Yukarıdaki hemen hemen her şeye katılmakla ve en önemlilerin onlar olduğunu bildirmekle birlikte, iki ek yapmak isterim.
İlki, insanların posasını çıkararak çıkarıyor bu insanları. Girişimcilere de geçeyim, öncelikle akademiden bahsedeyim. Gelenlerin hepsi dünyanın en seçmeceleri. İyi yerdekiler çok daha seçmece, kaymak tabaka, lordlar kamarası. Onlar da 'Haftasonu olursa, şöyle tatile giderim. Böyle eğlenirim' demiyor. Örneğin, bir arkadaşıma hocası 16 haftasonunu okulda geçirmesini ve deneyler yapmasını istedi; o da hafta içleri ve ehafta sonları okulda. Geceleri 3-4'te çıktığım oluyor ve tek değilim; çıkıp binaya dönüp baktığımda sabahlayan en az 5-10 kişi oluyor. 3-4 saatlik uykularla dayanıyoruz. Haftasonu tek istenebilen tek şey uyku haline geliyor. Çinliler ve Hintlilerle yarışıyorsun ki, ülkelerinde bir sınavda 100 üstünden bir puan düşseler önlerine yüzbinlerce kişi geçiyor ve hayallerine elveda diyorsun. O yüzden, acımasız ve yarışmacı oluyorlar. Haliyle, onların olduğu ortam da acımasız ve yarışmacı oluyor. Haliyle doğuştan dahi olup her teoremi şıp diye ispatlayamıyorsan veya o zorluğa gelemiyorsan, sistem seni eliyor zaten. Hiçbir şey olmadan geldiğin yere dönüyorsun. Bundan geçsen bile ne işin garanti, ne yerin, ne yurdun. Dolayısıyla, çok çalışan başarılıdır diyemem ama başarılı olan mutlaka eşşekler gibi çalışmıştır, sen ben dizi izlerken, 'Stranger Things'in ikinci sezonu çıktı' derken, o arkandan 'Haa, izle, izle de ben seni geçeyim' diye bakar. İş hayatı buna göre rahat ama çok farklı değil. Zalimdir; ona dayandığın veya bu bakış açısına sahip olduğun sürece seni göklere çıkarır, dayanamazsan veya reddedersen seni yerin dibine gömer.
Hobiler için çok çelişkili bir durum var mesela. Öğrencilik boyunca 'extra-curricula' adına çok yönlü bir insan olduğunu hobilerle göstermen gerekiyor, iş hayatına geçince de 'benim zaten en büyük hobim işim' modunda olman bekleniyor. Ki başarılı olanlarda hobisi işi oluyor gerçekten. İş vaktinde de, hobi vaktinde de gerçekten severek çalışıyorlar. Yani, durum %100 şu:
scontent-sea1-1.cdninstagram.comİkincisi de, girişimcilik ve risk endeksi. Amerika'nın 'Belirsizlikten kaçınma' endeksi %46 iken, Türkiye'de %85.
uzumc.files.wordpress.com 
Neredeyse iki katı. Türk birinin yazdığı bir kitap vardı ama adını da yazarını da unuttum şimdi. Yukarıdaki veriye bağlı olarak iki şey çıkıyor. Bizim ülke 'Memur ol, maaşını ve emekliliğini garanti altına al. Geleceğin garanti olsun' ya da 'Yapma demiyorum, hobi olarak yine yap' ülkesi. Amerika ise 'Haydi, ben bir daldım, dalıyorum. Rasgele' ülkesi. İkinci olarak da Türk kültüründe, bir kere battın mı; milletin ağzına, diline sakız oluyorsun. 'Öyle açmıştı ama beceremedi'ler gırla gidiyor. Amerika'da ise batmak zaten çıkmanın bir parçası olarak çoğunluk tarafından kabul ediliyor. 'E batmadan, nasıl çıkacaksın ki' anlayışı hakim. O yüzden, bizdeki gibi bir kere battın mı, seni daha da tutup çeken olmuyor.
Bir de aslında, yukarıdaki tablodaki çok kötü bir şeyin iyi olan bir sonucu bu: bireysellik endeksi. Türkiye'nin bireysellik endeksi 37, Amerika'nın 91. İki ülke için de iyi değil bu sonuçlar. Bunun anlamı şu, Türkiye'de millet senin iç işlerinde, yukarıda anlattığım durumda olduğu gibi ama düşersen tutacak birileri de belki olabiliyor. Akrabalık ilişkileri güçlü. Atıyorum, senin borcu kardeşin, annen, baban, vb. ödeyebiliyor. Türkiye bu konuda bazı istisnalar dışında el bebek, gül bebek resmen. Amerika ekstra bireysel; kişisel alanın varlığı güzel ama yalnız ve korunaksız. Düştüğünde seni tutacak ailen yok ve her koyun kendi bacağından asılıyor. Dolayısıyla, risk çok yüksek. Battın battın, çıktın çıktın. Dolayısıyla, Steve Wozniak'tır, Bill Gates'tir; bir yandan bunları görürken; bir yandan da yüzbinlerce evsizi, otobüs durağında otururken ölüp 2 gün fark edilmeyeni de görmek gerekiyor. Bunlar birbirinden ayrı değil. Yani, başardın mı tam başarıyorsun ama çakıldın mı da iyi çakılıyorsun ve daha fenası, yalnız çakılıyorsun. Dolayısıyla, başarısız olma şansın yok, asılıyorsun. Başarı özgürlük, eğitim, para, vb. gibi güzel kaynaklardan da geliyor; iş güvensizliği, yalnızlık, korku gibi negatif kaynaklardan da geliyor. Madalyonun 'Bizim ülkemiz çok kötü, onlar bilimi destekliyor' dışında, aslında diğer yüzü olan, kimse seni desteklemediği için başarmaktan başka çarenin olmadığı bir sistemden de geliyor. Bir yandan bilime, sektöre destek tamken, bir o kadar da acımasızlığı var. Akademisyenin değeri bölümüne aldığı proje kadar, iş hayatındakinin kazandırdığı para kadar; ötesindekiler genelde tırı vırı. Bu sistemi içselleştirip kucaklarsan, başarıya daha yakın oluyorsun haliyle. Özetle de, vahşi kapitalizm sadece şekil değiştirmiş olarak devam ediyor. Değerli olmak, değerli kabul edilmek istiyorsan para kazanacak ve kazandıracaksın; bu kadar net. O yüzden de 'Başarılı olmanın 10 yolu', 'Aşmış insanların 5 alışkanlığı', '3 saatte 6 saatlik iş yapın' gibi kitaplar en çok satan oluyor; üniversite öğrencileri kaçak Adderall alarak çalışıyor. Gerçi son yıllarda Ferrari'sini Satan Bİlge tarzı bir iki isyankar bakış açısı popülerlik kazandı ama o da anlık rahatlatıcı olarak iş görüyor.
Bir de eğitim sistemi için şunu eklemek isterim. Daha dün ya da önceki gün PISA direektörü Türk öğrenciler için 'Ancak ezberciler, hiç yaratıcı değiller' dedi ve sistemi yerin dibine soktu.
t24.com.trYaratıcılık bu tür girişimlerin en büyük parçalarından biri ve öğretilmiyor, aşılanmıyor. Dolayısıyla, öyle ete böyle yahni. Bu da öğretmenin veya öğrencinin suçu değil; müfredatın ve yaklaşık 50 küsur yıldır Milli Eğitimi tutkuyla değil de, ezberden yönetenlerin suçu.