Çok da anlamadım ama aklıma şu geliyor. Tolga Çandar Ege şivesi ile yetişmiş bir adam mesela, ODTÜ'de okumuş ve şivesini burada düzeltmiş. Dolayısıyla İstanbul ağzı ana ağzı değil adamın ama Egeli biri ile karşılaştığında anında ve istemsizce Ege şivesine dönüverdiğini anlatır.
www.youtube.com 
Belki, üst sınıftaki kişi de aslında öyle büyümüştür de, beyaz yaka dili sonradan öğrendiği dildir ve aslında özüne dönüyordur.
Ya da ezik görünüp usta parasal olarak adamı yolmasın veya aralarında yakınlık olsun diye öyle konuşmaya dönüyordur.
Düşününce bizim hizmetli Emine Abla vardı, ben de ona 'Emine Ablaa, gel de bir çay içek' derdim. Oysa sülalemde 'içek' diyen bir kişi bile yok, ailemde de diyen yok ama Emine Abla öyle derdi. Ben de Emine Abla'yla hiç farkında olmadan öyle konuşuyordum. Ağzımdan öyle çıkıyordu. Büyükbaşlarla toplantıya girince 'Bu konjonktürde, bu çözümleri uygulayamayız. Bu skecıl fizibıl değil' falan diyordum ki, günlük hayatta konjonktürle, sekcılla, fizibılla falan işim olmaz ama orada konuşurken hiç düşünmüyorum bile. Eminim, hepsi de üstümde emanet gibi duruyordur. Çünkü ne içek'le ne skecıl'la büyüdüm. Eminim ki içek derken Nebahat Çehre'nin içek demesi gibi, skecıl derken de İlyas Salman'ın skecıl demesi gibi oluyordur ama kendimi o havanın içinde kaptırıyorum sanırım.