ben kitapları kontakt lenslere benzetiyorum. tabii bunun en önemli nedeni lens kullanmam sanırım. işlevsel olarak benzerlikler görüyorum aralarında. nasıl ki lens olmayınca hayata/çevremdekilere dair pek bir şeyi fark etmeden ve hatta bazen bir seylere çarpa çarpa yaşıyorsam, okumayınca da bir şeyleri olabildiklerinden/olduklarından daha az/flu/karmaşık/zor/belirsiz görerek yaşıyorum diye düşünüyorum. lens takınca her şey netleşiyor, berraklaşıyor. gözümün önünde apaçık duran birçok şeyi lenssiz göremezken lensle her ayrıntıyı fark edecek şekilde hiç zorlanmadan görebiliyorum. kitap da öyle. daha doğrusu, okumak da öyle. olayları, düşünceleri, konuları berraklaştırıyor. her şey sanki daha şeffaf bir hal alıyor. görememenin yarattığı huzursuzluğu da alıyor bu. gördükçe, fark ettikçe, bildikçe sakinleşiyoruz; çünkü anlamakta zorlanmıyoruz artık. taşlar yerli yerine oturuyor bir nevi. tabii bu bir kitap okumayla olacak iş değil. severek, isteyerek ve sindirerek okumalı. daha da önemlisi, her zaman daha uzakta ve daha bulanık şeyler olduğunu bilerek okumak gerek. kaldı ki, okumadan neyi göremediğimizi de bilemeyiz. okumak ihtimalleri arttırıyor. 'a hiç böyle bakmamıştım' dediğimiz bir sürü şey fark ediyoruz.
bilhassa lens dedim, zira varlığını hissetmiyoruz çoğu zaman. gözlük gibi başkaları tarafından fark edilmesi de kolay değil. sadece lensi takan kişi biliyor neyi nasıl gördüğünü ve zamanla kendi gözlerimiz gibi oluyor lensler. okumak da zamanla görme duyusu gibi vazgeçilmezimiz oluyor. sürecin nasıl işlediğini bile fark etmeden daha net görüyoruz işte. bence bu daha katlanılır kılıyor her şeyi. belki barışmıyoruz ama katlanabiliyoruz. bir de, nasıl ki doğru lens ne kadar hayati ise doğru kitap da o kadar önemli. her göze her lens olmadığı gibi her kitap da okunmayı hak etmiyor veya okuması kolay olmuyor.
0