merhaba.
çok bilinen bir lafla başlayayım:
beyler, roma bir günde yıkılmadı.
ama yıkıldı.
bugün, güney sınırımız boyunca —akdeniz'e kıyısı olan suriye’den başlayarak irak ve iran’a uzanan hatta— tarihsel olarak ilk defa legal statüyle tanınacak, akdeniz’e uzanacak, zagrosları kapsayacak bir kürt devleti ihtimali konuşuluyor. bu, sadece harita üzerinde değil; ideolojik, politik ve tarihsel bir kopuştur. çünkü kürtler, bugüne kadar hep başkalarının kurduğu medeniyetleri sahiplenerek tarihsel meşruiyet aradılar: asurlular, medler, urartular... hepsi "bizdik" iddiasına sokuldu. ama ilk kez “burası bizim” diyebilecekleri uluslararası meşru bir yapı kuruluyor. bu, kökten bir kırılmadır. ve bu noktaya öyle bir günde gelinmedi.
peki neden dursunlar?
kim, ne zaman, neyin karşılığında "artık yeter" dedi?
türkiye’nin içinde ise bu fikri sol değerler üzerinden pazarlayan bir parti var. sözde; kadın-erkek eşitliği, insan hakları, özgürlükler. peki gerçek ne?
bu partinin en yüksek oy aldığı illerde kadınlar ikinci sınıf:
berdel hâlâ var. kız çocukları okutulmuyor. akraba evliliği kutsanıyor.
aşiret mensubu olmak hâlâ bir övünç meselesi.
kaçak elektrik, sigara, çay normalleşmiş.
feodal düzenin temsilcileri kendini sol maskeyle sunuyor.
ağalık rejimi sürüyor ama "demokrasi" diyorlar.
işin ironisi şu:
bu düzeni eleştiren herkes ırkçılıkla, ayrımcılıkla yaftalanıyor.
çünkü bu yapı, etnik kimliğini bir tür dokunulmazlık zırhı olarak kullanıyor.
ve bu dokunulmazlığı türk solunun bir kısmına da yedirdiler.
bu insanlar açık açık “bu topraklar bizim” diyor.
hiç yumuşamadılar.
istediklerini almadan neden dursunlar?
bugün “bir kilo toz, bir otoboz” söylemiyle alay ettiğimiz tipler,
yarın bu coğrafyada sistem kurucu unsur olma hayali kuruyor.
ve çok uzağında değiller.
roma bir günde yıkılmadı.
barbar dedikleri kavimleri içeri aldılar.
vatandaşlık verdiler.
orduya soktular.
bir gün o barbarlar dedi ki:
“bu işler kolaymış. general de oluruz, imparator da.”
ve oldular.
sonra da bildiğimiz roma yıkıldı.
sınırlar içeriden çöktü.
geriye latincesi bozulmuş bir halk ve taş üstünde taş kalmamış bir sistem kaldı.
bugün türkiye’nin önündeki kırılma çizgisi tam da budur.
soru açık:
“barbarlar içeri alındığında sistem ayakta kalabilir mi?”
0