hayır, yapmadım ve yapmayacağım. muafım çünkü (duyurucular sayesinde).
ama ben de gerilirdim o tür lafları duydukça ve "heba olup gideceğim askerlikte." diye kara kara düşünürdüm. yerlerin temiz olmasına rağmen "mıntıka temizliği yapacaksınız.", "evet, şınav vakti. 5 tane çekeceksiniz. 1-2-3-4, 1-2-3-4, 1-2-3-4,...", "pisuavara büyük tuvaletini yapanı gördüm gözlerimle.", "duş için herkesin birkaç dakikası var. ondan sonra su kesiliyor, kalakalıyorsun ortada." gibi lafları işittikçe de geriliyordum. mesela kardeşim askerlikten sonra bir daha et ürünlerini yemiyor.
bu hikayeleri dinledikçe dostoyevski aklıma geliyordu. çünkü kendisi
ölüler evinden anılar'da şöyle diyordu ve ben zamanında bunun altını çizmiştim:
-Bir köylü dışarıda belki daha çok çalışır, hatta yazın geceleri bile didinir, ama o kendisi için ve makul bir amaçla çalışır; bu sebeple, onun çalışması zoraki ve kendi gözüyle faydasız gördüğü sürgün işinden daha kolaydır. Bir keresinde aklıma şöyle bir fikir geldi: Bir insanı ezip mahvetmek, ona en korkunç bir katilin bile duyunca titreyeceği kadar ağır bir ceza vermek isteyenlerin, insana yaptığı işin tamamen anlamsız, faydasız olduğu duygusunu vermesi yeterlidir. Bugünkü sürgün hizmeti ilgi çekmeyen can sıkıcı bir iş olduğu halde, aslında makuldür: Mahpus tuğla keser, toprak kazar, badana yapar, inşaatlarda çalışır; bu işlerin de bir anlam ve amacı vardır. Sürgün kendini bazen buna kaptırır, daha iyi, daha becerikli olmak ister. Ama bir kovadan öbürüne su dökmek, kum elemek, bir yığın toprağı bir yerden başka bir yere taşımak gibi işleri ona zorla yaptırırsanız, sanırım birkaç gün sonra ya kendini asar ya da bu küçülmeden, utançtan ve azaptan kurtulmak için, “öleyim bari” diye binlerce cinayet işler.
burada örneklendirilen hapishane-mahkum olayı ile bizim ülkemizdeki askerlik olayı ne kadar da benzer, değil mi?