Sonuçta buradakilerin çoğu belli bir yaşa, belli aşamalara gelmiş insanlar. Tabii daha genç, önünde uzun yıllar olanlar da vardır ama sanırım azınlıktalar. Neyse, herkes kendine göre düşünsün.
Hayata doyulur mu ki?
Ölene kadar bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Yine de bazı dönüm noktaları insana belli bir doygunluk hissettirebiliyor: istediğin işi yapmak, istediğin kişiyle evlenmek, çocuk sahibi olmak, çocuğunu büyütmek ve mürüvvetini görmek vs... Toplumun genel geçer başarı ölçütleri gibi yani.
Ama bazılarımız için bu da yetmez. Daha fazlasını isteyenler çıkar: dünyayı gezmek, yeni yerler görmek, ekstrem sporlar yapmak, risk almak, tehlikeyi tatmak… Belki de ne kadar çok deneyim yaşarsak, o kadar doyumsuz hale geliyoruz.
Mesela dünyayı gezme örneğini düşünelim.
Yeni bir yer gördüm, bir fotoğraf çektim… peki sonra? Bunun ötesinde çoğu zaman bir de sosyal medyada kendini gösterme çabası, hatta bir miktar ego tatmini de işin içine giriyor. Ama gezmek sadece görmekten ibaret değil. Asıl değer belki de; gittiğin yerde bir kültürü solumak, yeni yemekler tatmak, insan ilişkilerine dokunmak… İşte bu, insana gerçek bir doyum sağlayabilir.
Hatta bir başka ülkeye yerleşmek, orada gündelik yaşamın parçası olmak da bambaşka bir deneyimdir. Sadece "gezmekten" öte, gerçekten farklı bir hayat tarzını tecrübe etmek…
not: tabii ki kişiye ve yaşanmışlıklara göre göreceli bir soru. kendinize göre cevaplayabilirsiniz. konuyla ilgili de yazabilirsiniz.

hayata doymadim tabii ki de... saglik oldugu sürece de doyacagimi düsünmüyorum. allah beni ve sevdiklerimi hatta kimseyi saglikla sinamasin insallah.
35 yasinda olup hayat bitti abii tripleri atmak da sacmaligin daniskasi. sebebi depresyonsa acil sifa diliyorum.
yani koskaca rahmi koc 95 yasinda daima gelecegi düsünüyorum diyor ama sen tamam oyun bitti doydum mu diyeceksin? :)


Hayata doydum demek biraz geniş bir bakış açısı oluyor, detaylandırmak gerekir. Tabii ki doymadım hayata, daha yapılacak çok şey var. Ama bazı yönlerden kendimde bir tok gözlülük görüyorum. Alışveriş mesela eskisi kadar keyif vermiyor, arkadaş edinme motivasyonum pek yok, çevremde az kişi olsun istiyorum. Eşyanın fazlası gözüme batıyor.
Onun dışında gezilecek görülecek çok yer var, yenilecek çok yemek var. Böyle şeyler hala ilgimi çekiyor, hevesimi kaybetmedim. Hayat güzel, kendimi daha iyi tanıyorum, kendi kendime iyi vakit geçirebiliyorum neden doydum bu hayata diyeyim ki?


doydum


bir şeye sahip olmak, bir yere gitmek, bir şeyleri yapmak doyurucu bir tatmin sağlamıyor.
"ee so what, noldu şimdi, napıcaz şimdi" oluyor. sürekli yeni bir hedef koymak gerekiyor. bir müddet sonra da sıkıyor bu. bir de ne yaparsan yap kendini başkalarıyla kıyaslamak gibi bir huyun varsa, işte o zaman asla hiç bir şey ya da edinim keyif vermiyor.
bu noktada dünyaya doymak mümkün olmuyor.
yine bu noktada, dünyaya doymaya çalışmaya reddetmek gibi bir şey ortaya çıkabiliyor. buna da depresyon mu diyoruz, tükenmişlik mi diyoruz bilmiyorum.
doyma çabasını yitirmek çok tehlikeli.
bir de dini öğretiler, bazı koşullanmalar var.
"yalan dünyanın rengine aldanmak" mesela. yaşama ve yaşamdan zevk alma isteğine yalan dünyaya yapılan yalan bir yatırım gibi hissediliyor bazen. bu da yaşam enerjisini yok ediyor.
dünya gelip geçici, şu fani ömrümüz kısıtlı, süleymana bile kalmadı dünya, önemli olan öbür taraf.. böyle düşününce dünyadan zevk almak bile ızdırap haline geliyor.
hedonist bir şekilde sürekli bir şeyler yapmak zorunda olmak da, zaten dünya fani deyip evden çıkmamak da aynı ağırlıkta iki uç gibi geliyor bana.
bence dünyayı keşfetmeyi hiç bi zaman bırakmamalı, ama doyumu da deneyim, gezmek, görmek bir şeye sahip olmakla tanımlamamalı


Deep web bir yorum olacak ama yaşamaya daha başlamadım sayılır.


Doymadım ama yarın ölecek olsam "ulan yaşayamadık bee" diye de üzülmem, hep tadını çıkararak, çok kasmayarak yaşamaya çalıştım.


Doymadım hiç hem de.


Kendi cevabımı da vereyim madem; biraz kendimden, biraz da felsefi...
Genel olarak düşününce hayata doyduğumu hissediyorum. Çünkü istediklerimin birçoğunu, en azından bir kere de olsa, yaşama şansı buldum. Ama bu “artık vazgeçtim” anlamına da gelmiyor elbette. Bazen öyle anlar oluyor ki, “tamam, yeter” diye geçiriyorum içimden; sonra fark ediyorum ki hâlâ yapacak çok şey var.
Tabii bazı noktalara gelebilmek için bedeller ödemen, bazı şeylerden vazgeçmen gerekiyor. Ben de hep o dengeyi bulmaya çalışıyorum. Ama ne tuhaftır ki dengeyi aradıkça bazen o denge daha da bozuluyor — hatta senin elinde olmadan.
İş sonunda yine dönüp dolaşıp zaman ve para meselesine geliyor. İkisi bir araya geldi mi büyük bir özgürlük gibi görünüyor; ama insanın içinde istek, merak ve heves yoksa hiçbirinin anlamı kalmıyor. Çünkü hayatın bütün deneyimlerini yaşamak zaten imkânsız. Her şeyi bilemezsin, hatta farkında olduğun şeyleri bile denemeden asla öğrenemezsin. Yani mesele aslında ne yaşadığından çok, nasıl hissettiğinde saklı.
Toplumun bize “dönüm noktası” diye sunduğu kalıplar var: istediğin işi yapmak, evlenmek, çocuk sahibi olmak… Bunlar seni tatmin edebilir, ama etmek zorunda da değiller. Başkasının hayatına özenmek de bir zorunluluk değil. Hele sosyal medya… Bence en çok doyumsuzluğu o körüklüyor. Hep daha fazlası, hep daha iyisi varmış gibi.
Oysa belki de asıl mesele, “benim için yeterli olan nerede?” sorusunu dürüstçe sorabilmekte gizli.


Doymadım demeyelim de hayatta iyi bi yere varamayacağımı, potansiyelimi kullanamayacağımı anlayıp pes ettim diyelim.
Yanii ölsem gözüm arkada kalmaz.


36 yaşında bir erkek olarak yazayım:
Yani görece hem evet hem hayır (bkz: Gulyabani diye bir şey yoktur ama olabilir de).
Detaylandırayım:
İstediğim noktaya geldim, daha güzel ve sürdürülebilir bir hayat için gelişmeye devam edeceğim.
Zamanında yaşamadığım deneyimler ve tecrübeler oldu. Bunlar için geç kaldım. Güzel bir arkadaş grubum, kız arkadaşım ya da lisede sosyal bir hayatım olmadı mesela. Pandemi öncesine göre çok şükür işim, evim var; ama hep hayatımda bir şeyler eksik diye hissettim.
Pandemi sonrası bugüne kadar “işte yaşıyorum bu hayatı” dediğim çok oldu. O eksiklik duygusu gitti. Ha, yine bir kız arkadaşım olmadı ama bazı şeyler de eksik kalsın.
36. yaşımı, 1 ay gecikmeli olmak üzere, 1 Nisan günü bir Avrupa ada ülkesinde Michelin Yıldızlı bir fine dining restoranda kendi başıma kutlarken dedim ki: Cinsellik bulunan barlardan, casinoya ve fine dining’e kadar çok şükür kendimce geniş bir yelpaze içinde deneyimler yaşadım.
1 Nisan’dan 43 gün sonra, 14 Mayıs günü başka bir Avrupa kentinde Bungee Jumping yaptım mesela. Kasım ayında planlamaya başlamıştım. Nerede yapabilirim, nasıl gidebilirim diye araştırdım. Karar verdimç Bunun için Avrupa’daki ada ülkesinden vize aldım, oraya gittim (gitmişken doğum günümü de kutladım evet) ve gerçekleştirdim.
Yazlıkta otururken kendi kendime “bu aralar iyi değilim, ben bir Avrupa şehrine gideyim” dedim. Pazartesi günü yöneticimden sonraki Perşembe ve Cuma için izin istedim. Yakın çevreme anlatırken yaşça büyük biri, “Dün yazlıktaydın, şimdi Avrupa diyorsun; ne biçim iş bu?” diye şaka yaptı. Dedim ki: “Kral, bunun için geliştirdim kendimi.”
En son gezide fark ettiğim iki durum oldu:
1) Daha sürdürülebilir bir hayat; tamam istediğim hayatı yaşıyorum ama bazı defolar ve açıklar var.
2) Hoşuma giden sadece yurtdışı gezisi değil, aynı zamanda o gezi sırasında hissettiğim rahatlık ve güven duygusu. İstediğim aslında bu rahatlıktı ve buna sahibim.
Bir taraftan kendimce kendimi gerçekleştirdim, ama öte yandan da gelişmeye devam ediyorum.


Doyduğumu söyleyemem. Sabahları sıcak çıtır ekmek ezine peyniriyle kahvaltı, öğlenleri buz gibi kola sigara, gece bütün bademli sütlü çikolata, yeni müzikler, denizde yüzmek, hayata doydum desem bunları sevmem, istemem. Öte yandan, yapmak, sahip olmak istediklerimin tamamının sebebi başkalarıyla hesaplaşmak. Bunun ne kadar çocukça, beyhude ve aptalca olduğunu bilsem de bundan vazgeçmeyi henüz başaramadım. Yoksa benim kendi adıma bir isteğim varsa da ben bilmiyorum. Aslında gayet memnunum, mutluyum.
Ama 36 yıllık hayatımda da aklımın beni birçok kere hüsrana uğratmasından sebep, aklımı dinlemeyip tedbiren daha iyi bir iş için iş başvuruları yapıyorum. Tek girişimim bu.
