
tabağa meyveler koyup bunu çizin demezdim.
boyası yok diye eksi vermezdim.
uğraşmış ama olmamış,olmayabilir ressam değil ya, karalamamış emek vermiş sonuçta, beğenmedim diyip 3 vermezdim.
bunlar içimde kalan öfke oldu.
şöyle ki ; müzikle resim yapmalarını sağlayabilirdim. demet akalından bahsetmiyorum, olafur arnalds olabilir ne bileyim böyle sakin ritimler veya bülent ortaçgil falan dinletip hissettiklerinizi çizin derdim.
eğer müfredata uygun gitmek zorundaysak müziği açar müfredatı uygulardım. müzik şart, o da sanat sonuçta.
yarışmalar düzenlerdim sınıfta küçük çapta. eğlenceli olurdu,oylamalar falan yapardım sınıfta.
elimde olsa müfredatı toptan kaldırırdım, ne bileyim yok 29 ekim için resim çizelim , yok 23 nisan için çizelim ya bütün bunlar zorunluluk getiriyor,sıkıcı hale geliyor.


genel olarak sanat ve resim hakkında konuşurdum, belli başlı akımlar, sanatçılar hakkında bilgi verirdim, sorular sorar onların da tartışmaya katılmalarını sağlamaya çalışırdım en azından bir farkındalıkları olsun diye. (tabi not kaygısı vs. gütmeden) sonuçta sokaktaki adam da gelip öğrencilere kağıdın sol üst köşesine konu: 23 Nisan yazdırıp sonra camdan bakarak ders sonuna kadar boş boş oturabilir.


serbest bırakırım,istediklerini
yapsınlar


ilk önce bir hikayenin içine sokmaya çalışırdım çocukları, o hikayeyi düşünerek resim yapmalarını isterdim. Yani işte uçabilseniz neler yapardınız, bir denizaltındasınız ne görürsünüz gibi seviyelerine göre kompleksleşecek şeyler.... ama tek soru gibi değil. herkesin katılımıyla oluşup sonra böyle sorulara çıkacak hikayeler...
