[]

Şimdi Tam Sırası

Şu anda bu duyuruyu yazarken kızım televizyondan sabah haberlerini izliyor. Gelen sesler bana nasıl acı veriyor anlatamam.
Bağrışmalar, patlamalar, telsiz sesleri, çığlıklar, bağrışmalar...
Kelimeler; saldıganlar, hastane, çatıştılar, hesaplaşmaları, gerginlik...

Korkuyorun ben. Çok korkmaya başladım.

Çünkü, ben 1980 öncesini yaşadım, malum 80 sabahını yaşadım, 80 sonrasını yaşadım. Hala yaşıyoruz, o günlerin izleri hala temizlenmedi, vicdanlarda da zihinlerde de.

Dün compadrito'nun "yaşarken ölü hale gelen on bin ana baba" yazısını tekrar okudum. Bana göre eksik kalan yönleri olsa da gözlem içeren çok güzel bir yazı. eksisozluk.com

O ana babalardan bir kısmını tanıyorum, o dönemden sağ çıkabilen, bu günlere gelebilen insanlar tanıyorum. Çünkü ben o zamanlar devrimci yol sempatizanıydım. Birlikte kitaplar okuduğumuz, ülke meselelerini, hakları yenen insanlarımızı konuştuğumuz, türlü maceralar yaşadığımız, birlikte neşelenip birlikte dertlendiğimiz, sonrasında işkence gören, çocukları olamayan, sevdiklerine kavuşamayan, bir işe girip çalışamayan, ölen, ölmeyenlerin yaşamları heba olan arkadaşlarım onlar benim.

Biliyor musunuz, bir arkadaşımızdan yıllarca haber alamadık. Annesi ikimizin çeyizine de aynı renkli orlondan mutfak takımı örmüştü. Ben evlendim, o takım yıllarca çeyizimin en değerli eşyası oldu. Orlon örtülerimi kullanırken gösterdiğim hassasiyeti başka hiç bir eşyaya göstermedim.
Yıllarca arkadaşımın akibetini merak ettim, yıllarca o örtüleri kullandım, yıllarca o acı içindeki anneye gidip elini öpüp sarılamadım. Benim örtülerim zamanla yıprandı, arkadaşımın örtülerinin sandığının bir köşesinde, belki annesinin diktiği bir geceliğin yanında ya da belki benim annemin ona yaptığı işli oda takımının yanında yepyeni durduğunu bilerek örtülerimin yıpranmasını izledim. Şimdi yazınca bir paragrafa sığabilen bu süreç, insan ömrünün akıl baliğ olduktan sonrasının ortalama yarısını kapsıyor.

Bu arkadaşım, bir dönemde il halk kütüphanesinde en çok kitap okuyan kişi seçilirken, aynı dönemde bizdeki kitapların neredeyse hepsini ödünç alarak okuduğunu gözlemlediğim, zehir gibi aklı olan, en son gördüğümde üni'de matematik eğitimi alan, derdi sadece daha güzel bir yaşam olan biriydi.

Başka örnekler de anlatabilirim, daha çok çok örnekler anlatabilirim bu şekilde kaybolan, hırpalanan, heba olan yaşamlar hakkında.

Bir gün, öyle sıradan bir gün, ev işleri yaptığım, kendi kendime ıvır zıvır işler yaptığım bir anda telefonum çaldı. Hattın karşısındaki, hayatından artık umudu kestiğim, anılarımızı düşünerek andığım, o güzel insan, canım arkadaşımdı. Yere çöktüğümü hatırlıyorum. Neler konuştuk, o ne dedi ben ne dedim bilmiyorum. Ağladığımı, hıçkıra hıçkıra ağladığımı, hem kızdığım için hem sevindiğim için ağladığımı biliyorum.

Sonrasında görüştük, kucaklaştık. O anlattı ben dinledim, o anlatmadı ben anladım. Şimdi o bölümlere girmek zaten fazlaca uzun olan bu duyurunun tadını iyice kaçıracağı için o konuya girmeyeceğim. Anlatmaya gücüm de yetmeyecek gibi.

Geçen sene gezi olayları başladığında zihnimde iki soru vardı. Neden? Kim?
Çocuklarım çekimser tavrıma şaşırdılar, bana "sana inanamıyoruz" dediler. Cevap veremedim biliyor musunuz, bir bildiğim var bile diyemedim. Nasrettin hocanin hikayesinde gibiydim. Bana damdan düşen birini getirin de diyemezdim. Çocuklarımızın bizim gibi damdan düşmelerini hiç ama hiç istemiyordum.
Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Kendi aklınızı kullanın, yanlış gördüğünüz, emin olmadığınız konuların içinde taraf olarak yer almayın diyebilirdim anca.

--- "kitapçım mit elemanıymış meğer" ---

Bizim yaşayarak deneyimlediğimiz, her söylenen sözün satır aralarını kurcalamayı, her atılan adımın arkasını görmeye çalışmayı gençler nereden bileceklerdi ki..

Anlatsam işe yarar mı, alıp kullanırlar mı? Bana anlatılsaydı "o sizin zamanınızda öyle olmuş, şimdi durumlar başka" demez miydim? Derdim her halde.
Gerçekten de görünen yüzü bambaşka olan bir durum vardı. Bu çok naif öncekilere hiç benzemeyen bir tavırdı. Saygı uyandırıyordu, sonuca ulaşması daha olasıydı. Sonuca ulaşamasa bile, büyük oranda taraftar toplayacağı belli olan bir tutum sergileniyordu.
Kepçenin önüne dikilen yöreden seçilmiş bir milletvekiliydi, anlamlı görünüyordu. Ben, yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtladı diye sormaktan kendimi alamıyordum.
Peki acaba neden, alınmış/alınmakta olan yüzlerce yanlış karar/uygulama varken, taksim parkındaydık. Hala daha bize, geleceğimize zarar veren o kadar çok uygulamanın üzerine yenileri eklenirken üzerimize ölü toprağı serpilmişçesine sessiz kalabiliyor, sadece belli konularda duyarlı oluyorduk.

Ben hala soruyorum.

Geçenlerde ekşide de paylaştım. gezi olayları sırasında meclis kürsüsünden " hepiniz gerzeksiniz" deyip o gizemli (bence değil) gülüşünden ( 5:01) sonra Kürkçü şöyle demişti(7:01):
"şu kadar yıldır yaşadım, bu memlekette komplonun devreye girmediği, halkın öz öfkesinin, kendi öfkesinin devrede olduğu ilk tarihi dönemi yaşadığımızı size söyleyebilirim. boşuna uğraşmayın bunun arkasından komplo çıkarmaya, burada bir komplo yok"
www.youtube.com

Komplo olup olmadığını bilmek büyük meziyet tabii bu ülkede. Ben bilmiyorum mesela. Ben anca soruyorum. Cevap alamayacağımı bile bile soruyorum. Yapabileceğim tek şey, köpek gibi koku alabilmeyi dilemek. Çöp her yerde aynı kokuyu çıkarır mantığıyla, kirletilmiş olanların arasından çöpün kokusunu duyabilmeyi ummak.

Şimdi de Lice olayları gündemde. İnsanlar bağrışıyorlar. İnsanlar yine yaralanıyorlar, yine ölüyorlar! Ağlayan analar, çocuklar, kardeşler çoğalıyorlar. Aklımızı başımıza devşirmezsek iki aya kalmaz çığ olup altından kalkamayacağımız hale gelecek yoldayız.

Biz elimizdekileri masada kaybettik. Masada.
Elimizdekileri de masada koruyabiliriz. Sokaklarda değil.

Bizi sokağa çekip sonra da provakasyon yapılmasına izin vermemeliyiz. Görüyorsunuz, anma yürüyüşü yapılıyor, yüzleri maskeli, ellerinde kimi zaman kırmızılı bayraklar olan gruplar peydah oluyor. Film orada kopuyor. Taşlar, gazlar...

Benim bizzat gördüğüm yaklaşık 40 yıldır bu tür sokak eylemleriyle gidilmek istenilen yere gidilmedi. Resmi gazeteye giden yol sokaklar değil ki nasıl sonuç alınsın? A-lı-na-maz! Daha fenası, aklı çalışan, verimli olabilecek hatırı sayılı kitle, ya içeri alınır, ya yaralanır, ya öldürülür, yani bertaraf edilir. Ekmeğine yağ sürmektir bunun adı. Başkaca bir şey değil.

Biliyorum burada çok aklı başında insanlar var. Sormak istediğim konu şu:

Sizce ne yapmalı?

 
Elinize sağlık hayat aplam.

Bilmiyodum bu geçmişinizi. Yazımdaki eksik yönleri tamamlamışsınız. Buradaki akıllı insanlardan, bizim sözümüzü dinleyecek birkaç kişi çıkacak. Ama maalesef, herkes ekşi duyuru'yu, herkes ekşi sözlüğü okumuyo. Okuyanlardan da, herkes bize hak vermeyecek. ''O dönem başkaydı, bu dönem başka!'' diyecekler. Halbuki hiç başka değil. Yangına benzin dökmek. Düşmanın her zaman yaptığı bu. Düşman kim? Türkiye'nin ilerlemesinden kaygı duyan herkes düşman.

Tek bir ümidim var, o da, o günleri yaşamış olan anne babaların, çocuklarını dizginlemeleri. Tek ümidim o!
  • compadrito  (10.06.14 13:44:27 ~ 13:48:00) 
kaç yıldır bu sitede varım ben bile bilmiyorum ama ilk defa bu kadar uzun bir yazıyı başından sonuna okudum. Tabi keşke böyle bi konu içeriğine sahip olmasaydı ama neyse....

Kendi adıma konuşacak olursam benim kafam çok karışık. Bir tarafta gezi parkını savunurken diğer tarafta Lice'ye baktığımda o masumiyeti göremiyorum. Evet insan her yerde insan kabul, dünyanın hiç bir yerinde nedeni sebebi ne olursa olsun insanlar ölmemeli buna her anlamda da karşıyım ama, Lice'de yaşanan olaylar pek masum değil. Hava kuvvetleri komutanlığının içinde ki bayrak direğine tırmanıp bayrak almak falan... Provakasyonun dik alası, buna izin veren askerde o bayrağı çalan kadar suçludur ve o bayrak direğinde ki kişi aynı kıbrısta yaşanan olay gibi vurulması lazımdı. Kaldı ki direğe tırmanacak kadar büyümüş kimse bunun bedelini de göze alacak kadar büyümüştür diyeceğim ama işte bu da 'insanlar ölmesin' söylemimle çelişiyor.

söylemiştim ya kafam karışık, neyse...

İrfan Değirmenci'yi seviyorum ben. O diyor ki herkesin sağduyulu olması, sokağın tansiyonunun düşmesi lazım. Haklı, katılıyorum.
  • Sskywalkeremre  (10.06.14 13:58:43) 
benimkiler de aktif şahidi o dönemlerin, öncesinin, sonrasının.
canları çok yanmış. anlattıklarından çok anlatamadıkları var, biliyorum.
biz "korkanın anası ağlamaz evladım", "alet olmayın çocuğum" nasihatları ile büyüdük. öyle yetiştirildik. zaten uçlarda da değildik ama "1 dakika karanlık", "ışık açma kapama" eylemlerinde bile "aman yavrum" diyen bir korkutulmuş zihniyet sözünü ettiğim benim.

tabii itiraz ettim, tartıştım, isyan ettim. "anamız ağlıyor anne, korkmadık mı yeterince?" dedim. "mücadele şart" dedim.


şimdi... çok boş geliyor. her şey. hepsi.
tüm dünyada olup bitenler, yaşadığım topraklarda olup bitenler. boş.
sanırım delirmemek için uzak duruyorum şimdi. kendi akıl sağlığımı önemsiyorum sadece. bilmek, öğrenmek, "bir şey yapmak" istemiyorum. korktuğum için değil. o korkma safhasını geçeli çok oldu. başka bir faz. isimlendiremiyorum.


size hak veriyorum. annemlere hak veriyorum. sokağa dökülmek isteyenlere de onlara "durun yahu" diyenlere de hak veriyorum.
ama yapılabilecek herhangi bir şey olduğuna inanmıyorum.
hiç yokmuş aslında.

siz aklı başında insanlara sordunuz sorunuzu. ben aklı hiç başında olmayan biri olarak cevapladım.
yapacak bir şey yok.
  • icemint  (10.06.14 14:02:24) 
türk bayrağı dediğimiz şey kutsal fakat bi o kadar da kirli, işkenceler cinayetler yapılırken türk bayrağına sarıldı, önce doğuda bayrağa olan bu öfkenin nedenini de bir anlamaya çalışalım

bayrak indireni indirelim diyerek sorunun çözüleceğini sanmıyorum, asıl meseleyi görmezden gelmek budur

bunun ne siyasete ne de sokaklara ne de insanların mutluluğuna faydası olmaz

ekleme: aklı başında biri miyim bilmiyorum, sokağa çıkan gençlerden biriyim
  • freebird5406_2  (10.06.14 14:10:48 ~ 15:26:16) 
çok aklı başında biri olduğumu, çok görüp geçirdiğimi söyleyemem. ama benim annem babam da 80 genci, onların bir bildikleri vardır diyebiliyorum. gezi eylemleri ilk patlak verdiğinde ben de içinde bulundum kendimce. babam "yapma" dedi, ""evinde otur" dedi. "biz de çıktık zamanında, değişen hiçbir şey olmadı, yine olmayacak" dedi. oysa ben umutluydum. gelişen süreç içerisinde nelerin olduğunu, nelere alet edildiğimizi bizzat gözlemledim. "yolu bu değil" dedim. bir daha da sokağa çıkmam. hiçbir şeyi değişeceğine, hiçbir zaman daha güzel günler yaşayacağımıza inanmıyorum.

bundan bir zaman sonra, bir gün anne olursam ve çocuğum da bir gün sokağa dökülmek isterse ona "yapma" diyeceğim, "evinde otur" diyeceğim. "biz de çıktık zamanında, değişen hiçbir şey olmadı" diyeceğim. "sandığın kadar güçlü değilsiniz" diyeceğim. "böyle gelmiş, böyle gider" diyeceğim. "alet olma" diyeceğim.

her açıdan kirli oyunların oynandığı bir ülke türkiye. naifçe yaklaşımlar hep sonuçsuz kalacak, çünkü hep birilerinin çıkarlarına dokunacak. görmüyorum, duymuyorum, bilmiyorum artık ben olanları. görmek, duymak, bilmek istemiyorum çünkü hiç artık. sadece kendimi kurtarma yolunu seçiyorum, çünkü beni benden başka kimse kurtarmayacak.
  • devilred  (10.06.14 14:30:44) 
Biraz fazla fevrisiniz.
Surec yasaniyor, yasanacak, yoksa tepeden inen demokrasiyi nasil ogrenecek bu toplum.

biz sakiniz, televizyon izlemeyin ve siz de sakin olun bence.
  • cecilia  (10.06.14 15:39:10) 
@ compadrito, Sskywalkeremre, bilmemekte haklısınız. Ben, duyuruya öğrencilerin çokça soru sorduklarını görünce sık gelmeye başladım. Kendimce, okul okuyan, geleceği için bir şeyler yapan gençlerin annelerine soramadıkları şeyler olursa, buralarda bulunayım, aklım, tecrübem yettiğince yardımcı olmaya çalışayım istedim.

Evet, sabah dinlediğim yayın da İrfan Değirmenci'nin sunduğu programdı. Zarif adam. Sağduyu çağrısında çok haklı. Tansiyonun düşmesi lazım.
Aslında doğru yöne kanalize olabilirse, sağlıklı sonuçlar getirecek şeyler yapılabilirse daha iyi olur elbet. Benim duyuruyu açmamın nedeni de, bu yönde olabilecek fikirleri masaya koyabilmek için beyin fırtınası yapma talebiydi.

@icemint, free15406, devilred, aklı başında derken; yaşı başında değil, sizler gibi duyarlı, düşünen, bilen insanların çok olduğunu yazdım.
Cevaplarımı okuyanlar farkına varmışlardır, ileri derecede devrik cümle muzdaribiyim, virgülleri de kullanmayınca sanki aklı başındalara soruyormuşum gibi olmuş.
"Aklı başında çok insan var" şeklinde düzelteyim.

@cecilia, fevri değilim kardeşim. Endişeliyim.
İnsan ölümlerini, heba olan hayatları vs bi kenara koyalım, en basitinden ele alalım:
Benim sabah sesini duymaktan rahatsız olduğun o haberleri akşam kaç çocuk izleyecek sence? Burada anneler, babalar var, çocuklarını o haberden ne kadar koruyabilecekler?
Hiç küçümsenecek bir olgu değil bu. Haberlere "şiddet" uyarısı konmuyor, konsa da, izlemelerine engel olsak da çocuklar facebook paylaşımlarını görecekler. Geçen gün derisi yüzülmüş kadın resmi gördüm. Kaç çocuk gördü bunu diye düşünmeden edemedim. tv izleme demişsin, izlemiyorum zaten. Bu gün hastaneye gittim, acil servisin bekleme salonuna tv koymuşlar. Çocuklar, gençler izliyorlardı. Kapatın yavrum gözlerinizi alın bu da pamuk tıkayın kulaklarınızı mı deseydim?

Evet endişeliyim, endişelenmekte de çok haklıyım.

Benim çenem açıldı arkadaşlar, durduramıyorum. Uzun uzun yazdım, zaman ayırıp okudunuz sağolasınız.

Compadrito hocam, biliyorum herkes ekşi duyuruyu, ekşi sözlüğü okumuyo, ama biliyorum ki şu anda burada olanlar geleceğe yön verebilecek kapasitede insanlar. Dini, siyasi görüşü ne olursa olsun hepsi düşünen, sorgulayan yönleriyle saygı duyduğum, sevgiyle kucakladığım insanlar.
Biliyorsunuz, soran yolunu aşacak sormayanın yolu şaşacak. Burası da sorulan yer, yolu açıklar buradan başka nerede olur ki!

Beyin fırtınası yapalım mı?
  • hayat aklini konusacak bir filozof uret  (10.06.14 20:39:47 ~ 22:23:35) 
Cocuklari akvaryumda buyuterek onlara iyilik etmis olmayacaksiniz.

Anne paniginiz cocuklarinizi sizden itecek. Sakin olmaya calisin.
  • cecilia  (10.06.14 23:45:34) 
Kıt bilgimle, biraz uzunca cevap vereceğim. Daha kıt seviyede cümle kurma becerim yüzünden tam anlatamamış veya çarpıtılmaya müsait şeyler yazmışsam da birileri başka yerlere çekmezse sevinirim. Hayat aplamız, sana hak vermekle birlikte hak vermediğim noktalara değineyim.

Bir şeyleri masada değiştirmeye niyetli insanların o masaya oturmasına izin verilmediği için insanlar sokaklara çıktı. Evet keşke bu sorunlar masada çözülebilse, insanlar ölmese. Sokakta ne çözüldü diyeceksiniz ama tüm dünyada LGBT bireylerin toplumda yer bulmaya başlamasından işçi haklarına kadar bir çok şey sokak eylemleri, grevler gibi toplu hareketler sonucu oldu. Yavaş oldu, uzun yıllarda oldu ama oldu. Sistemde değişiklik yapmak toplumun bilinçlenip istemesiyle olan şeyler.

Tabi ki taşı alalım gidip savaşalım demiyorum yanlış anlaşılmasın. Ama evlere kapanıp ses çıkartmamanın sonucu haklarımızın elimizden alınıp birileri 30 milyon dolara poposunu silerken bizim telefon faturamızı ödeyemememiz olur. En azından oy peşinde koşanlar halkın isteklerini görüp ona göre davranabilirler.

Fırsatı bulanlar tabi ki gerginlik yaratmak için araya kaynayıp kullandı. Bu kadar büyük bir olayda ekonomistlerden siyasi amaç güden gruplara kadar fırsat ve kar bekleyenlerin hareketsiz kalması zaten beklenemez. Bunlara prim vermemeye dikkat etmek lazım. Ama bazen öyle bir noktaya geliyor ki kendini korumak için yapabileceğin en küçük şey olan barikat kurmak şart olabiliyor.

Her gün çıkıp spor olsun diye eylem yapıp, polise küfür edip, şişe atıp gazdan kaçmak değil kastım ama gezi olayları daha önce etliye sütlüye karışmamış bir sürü insanın artık "eh yeter be!" diyerek canını ortaya koyabileceğini gösterdi. Bir kısımları korkutmadı mı sizce? Muhalefet partileri yönünü buna göre değiştirdi, ileride iktidar olduklarında da bu tarz hareketlerden korkarak, insanların tepki vereceğini gönörerek hareket edeceklerdir bence.

Niye başka şeyler için değil Taksim için tepki gösterdik? Aslında hepsi için gösterdik. Odak noktası park olsa da çoğu insan polisin uyguladığı şiddete tepki için gitti.

Bayrak indirme olayına gelirsek, askerliğimi orada yaptım, bir kişinin duvardan girip, bayrak indirip, elini kolunu sallayarak geri çıkma ihtimali yok. Orası kuvvet komutanlığı, jet üssü, 2 tane filonun komuta merkezi ve ayrıca havaalanına bağlanıyor. Bir kişi Esenboğa Havalimanı'na bile öyle duvardan girip çıkamaz. Ayrıca askerliği havacı yapmak nispeten rahat olabilir ama orada asker telefonu çıkartıp video çekerse afedersiniz götünden kan alırlar. Bu olay bana fena komplo teorileri düşündürtüyor.
  • r_u_h  (11.06.14 00:24:50) 
cecilia, ben zaten sakinim. fevri hareket etmek bize zarar verecek diyorum, aklıselim hareket edelim diyorum. aklımızı kullanalım, bilgimizi, donanımlarımızı birleştirelim, birlik olalım, kuvvet bulalım diyorum.
sokağa dökülmek bu işleri şimdiye kadar çözmedi, başka çözümler arayalım diyorum.
sen fevrisin diyorsun.

peki, tamam, yaşadığımız onca olumsuz şeyden sonra elde var eksi bilmemkaçla çıktık ve ben o günlerin etkisiyle bu günleri değerlendirip gereksiz yere panikledim diyelim ve fevrilik konusunu burada bırakalım.

tepeden inen demokrasiyi nasıl öğrenecek bu toplum?
fark yaratacak bir plan var da, belki de benim haberim yok. plan ne?

rüzgar esmeye başladı, yelkenler hareketlendi de dümende kim var? Biz mi varız? O zaman toplumun bir bireyi olarak bu plandan benim neden haberim yok? Alt komşum da bir şey bilmiyor, karşımdaki esnafın da haberi yok. burası İzmir, anadolunun bir köyü değil. İzmir.

çocukları akvaryumda büyütmek değil benim amacım, çocuklarım açık denize açıldıklarında onları hangi tehlikelerin beklediğini anlayabilmek ve anlatabilmek. tehlikeleri önceden sezip gereken önlemi alabilmek, onların karşılaşacakları zorluklarla nasıl baş edeceklerini öğretebilmek. annelik budur.
ben anne gibi kol kanat germeye çalışsam da, genç olmanın ne demek olduğunu unutmadan yaparım. anneler bilirler, bakma hissettirmek istemezler.

biz hepimiz aynı gemideyiz. işte tek su götürmez gerçek bu. sen de, ben de aynı şeyi diliyoruz. herkesin istediği, insanca bir yaşam. asla hor görmediğim, kendileri için gerçekten üzüldüğüm, ümmet olmak için can atan kesim hariç. ne yazık ki onların derdi insanca bir yaşam değil, ümmetlik. neden suçlamıyorum biliyor musun? Çünkü oraya nasıl geldiklerini biliyorum. Hikayelerine şahidim. 80 öncesine gider başlangıcı. mc hükmetlerinden önceye belki de aynı zamanlara. tam hatırlayamıyorum 40 yılı geçti. die verilerine bakarsan görürsün. öğretmen okullarının kapatılıp imam hatiplerin birden bire çoğalması, kız öğrencilerin alınmaya başlanması, aynı zamanda çığ gibi yaygınlaşan kur'an kursları, ondan sonra durumu olmayan ailelerin çocuklarının kurulan vakıflar eliyle yatılı okutulması...
bir şey daha deyivereyim madem bu kadar açıldık. 82-83 gibiydi. biz yeni evliyiz, ev taksiti ödüyoruz, kirada oturuyoruz, çocuklar kreşe gidiyorlar falan. çabalıyoruz yani. bize çok güzel bir teklif gelmiş. eşime iş kuracaklar, ev alacaklarmış, tek şart benim başımı kapamammış. eşim akşam gelip teklifi anlattığında bu günleri göremedik. uzun yıllar görmedik. aziz nesin sivas'ta o konuşmayı yaptığında bile tam göremedik. unakıtan tv demecinsde " voltranı oluşturuyoruz" dediğinde ise artık görmüştük. yani demeye çalıştığım şey, o buz kütlesi değil, altı dolu.

bu konuda bu kadar yazdım ama esas mesele bu değil ki. a gelmiş, b gitmiş c fokur fokur kaynamış kimin umurunda! Bizi ilgilendiren, hayatımızı olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen kararlar. imzalanan kağıtlardaki yazılanlar.

Demokrasiyi öğreneceğiz madem, işte maymuncuk:
Demokrasi sokakta,alanlarda kan revan içinde yazılmıyor. Demokrasinin adresi meclis. Meclisin her gün aldığı kararlara göre yaşıyoruz değil mi? Orada ne yazılıp çizilirse bizi bire bir bağlamıyor mu?
Geçenlerde buradan bir soruya cevap vermek için demiryolcu bir tanıdığımı aradım. trenlerin bakımları, tamirleri falan konuşuyoruz. bana dediği aynen şu: "abla valla bizim atölyelerimiz de, elemanlarımız da her türlü yedek parçayı yapabilecek donanımda, bir treni baştan sona yapabiliriz. ama biz önemli bazı parçaları yapamıyoruz, anlaşma var, dışarıdan getirtiyoruz" adam var bilgi var iş yapamıyor, onun maaşından kesilen vergi hoop yurt dışına gidiyor, adam çocuğunu okutmakta zorlanıyor, vakıf alıp okutuyor. sonra neymiş vay efendim ak kıl bilmem ne. öyle olmuyor işte bu işler. orada yara var öff çok pis kokuyor ne kötü bişeysin sen yara demekle o yara düzelmeyecek. yaraya neden olan virüsü yok edecen. o imzalı kağıt da buradaki virüsün ta kendi. habire de çoğalıyorlar. açıp bakmak lazım. resmi gazetede yazıyor hepsi bir bir.

benim önerim bu: resmi gazete didiklemesi. aklıma gelen ayrıntıları da yarın yazarım artık.

yazım hatalarım varsa affola, vakit peyce oldu, geri dönüp kontrol edemedim.
şimdilik iyi geceler herkese :)
  • hayat aklini konusacak bir filozof uret  (11.06.14 02:31:53) 
compadrito hocam, cevabınızı önceki yazımı yazdıktan sonra gördüm.

kısacık bir şeyler demek istiyorum.

haklısınız, evlerde oturmakla olmaz. böyle dediğim anlaşılmamıştır umarım. benim çekincem provake edilmeyle, komplolarla ilgili.

halduru hulduru değil, akılcı eylemlerle yol almalıyız.

sizin de dediğiniz gibi, sistemde değişiklik yapmak toplumun bilinçlenip istemesiyle olan şeyler. mesele bunu sağlamakta.
  • hayat aklini konusacak bir filozof uret  (11.06.14 03:05:02) 
insanları çaresizlik içine düşürürseniz her şeyi yapabilirler. ben gezi parkı eylemlerine tv'de gördüğüm polis zorbalığı karşısında kendimi çaresiz hissettiğim için gittim. "altında komplo mu var" diye düşünemedim binlerce insan kamusal işkenceye uğrarken. vicdanım el vermedi orada "sırf" özgürlüğü için bulunan insanların böyle muamele görmesine. ağzına ameliyat maskesi takıp elinde sütle sokağa koşan insan için rahatlıkla "sırf" kelimesini kullanırım, gidip birçoğuyla tanışıp konuştuktan sonra da emin oldum bundan. kaldı ki o insanların niye orada olduğunun o durumda önemi yoktu, isterlerse hepsi kandırılmış olsunlardı; hiçbir gerekçe bir insanın öyle muamele edilmesine sebep olamazdı. insanlar oraya demokratik hak aramaya gitmediler, çünkü o hakkı gitmeden de alamıyorlardı, alamadıkları için oradalardı.

başta dedim ya çaresizlik diye, taş olsa çatlıyor insan bir yerden sonra. benim ailem de 70'lerden beri süregelen süreçte aktif rol almış, amcamı askerden saklamak için neler yapmışlar, anlatır dururlar hala. başları çok yanmış, beni de o sebepten apolitik yetiştirdiler. 80'lerin sonuna doğru babam siyasete girdi, anap döneminde aktif rol aldı ama evde bir kere bile siyaset konuşmadı. çevrem hep sağ görüşlü insanlardan oluştu, yetiştirilme tarzım en azından o yöndeydi. sonra ben istanbul üniversitesini kazandım, edebiyat fakültesi; "solcu yuvası". babam ilk sene her gün arıyordu "oğlum bak dikkat et bir şey gelmesin başına" diye. aklımda hiç "bu adam bana güvenmiyor mu" sorusu oluşmuyordu doğal olarak, "tamam" deyip yoluma bakıyordum. 2-3 sene boyunca babam ara ara "kimse seni yanına çekmek için bir şey diyor mu" diye sorup durdu, hepsinde de "hayır" dedim, "artık kimse kimseye sağ-sol reklamı yapmıyor, herkesin masası var, sen istersen gidip kaydoluyorsun". hiç birini merak dahi etmiyordum, tü kaka idi benim için siyaset, ve benim gibi birçoğu için. bizim böyle olmamızın sebebi sizlerdiniz. bizi korumak için böyle davrandınız ama neyin komplo olup olmadığını bile anlayamayacak kadar apolitize olduk. sokağa çıkmadık, sesimizi çıkartmadık; bir süre sonra gık bile diyemedik. ve her şey çok güzel oldu. başımıza "içimizden biri" geldi, çok sevindik. gerçekten de içimizden biriydi ama görüyoruz ki asıl kötü olan zaten içimizmiş.

12 sene daha uyuduk biz, başımıza hiçbir şey gelmedi; ölmedik. sonra bir gün geldi, ölmekten beter olduk. ben, yılların apolitik liboşu "bu ne kardeşim" der olmuştum, "niye kimse bir şey yapmıyor". 1 mayıs oluyordu ama yine gitmiyordum. çünkü oradaki insanların amacı ülkeyi bölmekti. oradaki insanlar bor madenlerini çıkartmamıza izin vermeyen insanlar tarafından beslenip sokağa sürülmüşlerdi. fikren böyle düşünmüyordum ama içimden onların yanında olmak gelmiyordu çünkü onların benimsediği yol da bana uymuyordu. sosyalizm nasıl gelecekti, nasıl anarşist olacaktı bu millet. bizi sokağa çıkartmadınız, sokak "onların" oldu. öcü oldular, bölücü oldular, yaklaştırmadınız. sesini çıkartan herkesi bir şeyle suçladınız. sonra o gün geldi, neyse ki "öcülerin davası" değildi. sonra birden "olaylar gelişti"; bana göre bastırılmış bu topluma "nasıl olsa sesleri çıkmıyor" denilerek vahşice saldırıldı, size göre öcüler molotof attı, polis de "mecburen" biraz sert davranmak zorunda kaldı. artık bi önemi yoktu çünkü biz apolitikler için sokağa çıkma zamanı gelmişti. evet hava güzeldi, sosyal medyada "cool" bir hava yaratıyordu eylemde olmak; kesinlikle katılıyorum. peki hangi insan sırf cool görünmek için insanların kafasına acımadan kapsül fırlatan vahşilerin önüne çıkardı? para mı almıştı acaba, yoksa başka bir amacı mı vardı?

oradaki herkesin diğerinden başka amacı vardı. birisi ağaç için oradaydı, diğeri şiddete karşı çıkmak için, bir diğeri "artık yeter" dediği için, bir başkası da molotof atmak için. zamanında sapla samanı ayıramayıp ne olursa olsun ses çıkartmamayı huy edinen sizler bu sefer de aynı hataya düştünüz, vahşilerin ekmeğine yağ sürdünüz. buna rağmen insanların içinde o kadar çok şey birikmişti ki bin bir çeşit insan o molotofçuların, o öcülerin bile imrendiği şekilde sokağa çıktı. olay aslında sokağa çıkmak değildi, sizler için camdan çıkıp tencere-tava çalmak bile bir gelişmeydi. fakat en başta da dedim ya, çaresizlik; insanlar ne yapacağını bilemedi. ilk gün gidip gaz yediler pıstılar bir köşeye. sonra o molotofçular yardım etti, yol yordam gösterdi. onlar molotof atmaya devam ettiler, geriye kalanlar kafalarına atılan kapsülleri geri atmaya. bu tepkiyi beklemeyen vahşiler şaşırdılar, o ara park gerçek sahiplerine kaldı. molotof atanların bir çoğu bıraktı öcü olmayı, sizin zamanınızda babalarının silah sıktığı insanların çocuklarıyla el ele verip çöp topladılar, fidan diktiler. eğer ki vahşiler bu süreci daha önce hiç yapamadıklarının aksine doğru yönetip "devlet baba" olsalardı gerçekten, o molotof atan öcülerin bir çoğu bırakacaktı molotof atmayı. sayıca zaten azdılar ya, neyse.

çok ama çok uzun oldu, şu saatten sonra da düzgün bağlayamam muhtemelen, dağınık oldu biraz çünkü kontrol dahi edemedim yazdıklarımı. apolitik ben artık geçemiyorum çünkü bu konuları, bir şey söyleme ihtiyacı duyuyorum artık. kaldı ki siz "karşı taraf" bile değilsiniz. tam aksine, "bizim taraf" olmasını istediğimiz ilk kişilersiniz. taraf olmak aslında amaç değil ama mecburen olmak zorunda bırakıldık. siz deyip duruyorum yanlış anlaşılmasın bu arada, kişisel olarak değil bu serzenişim. hatta siz bu serzenişte bulunduğum grubun en olması gerektiği gibi olan versiyonusunuz. lakin düşünce tarzınız temelde bahsettiğim kesimle aynı, anne-babalarımızla.

aklımız başımızda olmayabilir, bunu şahsım adına iddia edemem. gece saat 4'lere kadar oturmamı annemin mantık dahilinde bulamaması gibi gelecek belki de bu anlattıklarım. ben ona anlatamıyorum mesela uykum gelmedikçe uyuyamadığımı. anlasa bile kıyamıyor, üzülüyor. mecburen yalan söylüyorum, tamam annecim erken yatıcam artık diyorum. geçtiğimiz haziran da aynı şekilde yalan söylemek istedim ama söyleyemedim, haberlerde adımı duyup şaşırmalarını istemedim. şaşıran ben oldum çünkü hiç beklediğim gibi tepki görmedim babamdan. 15-20 gün boyunca "sokakta" olduğumu bilmesine rağmen bir kere bile gitme demedi. direkt desteklemedi belki çok ama bir şey diyemedi, çünkü onun da sabrı taşmıştı. o çok acılar yaşadı, tereddütle bakmasını anlıyorum; tereddütle bakmanızı anlıyorum. ama sizler de bizi anlayın lütfen, nasıl ki siz zamanında "duramadınız", bizler de duramadık. belki de sizin yapamadığınız şeyi yapacaktık, eğer bizi baştan beri bu kadar "pısırık" yetiştirmeseydiniz. beceremedik, olmadı. suçu tamamen size atmak çok kolay, tıpkı sizin yaptığınız gibi kolaya kaçıyorum belki de, bilemiyorum...

beceremedik dedim ama kazanımlarımız oldu, kesinlikle boşa gittiğini söyleyemem bütün bu "yaygaranın". artık yavaştan umudu kesmeye başladığım bu toplumun da bir dayanma noktası olduğunu anladım. geçen 1 yıllık süreçte insanların sesi daha çok çıkmaya başladı ve umarım ki böyle devam edecek. umarım biz sizin kadar zarar görmediğimiz için gelecek nesilleri "korkak" yetiştirmeyeceğiz. ve umarım onlar bizim başaramadığımızı başaracaklar.

sorunuza cevap veremedim, kusura bakmayınız. ne yapmalı? ses çıkartmalı. her olayda sokağa çıkalım demiyorum. aslında demem lazım ama oradan ne kadar çok "romantik solcu" görünsem de ben de bazı şeylerin farkındayım. kaldı ki hala solcu, komünist, sosyalist gibi kavramlara uzak buluyorum kendimi. sağcısı da ses çıkartsın, sofusu da ses çıkartsın. kim haksızlığa uğruyorsa ses çıkartsın. bu toplum ses çıkartmayı öğrenirse zorbalıkla bastırılamayacağı ortaya çıkacaktır. ortalıkta zorbalık kalmayınca, insanlar insan gibi muamele gördükçe emin olun kimse molotof da atmaz, ortalığı da yıkmaz. haliyle bunlara yaptıranlar kendilerine maşa da bulamazlar. belki o zaman komplo teorisi üretecek başka şeyler buluruz, hele bir gelsin o günler...
  • baba jo  (11.06.14 03:59:13) 
Benden size nacizane bir tavsiye.
Boylesi hepimizi ilgilendiren bir konuda fark edilmek istiyorsaniz az ve oz yazin, konusun.

Bunu ana muhalefet de ziyadesiyle yapti yillarca. Siz bunu yapmayin.

Bir de pek boyle havanda su dovulerek bir sey yapilacagini sanmiyorum. Toplumlar hakettigi sekilde yonetilir sozune fazlasiyla inaniyorum.
Su akacak yolunu bulacak.
  • cecilia  (11.06.14 09:21:12) 
Tüm bu yazılanları okurken biraz ağladım, bu yüzden ben uzun ve başarılı cümleler kuramayacağım, şimdiden affola.

Benim ailem de sol görüşlü, zamanında o olayların içinde aktif olarak yer almış insanlar. Çok acılar çekmişler. Öldürülen, göçen arkadaşları olmuş; işkenceleri ve bütün o zulümleri saymıyorum bile. Beni apolitik yetiştirmediler ama her zaman ısrarla söyledikleri bir şey vardı "olaylara karışma". "Üniversitede 'sağcı mısın, solcu musun' derlerse 'hiçbiri' de". Tabii ki kimse böyle bir soru sormadı :D

Her neyse. Ben liseden itibaren her zaman tüm eylemlere katılan, kendi güruhuma ait olsa da olmasa da hakkı yendiğini düşündüğüm herkes için her türlü protestoda boy gösteren birisi oldum. Buna lgbt hakları da türban özgürlüğü de dahil. Ama bunlar "olaylara karışmak" değildi onların gözünde. 1 Mayıs'a katılmıyordum mesela, çünkü onun ne olduğunu anlamıyordum. Ben öğrenciydim, 1 Mayıs yasaktı, demek ki oraya giden insanlar biraz aşırı gruplardı.

İşte bu mevzulardan birkaç sene sonra Gezi geldi çattı. Olayların ikinci gününden itibaren ben de dayanamadım. Tasımı tarağımı toplayıp koştum. Ben giderken annem de babam da "gitme" diyemedi. "Git ama dikkat et" dediler. Aşırı gruplar çıkar, onların yanında durma dediler. "Tamam anne ben arkalarda direnirim" gibi bir durum oluşturarak gittim; tabii ki öyle olmadı. Gazı da suyu da, ilaçlı suyu da, fişeği de yedim.

Tüm bu süreç boyunca, uydurulan yalanlardan, yapılan zulümlerden, söylenen yalanlardan öğrendim ki 1 Mayıs'a giden insanlara, daha öncesinde polise taş atan insanlara, hükümete karşı sesi çıkan herkese hep çok büyük haksızlıklar yapılmış. Kimsenin birbirinin malını çalmadığı, karısına kızına yan gözle bakmadığı, kavga etmediği, çöp topladığı ortamda lalenin biri çıkıp "bunlar sokaklara işiyor, her yer sidik kokuyor" dedi ya, bitti olay :) O zaman bugüne kadar istemeden hakkını yediğimiz, şerefsiz medya sayesinde yanlış yönlendirilip kızdığımız herkesten özür diledim binlerce kez.

Her şeyin başı örgütlülük. Gözlemlerime göre bahsettiğiniz bu provokatör grupların çaresine bakmanın tek yolu, örgütlü bir bilinç oluşturarak, böyle durumlarda o grupların dışlanmasını, kınanmasını sağlamak. Sayıca çok olan böyle durumlarda güçlüdür. Bu iş bu kadar basit. Sırf birileri bir şeyi bozmak, olayların seyrini değiştirmek istiyor diye sinmek olmaz. Onlarla da mücadele etmek gerekir. Her şeyin başı "bilinç".

Gezi hareketi, dünyanın en saf hareketiydi. Bu yüzden "diğer güçler" ilk birkaç gün baya afalladılar hatta ve sonradan olaya müdahil olabildiler. Örneğin molotoflu polis tiyatrosu da halkın bilinci ve galeyana gelmemesi; üstüne üstlük bir de çok doğru davranması yönünden örnek teşkil edebilecek, çok önemli bir provokasyon bertarafıdır. İşte bu hep böyle olmalı.

Neyse çok konuştum. Bizce ne yapmalı? Şu şiiri hep hatırlamalı:

hava kurşun gibi ağır!bağır, bağır, bağır, bağırıyorum.

koşun, kurşun eritmeğe çağırıyorum…

o diyor ki bana:

sen kendi sesinle kül olursun ey!

kerem gibi yana yana…

deeeert çok, hemdert yok

yüreklerin kulakları sağır…

hava kurşun gibi ağır…

ben diyorum ki ona:

kül olayım kerem gibi yana yana.

ben yanmasam,

sen yanmasan,

biz yanmasak,

nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...
  • pandispanya  (11.06.14 10:11:45) 
@baba jo,

eksisozluk.com
---/---

yazılarımız biraz uzun oluyor ister istemez. konu çok geniş, çok fazla boyutlu.

bu kadar geniş bir konuyu/zaman dilimini süzüp yazıya dökmek, özellikle düşük cümleci ben için hayli zor. belki arada yanlış anlaşılabilecek şekilde de yazıyor olabilirim. hafızamın yettiği, dilimin döndüğünce ben gözlemlerimi paylaşmaya çalışacağım. yorumlarım hakkında ısrarcı değilim.

cevapsız sorular var. gördüğüm kadarıyla cevabını bilen de yok. o zaman konuşa konuşa cevap arayalım diyorum.

compumaster, burası bunun yeri değil dersen anlarım, bohçayı toplayıp kaldırabilirim.

.
  • hayat aklini konusacak bir filozof uret  (11.06.14 12:38:07) 
@ cecilia, fark edilmek dedin de aklıma geldi, fark edildiğim tek an "zıpla zıpla zıplamayan tayyip" dendiğinde zıplamaya çalıştığımda olmuştu. sonra "zıplatmayın olm bizi, yapamıyoz" dedim de karizmayı kurtardım.
edi büdü:
cecilia, neden sorularıma cevap vermek yerine tutumuma yönelik ithamlarda bulunuyorsun?
süreç yaşanıyor - su akar yolunu bulur demekle, farkına varılmak istemeye varan ithamlarda bulunmakla nereye varmak istiyorsun?

biz yapacağımızı yapıyoruz, sana bu konuda söz düşmez mi demek istiyorsun?
öyle ya, yaşım ilerlemiş, kullandığım dil de akademik değil zaten. kim oluyorum ki ben!
belki zamanında yaptığımız saçmalığa devam edip akademik lisanla sormalıydım sorumu. bilimsel bilimsel takılırdık öyle kendi aramızda. Esas derdimizi anlatmak istediğimiz kişiler de "bizimlen aynı dili bile konuşmuyolar, bi de kalkmışlar biz sizin için alanlardayız diyola" desinler varsın, nolcak ki!

Ha, unutmuşum, siz; tepkisel ve anomik olmayan mücadelelerinizi, ekonomik olmaktan çok, kimliği daha rahatça ifade edebilme, sivil haklar gibi kavramlar üzerine kurulu kültürel alanda gerçekleştiren gruplarsınız. Sizler klasikleşmiş ekonomik ve politik kodlara sahip değilsiniz, daha çok çalışan ve eğitimli “yeni orta sınıf” katılımcılarsınız" biz ise modası geçmiş 68 kuşağı kalıntıları olarak suskunluk sarmalında yerimizi almalıyız. öyle mi?

Game of Anadolu S:Globalization e:2013 (akışına bıraktırınca istediğini yaparsın modu pek şekermiş, niye daha önce akil edemedik, tüh bize!)

Gördüğüm kadarıyla matematiksel düşünce akışına sahipsin. Anlatmak istediğimi anlamak senin için zor olmayacak eminim.
.
  • hayat aklini konusacak bir filozof uret  (11.06.14 13:01:43 ~ 17:33:17) 
Samsun Sahra Sıhhiye Okulu, çavuş tâlimgâh taburundaki bir tabelada şöyle yazar:

''Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.''
  • compadrito  (12.06.14 01:32:29) 
:) o dediklerinizin hicbiri ben degilim.
Ben hicbir seyim.
Esasen bicareyim.

Sadece suna inaniyorum; ipler bizim elimizde degil.

ve inanir misiniz, su an yaprak kipirdasa ucu gelip bana degecek.

Hani oyle unumu eledim elegimi astim gel bakiym biraz ahkam keseyim ( kimseyi itham etmiyorum) gunlerinde degilim.
  • cecilia  (12.06.14 19:27:52) 
Unutmadan filler tepisir cimker ezilirdi, ben revize ediyorum
fil bunalimda, cimlerde yuvarlaniyor, cimler eziliyor.

  • cecilia  (12.06.14 20:26:46) 
1
buraya yazılanların hakları Sir Anthony Hopkins'e aittir.
yazan eden compumaster, ilgilenen eden fader
modere edenler angelus, Artibir, aychovsky, baba jo, basond, compumaster, deckard, duyulmasi gerektigi kadar, fader, fraise, groove salad, kahvegibi, kaymaktutmayansicaksut, kibritsuyu, monstro, pandispanya, robin, ron dennis
bu sitede yazılanların hiçbiri doğru değildir. site içeriği küçükler için sakıncalı olabilir. yazılardan yazarları sorumludur. kaynak göstermeden alıntılanamaz. devlet tarafından atanmış bir kurumun internet üzerinde kimin hangi bilgiye ulaşıp ulaşamayacağına karar vermesi insan haklarına aykırıdır. web siteleri kullanıcıların istekleri doğrultusunda bağlandıkları yerlerdir. kullanıcılar isterlerse bir web sitesine bağlanmayabilirler. bu güçleri ve imkanları mevcuttur. bir kullanıcı bir siteye bağlanmak istiyorsa bu onun tercihi ve hakkıdır. bağlanmak istemiyorsa bu yine onun tercihi ve hakkıdır. halkın kendisine hizmet etmesi için görevlendirdiği kurumlar hadlerini aşıp halka neye ulaşıp ulaşmayacağını bilmeyen cahil cühela muamelesi edemezler. ebeveynlerin çocuklarını sakıncalı içeriklerden koruması için çok sayıda bedava ve ücretli yazılım mevcuttur. bu yazılımlar bir web tarayıcısını kullanmaktan daha karmaşık teknik bilgi gerektirmemektedir. devletin milletini küçük düşürmesi ve ebleh yerine koyması yasaktır. Skimlinks ile linkler üzerinden yönlendirme payı alınmaktadır.