Ben de öznel bir cevap vereceğim buna. Olayın kurguya ya da gerçeğe dayanmasından öte benim bakış açımı benden daha iyi şekilde yansıtıyorsa bir eser/çalışma, onu okurken kendimden bir şeyler bulduğum için keyif alıyorum. Misal Dostoyevski okurken -hatta doğrudan bir eserini söyleyeyim, Yeraltından Notlar- oradaki bir karakterin analizi, olaylara bakış açısı, hayata dair genel zihniyeti vs beni çekiyor. Sanki Dostoyevski ile sohbet etmişiz de o benim bu düşüncelerimi, çelişkilerimi veya çıkmazlarımı kağıda dökmüş gibi hissediyorum. Bu da bu eseri benim nazarımda ayrı yere koyuyor. Albert Camus'nün Düşüş'ünü okurken de "Aa, ne kadar da doğru. Niye insanlar olarak böyleyiz acaba?" demişimdir çoğu kez.
Ya da benden iz taşımasa da bir eserdeki hakim olan duygunun sonuçlarını, kendi hayatımda bu denli uç yaşamama rağmen deneyimlemiş gibi oluyorum. Belki Satranç ya da Kumarbaz'daki kadar hırs peşinde olmadım, Kırmızı Pazartesi'deki kadar "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" düsturu ile yaşamadım hiç belki ama bu eserler bende hep farkındalığı daha ileri seviyeye götürdü diye düşünüyorum.
İşte bu saydığım şeyleri başarılı şekilde ele almış ne varsa okurken bana keyif verir. Eğer beklentimi tam olarak karşılamışsa "İyi ki okudum bunu!" diyorum. Kafka'nın bir sözünü görmüştüm bir yerde ve tamamıyla katılıyorum buna:
-Eğer okuduğumuz kitap bir yumruk gibi kafamızda patlamazsa o zaman o kitabı neden okuyalım? ... Ama bize etki edecek kitaplara ihtiyacımız var, tıpkı bize ıstırap veren bir felaket gibi, kendimizden daha çok sevdiğimiz birinin ölümü gibi, bütün insanlardan uzak, sanki ormanlara kovulmuşuz gibi, bir intihar gibi, kitap içimizde donmuş olan denizi kırmak için kullanacağımız bir balta olmalı.
0