MEDYAYI NASIL BİLİRSİNİZ?
Kardak kayalıkları, Bosna, şimdi de İtalya. Gazetecilik ilkelerinin birer birer yıkıldığı, gazetecilerin düşünceyle silah arasında silahtan yana tavır koyduğu üç olay. Şimdi, meslek etiği ile gazetecinin hak ve sorumluluğu tartışılıyor...
BERAT GÜNÇIKAN
Kardak kayalıklarına dikilen "ilk bayrak"ta onun parmak izi vardı. Gazetesine kendinden hoşnut, öldürmeyi kutsayan o başlığı atan da oydu: "Cephede bir Sırp vurdum." Objektife ya da kameraya sığdırılan bütün hayatları ya da hayata dair herşeyi izlerken hep korkar olmuştuk, "İyi de bu haber şimdi kimin için..." Kamuoyu yoklamaları, siyasiler ve ekonomistler kadar güvenilmez bulmaya başlamıştı medyayı. Polisten daha polis, ahlakçıdan daha ahlakçı, işadamından daha ihale kovalayıcı, bir hakimden daha kalem kırmaya yatkındı. Ve kirlilik giderek artıyordu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Meslek İlkeleri Komitesi'nin hazırladığı "Hak ve Sorumluluk Bildirgesi" işte bu kirliliğin ortasında ulaştı gazeteciye ve kamuoyuna. Bildirge, birileri "Apo'yu almaya gidiyoruz" diyerek, İtalya'ya havalanacak uçağın merdivenlerinde el sallarken, reyting kaygısının üzerine "Ulusal bütünlük ve güvenlik" örtüsü çekilirken ve tam da bu yüzden yeni kanlar dökülürken -sivil ve resmi yargılayıcı ve cezalandırıcıların şiddeti üç kişinin ölümüne yolaçtı- yayımlandı. Her kafada başka bir yanıt taşıyan, gazeteci kim, hakları ve sorumlulukları ne soruları uluslararası kriterler de dikkate alınarak yanıtlandı bildirgede. Kitap 8 Aralık'ta Gazeteciler Cemiyeti'nin düzenleyeceği basın toplantısıyla hem gazetecilere hem de kamuoyuna ulaştırılacak. Biz de, hem medyada yaşanan kirlilik hem de "Hak ve Sorumluluk Bildirgesi" üzerine Türkiye Gazeteciler
Hem özgürlük, hem etik...
Gazeteciler Cemiyeti medyadaki kirliliğe önlem olarak "Hak ve Sorumluluk Bildirgesi" hazırladı. Gazetecinin doğru davranış kuralları da kaleme alındı.
Cemiyeti Başkanı Nail Güreli, TGC Genel Sekreteri Leyla Tavşanoğlu ile TGC Yönetim Kurulu Üyesi ve Meslek İlkeleri Komitesi Koordinatörü Umur Talu'yla görüştük.
Bildirgeye neden gereksinim duyuldu?
N. Güreli: Son yıllarda meslek ilkelerindeki aşımlar dikkat çekici boyutlara ulaşmıştı. TGC olarak bunun üzerine eğildik ve tüzüğümüzde gerekli değişiklikleri yaparak yüzü aşkın üyeli Basın Senatosu'nu oluşturduk. Umur Talu'nun koordinatörlüğünde de Meslek İlkeleri İzleme Komitesi çalışmalarına başladı. Konuyla ilgili, diğer ülkelerdeki ilke ve yönetmelikleri tarayarak, Türkiye'nin koşullarını ve bizim sorunlarımızı kapsayacak bir metin hazırlandı.
Kimlerin görüş ve onayını dikkate aldı?
N. Güreli: Metin komitede belirlendikten sonra Basın Senatosu'nda görüşüldü ve üyelerin düşünceleri alındı. Komitenin bu düşüncelere bağlı olarak yaptığı değişiklikten sonra bütün gazetecilerin, iletişim dünyasındaki bilim adamlarının, hukukçuların ve sivil örgüt temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda görüşüldü. Bu toplantıda da dikkate alınmaya değer öneriler geldi ve bildirgeye son şekli verildi.
Neden medya kirliliğinden söz eder hale geldik?
N. Güreli: Özellikle seksenden sonra basın sermayesindeki yapısal değişmenin, siyaset ve medya ilişkisinin iç içe geçmesinin, tecimsel hale dönüşmesinin büyük payı oldu. Bu hem siyasette hem medyada bir aşınmayı gündeme getirdi. Başka faktörler de var, promosyon, muhabirlerin eski işlev ve saygınlığının azalması, onların yerini üst düzey yöneticilerin ve köşe yazarlarının almasıyla da böylesine kirliliğe açık bir döneme girildi. Basın çalışanlarının belirleyici olmadığı bu durum yankı yarattı...
L.Tavşanoğlu: Son zamanlarda basınımızda moda olan , gazete patronlarının artık gazetecilerden değil, işadamlarından oluşması. Doğal olarak da iş adamları gazeteleri karhâne olarak görüyor ve "daha çok nasıl kâr ederiz" diye bakıyorlar. Daha fazla reyting yapabilecek haberlere ve televizyon programlarına yönelirken hükümetle, siyasi partilerle son derece kirli gördüğüm ilişkiler içine giriyorlar. Son zamanlarda yaşanan bir durum da, "yıldız" yaratmaları.
Bu "yıldız"ların kirliliğe etkisi nedir?
L.Tavşanoğlu: Neyin, ne olduğu bilinmeden bu yıldızlara birtakım görevler veriyorlar. Bence çok çirkin bir örnek 1996'da, Türkiye ve Yunanistan arasında patlak veren Kardak Krizi'nde yaşandı. Bazı arkadaşlarımız gazetecilikle askerliği birbirine karıştırıp Kardak kayalıklarına bayrak diktiler ve ülkenin haysiyetini kurtardık dediler. Oysa meslek ilkesi gazetecinin o kayaya bayrak dikmesini değil, dikilen bayrağın haberini yapmasını gerektirir.
Sizce medya kirliliğinin nedeni nedir?
U. Talu: Burada sadece Türkiye'ye bakmamak lazım. Dünyada sadece sermaye yapısı, basın patronunun işadamı olup olmaması değil, gazetenin ya da televizyonun hangi sektörlerle iç içe olduğu tartışılıyor. Siyasetle iç içelik sadece maddi menfaat amacıyla değil, ülke politikası adına da olabilir. Bu duruma genellikle yayınlananlar üzerinden bakılıyor ama hem özgürlük hem de sorumluluk açısından daha önemli olan yayınlanmayanlar ve verilmeyen bilgiler.
Sorun, basın özgürlüğünün olup olmamasında mı düğümleniyor?
U. Talu: Elbette, bu bildirgenin de temel aktının bir özgürlük meselesi olduğunu söylemek isterim. Bu, birkaç boyutta; kamu otoritelerinin, devletin karşısında, işletme içinde ve kendisi memnuniyetle kabullense de vicdanında tahribata yolaçan çeşitli çıkarların, tabuların karşısında özgürlük. Bu üç boyutlu özgürlük madalyonunun hemen arkasında, kamu kaynaklı baskılar var. Bu, geleneklerin, toplumdaki hakim ideolojinin ya da işletme yapısının baskısı olabilir. Sorun, gazetecinin bu her ikisine gönüllü ya da zoraki uyumu, bunları kabullenmesi, reddedip mücadele etmemesi, daha da beteri bunları içselleştirip doğru görmesinde.
Bildirge, bu özgürlüğü de vurguluyor...
U. Talu: Bu, temel insan hak ve hürriyetlerine dayanarak kabul edilen gazeteci ve basın özgürlüğünün bir kez daha ilanı. Bu özgürlüğün yerine getirilebilmesi için gazetecinin sahip olması gereken ya da kâğıt üzerinde sahip göründüğü ama kullanamadığı haklarını kullanılır hale getirmek, bunun için mücadele etmek ve her ikisiyle bağlantılı bir şekilde özgürlüğünün sınırlarını, hakların ne için olduğunu kamusal bir sorumlukla idrak etmesini sağlamak gerekiyor...
Bu, dünyanın da sorunu...
U. Talu: Özgürlük hakkının sorumlulukla ilgili kısımları ve işletme içi özgürlük Batı'da da çok tartışılıyor. Bizde belki hem biraz daha pespayelik söz konusu, hem de kamu otoriteleri ve yasadışı baskılar karşısında gazetecinin özgürlük sorunu devam ediyor. Dolayısıyla bu bildirge meslek ilkeleri kadar özgürlük ve özgürlüğün sorumlulukla birleşmesine yönelik bir metindir.
Sizce medya, yaklaşık bir aydır içinde bulunduğumuz "İtalya histerisi"ni neden başlattı ve körükledi?
L. Tavşanoğlu: Bazı gazetelerde ilginç ve çarpık olduğunu düşündüğüm ilişkiler var ve bazı etki ve yetki odakları o gazeteleri, yazar ve muhabirlerini etkilemeye çalışıyorlar. Gazetelerin sahipleri, yazarları ve muhabirleri bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek bunlara alet olabiliyorlar. İtalya krizinde de benzer bir olay yaşadığımızı düşünüyorum. Bence basınımız ve medyamız bu olayda, kamuoyunun doğru haber alma hakkını ihlal eden, yanıltıcı, dezenformasyon dediğimiz haberler vermekte ısrar etti. "İtalya Apo'yu vermek istemiyor" dedi, hem eksik hem yanlış bilgiydi bu, çünkü devlet henüz Apo'nun iadesini istemek için başvuruda bulunmamıştı. İtalyan mallarının boykot edilmesi için kampanyalar açıldı, burada zararı kim gördü, Türkiye mi, İtalya mı? Medyamız ve basınımız, bazı odaklara hizmet eder duruma geldi...
Kullanılan üslup, sözcükler, başlıklar...
L. Tavşanoğlu: Bazı arkadaşlarımız haberi izlemek için İtalya'ya giderken "Apo'yu geri getireceğiz" diye beyanatlar verdiler. Bir gazetecinin görevi Apo'yu getirmek mi, yoksa Apo'nun orada ne yaptığını, İtalya yöneticilerinin ne düşündüğünü doğru olarak kamuoyuna yansıtmak mı? Bütün bunlar medyanın ne kadar kirlendiğini gösteriyor.
U. Talu: Bu olayda İtalyan gazetecilerin tavırları da ilgi çekiciydi. İyice dışına çıkıp bakmaya çalıştığımda uluslar, halklar ya da bireyler hakkındaki önyargının gazeteciliğin çok basit ilkelerini nasıl kolaylıkla çiğnettiğini görüyorum. Problem Avrupalılık'la da çözülmüyor... Bizim eksiğimiz bunları tartışma platformuna getirip toplumsallaştıramamak. Oralarda alternatif tartışma kanalları fazla. Kimse gocunmadan bu konuları tartışabiliyor. Bizde ise bunları tartışmak, vatan hainliğinden milli politikalara aykırılığa kadar pekçok suçlamayı getirir. Ben herşeye rağmen bu son olayda çuvaldızı kendimize de batırarak hiç olmazsa tartışabildiğimizi görüyorum.Popülist milliyetçilik bizde, oralara göre çok daha tehlikeli ve birden infiale kapılmaya ulaşacak derecede ama yaşananlar beni, sorunun sadece Türk medyasına has olduğunu söylemekten men ediyor...
Matbaanın bize geç gelişiyle gazete kâğıdını bu kadar agresif kullanışımız arasında bir bağ var mı sizce?
U. Talu: Bu, yumurta tavuk gibi, matbaa neden geç geldiyse aynı kültürel özellikler devam ediyor. Demokratikleşme, siyasi kültür, insan hakları, evrenselliği kavrayıp kavrayamama, geç kalmış milliyetçilik sorunu... Bu tür sorunları en fazla tartıştığımız iki ülke Almanya ve İtalya. Bundan elli yıl önce bütün Avrupa'yı kasıp kavuran milliyetçilik hummasının içindeydi bu iki ülke... Türkiye'de gecikmiş tezahürler var, önemli olan bu gecikmişliklerin yolaçtığı sorunları, medyanın ve ülkenin diğer sorunları bağlamında tartışabilecek ortamın olması...
N. Güreli: Sadece İtalya olayında değil, genelde özgürlük vermeden özgürlüğün yaptırımlarını ya da getirdiklerini istiyoruz basından. Önce özgürlüğü, bir başka deyimle tartışma olanağını vermek gerekir ki, bunun dışına çıkıp kolaycı, ucuz, ulusal ve siyasal popülizme kayma gereği olmasın, duygu sömürüsü yapmaya gerek kalmasın.
Tekelleşme ve diğer kirlilik etkenleri ortadan kalkmadan bu bildirge yol alabilir mi?
N. Güreli: Zamanla alacaktır diye düşünüyorum. İnsanlar sorumluluklarını, birşeylere hayır deme ihtiyacını daha fazla hissedecektir. Bu bildirge de onların elinde bir dayanak, bir çerçeve olacaktır. O çerçevenin içine girme ihtiyacı duyacaklardır çünkü bozulma böylesine devam edemez. Dibe vurup çıkacaktır. Zannediyorum ki dibe vurma aşamasına geldi, hatta vurdu da.
Yaptırım gücü...
N. Güreli: Yaptırım gücü vicdanlar. Herhalde insanlar yaptıklarından artık utanç duymaya başlayacaklar ve bu bildirgeye sarılma ihtiyacı hissedeceklerdir...
Bu utanç ve vicdan sızısı başladı mı?
N. Güreli: Basında sermayeyle çalışanların büyük kesimi arasında bir kopukluk var ve çalışanlar belirleyici değil. En büyük etken örgütsüzlük ve sendikasızlaştırma. Bu da yaptırım gücü olan ve çözüm getirebilecek bir dayanışmayı engelliyor. Son günlerde örgütlenme çabalarına karşı dirençlerini gördük. Bunu aşmak bu koşullarda kolay görünmüyor ama umutsuzluğa kapılmaya gerek yok. Zamanla bu dayanışmanın sağlanabileceğini düşünüyorum.
U. Talu: Sorunların içinde olunca bıkkınlığımızla, ya umutsuzluğa kapılır ya da bir an önce çözülmesi için hayal kurmaya yöneliriz. Oysa ne tarih ne de insanların mücadelesi öyle akıyor. İnsan haklarıyla ilgili ilk beyannamelerin üzerinden iki yüzyıldan fazla zaman geçti ama hâlâ pek çok ülkede insan hakları konuşuluyor. Gökten bir bildirge indi ve herşey tertemiz olacak demek bir hayal. Biz, gazetecilerin vicdanlarını süzgeçten geçirecekleri, tek başlarına kaldıklarında bile "ben ne yaptım, ne yapıyorum" diye kendilerini teraziye vurabilecekleri dayanak noktası sunmaya çalışıyoruz.
Bildirge gazeteciyi de bir kez daha tanımlıyor...
U. Talu: Bildirge, gazeteciye, Türkiye'de yasaların ve pratiğin daraltmaya çalıştığı tanımın ötesinde bir tanım getiriyor. Bu aynı zamanda yeni iletişim teknolojisini ve onun araçlarını da dikkate almaya çalışan bir tanım. Ancak, fiilen bu tanıma uymayan, asıl geçim kaynağı başka olan insanlar da program ya da yazı yoluyla gazete ve televizyonlarda ve yahut radyolarda yer alıyorlar. Detay gibi gelecek ama bildirgede bir madde, çeşitli köşelerde yazan bu insanların asli görevinin yazılmasını; okuyucunun bu konuda da bilgilendirilmesi gerektiğini vurguluyor.
Gazeteci ve reklam...
L. Tavşanoğlu: Gazetecilik tanımına giren bazı arkadaşlarımız son zamanlarda televizyon reklamlarına çıkar oldular ve orada birşeye alet oluyorlar. Gazetecilerin tarafsız olması gerekirken, bazı kuruluşların ürünlerinin tanıtımını yaptıklarını ve bundan da övgüyle sözettiklerini görüyoruz. Bu noktada oturup, gazeteciliğin tarafsızlığının nerede kaldığını düşünmemiz gerekiyor. Benim anlayışıma göre, bu kişiler eğer o reklamlara çıkabiliyor ve o ürünlerin tanıtımını yapabiliyorlarsa, artık gazetecilik yapmamaları gerekiyor.
U. Talu: İletişim fakülteleri adı altında gazetecilik, halkla ilişkiler, reklam bölümleri varsa da gazetecilik bambaşka iş. Bunların meslek uygulaması sırasında karıştırılmaması gerekiyor. Çeşitli sütunlarda haber kılığı altında yapılırken, giderek bütün gösterileriyle birlikte bu işe soyunan arkadaşlar var. Herkes kendi yaptığını doğru ve çağdaş görebilir ama çok uymuyor...
Bu da kirlilik yani...
U. Talu: Elbette. Bu, boydan kirlenmek...
Bildirgede haber ve yorumun iç içe geçmemesi gerektiği iki ayrı maddede vurgulanmış. Bu iç içe geçmişliğin okuyu açısından sakıncaları nedir?
N. Güreli: Haberin içine yorumu katarak, okuru yönlendirmiş oluyorsunuz. Halbuki haberin objektif olması gerekir. Kendi yorumunuzu imzanızla yaparsınız, okur ya da izleyici bunu sizin imzanızla kabul eder. Yorumu haberin içinde, haberin bir unsuruymuş gibi vermek okuru aldatmak , yanıltmak ve manipüle etmektir.
Sizce Türkiye'de yorumla haberin iç içeliği neden bu kadar yaygın?
U. Talu: Birçok nedeni var. İstedikleri kadar ciddi bir gazete olduklarını söylesinler, bizim gazetelerin hemen hemen yüzde doksanının sunuş şekli tabloid. Türkiye'deki görsellik ve okuma alışkanlıklarının getirdiği bir yöntem olarak çarşaf gibi bir gazete bile esası sansasyon ve sululuk olan tabloid mantığıyla hazırlanır. Dolayısıyla, birinci sayfadaki haber, içi çok düzgün ve haber kurallarına göre yazılmış olsa da başlığından spotlarına kadar yorumla çıkar. Bir başka faktör ise son zamanlarda gazetecilerin elitleşmesiyle birlikte herkesin köşe yazarı olmak istemesi. Herkesin kendi fikirleri var ve bu fikirler bir köşe bulamazsa bile haberin içine yorum olarak sızdırılıyor. Bir başka cephede, bunun tam tersi, köşe yazarlığı bolluğu var. Bir kısmı muhabirlikten gelmiş ya da muhabirliğe özeniyor ve köşelerinde fikirden çok röportaja, bir haberin bir unsuruna yahut birisinin verdiği belgeye yer veriyorlar. Burada haberle yorum iyice birbirine karışıyor...
Tehlikesi...
U. Talu: Muhabir bir haberin unsurlarını oluştururken mümkün olduğu kadar çok kişiyle konuşmaya çalışır, oluşturamadığı zaman da belki haberi sunmaz. Halbuki köşe yazarı yazısını teslim etmek zorunda olduğu saati de dikkate alarak ilk bulduğu kaynak, ilk bulduğu bilgi, doğrulanmamış bilgiyle - kendisine dikte edilen bu bilgi çoğu zaman manipülasyon riskini de taşır- köşesini doldurur. Kaynaklar açısından baktığımızda da kaynaklar giderek patronla, genel yayın yönetmeniyle - hele genel yayın yönetmeni aynı zamanda yazı yazıyorsa- belli başlı köşe yazarlarıyla ilişki kurmaya alışır ve bunu daha sağlam yol olarak görür, çünkü verdikleri kadarıyla vermedikleri kadarını kontrol edebilme imkanı artar. Bu, Türkiye'de muhabirin itibarını da yok ediyor ve artık birçok gazete neredeyse muhabirsiz çalışıyor. Birinci sayfa manşetleri köşe yazılarından, köşe yazarlarının uygun gördükleri bir haber formuyla oluşuyor...
Sizce iletişim fakültelerinin eğitim anlayışı medyadaki kirliliğe etki ediyor mu?
N. Güreli: Fakültelerine göre değişse de genel olarak iletişim fakültelerinde yetersiz eğitim verildiğini söyleyebiliriz.
U. Talu: Zincirdeki en masum halkalardan biri fakültelerdeki eğitim. Bunu pasif masumiyet anlamında söyledim, daha dinamik bir eğitim belki sorunların daha az olmasını sağlayabilirdi. Tümünü katmıyorum ama iletişim fakültelerindeki kimi iletişimciler, kendi iletişimlerine önem vererek, medyayı olumlayarak, ciddi ve yaygın olarak eleştirilmesine engel oluyorlar. Derslerine girdiğim fakültelerde etik dersinin dördüncü sınıfta verildiğini gördüm, oysa birinci yılın dersi olmalı.
L.Tavşanoğlu: Katılıyorum, en masum halka iletişim fakülteleri. Dikkatimi çeken nokta, reklamcılık, halkla ilişkiler ve gazeteciliğin aynı bağlamda veriliyor olması. Bu kadar karışık bir eğitim verdiğiniz zaman gördüğümüz gibi köşe yazarı veya muhabir olduğunda televizyona çıkıp bir ürünün reklamını da yapabiliyor ve bununla övünebiliyor da.
0