye çarparke” Karadeniz’e kürek çektiklerini anlatır. Şimdi aynı akıntı Marsigli’nin teknesini demirini zorlayarak uzaktaki Akdeniz’e doğru çekiyordu.
Marsigli denize attığı ipe aralıklarla beyaz boyalı mantar işaretler bağlanmıştı. Önce ipi serbest bıraktı, işaretlerin, Karadenizden gelen akıntıyla batıya yönelip kıça doğru sürüklenişini seyretti. Ama sonra, azimle aşağıyı gözlemleyerek, görmeyi umduğunu gördü.
Daha derindeki işaretler, aşağıda parıldıyarak, ters yönde ilerlemeye başlamışlardı. Yavaş yavaş teknenin altından geçecek kadar ilerlediler ve ağır ip, yüzeye yakın yerde batıya yönelirken, daha derinlerde doğuya dönüp yay şeklini almıştı. Şimdi biliyordu. Boğaz’a iki akıntı vardı, tek değil. Üstte bir akıntı, bir de daha derinde karşı yönde bir akıntı vardı; Akdeniz’in derinliklerinden Karadeniz’e akıyordu.
0