Felsefi anlamda ağır ve derinlerden biri değil. Ancak popüler kültür altında ezildiği kadar da boş, beleş bir akım değil. Yabancılaşma, insanın bireyselleştirilip izole edilmesi ve insanın bir şeyi değiştirmeye gücü kalmadığına ilişkin bir duygulanım ile doğuyor. 19.yy'da bu hisler ilk kez bu kadar güçlü hissediliyor (özellikle endüstri devrimi sonrası insanın sokakta-bulvarlar ve hızlı ulaşım araçları-, evde-aile ve akrabalık yapısındaki dönüşüm-, ve işte-kapitalist işbölümü- yaşadığı deneyimler). Zirvesini dünya savaşları dönemindeki karamsarlık ile yapıyor.
Şunu hatırlatmak gerekir ki, varoluşçuluk tumblr gençliğinin aksine bu çıkmaza bir kurtuluş bulmaya çalışmakta; dostoyevski, kafka gibi isimler dahil. Mesela sartre'ın radical freedom ve marxism/existentialism karması çabaları; camus'nün sisifos söyleni incelemesi ve kierkegaard'ın tanrısal jeste işaret etmesi hep bu kurtuluş çabalarının ürünü.
Dostoyevski ve Kafka'nın neredeyse bütün romanları, Kaufmann'ın varoluşçuluk üzerine kitapları, Sartre'ın varoluşçuluk ve hümanizm (varlık ve hiçlik kitabı oldukça ağırdır) ile edebi eserleri, camus'nün en başta sisifos söyleni olmak üzere bütün eserleri ve beckett'in bütün eserleri okunabilir. Kierkegaard bana hep ağır gelmiştir ancak kaygı kavramı ve ölüme kadar hastalık okunabilir. Edebi olarak, felsefede olduğundan daha güçlü olduğu oldukça açık.
0