mübalağsız 3-4 saattir kaşınıyorum. kaşıntıdan uyuyamadım. bu süre zarfında 8 kere falan duş aldım herhalde. yetmedi 5 şişe kolonya bitirdim, her yerime sürüyorum ama bana mısın demiyor. nedir bu? ve bunu acil kesmenin bir yolu var mıdır?
soru başlıkta. neye göre kısmı sizlere kalmış.
teşekkürler.
teşekkürler.
şimdi bir sevgiliniz var. yazın tanışıyorsunuz ve ona yakın olmak için sonbaharda okulunuzu ve şehrinizi değiştiriyorsunuz. ne oluyorsa oluyor, bir gün maillerini açık unutup gidiyor. siz bilgisayarınıza oturduğunuzda mailini açık unuttuğunu görüyorsunuz. tam log out'a tıklayacakken bir mail dikkatinizi çekiyor. açıyorsunuz, o da ne?
ona yakın olmak için yeni bir şehire geldiğiniz gün fransızın birine mail atmış. demiş ki; "bi gün bi yerlerde tekrar buluşacağımıza eminim. birlikte içki içip kafayı bulduktan sonra sıcak bir mum alevinde rüya kadar güzel şeyler yaşayabilirdik".
bu arada bahsi geçen fransız da sizle tanışmadan bir gün önce kaldığı otelde tanıştığı bir fransız olsun. ne yapardınız? ne tepki verirdiniz?
olay artık geçti, gitti, çok oldu hatta. ancak söz konusu ex-sevgili sürekli bu konu üzerinden ve o gün söylenen laflar üzerinden mesaj atıp duygu sömürüsü yapmayı ya da üzmeyi sürdürüyor. üstelik kimseyi kırıp üzmeyi istemeyen, iradesi zayıf ve kırılgan birisin?
şiddet vs. gibi bişey yok ama yine de verdiğim tepkiden dolayı vicdan azabı gibi(tam olarak olmasa da) garip ve kötü bişey hissediyorum. birinin özel hayatına izinsiz müdahale ettim ve bunun sonucu hakaret ettim. esasen hiç işim değildi, beni ilgilendiren bişey de değildi.
velhasıl, dediğim gibi sizler ne tepki verirdiniz?
ona yakın olmak için yeni bir şehire geldiğiniz gün fransızın birine mail atmış. demiş ki; "bi gün bi yerlerde tekrar buluşacağımıza eminim. birlikte içki içip kafayı bulduktan sonra sıcak bir mum alevinde rüya kadar güzel şeyler yaşayabilirdik".
bu arada bahsi geçen fransız da sizle tanışmadan bir gün önce kaldığı otelde tanıştığı bir fransız olsun. ne yapardınız? ne tepki verirdiniz?
olay artık geçti, gitti, çok oldu hatta. ancak söz konusu ex-sevgili sürekli bu konu üzerinden ve o gün söylenen laflar üzerinden mesaj atıp duygu sömürüsü yapmayı ya da üzmeyi sürdürüyor. üstelik kimseyi kırıp üzmeyi istemeyen, iradesi zayıf ve kırılgan birisin?
şiddet vs. gibi bişey yok ama yine de verdiğim tepkiden dolayı vicdan azabı gibi(tam olarak olmasa da) garip ve kötü bişey hissediyorum. birinin özel hayatına izinsiz müdahale ettim ve bunun sonucu hakaret ettim. esasen hiç işim değildi, beni ilgilendiren bişey de değildi.
velhasıl, dediğim gibi sizler ne tepki verirdiniz?
evet abi, budur. sağlam bir 80'ler, 90'lar arşivim var.
sizin de tavsiye edebileceğiniz, mutlaka arşivde bulunması gereken şarkılar var mı? dil ve tür farketmez.
edit: 90'lar da olur ama ağırlık olarak 80.
sizin de tavsiye edebileceğiniz, mutlaka arşivde bulunması gereken şarkılar var mı? dil ve tür farketmez.
edit: 90'lar da olur ama ağırlık olarak 80.
arkadaş ben artık bunun adını koyamıyorum.
çinli ile durumlar malum, ben anlatmaktan bıktım artık. bu sabah kalktığımızda açıkçası eşyalarını toplamasını bekliyordum ama baktım hiç oralı değil. üstelik hiçbir şey olmamış gibi davranıyor, şaşırdım. şaşkınlığımı görünce gülümseyerek özür falan beklediğini söyledi, "yok artık ya" dedim.
kendimi zorla da olsa kontrol ederek onunla konuşmaya karar verdim. "bak" dedim, "yürümüyor, yürümeyecek. saygı kalmadı aramız.." daha cümlemi bitirmemişken beni dinlemeyip makyaja daldığını farkettim ve basıp üniversite'ye gittim.
bütün gün aklımda olan biten döndü durdu. en son duygu patlaması olsa gerek hiç alakası yokken matematik dersinin ortasında çıktım, dekanlığa gidip bölümümü falan değiştirmek için dilekçe yazdım. yetmedi gidip iki tane cinli vodkalı kokteyllerden alıp eve geldim, müzeyyen senar eşliğinde içmeye başladım. normal insan hareketleri değil yani.
rahatlamaya, dünü unutmaya falan çalışıyordum. bi yandan da kendime "üniversite'de yurtla falan konuşur herhalde. birazdan gelecek, eşyalarını toplayıp gidecek. medeni insanlar gibi ayrıl" diye telkin veriyordum. velhasıl kızımız teşrif etti ama o da ne? toplanmak şöyle dursun oturdu karşıma, açtı abi skype'yi, başladı herifin biriyle yüksek sesle çince konuşmaya. gülüşmeler bilmem neler. sanki hiçbir şey olmamış. hala karşımda oturuyor, dizi falan izliyor, skype'dan birileri ile yazışıyor, gülümsüyor falan.
zaten iradesi zayıf, ne yöne çeksen oraya giden, kimseyi kıramayan, kimseye hayır diyemeyen biriyim. o "gidecek yerim yok" derse zaten "git" diyemem. ne yapacağım ben? bunun adı nedir ya? bu çinliler duygusuz, ruhsuz da utanma nedir onu da mı bilmiyorlar? artık dayanamıyorum buna. o kadar rahat ki neredeyse bi ara "herhalde ben suçluyum" diye düşünür oldum. sinirlerimle oynuyor, tahammül edemiyorum. şunları yazarken kendimi sıkmaktan titriyorum. daha kahvaltı etmedim ve şu rahatlığını görünce alkolün falan da etkisi gitti.
n'olur birileri en acil şekilde akl-ı selim bir tavsiyede bulunsun, yoksa bu işin sonu çok ama çok kötüye gidiyor.
çinli ile durumlar malum, ben anlatmaktan bıktım artık. bu sabah kalktığımızda açıkçası eşyalarını toplamasını bekliyordum ama baktım hiç oralı değil. üstelik hiçbir şey olmamış gibi davranıyor, şaşırdım. şaşkınlığımı görünce gülümseyerek özür falan beklediğini söyledi, "yok artık ya" dedim.
kendimi zorla da olsa kontrol ederek onunla konuşmaya karar verdim. "bak" dedim, "yürümüyor, yürümeyecek. saygı kalmadı aramız.." daha cümlemi bitirmemişken beni dinlemeyip makyaja daldığını farkettim ve basıp üniversite'ye gittim.
bütün gün aklımda olan biten döndü durdu. en son duygu patlaması olsa gerek hiç alakası yokken matematik dersinin ortasında çıktım, dekanlığa gidip bölümümü falan değiştirmek için dilekçe yazdım. yetmedi gidip iki tane cinli vodkalı kokteyllerden alıp eve geldim, müzeyyen senar eşliğinde içmeye başladım. normal insan hareketleri değil yani.
rahatlamaya, dünü unutmaya falan çalışıyordum. bi yandan da kendime "üniversite'de yurtla falan konuşur herhalde. birazdan gelecek, eşyalarını toplayıp gidecek. medeni insanlar gibi ayrıl" diye telkin veriyordum. velhasıl kızımız teşrif etti ama o da ne? toplanmak şöyle dursun oturdu karşıma, açtı abi skype'yi, başladı herifin biriyle yüksek sesle çince konuşmaya. gülüşmeler bilmem neler. sanki hiçbir şey olmamış. hala karşımda oturuyor, dizi falan izliyor, skype'dan birileri ile yazışıyor, gülümsüyor falan.
zaten iradesi zayıf, ne yöne çeksen oraya giden, kimseyi kıramayan, kimseye hayır diyemeyen biriyim. o "gidecek yerim yok" derse zaten "git" diyemem. ne yapacağım ben? bunun adı nedir ya? bu çinliler duygusuz, ruhsuz da utanma nedir onu da mı bilmiyorlar? artık dayanamıyorum buna. o kadar rahat ki neredeyse bi ara "herhalde ben suçluyum" diye düşünür oldum. sinirlerimle oynuyor, tahammül edemiyorum. şunları yazarken kendimi sıkmaktan titriyorum. daha kahvaltı etmedim ve şu rahatlığını görünce alkolün falan da etkisi gitti.
n'olur birileri en acil şekilde akl-ı selim bir tavsiyede bulunsun, yoksa bu işin sonu çok ama çok kötüye gidiyor.
hayatı boyunca ideali olmamış biri olarak bugün anladım ki ben yapamıcam usta.
sabah üniversiteye gittim, yüksek matematik dersimiz vardı. bu arada yurtdışında bilgisayar mühendisliği 2. sınıf okuyor(d)um. tabi bu benim fikrimden ziyade annemin tavsiyesiydi. kendisinin de bilgisayar mühendisi olmasından kaynaklanıyor herhalde.
uzun etmiyeyim, derste hoca matrix gibi düşünmekten falan bahsediyor. ulan ben daha sağlıklı düşünemiyorum, ne matrixi? "ya" dedim, "yemişim matrixini". bi hışımla çıktım dersten, dekanlığa gittim ve bölümümü değiştirmek istediğimi söyledim. şaşırdılar keza görünürde iyi bi öğrenciyim, quizler falan hep on numara ama sırf ezber. hangi bölümü istediğimi sordular, "neresi boşsa orası" dedim. ekonomi olabilirmiş, tabi iki-üç tane sınavı geçmem gerekiyor ama geçerim. yazdım dilekçemi, çıktım eve geldim. sabah sabah(burada daha saat 11) aldım elime vodkalı cinli bi kokteyl, oturdum müzeyyen senar dinleyerek içiyorum.
sizce hata mı yapıyorum? sonuçta türkiye elini sallasan ekonomiste çarpacağın bir ülke. daha ekonomist ne iş yapar onu bile bilmiyorum ama hayatımda acil bişeyleri değiştirmem gerek ve bi yerden bi şekilde başlamam gerektiğini düşündüm. en azından başkasının güdümü ile değil kendi başıma bölümümü seçtim. gerçi "neresi boşsa" diyerek ne kadar kendi başıma seçmiş oldum orası da tartışılır.
dönüp dilekçe mi geri alıp devam mı etmeliyim? yoksa akışına mı bırakayım? ya da hiç annemin-babamın emeğine yazık etmiyeyim, dönüp askerliğimi yapıp asgari ücretle bi iş mi bulayım?
edit: "siz derste msn hackliyor musunuz?", "bizim çocuğa bişeyler toplasak kaça çıkar?" sorularından da bıkmıştım zaten a.k!
sabah üniversiteye gittim, yüksek matematik dersimiz vardı. bu arada yurtdışında bilgisayar mühendisliği 2. sınıf okuyor(d)um. tabi bu benim fikrimden ziyade annemin tavsiyesiydi. kendisinin de bilgisayar mühendisi olmasından kaynaklanıyor herhalde.
uzun etmiyeyim, derste hoca matrix gibi düşünmekten falan bahsediyor. ulan ben daha sağlıklı düşünemiyorum, ne matrixi? "ya" dedim, "yemişim matrixini". bi hışımla çıktım dersten, dekanlığa gittim ve bölümümü değiştirmek istediğimi söyledim. şaşırdılar keza görünürde iyi bi öğrenciyim, quizler falan hep on numara ama sırf ezber. hangi bölümü istediğimi sordular, "neresi boşsa orası" dedim. ekonomi olabilirmiş, tabi iki-üç tane sınavı geçmem gerekiyor ama geçerim. yazdım dilekçemi, çıktım eve geldim. sabah sabah(burada daha saat 11) aldım elime vodkalı cinli bi kokteyl, oturdum müzeyyen senar dinleyerek içiyorum.
sizce hata mı yapıyorum? sonuçta türkiye elini sallasan ekonomiste çarpacağın bir ülke. daha ekonomist ne iş yapar onu bile bilmiyorum ama hayatımda acil bişeyleri değiştirmem gerek ve bi yerden bi şekilde başlamam gerektiğini düşündüm. en azından başkasının güdümü ile değil kendi başıma bölümümü seçtim. gerçi "neresi boşsa" diyerek ne kadar kendi başıma seçmiş oldum orası da tartışılır.
dönüp dilekçe mi geri alıp devam mı etmeliyim? yoksa akışına mı bırakayım? ya da hiç annemin-babamın emeğine yazık etmiyeyim, dönüp askerliğimi yapıp asgari ücretle bi iş mi bulayım?
edit: "siz derste msn hackliyor musunuz?", "bizim çocuğa bişeyler toplasak kaça çıkar?" sorularından da bıkmıştım zaten a.k!
sakin yazdığıma bakmayın, felaket sinirliyim. elim ayağım titriyor şuanda.
öncelikle hikayenin başını kaçıranlar şuradan olayların başlangıcını okuyabilir ki fikir vereceklere yardımcı olacağını tahmin ediyorum; www.eksiduyuru.com
ek$i'ye durumumu anlattıktan sonra rutin hayatımızda pek bişey değişmedi açıkçası. "ayrılalım" demesinden bir sonraki sabah hiçbir şey olmamış gibi sırnaşmaya başladı, pek yüz vermedim. suçluluk psikolojisi midir nedir, bilmiyorum bunun üzerine ultra anlayışlı davranmaya başladı bir-iki gün. o günden bugüne "bitse de gitsek" havasında sürdürdük bu birlikteliğimizi.
iki gün önce birlikteliğimizin üçüncü ayıydı ve buranın iyi yerlerinden birinde rezervasyon yaptırmıştık, oraya gittik. ben bu ilişkiyi tam olarak nasıl bitirmem gerektiğini, ne demem gerektiğini düşünürken elimi tuttu ve "seni anlıyorum, bundan sonra sana daha fazla destek olup ev işlerinde de yardımcı olacağım." dedi. ben bişeyler söylemeye çalıştımsa da açıkçası kelimeler ağzımdan bi türlü çıkmadı. "pekiiii, cumadan beri ne değişti? sözünü tuttu mu?" derseniz, hayır, hiçbir şey değişmedi.
bu sabah kahvaltıdan sonra benim bilgisayarımdan facebook benzeri sosyal paylaşım sitelerinden birine girmiş, ben de o ara onun bilgisayarının kurulumu ile uğraşıyordum. tesadüf bu ya, telefonu çaldı ve içeri gitti. ben de bir dil paketi indirmek için kendi bilgisayarıma geçtim. normalde hiç adetim değildir, üç aydır ne telefonuna ne mesajlarına ne de bişeyine bakmışımdır. ancak o an ne olduysa şeytan dürtükledi ve gelen kutusuna tıkladım. tıkladım ki ne göreyim? herifin birine "sen de kafa güzel yapan şeylerden var mı? arkadaşlarla partyler yapıyoruz da" yazmalar, öbürüne "senin kız arkadaşın vardı, ne oldu? aldatmayı düşünürsen ben buradayım"lar, falan filan. kan beynime sıçradı, nevrim döndü tabi.
sinirli biriyimdir ama çok sakin davranırım lakin etten kemikteniz sonuçta, mesajları görünce bi an elimin kolumun şimdikinden çok daha şiddetli şekilde tir tir titrediğini hatırlıyorum. bu arada belirteyim mesajların bazıları benimle birlikteyken, bazıları ise benden önce atılmış. tabi ne kadar önemli? karakter elzem olan sonuçta. ilişkide olan birini yoldan çıkarmaya çalışanda ne kadar bulunur?
neyse, uzatmıyayım. odaya dönünce olanca gücümle kendimi sıkıp sakinliğimi korumaya çalışarak "hiç beni aldattın mı?" dedim, şaşırdı ya da şaşırmış gibi yaptı. "anlamadım" dedi. "gel, anlatayım" dedim ve mesajları gösterdim. "tarihlere baksana yaa" demez mi pişkin pişkin? hani sanki herşey çok normal gibi. ben de bunun üzerine ilişkimiz içerisinde attıklarından birini gösterdim.
bişey değiştirmeyecek olsa bile insan bi özür falan bekliyor di mi? ya da bi utanma? bunların hiçbirisi de yoksa ses çıkarma bari. neredeee? ablam bi de üzerine "attım ama hiç yapmadım ki" demez mi? "ya" dedim, "şaka mı yapıyorsun? makara falan mı?". hani bunlara verilecek tepki bu mudur? ben belki utanır diyordum ama hala konuşuyor. hatta yetmedi üzerine "özel hayatıma saygı göstermemişsin" diye azara kalkar gibi oldu, dayanamadım, allah yarattı demeden geçirdim bi tane suratının orta yerine. çok sağlam geçirdim ama, üç tur burgu dönüp duvara yapıştı. buradaki bayanlardan da özür dilerim ve gerçekten üzgünüm, hayatımda ilk kez bi bayana el kaldırmış oldum.
başladı ağlayıp zırlamaya. utanmadan ya da acıdan falan değil ha, yüzü şişerse güzel görünmeyebilirmiş. "yahu" dedim, "sana diyecek bişey bulamıyorum ama galiba ben bunu hakettim". bu arada sinirlenince ve verdiği tepkiyi de görünce içime atmaktan olsa gerek kapının camını da aşağı indirmişim, elim falan kanamış, onu temizledim. bu o sırada birilerini aradı.
ben salona girince telefonuyla uğraşmaya devam ederek "ben gidiyorum" dedi, ayıptır söylemesi "siktir, durduğun kabahat" dedim bende. neyse abi, tekrar banyoya döndüm elimi falan sardım, baktım beni çağırıyor. "ne var?" dedim, yüzsüz yüzsüz "gidecek yerim yokta sen iki-üç gün gider misin? ben bi yer bulana kadar" dedi. cevap bile vermedim.
şimdi kültürümüz gereği kadını ortada bırakmak olmaz, ben birazdan çıkıp gideceğim. nereye gideceğim ben de bilmiyorum çünkü bu şehire geleli bir ay oldu ve tanıdığım kimse yok. açıkçası cebimde para da yok ama olsun, gideceğim. bu yüzsüz insan müsveddesi ile aynı havayı soluyamam daha fazla. bu arada soracaklara söyliyeyim, kızın beni kapı dışarı etme şansı yok, ev sahibi çok kafa adamdır. beni sever ve beni muhattap alır sadece, kontrat vs. benim üzerime.
velhasıl kelam sizce doğru mu yaptım? herşey bi yana içim burkuldu be usta, valla. hani hakedecek bişey yapmadım. daha öncede başıma böyle bişey geldi ve çok zor atlattım. o günden beri insanlara güven problemim vardı ve yeni yeni atmaya başlamıştım. ne olacak şimdi? bu olanlar bundan sonraki hayatımı ve ilişkilerimi etkiler mi? etkilerse nasıl etkiler? bir daha kimseye güvenemeyecek miyim? şuan içim buruk, üzgün müyüm? onu bile bilmiyorum. sadece haketmediğimi düşünüyorum ve verdiği tepkileri düşününce sinirleniyorum.
ps: bütün hayatımı burada ifşa ediyormuş gibi hissettim kendimi. öyle düşünüp beni ayıplabilecek arkadaşlara söylüyorum, cidden etrafımda konuşabileceğim kimse yok. ülke bile yabancı ak. temeli budur olayın.
ps2: ya biliyorum, çok daha hayati meseleler var ama bi süre üstte kalabilir mi? birilerinin fikirlerine belki de dertleşmeye herşeyden çok ihtiyacım var.
öncelikle hikayenin başını kaçıranlar şuradan olayların başlangıcını okuyabilir ki fikir vereceklere yardımcı olacağını tahmin ediyorum; www.eksiduyuru.com
ek$i'ye durumumu anlattıktan sonra rutin hayatımızda pek bişey değişmedi açıkçası. "ayrılalım" demesinden bir sonraki sabah hiçbir şey olmamış gibi sırnaşmaya başladı, pek yüz vermedim. suçluluk psikolojisi midir nedir, bilmiyorum bunun üzerine ultra anlayışlı davranmaya başladı bir-iki gün. o günden bugüne "bitse de gitsek" havasında sürdürdük bu birlikteliğimizi.
iki gün önce birlikteliğimizin üçüncü ayıydı ve buranın iyi yerlerinden birinde rezervasyon yaptırmıştık, oraya gittik. ben bu ilişkiyi tam olarak nasıl bitirmem gerektiğini, ne demem gerektiğini düşünürken elimi tuttu ve "seni anlıyorum, bundan sonra sana daha fazla destek olup ev işlerinde de yardımcı olacağım." dedi. ben bişeyler söylemeye çalıştımsa da açıkçası kelimeler ağzımdan bi türlü çıkmadı. "pekiiii, cumadan beri ne değişti? sözünü tuttu mu?" derseniz, hayır, hiçbir şey değişmedi.
bu sabah kahvaltıdan sonra benim bilgisayarımdan facebook benzeri sosyal paylaşım sitelerinden birine girmiş, ben de o ara onun bilgisayarının kurulumu ile uğraşıyordum. tesadüf bu ya, telefonu çaldı ve içeri gitti. ben de bir dil paketi indirmek için kendi bilgisayarıma geçtim. normalde hiç adetim değildir, üç aydır ne telefonuna ne mesajlarına ne de bişeyine bakmışımdır. ancak o an ne olduysa şeytan dürtükledi ve gelen kutusuna tıkladım. tıkladım ki ne göreyim? herifin birine "sen de kafa güzel yapan şeylerden var mı? arkadaşlarla partyler yapıyoruz da" yazmalar, öbürüne "senin kız arkadaşın vardı, ne oldu? aldatmayı düşünürsen ben buradayım"lar, falan filan. kan beynime sıçradı, nevrim döndü tabi.
sinirli biriyimdir ama çok sakin davranırım lakin etten kemikteniz sonuçta, mesajları görünce bi an elimin kolumun şimdikinden çok daha şiddetli şekilde tir tir titrediğini hatırlıyorum. bu arada belirteyim mesajların bazıları benimle birlikteyken, bazıları ise benden önce atılmış. tabi ne kadar önemli? karakter elzem olan sonuçta. ilişkide olan birini yoldan çıkarmaya çalışanda ne kadar bulunur?
neyse, uzatmıyayım. odaya dönünce olanca gücümle kendimi sıkıp sakinliğimi korumaya çalışarak "hiç beni aldattın mı?" dedim, şaşırdı ya da şaşırmış gibi yaptı. "anlamadım" dedi. "gel, anlatayım" dedim ve mesajları gösterdim. "tarihlere baksana yaa" demez mi pişkin pişkin? hani sanki herşey çok normal gibi. ben de bunun üzerine ilişkimiz içerisinde attıklarından birini gösterdim.
bişey değiştirmeyecek olsa bile insan bi özür falan bekliyor di mi? ya da bi utanma? bunların hiçbirisi de yoksa ses çıkarma bari. neredeee? ablam bi de üzerine "attım ama hiç yapmadım ki" demez mi? "ya" dedim, "şaka mı yapıyorsun? makara falan mı?". hani bunlara verilecek tepki bu mudur? ben belki utanır diyordum ama hala konuşuyor. hatta yetmedi üzerine "özel hayatıma saygı göstermemişsin" diye azara kalkar gibi oldu, dayanamadım, allah yarattı demeden geçirdim bi tane suratının orta yerine. çok sağlam geçirdim ama, üç tur burgu dönüp duvara yapıştı. buradaki bayanlardan da özür dilerim ve gerçekten üzgünüm, hayatımda ilk kez bi bayana el kaldırmış oldum.
başladı ağlayıp zırlamaya. utanmadan ya da acıdan falan değil ha, yüzü şişerse güzel görünmeyebilirmiş. "yahu" dedim, "sana diyecek bişey bulamıyorum ama galiba ben bunu hakettim". bu arada sinirlenince ve verdiği tepkiyi de görünce içime atmaktan olsa gerek kapının camını da aşağı indirmişim, elim falan kanamış, onu temizledim. bu o sırada birilerini aradı.
ben salona girince telefonuyla uğraşmaya devam ederek "ben gidiyorum" dedi, ayıptır söylemesi "siktir, durduğun kabahat" dedim bende. neyse abi, tekrar banyoya döndüm elimi falan sardım, baktım beni çağırıyor. "ne var?" dedim, yüzsüz yüzsüz "gidecek yerim yokta sen iki-üç gün gider misin? ben bi yer bulana kadar" dedi. cevap bile vermedim.
şimdi kültürümüz gereği kadını ortada bırakmak olmaz, ben birazdan çıkıp gideceğim. nereye gideceğim ben de bilmiyorum çünkü bu şehire geleli bir ay oldu ve tanıdığım kimse yok. açıkçası cebimde para da yok ama olsun, gideceğim. bu yüzsüz insan müsveddesi ile aynı havayı soluyamam daha fazla. bu arada soracaklara söyliyeyim, kızın beni kapı dışarı etme şansı yok, ev sahibi çok kafa adamdır. beni sever ve beni muhattap alır sadece, kontrat vs. benim üzerime.
velhasıl kelam sizce doğru mu yaptım? herşey bi yana içim burkuldu be usta, valla. hani hakedecek bişey yapmadım. daha öncede başıma böyle bişey geldi ve çok zor atlattım. o günden beri insanlara güven problemim vardı ve yeni yeni atmaya başlamıştım. ne olacak şimdi? bu olanlar bundan sonraki hayatımı ve ilişkilerimi etkiler mi? etkilerse nasıl etkiler? bir daha kimseye güvenemeyecek miyim? şuan içim buruk, üzgün müyüm? onu bile bilmiyorum. sadece haketmediğimi düşünüyorum ve verdiği tepkileri düşününce sinirleniyorum.
ps: bütün hayatımı burada ifşa ediyormuş gibi hissettim kendimi. öyle düşünüp beni ayıplabilecek arkadaşlara söylüyorum, cidden etrafımda konuşabileceğim kimse yok. ülke bile yabancı ak. temeli budur olayın.
ps2: ya biliyorum, çok daha hayati meseleler var ama bi süre üstte kalabilir mi? birilerinin fikirlerine belki de dertleşmeye herşeyden çok ihtiyacım var.
kız arkadaşımla birlikte yaşıyorum. birlikte yaşamaya başlamadan bir süre önce onda başlamış, hatta ilk gece hatır hutur kendini yırtarcasına kaşınınca "hayırdır?" diye sormuştum, "stresten herhalde, böyle bi süredir" diyip geçiştirmişti.
aradan 10 gün falan geçti ve bende de ince ince başladı, pek önemsemedim. ancak şuan 1 ay olacak ve kaşıntı aldı başını gidiyor. işin ilginç yanı genelde yatağa yattığımızda kaşınmaya başlıyoruz. yatağı-nevresimi hatta pijamaları bile çöpe attım, gittim yeni nevresim takımı ve yatak aldım. hatta bu soğukta günde iki kere yıkanıyorum ama kaşıntı azalacağına artıyor.
hastalık derecesinde temiz biriyimdir ve bu kaşıntı olayı beni deli etmeye başladı. biraz kocakarı işi ama mikrop kırılsın ayağına kolonya ile duş alıyorum neredeyse, üç günde üç şişe kolonyayı kaşınan yerlere boca ettim ama bana mısın demiyor. bu ne olabilir? alerji falan mıdır?
aradan 10 gün falan geçti ve bende de ince ince başladı, pek önemsemedim. ancak şuan 1 ay olacak ve kaşıntı aldı başını gidiyor. işin ilginç yanı genelde yatağa yattığımızda kaşınmaya başlıyoruz. yatağı-nevresimi hatta pijamaları bile çöpe attım, gittim yeni nevresim takımı ve yatak aldım. hatta bu soğukta günde iki kere yıkanıyorum ama kaşıntı azalacağına artıyor.
hastalık derecesinde temiz biriyimdir ve bu kaşıntı olayı beni deli etmeye başladı. biraz kocakarı işi ama mikrop kırılsın ayağına kolonya ile duş alıyorum neredeyse, üç günde üç şişe kolonyayı kaşınan yerlere boca ettim ama bana mısın demiyor. bu ne olabilir? alerji falan mıdır?
bunları buraya bi yerde kendimle yüzleşmek adına yazıyorum. yaşım 22, iki üni bitirip master yapmış, türkiye'nin en iyi bankalarından birinde yönetici pozisyonunda çalışan bir anne ile meslek yüksek okulu bitirdikten sonra ticarete atılmış, tekstil ile uğraşan esnaf bir babanın oğluyum.
ailem ben 1 yaşına bile girmeden boşanmışlar. ikisini neredeyse bir arada hiç görmedim, o yüzden bunun özlemini çektiğimi sanmıyorum, onu da belirteyim. zaten aralarında uçurum derecesinde bir yaş farkı var.
hayatımın büyük bölümünü babamın yanında geçirdim. benden 35 yaş büyük. ticari zekası felaket yüksektir. girişkendir, cesurdur, girdiği ortamda lider olur. eli açıktır. ama felaket sinirli birisidir. denenmemişi denemeyi, risk almayı sever. temizlik konusunda neredeyse hastadır. hani kadına evi temizletir, sonra beyaz çorap giyip evde dolanıp çorabın altına bakar, o derece. olmadık şeylere beklenmedik reaksiyonlar verebilir. çocukluğumun bir kısmında ara ara babamdan dayak yediğim de olmuştur bu temizlik konusunda ama babam her daim üzerime titremiş, ilgisini hiç esirgememiştir. ha, kaç kere oturup karşılıklı konuştuk ya da ne kadar beni dinler? babamla ilişkimizin büyük bölümünde hep fikir ayrılıkları oldu ve genelde kavga ile geçti.
6 yaşına kadar anneannemle kaldım, annem 17 yaşında evlenip 18'inde boşanınca sınava girip uludağ üniversitesi bilgisayar mühendisliğini kazandı ve okumaya gitti. babam o ara neredeydi, bilemiyorum. ancak 6-7 yaşına kadar bi gün babamda, bi gün anneannemde, bi gün babaannemde kaldığımı hatırlıyorum sadece. sonra bir gün babam geldi ve "gidiyoruz" dedi. başka biri ile evlenmişti. evlendiği kişiyi ilk orada gördüm.
babamla birlikte yaşamaya başlayınca benim için o dönem neler değişti açıkçası tam olarak bilmiyorum. bu arada okula başladım ve babam geç saatlere kadar çalıştığı için günümün büyük bölümünü evlendiği kişi ile geçirmeye başladım. kadınla iletişim neredeyse olanaksızdı. evlenene kadar evinden çıkmamış, ilkokul terk, ev işini asli görevi olarak bilmiş ve yalan rüzgarı dizisi dışında sosyal hayatı olmayan bir kadındı. ilkokul terk derken kesinlikle onu küçümsemiyorum ama daha 2. sınıfa giderken günümün büyük kısmını geçirdiğim insanla aramızda neredeyse hiçbir ilişki kalmamışsa, ondan sorup öğrenebileceğim birşey kalmamışsa ona ne kadar saygı gösterebilirim ki? çocuk aklıyla hemde?
bu arada babamın işleri felaket iyiye gitti, oturduğumuz semtten yaşayış şeklimize kadar herşey bi anda değişti. ilk ve orta okulu kolejlerde okudum ancak bu 8 senelik süre zarfında 7 okul değiştirdim. nedeni ya taşınmamız ya babama birilerinin daha iyi okul tavsiye etmesi ya da ne bileyim benim öğretmenlerimin haylaz olduğum konusundaki şikayetleriydi. aslında hep iyi öğrenciydim ama babam hakkımda küçücük bişey duysa yeni bi okulda yeni bir başlangıç yapmam gerektiğine inanıyordu sanırım.
krizin patlak verdiği günlerde babamın işlerinde de aynı oranda düşüş oldu. ancak buna karşın babamın hareketlerinde de değişiklikler baş gösterdi. eve olmadık saatlerde gelmeye, bazen hiç gelmemeye başladı. geldiğinde de eşi ile kavga ediyorlardı zaten. o eve gelmediğinde kadınla birlikte kalmak zorunda kalıyorduk ki bu benim için gerçekten azap gibi birşeydi.
eve gelmediği günlerden bigün beni aradı ve benimle erkek-erkeğe konuşmak istediğini söyledi, orta sondayım o sıralar. çıktık, geziyoruz. "seni biri ile tanıştıracağım" dedi ve görüşlerimi öğrenmek istediğini söyledi. tanıştırdığı kişi tahmininiz üzere bir bayandı ama yabancı uyruklu birisi. evlendiği kadının aksine ultra sosyal, her konuda bir görüş belirtebilen, girişken falan biri. ne kadar iyi niyetli açıkçası hala bilemiyorum.
bu arada eski sovyet ülkelerine ticarete başladık ve babam evli olduğu kadınla boşanmaya karar verdi. kadını da ortada bırakmadı tabi, ona iki ev bıraktı ne bileyim emekli olana kadar bütün primlerini ödedi vs vs. yeni bir ev tuttuk ve bu sefer ben-kadın-babam yaşamaya başladık. farklı kültürler tabi, pek hoşuma gitmedi bu yeni yaşam açıkçası.
o sıralar liseye başladım ve hayatımda ilk kez bir devlet okulunda bulundum. ortama daha ayak uydurmaya çalışırken babamın eski sovyet ülkelerindeki ticareti hızla gelişti ve herşeyi bırakıp orada yaşamaya karar verdi. ben buna şiddetle karşı çıktım, türkiye'den ayrılmak istemediğimi belirttim. babam pek iplemedi tabi. felaket kavgalar etmeye başladık bu konuda ama babam karar vermişti bi kere. 1-2 kere evden kaçıp anneanneme gitme girişimlerim dahi oldu bu süreçte. liseyi bıraktım, bastık gittik rusya'ya.
orada 7 ay kaldım ve hiç okula gitmedim. açıkçası çokta sevmedim. tek arkadaşım internet cafenin güvenliği ve mağaza çalışanlarıydı. bütün gün ya internet kafede ya da boş boş gezerek takılıyordum. babama böyle yaşamayı sevmediğimi defalarca belirttim ama pek iplemedi. sonra bigün mağaza çalışanlarından bir kız ile bir yakınlaşmamız oldu. ben kızın benden hoşlandığını sandım, gerçi aramızda 10 yaş falan vardı ama umut işte. meğer hatun babamla yakınmış, bana da o yüzden ilgi gösteriyormuş... tabi babam kızın telefonunda benim iyi geceler mesajlarını ya da onun mesajlarına attığım cevapları falan görünce kudurmuş. bana pek bişey belli etmedi ama "sen tr'ye git, orada yaşa istersen" dedi. "peki" diyebildim.
türkiye'ye döner dönmez anneannemle yaşamaya başladık. anneannem akademi mezunu, bir devlet kurumunda yıllarca müdürlük yapmış, iki yabancı dil bilen son derece sosyal ve modern bir kadındır. 30 yıldır aynı yerde oturur. açıkçası göçebe hayatından düzenli hayata dönünce yine bi afalladım. bi süre sonra anneannemle anlaşamamaya başladık. ben daha 15-16 yaşındaydım, gezmek tozmak falan istiyordum. o ise okuldan eve gelip ders çalışmamı, sonra yemek yiyip 8 olmadan yatmamı uygun görüyordu. bu arada annem kendi başına yaşadığı için onunla da haftasonları anneannemi ziyaretleri sırasında görüşüyorduk. uzatmıyayım anneannem benimle yaşamak istemedi, uymuyorduk birbirimize. hayatının büyük bölümünü yalnız geçirmiş, yaşlı ve kendine göre düzeni olan bi kadındı.
annemle yaşamaya başladık. o zamana kadar annemle hiç yaşamamıştım açıkçası. annem babamın aksine bana karşı çok ilgili olmayan, sevgisini pek göstermeyen ve babamdan ayrıldıktan sonra yıllarca yalnız yaşamış; hep idealleri uğruna gitmiş bi kadın. soğuk biri olduğunu bile söyleyebilirim. eğitimin önemine inanır her daim. yıllarca babamla kurallar zinciri içerisinde yaşamışken, eve 10 dakika geç gelsem hesap verme zorunluluğu içindeyken annemle felaket bir serbetiye geçtim. hani eve günlerce gelmesem "neredesin" diye bir arar ya da aramaz.
1 sene böyle boşa harcadıktan sonra tekrar liseye başlama zamanım geldi, ancak babam rusya'ya giderken gidip tasdiknamemi almış; bir daha türkiye'ye dönmeyeceğimi belirtmiş. ya açıköğretim ya da akşam lisesi okuyacaktım, başka alternatif kalmamıştı. akşam lisesine kayıt oldum. 70 yaşında adamlarla-40 yaşında kadınlarla liseyi bitirdim. devam zorunluluğu dahi yoktu ama ben gittim.
liseyi bitirdikten sonra öss'ye girdim. öss sürecinde ne dershaneye gittim, ne sınava hazırlandım. hatta sınava bile 30 dakika geç girdim. gözetmen kadının "oğlum, 30 dakika gecikmişsin" derken gözlerindeki telaşın milyonda biri bile yoktu bende. böyle bir hayat yaşadıktan sonra fena sayılmayacak bir puan aldım. açıkçası barajı bile geçeceğimi sanmıyordum sınava girerken. puan fena değildi ama tercihler sonunda salak saçma, son tercihim bi yere düştüm. niğde'ydi sanırım. gitmedim tabi haliyle. açıkçası ne olmak istediğimi bile bilmiyordum, pek bi idealim olmamıştı yaşam boyu. "tercihi neye göre yaptın?" derseniz onu bile ben yapmadım, annem oturdu kendince yazdı.
tr'de üni yolu kapanınca yurtdışında okuma olayını araştırdım. babam zaten uzak olduğu için her konuda kolay kafalanıyordu. zaten ayda bi kere telefonla konuşuyorduk, hepsi o. ihtiyaçlarımı soruyor, elinden geldiğince anında gideriyordu. annem ise "hayat senin, ne istersen onu yap" yapısındadır. konuşma gereği bile duymadık. "ben şuraya gideceğim" dedim, "peki" dedi. hepsi bu.
atladım, buraya geldim. annemin tavsiyesi ile bilgisayar mühendisliği okumaya başladım. ilk sene sorunsuz geçti, zaten burada kimseyi sıkmıyorlar. 5. sınıf tıp okuyup ingilizce bilmeyen adamlar var, rahat bir ortam. yine de bişeyler öğrenmeye çalıştım ve ortalama bi öğrenci olarak geçip gittim. şimdi ikinci sınıftayım ve okul nokta kadar sikimde değil açıkçası. 4 işlem matematik bilgimle mühendis olacam ya, ona gülüyorum.
ailemle idealim olmaması üzerine konuşmaya çalıştım. babam daha sonunu bile dinlemeden "okulu bırak, gel burada sana mağaza açalım" dedi; annem ise "oku, yakında orada şube açacağız seni şube müdürü yaparız, hayatın kurtulur" nasihatında bulundu. ulan iyide benim zaten geleceğe dair bi kaygım yok ki? hani neden bilmiyorum, "neye güveniyorsun?" deseniz onu da bilmiyorum.
velhasıl çok uzattım ve çok klişe olacak ama kendimi rüzgarda oraya-buraya giden bi yaprak gibi hissediyorum. çok sosyal biriydim bi zamanlar, şimdi insanlarla göz teması kurmaya bile korkuyorum. dikkat ettiyseniz bu kadar yazdım ama bi kere bile "arkadaş" demedim çünkü düzenli bi arkadaşım hiç olmadı belkide. arkadaşı bırak anneanne dışında doğru dürüst akraba ilişkim bile yok, babamın kendi tarafı ile arası pek iyi değildir çünkü. "senin sorunun ne dostum, herşeyin var işte" diyecekler olabilir.
kendimi bildim bileli mutsuzum, hiçbir şeyden zevk almıyorum ve bunun nedenini de bilmiyorum. hayatta umursadığım hiçbir şey yok. bir hobim bile yok, belki arada fenerbahçe maçlarını izlemek. gerçi aragones-daum-aykut kocaman üçlüsünden sonra o da ızdırap haline geldi. :) durduk yere salak saçma şeylere sinirlenip salak saçma şeylere ağlıyorum. hatta olabildiğince yalnız kalmaya çalışıyorum, herkesden kaçıyorum. kimseye karşı bişey hissetmiyorum, duygusuzluk gibi.
sizce benim sorunum ne? rahat batıyor demeyin, sokayım böyle rahata.
ailem ben 1 yaşına bile girmeden boşanmışlar. ikisini neredeyse bir arada hiç görmedim, o yüzden bunun özlemini çektiğimi sanmıyorum, onu da belirteyim. zaten aralarında uçurum derecesinde bir yaş farkı var.
hayatımın büyük bölümünü babamın yanında geçirdim. benden 35 yaş büyük. ticari zekası felaket yüksektir. girişkendir, cesurdur, girdiği ortamda lider olur. eli açıktır. ama felaket sinirli birisidir. denenmemişi denemeyi, risk almayı sever. temizlik konusunda neredeyse hastadır. hani kadına evi temizletir, sonra beyaz çorap giyip evde dolanıp çorabın altına bakar, o derece. olmadık şeylere beklenmedik reaksiyonlar verebilir. çocukluğumun bir kısmında ara ara babamdan dayak yediğim de olmuştur bu temizlik konusunda ama babam her daim üzerime titremiş, ilgisini hiç esirgememiştir. ha, kaç kere oturup karşılıklı konuştuk ya da ne kadar beni dinler? babamla ilişkimizin büyük bölümünde hep fikir ayrılıkları oldu ve genelde kavga ile geçti.
6 yaşına kadar anneannemle kaldım, annem 17 yaşında evlenip 18'inde boşanınca sınava girip uludağ üniversitesi bilgisayar mühendisliğini kazandı ve okumaya gitti. babam o ara neredeydi, bilemiyorum. ancak 6-7 yaşına kadar bi gün babamda, bi gün anneannemde, bi gün babaannemde kaldığımı hatırlıyorum sadece. sonra bir gün babam geldi ve "gidiyoruz" dedi. başka biri ile evlenmişti. evlendiği kişiyi ilk orada gördüm.
babamla birlikte yaşamaya başlayınca benim için o dönem neler değişti açıkçası tam olarak bilmiyorum. bu arada okula başladım ve babam geç saatlere kadar çalıştığı için günümün büyük bölümünü evlendiği kişi ile geçirmeye başladım. kadınla iletişim neredeyse olanaksızdı. evlenene kadar evinden çıkmamış, ilkokul terk, ev işini asli görevi olarak bilmiş ve yalan rüzgarı dizisi dışında sosyal hayatı olmayan bir kadındı. ilkokul terk derken kesinlikle onu küçümsemiyorum ama daha 2. sınıfa giderken günümün büyük kısmını geçirdiğim insanla aramızda neredeyse hiçbir ilişki kalmamışsa, ondan sorup öğrenebileceğim birşey kalmamışsa ona ne kadar saygı gösterebilirim ki? çocuk aklıyla hemde?
bu arada babamın işleri felaket iyiye gitti, oturduğumuz semtten yaşayış şeklimize kadar herşey bi anda değişti. ilk ve orta okulu kolejlerde okudum ancak bu 8 senelik süre zarfında 7 okul değiştirdim. nedeni ya taşınmamız ya babama birilerinin daha iyi okul tavsiye etmesi ya da ne bileyim benim öğretmenlerimin haylaz olduğum konusundaki şikayetleriydi. aslında hep iyi öğrenciydim ama babam hakkımda küçücük bişey duysa yeni bi okulda yeni bir başlangıç yapmam gerektiğine inanıyordu sanırım.
krizin patlak verdiği günlerde babamın işlerinde de aynı oranda düşüş oldu. ancak buna karşın babamın hareketlerinde de değişiklikler baş gösterdi. eve olmadık saatlerde gelmeye, bazen hiç gelmemeye başladı. geldiğinde de eşi ile kavga ediyorlardı zaten. o eve gelmediğinde kadınla birlikte kalmak zorunda kalıyorduk ki bu benim için gerçekten azap gibi birşeydi.
eve gelmediği günlerden bigün beni aradı ve benimle erkek-erkeğe konuşmak istediğini söyledi, orta sondayım o sıralar. çıktık, geziyoruz. "seni biri ile tanıştıracağım" dedi ve görüşlerimi öğrenmek istediğini söyledi. tanıştırdığı kişi tahmininiz üzere bir bayandı ama yabancı uyruklu birisi. evlendiği kadının aksine ultra sosyal, her konuda bir görüş belirtebilen, girişken falan biri. ne kadar iyi niyetli açıkçası hala bilemiyorum.
bu arada eski sovyet ülkelerine ticarete başladık ve babam evli olduğu kadınla boşanmaya karar verdi. kadını da ortada bırakmadı tabi, ona iki ev bıraktı ne bileyim emekli olana kadar bütün primlerini ödedi vs vs. yeni bir ev tuttuk ve bu sefer ben-kadın-babam yaşamaya başladık. farklı kültürler tabi, pek hoşuma gitmedi bu yeni yaşam açıkçası.
o sıralar liseye başladım ve hayatımda ilk kez bir devlet okulunda bulundum. ortama daha ayak uydurmaya çalışırken babamın eski sovyet ülkelerindeki ticareti hızla gelişti ve herşeyi bırakıp orada yaşamaya karar verdi. ben buna şiddetle karşı çıktım, türkiye'den ayrılmak istemediğimi belirttim. babam pek iplemedi tabi. felaket kavgalar etmeye başladık bu konuda ama babam karar vermişti bi kere. 1-2 kere evden kaçıp anneanneme gitme girişimlerim dahi oldu bu süreçte. liseyi bıraktım, bastık gittik rusya'ya.
orada 7 ay kaldım ve hiç okula gitmedim. açıkçası çokta sevmedim. tek arkadaşım internet cafenin güvenliği ve mağaza çalışanlarıydı. bütün gün ya internet kafede ya da boş boş gezerek takılıyordum. babama böyle yaşamayı sevmediğimi defalarca belirttim ama pek iplemedi. sonra bigün mağaza çalışanlarından bir kız ile bir yakınlaşmamız oldu. ben kızın benden hoşlandığını sandım, gerçi aramızda 10 yaş falan vardı ama umut işte. meğer hatun babamla yakınmış, bana da o yüzden ilgi gösteriyormuş... tabi babam kızın telefonunda benim iyi geceler mesajlarını ya da onun mesajlarına attığım cevapları falan görünce kudurmuş. bana pek bişey belli etmedi ama "sen tr'ye git, orada yaşa istersen" dedi. "peki" diyebildim.
türkiye'ye döner dönmez anneannemle yaşamaya başladık. anneannem akademi mezunu, bir devlet kurumunda yıllarca müdürlük yapmış, iki yabancı dil bilen son derece sosyal ve modern bir kadındır. 30 yıldır aynı yerde oturur. açıkçası göçebe hayatından düzenli hayata dönünce yine bi afalladım. bi süre sonra anneannemle anlaşamamaya başladık. ben daha 15-16 yaşındaydım, gezmek tozmak falan istiyordum. o ise okuldan eve gelip ders çalışmamı, sonra yemek yiyip 8 olmadan yatmamı uygun görüyordu. bu arada annem kendi başına yaşadığı için onunla da haftasonları anneannemi ziyaretleri sırasında görüşüyorduk. uzatmıyayım anneannem benimle yaşamak istemedi, uymuyorduk birbirimize. hayatının büyük bölümünü yalnız geçirmiş, yaşlı ve kendine göre düzeni olan bi kadındı.
annemle yaşamaya başladık. o zamana kadar annemle hiç yaşamamıştım açıkçası. annem babamın aksine bana karşı çok ilgili olmayan, sevgisini pek göstermeyen ve babamdan ayrıldıktan sonra yıllarca yalnız yaşamış; hep idealleri uğruna gitmiş bi kadın. soğuk biri olduğunu bile söyleyebilirim. eğitimin önemine inanır her daim. yıllarca babamla kurallar zinciri içerisinde yaşamışken, eve 10 dakika geç gelsem hesap verme zorunluluğu içindeyken annemle felaket bir serbetiye geçtim. hani eve günlerce gelmesem "neredesin" diye bir arar ya da aramaz.
1 sene böyle boşa harcadıktan sonra tekrar liseye başlama zamanım geldi, ancak babam rusya'ya giderken gidip tasdiknamemi almış; bir daha türkiye'ye dönmeyeceğimi belirtmiş. ya açıköğretim ya da akşam lisesi okuyacaktım, başka alternatif kalmamıştı. akşam lisesine kayıt oldum. 70 yaşında adamlarla-40 yaşında kadınlarla liseyi bitirdim. devam zorunluluğu dahi yoktu ama ben gittim.
liseyi bitirdikten sonra öss'ye girdim. öss sürecinde ne dershaneye gittim, ne sınava hazırlandım. hatta sınava bile 30 dakika geç girdim. gözetmen kadının "oğlum, 30 dakika gecikmişsin" derken gözlerindeki telaşın milyonda biri bile yoktu bende. böyle bir hayat yaşadıktan sonra fena sayılmayacak bir puan aldım. açıkçası barajı bile geçeceğimi sanmıyordum sınava girerken. puan fena değildi ama tercihler sonunda salak saçma, son tercihim bi yere düştüm. niğde'ydi sanırım. gitmedim tabi haliyle. açıkçası ne olmak istediğimi bile bilmiyordum, pek bi idealim olmamıştı yaşam boyu. "tercihi neye göre yaptın?" derseniz onu bile ben yapmadım, annem oturdu kendince yazdı.
tr'de üni yolu kapanınca yurtdışında okuma olayını araştırdım. babam zaten uzak olduğu için her konuda kolay kafalanıyordu. zaten ayda bi kere telefonla konuşuyorduk, hepsi o. ihtiyaçlarımı soruyor, elinden geldiğince anında gideriyordu. annem ise "hayat senin, ne istersen onu yap" yapısındadır. konuşma gereği bile duymadık. "ben şuraya gideceğim" dedim, "peki" dedi. hepsi bu.
atladım, buraya geldim. annemin tavsiyesi ile bilgisayar mühendisliği okumaya başladım. ilk sene sorunsuz geçti, zaten burada kimseyi sıkmıyorlar. 5. sınıf tıp okuyup ingilizce bilmeyen adamlar var, rahat bir ortam. yine de bişeyler öğrenmeye çalıştım ve ortalama bi öğrenci olarak geçip gittim. şimdi ikinci sınıftayım ve okul nokta kadar sikimde değil açıkçası. 4 işlem matematik bilgimle mühendis olacam ya, ona gülüyorum.
ailemle idealim olmaması üzerine konuşmaya çalıştım. babam daha sonunu bile dinlemeden "okulu bırak, gel burada sana mağaza açalım" dedi; annem ise "oku, yakında orada şube açacağız seni şube müdürü yaparız, hayatın kurtulur" nasihatında bulundu. ulan iyide benim zaten geleceğe dair bi kaygım yok ki? hani neden bilmiyorum, "neye güveniyorsun?" deseniz onu da bilmiyorum.
velhasıl çok uzattım ve çok klişe olacak ama kendimi rüzgarda oraya-buraya giden bi yaprak gibi hissediyorum. çok sosyal biriydim bi zamanlar, şimdi insanlarla göz teması kurmaya bile korkuyorum. dikkat ettiyseniz bu kadar yazdım ama bi kere bile "arkadaş" demedim çünkü düzenli bi arkadaşım hiç olmadı belkide. arkadaşı bırak anneanne dışında doğru dürüst akraba ilişkim bile yok, babamın kendi tarafı ile arası pek iyi değildir çünkü. "senin sorunun ne dostum, herşeyin var işte" diyecekler olabilir.
kendimi bildim bileli mutsuzum, hiçbir şeyden zevk almıyorum ve bunun nedenini de bilmiyorum. hayatta umursadığım hiçbir şey yok. bir hobim bile yok, belki arada fenerbahçe maçlarını izlemek. gerçi aragones-daum-aykut kocaman üçlüsünden sonra o da ızdırap haline geldi. :) durduk yere salak saçma şeylere sinirlenip salak saçma şeylere ağlıyorum. hatta olabildiğince yalnız kalmaya çalışıyorum, herkesden kaçıyorum. kimseye karşı bişey hissetmiyorum, duygusuzluk gibi.
sizce benim sorunum ne? rahat batıyor demeyin, sokayım böyle rahata.
özel hayatımdaki problemlerimin tavan yaptığı dönemde tam birileri ile konuşma ihtiyacı duyarken gece yarısı burada herkesin bu tip şeyler sorduğunu hatırladım.
yabancı bir ülkede üniversite okuyorum. bu ülkenin bodrum'u olarak tabir edilebilecek yazlık şehirlerinden birinde okuyordum ancak yazın bir kızla tanıştım. o da yabancı; çinli. o da o sırada tatil için oraya gelmiş. bir süre takılmaya başladık ancak kız esasen 700 km uzakta okuyor ve oturuyormuş. tatil bitipte kız dönünce irtibatı kesmedik, her hafta sonu o geldi ya da ben gittim ve 1-2 ay sürdürdük bu ilişkiyi. derken bi gün hangi filmden özendiysem "ulan madem mutlusun, peşinden koş" dedim kendi kendime ve onun okuduğu şehirde okumaya karar verdim. 1 eylül itibarı ile kendi üniversitemden belgelerimi aldım, atladım buraya geldim.
yaşadığım şehir küçük bir şehirken burası bu ülkenin ankara'sı olarak tabir edilebilecek bir yer. ilk 10 gün azap gibiydi. kimseyi tanımıyorum, etmiyorum. hem yürüyerek 10 dakikada şehri gezebilirken bi uçtan diğer uca gelmek için 5 vasıta değiştirmenin gerek olduğu bi yere düşmüşüm. afalladım tabi. arkadaş yok, bişi yok. kız dışında tanıdık yok. sonuçta erkek adam her muhabbeti yapamaz ki kız arkadaşıyla da. başka şeyler de gerekli. her neyse, konuya dönelim.
geldim, bir ev tuttum ve birlikte yaşamaya başladık. ancak bir türlü anlaşamıyoruz. bi kere felaket bencil. sürekli hep bana modunda. ayrıca tembel. hani bulaşıklar 10 gün dursa "nolacak yav bize ne zararı var?" der. aldığını yerine koymaz. savruk, dağınık vs. bu çinliler çin'in tek çocuk politikası yüzünden tek çocuk olup şımartılmaya alışıldıklarından hep böyleymiş, onu da burada gördüm. bunun bi arkadaşı var, yurtta kalıyor. odasına gittik, gitmez olaydım. duvarlar yağ içinde, yatağın üzerinde elma-armut çöpleri vs.. neyse, konuyu dağıtmıyayım.
şuraya geldiğimden beri yemek, çamaşır, bulaşık, temizlik bende. yav mutlu olacaz, ses çıkarmiyim diyorum ama ses çıkarmayınca da bi şekilde surat yaptığım oluyordu istem dışı. sonuçta etten kemikten insanız. hani görüp anlasın diyorum, yok. en son "yemeği ben yaparım" dedi ve 1-2 gündür yemek yapıyor. öyle "vaaay çin yemeği haa" demeyin. yağda pişmiş lahana, coca cola ile pişirilmiş tavuk, martinili omlet gibi şeyler...
son 1 haftadır olaylar had safhaya ulaştı. ben geldiğimden beri elime ne geçtiyse ortak harcadık ki helali hoş olsun ama öğrenciyiz, malum. gelen para belli. bu hafta gelen paradan isteği üzerine internet aldık, alışveriş yaptık şudur budur derken demez mi "hani salsa kursu?". hayatım dedim ekonomik durum bu hafta izin vermiyor falan filan. bu seferde "sisley'den cüzdan o zaman?" dedi. ben direk fatal error verdim haliyle. "yav bu haftayı atlatalım" diye alttan alayım derken "ben geçen gün param varken cüzdan almadım, eve yemek aldım sen bana cüzdan almıyorsun" demez mi. ulan zaten 1 kere alışveriş yaptın, o da odur. bu söylenir mi? bunların hesabı tutulur mu? ben buraya senin için gelmişim, son kuruşuna kadar senle yemişim. bende şalter attı, elime ne geldiyse vurdum duvarlara.
olaylar böyle başladı. 1-2 böyle küçük kavgalar ve anlık barışmalarla geçirdikten sonra bu sabah parası yokmuş, para istedi. insanlık hali, bende de yoktu. 1 lira falan vardı. çıkardım, verdim. dedim yok valla başka. aldı, gitti. sonra gün içinde interneti bağlayan firmanın teknik servis elemanı geldi hattı açmaya. tabi bununda ücreti varmış, ben adamı evde bırakıp yana döne para aramaya çıktım. adam hattı benim pc'ye göre ayarlamış. neyse, parayı buldum adama ödedim. gittim en ucuzundan bi sigara aldım. kalan 3 kuruşlada üniversiteye gittim, bunu alıp eve getirdim. abi gelir gelmez demesin mi "kendine almışsın, bana ayarlatmamışsın interneti" hoppalaaa.
ulan zaten isteyen sendin, adam böyle çekmiş kabloyu. al sen kullan diyorum, yok diyor sonra gelip "internetini kullanabilir miyim?" falan. yav yapma böyle, benim senin mi var falan diye alttan almaya çalıştımsa da sinirlerimi felaket zorladı. tutup demez mi "ooo kendine sigara almışsın, bana sabah para vermiyorsun" diye. canım öyle değil diye anlatmaya çalışıyorum iplemiyor. gelip durduk yere tokat atıp gitmeler, "ben kadınım tamam mı" diyip hakaret edip gitmeler falan. normal insan hareketleri değil yani. sonra durduk yere laf sokmalar. "üff buradan sıkıldım, yeni bi yer bulacam gidecem" vs. falan böyle "yapma etme" diyorum, yok. zaten ben sinirlenince daha çok sinirlendirmek için elinden geleni yapar. eline bi elma almış, geldi oturdu yatağa. kulağımın dibinde başladı bilerek şapırdatmaya. 1-2-3 derken bu kesmeyince tuttum masadaki bardağı vurdum duvara. bu arada bardağı küllük olarak kullandığımız için içi sigara doluydu, salon mahvoldu yani. iki saat yerleri sildim, evi havalandırdım falan. velhasıl şimdi de "ayrılalım" dedi. yeterince ilgi göstermiyormuşum, salsa kursu için para ayıramamışım 2 haftadır falan filan. salsa kursu deyip geçme, elzemmiş. 2 sene sonra mezun olduğunda mezuniyet töreninde yapacakmış.... ulan yemek-çamaşır-bulaşık-okul-okul kayıt işleri-ikamet şudur budur derken uyumaya vakit bulamıyorum ki kalanı yine sana harcıyorum. "peki" diyebildim buruk şekilde. "bunları ona anlatmaya çalıştın mı?" demeyin, anlatmaya çalıştığımda "zaten sen hep cevap vermeye çalışıyorsun" falan diyor. içimde küçük bir acı ve buruk oldum, sonuçta o kadar şey paylaşmaya çalıştım, kendimce emek verdim. hiç bişey olmasa aynı yastığı paylaştık ama ben bunları düşünürken karı kıçını döndü horlamaya başladı.
sözün özü: ben mükemmel değilim kuşkusuz ve kız çok güzel. güzelliğinin de farkında, yeri gelince de kullanır. zeki yani.
bütün ilişki boyunca onu değiştirmeye çalışmadım, olduğu gibi kabul ettim yani. kolay sinirlenmem ama sinirli biriyimdir. duygusuz görünürüm. ilk anda tepki vermem herşeye. böyle yalaşap ilişkileri sevmem. dinlemeyi severim. ciddi biriyimdir. o ise çok çocuksu hatta hala çocuk belki bilemiyorum. ilgi budalası. ukala. bi de sertliği sever. yapı olarakta böyle sertliği sever yani. hakaret, sert hareketler ne bileyim yatakta hep "benden nefret et." falan der. onu suçlamıyorum, böyle görmüş belki. bunları yazıyorum ki akıl-fikir verebilecek arkadaşlar gözlerinde şöyle bir canlandırsınlar.
velhasıl uzun oldu, vakit ayırıp okuma zahmetine katlananlara soruyorum:
"sizce ne yapmalıyım?"
-bu ilişkiyi kurtarmaya çalışıp daha çok mu çaba sarfedeyim? ona ayak uydurarak yani.
-bitmesine izin mi vereyim? zaten yalnız olduğum bu şehirde daha da mı yalnız kalayım?
-bişeyler bişeyler
teşekkürler.
ps: uzun süredir memleketten uzak olduğum için yazım yanlışı, imla falan mazur görün. türkçe klavyeyi bile zor bulmuşum. :)
edit: ahahaha, dedikodu yapar gibi yazmışım yav. tövbe.
edit2: moderatör arkadaş, rica etsem sabaha kadar üstte kalabilir mi? zaten bu koca şehirde tek başıma kalmışken bir-iki tavsiyeyi çok görme.
yabancı bir ülkede üniversite okuyorum. bu ülkenin bodrum'u olarak tabir edilebilecek yazlık şehirlerinden birinde okuyordum ancak yazın bir kızla tanıştım. o da yabancı; çinli. o da o sırada tatil için oraya gelmiş. bir süre takılmaya başladık ancak kız esasen 700 km uzakta okuyor ve oturuyormuş. tatil bitipte kız dönünce irtibatı kesmedik, her hafta sonu o geldi ya da ben gittim ve 1-2 ay sürdürdük bu ilişkiyi. derken bi gün hangi filmden özendiysem "ulan madem mutlusun, peşinden koş" dedim kendi kendime ve onun okuduğu şehirde okumaya karar verdim. 1 eylül itibarı ile kendi üniversitemden belgelerimi aldım, atladım buraya geldim.
yaşadığım şehir küçük bir şehirken burası bu ülkenin ankara'sı olarak tabir edilebilecek bir yer. ilk 10 gün azap gibiydi. kimseyi tanımıyorum, etmiyorum. hem yürüyerek 10 dakikada şehri gezebilirken bi uçtan diğer uca gelmek için 5 vasıta değiştirmenin gerek olduğu bi yere düşmüşüm. afalladım tabi. arkadaş yok, bişi yok. kız dışında tanıdık yok. sonuçta erkek adam her muhabbeti yapamaz ki kız arkadaşıyla da. başka şeyler de gerekli. her neyse, konuya dönelim.
geldim, bir ev tuttum ve birlikte yaşamaya başladık. ancak bir türlü anlaşamıyoruz. bi kere felaket bencil. sürekli hep bana modunda. ayrıca tembel. hani bulaşıklar 10 gün dursa "nolacak yav bize ne zararı var?" der. aldığını yerine koymaz. savruk, dağınık vs. bu çinliler çin'in tek çocuk politikası yüzünden tek çocuk olup şımartılmaya alışıldıklarından hep böyleymiş, onu da burada gördüm. bunun bi arkadaşı var, yurtta kalıyor. odasına gittik, gitmez olaydım. duvarlar yağ içinde, yatağın üzerinde elma-armut çöpleri vs.. neyse, konuyu dağıtmıyayım.
şuraya geldiğimden beri yemek, çamaşır, bulaşık, temizlik bende. yav mutlu olacaz, ses çıkarmiyim diyorum ama ses çıkarmayınca da bi şekilde surat yaptığım oluyordu istem dışı. sonuçta etten kemikten insanız. hani görüp anlasın diyorum, yok. en son "yemeği ben yaparım" dedi ve 1-2 gündür yemek yapıyor. öyle "vaaay çin yemeği haa" demeyin. yağda pişmiş lahana, coca cola ile pişirilmiş tavuk, martinili omlet gibi şeyler...
son 1 haftadır olaylar had safhaya ulaştı. ben geldiğimden beri elime ne geçtiyse ortak harcadık ki helali hoş olsun ama öğrenciyiz, malum. gelen para belli. bu hafta gelen paradan isteği üzerine internet aldık, alışveriş yaptık şudur budur derken demez mi "hani salsa kursu?". hayatım dedim ekonomik durum bu hafta izin vermiyor falan filan. bu seferde "sisley'den cüzdan o zaman?" dedi. ben direk fatal error verdim haliyle. "yav bu haftayı atlatalım" diye alttan alayım derken "ben geçen gün param varken cüzdan almadım, eve yemek aldım sen bana cüzdan almıyorsun" demez mi. ulan zaten 1 kere alışveriş yaptın, o da odur. bu söylenir mi? bunların hesabı tutulur mu? ben buraya senin için gelmişim, son kuruşuna kadar senle yemişim. bende şalter attı, elime ne geldiyse vurdum duvarlara.
olaylar böyle başladı. 1-2 böyle küçük kavgalar ve anlık barışmalarla geçirdikten sonra bu sabah parası yokmuş, para istedi. insanlık hali, bende de yoktu. 1 lira falan vardı. çıkardım, verdim. dedim yok valla başka. aldı, gitti. sonra gün içinde interneti bağlayan firmanın teknik servis elemanı geldi hattı açmaya. tabi bununda ücreti varmış, ben adamı evde bırakıp yana döne para aramaya çıktım. adam hattı benim pc'ye göre ayarlamış. neyse, parayı buldum adama ödedim. gittim en ucuzundan bi sigara aldım. kalan 3 kuruşlada üniversiteye gittim, bunu alıp eve getirdim. abi gelir gelmez demesin mi "kendine almışsın, bana ayarlatmamışsın interneti" hoppalaaa.
ulan zaten isteyen sendin, adam böyle çekmiş kabloyu. al sen kullan diyorum, yok diyor sonra gelip "internetini kullanabilir miyim?" falan. yav yapma böyle, benim senin mi var falan diye alttan almaya çalıştımsa da sinirlerimi felaket zorladı. tutup demez mi "ooo kendine sigara almışsın, bana sabah para vermiyorsun" diye. canım öyle değil diye anlatmaya çalışıyorum iplemiyor. gelip durduk yere tokat atıp gitmeler, "ben kadınım tamam mı" diyip hakaret edip gitmeler falan. normal insan hareketleri değil yani. sonra durduk yere laf sokmalar. "üff buradan sıkıldım, yeni bi yer bulacam gidecem" vs. falan böyle "yapma etme" diyorum, yok. zaten ben sinirlenince daha çok sinirlendirmek için elinden geleni yapar. eline bi elma almış, geldi oturdu yatağa. kulağımın dibinde başladı bilerek şapırdatmaya. 1-2-3 derken bu kesmeyince tuttum masadaki bardağı vurdum duvara. bu arada bardağı küllük olarak kullandığımız için içi sigara doluydu, salon mahvoldu yani. iki saat yerleri sildim, evi havalandırdım falan. velhasıl şimdi de "ayrılalım" dedi. yeterince ilgi göstermiyormuşum, salsa kursu için para ayıramamışım 2 haftadır falan filan. salsa kursu deyip geçme, elzemmiş. 2 sene sonra mezun olduğunda mezuniyet töreninde yapacakmış.... ulan yemek-çamaşır-bulaşık-okul-okul kayıt işleri-ikamet şudur budur derken uyumaya vakit bulamıyorum ki kalanı yine sana harcıyorum. "peki" diyebildim buruk şekilde. "bunları ona anlatmaya çalıştın mı?" demeyin, anlatmaya çalıştığımda "zaten sen hep cevap vermeye çalışıyorsun" falan diyor. içimde küçük bir acı ve buruk oldum, sonuçta o kadar şey paylaşmaya çalıştım, kendimce emek verdim. hiç bişey olmasa aynı yastığı paylaştık ama ben bunları düşünürken karı kıçını döndü horlamaya başladı.
sözün özü: ben mükemmel değilim kuşkusuz ve kız çok güzel. güzelliğinin de farkında, yeri gelince de kullanır. zeki yani.
bütün ilişki boyunca onu değiştirmeye çalışmadım, olduğu gibi kabul ettim yani. kolay sinirlenmem ama sinirli biriyimdir. duygusuz görünürüm. ilk anda tepki vermem herşeye. böyle yalaşap ilişkileri sevmem. dinlemeyi severim. ciddi biriyimdir. o ise çok çocuksu hatta hala çocuk belki bilemiyorum. ilgi budalası. ukala. bi de sertliği sever. yapı olarakta böyle sertliği sever yani. hakaret, sert hareketler ne bileyim yatakta hep "benden nefret et." falan der. onu suçlamıyorum, böyle görmüş belki. bunları yazıyorum ki akıl-fikir verebilecek arkadaşlar gözlerinde şöyle bir canlandırsınlar.
velhasıl uzun oldu, vakit ayırıp okuma zahmetine katlananlara soruyorum:
"sizce ne yapmalıyım?"
-bu ilişkiyi kurtarmaya çalışıp daha çok mu çaba sarfedeyim? ona ayak uydurarak yani.
-bitmesine izin mi vereyim? zaten yalnız olduğum bu şehirde daha da mı yalnız kalayım?
-bişeyler bişeyler
teşekkürler.
ps: uzun süredir memleketten uzak olduğum için yazım yanlışı, imla falan mazur görün. türkçe klavyeyi bile zor bulmuşum. :)
edit: ahahaha, dedikodu yapar gibi yazmışım yav. tövbe.
edit2: moderatör arkadaş, rica etsem sabaha kadar üstte kalabilir mi? zaten bu koca şehirde tek başıma kalmışken bir-iki tavsiyeyi çok görme.
1